Bakışın donup kalmış aşağıda,
belli uçan kuşları görmediğin.
Donup kalmış boşluktaki elin
uzanırken ördüğün duvara.
Yürüyorlar kırlardan sokaklara,
sımsıkı kapılardan içeri
Kalplerinde aşk işaretiyle doğar kimileri... Yeryüzüne gönül indiremez onlar... Hayatı ve insanları anlarlar,hayata ve insanlara merhamet duyarlar,ama hayatın ve onun içindeki insanların yaşadıkları gibi yaşamazlar.
Aşk işareti ile doğanlar yaşarken dünyaya talip olmazlar...Bilirler ki ne isteseler,neyi ansalar,ne kazansalar aşkın dışında hiçbir şey avutmaz onları,teselli etmez...Gönüllü sürgündür onlar...Gizliden gizliye hissederler bunu...Sonsuz bir ışıktan kopup gelmişlerdir geldikleri yere...Kopup geldikleri ışığa inançları ne kadar büyükse,içlerinde ki acı da o kadar derindir...Bu acı hatırlatır onlara kopup geldikleri yeri...Bu acı hatırlatır onlara kim olduklarını ve niye varolduklarını...
Kalplerinde aşk işaretiyle doğsa da bazı günler yorulur insan karşılıksız sevgilerinden...Yorulur kendisini anlatamamaktan...Sevgilim der,sevgilim der,ama,sevgilim dediği yanında değildir,bilir...Bazı günler insan soluksuz kalır,içindeki sevgili olmasa bile karşısındakine deliler gibi sarılır...O olmadığını bile bile sonsuz bir umutsuzlukla sarılır...İnsan soluksuz kalmaya görsün,sevgili diye bütün yanlışlarına,bütün kaçışlarına,kendine yaptığı ihanetlere sarılır...İnsan bir kere içindeki aşktan umudunu kesmeye görsün,her şey olmak,her yere yetişmek için bu hayat düşer...Her şey olduğunu,her yere yetiştiğini sandığı anda,ortada kendisi yoktur artık...Kaybolmuşluğa çok yakındır...Kopup geldiği ışığa inancı azalmıştır...Daha az acı çekiyordur artık...Ama daha mutsuzdur eskisinden....Daha mutsuzdur,o ışığı acı çekerek özlediği günlerden...
Soluksuz kaldığım kendime bile sakladığım günlerden bir gündü...Kaybolmuşluğa yakındım...İçimdeki acı hızla eksiliyordu...Işık soluyordu,soluyordu tıpkı sesim gibi...Soluyordu içimdeki aşk işareti gibi...Öylesine kaybolmuştum ki bulamıyordum artık içimde neyi yitirdiğimi,neyi kirlettiğimi...Öyle uzaklaşmıştım ki kendimden,kendimi bulmak için birine ihtiyacım vardı...
Onunla nerede ve nasıl tanıştığımız önemli değil....Gerçekten değil...Kaybolmuş insanlar birbirini çabuk buluyor....Umutsuzluk umutsuzluğu çağırıyor...
Konuşmaya susamıştık...Sanki ikimizde dilini,kültürünü bilmediğimiz uzak ülkelerden henüz dönmüş gibiydik bu ülkeye...Oysa böyle bir şey yoktu...Hep buradaydık...Hep o ışığımızdan kaybolduğumuz yerde...O ışığı orada bırakıp bu dünyaya,bu hayata gönül indirdiğimiz,her şey ve her yerde olduğumuzu sandığımız yerde...Hep o soluksuz kaldığımız yerde...Daha vakit var,o ışığa sonra dönerim, dediğimiz bu yerdeydik ikimizde...
Devamını Oku
Aşk işareti ile doğanlar yaşarken dünyaya talip olmazlar...Bilirler ki ne isteseler,neyi ansalar,ne kazansalar aşkın dışında hiçbir şey avutmaz onları,teselli etmez...Gönüllü sürgündür onlar...Gizliden gizliye hissederler bunu...Sonsuz bir ışıktan kopup gelmişlerdir geldikleri yere...Kopup geldikleri ışığa inançları ne kadar büyükse,içlerinde ki acı da o kadar derindir...Bu acı hatırlatır onlara kopup geldikleri yeri...Bu acı hatırlatır onlara kim olduklarını ve niye varolduklarını...
Kalplerinde aşk işaretiyle doğsa da bazı günler yorulur insan karşılıksız sevgilerinden...Yorulur kendisini anlatamamaktan...Sevgilim der,sevgilim der,ama,sevgilim dediği yanında değildir,bilir...Bazı günler insan soluksuz kalır,içindeki sevgili olmasa bile karşısındakine deliler gibi sarılır...O olmadığını bile bile sonsuz bir umutsuzlukla sarılır...İnsan soluksuz kalmaya görsün,sevgili diye bütün yanlışlarına,bütün kaçışlarına,kendine yaptığı ihanetlere sarılır...İnsan bir kere içindeki aşktan umudunu kesmeye görsün,her şey olmak,her yere yetişmek için bu hayat düşer...Her şey olduğunu,her yere yetiştiğini sandığı anda,ortada kendisi yoktur artık...Kaybolmuşluğa çok yakındır...Kopup geldiği ışığa inancı azalmıştır...Daha az acı çekiyordur artık...Ama daha mutsuzdur eskisinden....Daha mutsuzdur,o ışığı acı çekerek özlediği günlerden...
Soluksuz kaldığım kendime bile sakladığım günlerden bir gündü...Kaybolmuşluğa yakındım...İçimdeki acı hızla eksiliyordu...Işık soluyordu,soluyordu tıpkı sesim gibi...Soluyordu içimdeki aşk işareti gibi...Öylesine kaybolmuştum ki bulamıyordum artık içimde neyi yitirdiğimi,neyi kirlettiğimi...Öyle uzaklaşmıştım ki kendimden,kendimi bulmak için birine ihtiyacım vardı...
Onunla nerede ve nasıl tanıştığımız önemli değil....Gerçekten değil...Kaybolmuş insanlar birbirini çabuk buluyor....Umutsuzluk umutsuzluğu çağırıyor...
Konuşmaya susamıştık...Sanki ikimizde dilini,kültürünü bilmediğimiz uzak ülkelerden henüz dönmüş gibiydik bu ülkeye...Oysa böyle bir şey yoktu...Hep buradaydık...Hep o ışığımızdan kaybolduğumuz yerde...O ışığı orada bırakıp bu dünyaya,bu hayata gönül indirdiğimiz,her şey ve her yerde olduğumuzu sandığımız yerde...Hep o soluksuz kaldığımız yerde...Daha vakit var,o ışığa sonra dönerim, dediğimiz bu yerdeydik ikimizde...
Yunus sen bu sözleri
Eğri büğrü söyleme
Bir Molla Kasım gelir
Seni sigaya çeker
YUNUS EMRE ÖZER
Şimdi Neredeyse
Böyle değildi bu kentte
Sokaklar, şarkılar ve insanlar
Yürüyüp giderdik birlikte
Bir heyecanı paylaşarak
Bir gergefe girip çıkan
İğneler gibi ayaklarımız
İşlerdi yürüdüğümüz yollara
Coşkulu saatlerin nakışını.
Alınlarımıza biriken güneş
Şimdi neredeyse soğuyacak.
Kemal Özer ( Araya Giren Görüntüler)
İçinden her okuyanın kendi ufkuna geniş kanatlı pencereler açtıran anlamlarla dolu güzel bir şiir.
Şairin kabrine nurlar yağsın.
Her daim şiirle kalalım.Bu gün şiirin çaşmesinden kana kana içtik.Rabbim sana şükürler olsun.
Selam ve esenlik dileklerimle
Aşık BALKARİ
Bir Gelgitin İki Ucunda
..
..
..
Günlük kaygıların iğdiş ettiği
Çağdaş bir kentli görüyor bana bakınca
Benim gözümde ise o
Kanat açan bir düş yeni kıyılara doğru
Buluşuyoruz bir gelgitin iki ucunda..
Kemal Özer (Araya giren Görüntüler)
Osman Nurani beye,
Sis
Sarmış ufuklarını senin gene inatçı bir duman,
beyaz bir karanlık ki, gittikçe artan
ağırlığının altında herşey silinmiş gibi,
bütün tablolar tozlu bir yoğunlukla örtülü;
tozlu ve heybetli bir yoğunluk ki, bakanlar
onun derinliğine iyice sokulamaz, korkar!
Ama bu derin karanlık örtü sana çok lâyık;
lâyık bu örtünüş sana, ey zulümlér sâhası!
Ey zulümler sâhası... Evet, ey parlak alan,
ey fâcialarla donanan ışıklı ve ihtişamlı sâha!
Ey parlaklığın ve ihtişâmın beşiği ve mezarı olan,
Doğu’nun öteden beri imrenilen eski kıralıçesi!
Ey kanlı sevişmeleri titremeden, tiksinmeden
sefahate susamış bağrında yaşatan.
Ey Marmara’nın mavi kucaklayışı içinde
sanki ölmüş gibi dalgın uyuyan canlı yığın.
Ey köhne Bizans, ey koca büyüleyici bunak,
ey bin kocadan artakalan dul kız;
güzelliğindeki tâzelik büyüsü henüz besbelli,
sana bakan gözler hâlâ üstüne titriyor.
Dışarıdan, uzaktan açılan gözlere, süzgün
iki lâcivert gözünle nekadar canayakın görünüyorsun!
Canayakın, hem de en kirli kadınlar gibi;
içerinde coşan ağıtların hiç birine aldırış etmeden.
Sanki bir hâin el, daha sen şehir olarak kuruluyorken,
lânetin zehirli suyunu yapına katmış gibi!
Zerrelerinde hep riyakârlığın pislikleri dalgalanır,
İçerinde temiz bir zerre aslâ bulamazsın.
Hep riyânın çirkefi; hasedin, kârgüdmenin çirkeflikleri;
Yalnız işte bu... Ve sanki hep bunlarla yükselinecek.
Milyonla barındırdığın insan kılıklarından
Parlak ve temiz alınlı kaç adam çıkar?
Örtün, evet ey felâket sahnesi... Örtün artık ey şehir;
örtün, ve sonsuz uyu, ey dünyanın koca kahbesi!
Ey debdebeler, tantanalar, şanlar, alaylar;
Kaatil kuleler, kal’ali ve zindanlı saraylar.
Ey hâtıraların kurşun kaplı kümbetlerini andıran, câmîler;
ey bağlanmış birer dev gibi duran mağrur sütunlar ki,
geçmişleri geleceklere anlatmıya memurdur;
ey dişleri düşmüş, sırıtan sur kafilesi.
Ey kubbeler, ey şanlı dilek evleri;
ey doğruluğun sözlerini taşıyan minâreler.
Ey basık tavanlı medreseler, mahkemecikler;
ey servilerin kara gölgelerinde birer yer
edinen nice bin sabırlı dilenci gürûhu;
“Geçmişlere Rahmet! ” diye yazılı kabir taşları.
Ey türbeler, ey herbiri velvele koparan bir hâtıra
canlandırdığı halde sessiz ve sadâsız yatan dedeler!
Ey tozla çamurun çarpıştığı eski sokaklar;
ey her açılan gediği bir vak’a sayıklıyan
vîrâneler, ey azılıların uykuya girdikleri yer.
Ey kapkara damlariyle ayağa kalkmış birer mâtemi
sembole eden harap ve sessiz evler;
ey herbiri bir leyleğe yahut bir çaylağa yuva olan
kederli ocaklar ki, bütün acılıklariyle somutmuş,
ve yıllardır tütmek ne... çoktan unutulmuş!
Ey mîdelerin zorlaması zehirinden ötürü
her aşâlığı yiyip yutan köhne ağızlar!
Ey tabi’atin gürlükleri ve nimetleriyle dolu
bir hayata sâhip iken, aç, işsiz ve verimsiz kalıp
her nâmeti, bütün gürlükleri, hep kurtuluş sebeplerini
gökten dilenen tevekkül zilleti ki.. sahtadir!
Ey köpek havlamaları, ey konuşma şerefiyle yükselmiş
olan insanda şu nankörlüğe lânet yağdıran feryât!
Ey faydasız ağlayışlar, ey zehirli gülüşler;
ey eksinlik ve kaderin açık ifadesi, nefretli bakışlar!
Ey ancak masalların tanıdığı bir hâtıra: Nâmus;
ey adamı ikbâl kıblesine götüren yol: Ayak öpme yolu.
Ey silahlı korku ki, öksüz ve dulların ağzındaki
her tâlih şikayeti yapageldiğin yıkımlardan ötürüdür!
Ey bir adamı korumak ve hürriyete kavuşturmak için
yalnız teneffüs hakkı veren kanun masalı!
Ey tutulmıyan vaitler, ey sonsuz muhakkak yalan,
ey mahkemelerden biteviye kovulan “hak”!
Ey en şiddetlikuşkularla duygusu kö¨rleşerek
vicdanlara uzatılan gizli kulaklar;
ey işitilmek korkusuyle kilitlenmiş ağızlar.
Ey nefret edilen, hakîr görülen millî gayret!
Ey kılıç ve kalem, ey iki siyasî mahkûm;
ey fazilet ve nezâketin payı, ey çoktan unutulan bu çehre!
Ey korku ağırlığından iki büklüm gemeye alışmış
zengin – fakir herkes, meşhur koca bir millet!
Ey eğilmiş esir baş, ki ak-pak, fakat iğrenç;
ey tâze kadın, ey onu tâkîbe koşan genç!
Ey hicran üzgünü ana, ey küskün karı-koca;
ey kimsesiz; âvâre çocuklar... Hele sizler,
hele sizler...
Örtün, evet, ey felâket sahnesi... Örtün artık ey şehir;
Örtün, ve sonsuz uyu, ey dünyanın koca kahpesi!
Tevfik Fikret
Saygılarımla.....
Kentleri bentleri
iyilikleri birlikleri
dirlikleri kardeşlikleri
yıkmak
şer kişinin karı
yapmak
er kişinin karıdır vesselam.
feyzi kanra
Kentleri bentleri
iyilikleri birlikleri
dirlikleri kardeşlikleri
yıkmak
her kişinin karı
yapmak
er kişinin karıdır vesselam.
feyzi kanra
FEDA OLSUN VATANıMA
Allah Vatan Millet Bayrak denilince ağlarız
Gece gündüz Esma Hüsna ananımız var bizim
Yürek yanar şiir yazar ağıt yakar çağlarız
Feda olsun Vatanıma bir canımız var bizim
Allah sevgisinden gelir yurt sevgisi mümine
Canla savunmaya hazır mümin ile mümine
Yıllar yılı cephelerde birbirine kalkanlar
Şimdi nasıl düşman olur neden dinmez al kanlar
Yabancı bize dost olmaz savaşmaya kalkanlar
Ne yazık ki tahriklere kananımız var bizim
Asırlardır bir arada Kürt’ümüzle Türk’ümüz
Birdir İstiklâl Marşı’mız ezanımız türkümüz
Bir eksilsek bin dirilir hududa dikiliriz
Gerekirse yurt sathına serpilir ekiliriz
Gül bahçesidir bu Vatan fidanca dikiliriz
Şehitlere ölü denmez inanımız var bizim
Cennet kapısından doyar gezer yedi kat gökte
Başka bir yaratılışta yaşar yeşilde gökte
Türkiye Cumhuriyeti çürük köhne dam değil
Anarşi ve terör ile devrilecek çam değil
Geçmişi imparatorluk şehit olsak gam değil
Muhammed Mustafa gibi cananımız var bizim
Hangi toprak vatan olur kan ile boyanmadan
Her ete yürek mi denir aşk ile o yanmadan
Biz bu topraklarda doğduk burda yere batarız
Ya şanımızla yaşarız ya içinde yatarız
Şehitlik mertebesine ermeğe can atarız
Allah ve Vatan aşkıyla yananımız var bizim
Müslüman’a şeb-i arus kalplerimizde Kuran
Esfel-üs Safilîn’dedir askere pusu kuran
Cehennemin dibindedir askere pusu kuran
Onur Bilge
Serpilmek: (Tohum olup) Toprağa avuç avuç atılmak…
Esfel-üs safilîn: Cehennemin en alt tabakası, dibi. Azabın, ateşin en şiddetli olduğu yer.
Şeb-i Arus: Düğün gecesi.
Onur BİLGE
Bizler var oldukça kuva-i Milliye sınırlarıda var olacak.
Türküm, Dalganacak Türk Bayrağım
Türküm
göklerde
dalgalanacak
il el ebet
şanlı bayrağım
Vatanıma
yan bakana
şaşarım
göğsümü
siper eder
açarım,
Gazi Mustafa Kemal Atatürk
İle
kazandık
hürriyeti (zaferi)
şanla şerefle
kurduk
bizler
bu
eşsiz
Cumhuriyeti
her
köşesinde
kazandık
nice zafer
milletçe
el ele verdik
olduk muzaffer
Yurdumun üzerine
uzanmasın
haince
eller
Vatanın
dört bir yanını
bekler
Türk
anasının
yetiştirdiği
gencecik
Mehmet’cikler
bayrağımız
ve
Vatanımız uğruna
yurdumun
her köşesinde
verdik
binlerce şehit
düşmanlarımıza
vermeyiz
asla
geçit
geçmişten
bu yana
şanımız
var
çağlara
çığır
açan
Atamız
Var
Türküm
göklerde
dalgalanacak
il el ebet
şanlı bayrağım.
Saygılarımla......
Bence; zaman ayırıp üzerinde ciddiyetle durulacak evsafta bir şiir değil.
Herkese bereketli günler ve hayırlı meşgaleler...
Bu şiir ile ilgili 23 tane yorum bulunmakta