Dışarı Çıkma Yasağına Uyunuz Lütfen!
Damlaya damlaya biriktirdiğim hayal kırıklıklarına ve milyonlarca insanın öldüğü bir göl olan kalbime
Durun Bayım, bu Vapura binemezsiniz! Boğazda Lodos var, Vapur seferleri iptal edilmiş,
Sokağa çıkma yasağı var, bir de şu var, unutmadan söyleyeyim,
Sis çökmüş Mercan Yokuşuna, Atilla İlhan ile ilgili “Kayıp aranıyor” ilanlarını da mı görmediniz,
Pes doğrusu. Lütfen şu içinize kapandığınız yalnızlığın perdesini aralayınız,
Atilla İlhan Bulvarında bir trafik kazası var üstelik.
Adalar İskelesi tarihe ve sulara gömülmüş, Bekleyin Lütfen.
Sonsuza kadar yaşamak istemiyor musunuz yoksa?
İbranice değil hüzünden hallice bir dilde,
(en eski yazıtı insanlığın)
Tanrı değil, Edebiyat vaat ediyordu bunu,
Tanrı değil Edebiyat mı, vaat ediyordu bunu?
Felaket yanı başınızda, nöbette bekliyor, elinde kör orağıyla Azrail.
Size o kadar söyledim, bu pek tekin birisi değil,
Hem o orak neyin nesi, canım benim, üstelik Kaba birisi,
kulüp rakısı istiyorum derken cümlenin başına bir “lütfen sözcüğünü” esirgemese ne olıcak yani/sanki,yani canınıza talip olsa da, daha kibar sözcüklerle dile getirebilir bu arzusunu.
Dün gece pişti oyununda hile yaptı, bunu söylemeden gitmek istemiyorum,
Anlıyorum haddime değil, kimin haddine ama değil mi?
Bir anlamlı sessizliği, hüznü ve mutluluğu bozmak(hep bir ağızdan- dostların)
Neyse, mevzu bahis sizin canınız, can sizin, meslek orakçı beyefendinin,
Ama lütfen bir tanecik saniye bile olsa, yani burada kalacaksınız,
Burada “kalacağınız var” sayarak konuşuyorum,
Tabi Tanrı geçinden versin, malum sonumuz belli,
ama lütfen uzanın sımsıcak yer yatağınızın koynuna
Annelerimizin, sımsıcak ve kocaman memelerinin kokusu yok orada,
Biliyorsunuz, şeker toplamaya çıkmanın artık ayıp olduğu yaşlardan beri,
Yastıklarımızın gözyaşlarıyla sağanak sağanak ıslandığı yalnızlıklarda/kuytularında,
Bir dip not olarak, ayrıca-Oysa Cemal Süreyya bilir;
Bir yastık neden sağanak sağanak ağlar.(HAYATTA EN ÇOK ANNEMİ SEVDİM ÜSTELİK)
Bereketli ve şefkatli dokunuşlar karınca gibi yüreğimizin yumuşak yerlerine yuva yapmıyor.
Bereketli ve şefkatli kanatları olan serçeler,kırlangıçlar ve mutluluklar da yuva yapmıyor.
Pes doğrusu, üzülüyorum buna.
Unutmadan, Dün anneniz geldi, bir not bırakmıştı, sanırım 1971 yılında yazılmış bir mektup,
2014 yılında mıyız? bunu sormayın. Soruların hükmünü yitirdiği bir yolculuk değil mi bu,?
Katı cevapların, egoizm yağının bol bol kullanıldığı laf salatasının bol bol tüketildiği bir akşam yemeği değil mi?
Bir albümün içerisinde buldum, daha açar açmaz düşüverdi yere, atıverdi kendini boşluğa,
Anılar, sözcükler,nokta ve virgülller, soru işaretleri, teker teker yere düştü,
Birazcık intihar ettiler gibi. Bir kelime
En son geriye bir mutluluk kalmıştı, mutsuzluk dememize ramak kalmıştı, yani azıcık beton,
Azıcık kravat, azıcık a4 daha eklense geriye dönüşümsüz bir mutsuzluk olacaktı,
En son o zayıf mutluluk kalmıştı, biz kalmıştık,
Göğsümüze faça atıp, atlarım ulan aşağıya,atlarım,
“Anılar, anneler gelsin, babalar, savaşta yiten çocuklar, bayram sabahı ilk defa şeker toplamaya gidemem galiba artık diyen ilk gençliğim “ gelsin,
Ulan yoksa atlarım diyen. Nitekim atlamak üzereyken umudun üzerine çakılıp kaldık.
Bir mektup işte şunu şurasında,
Albümlerde kayıp bir zaman parçası, bir sayfa arkalı önlü,
Kaç saatte yazılmıştır kimbilir?
Bir saat belki. Yırtılıp yırtılıp toparlanmışsa bir gün, bir ömür, enkaz altında kalıp kısa bir film olan kalmaya mahkum kalsa da.
gıcırdayan bir kapının huzursuzluğu, bak işte “ş” harfinde görülen. İçinde “ş” olan bütün sözcükler şüphelidir bu yüzden. Siz bilirsiniz o sözcükler, hangi anların talibi ve tarifidir. Hüznünüzle lütfen, azıcık soluklanayım, bir kadeh viski alabilir miyim dolaptan. Yeşil Çam filmlerindeki gibi. Acımasız, soğuk kanlı ve bitik.
İşte o kapı gıcırdayıp odanızın gölgesi yle taştı aydınlık.
Odanıza ansızın açılmasını bir sandığın yıllar sonra açılması gibiydi, bir yaz tatilinden sonra 302 model bir otobüsle vardığımız evin,yatak odasının, koridorunun bize küsmesi gibi. Ne utanç verici bir kapris, özlemekten gidilen yollarda özlenmek denilen şey.
İkilem şüphesiz. Dediğim gibi ama küflü ve naftalinli bir girişti şüphesiz, Siz odanızda yoktunuz, beyaz yaşları lüle lüle masanıza düşen bir kadına benziyordu, Gerçi anneniz miydi, pek emin olamıyorum doğrusu, yine de bir anne gibi dokunuyordu parmak uçları, sevdiğiniz kadın da olabilirdi, sevdiğinizin gözleri annenizinkinden farklıydı ama onun gibi bakıyordu bir yerde, biri ela bakarken, diğeri bozkırı anlatan turuncu kahverengi bir sonbahar yağlı boya tablosu, kahve gözler diyelim… insanlığın iki kere yıkandığı o güzelim nehirlerden yazıyoruz bu samimi düşünceleri, değil mi ama, lütfen; herkes az, biraz ela ya da kahve o gözlerde yıkanmak ister.
Dikkate alın bu samimi ikrarı!
Yorganınızın henüz sıcak tarafına sokulun derim,(bir zindanın soğuk taşına yatan dostlar hariç) hani hatırlıyor musunuz? Vücudunuz, koltuk altlarınız, buruşan parmak uçları, kaküllerinize kadar sabun kokuyordunuz ve televizyonda bir çizgi film yeni başlamıştı, şapsal bir mutlulukla bir ördek ve tavşan boyuna birbirini kovalıyor, hırpalıyordu, ve boyuna gülümsüyordunuz değil mi, evlenmeye, askere gitmeye, yaşlanmaya, kundura giymeye(bayramlar hariç) kravat takmaya, baba ve anne olmaya iki eldeki parmak sayısının yetmediği yıllar. Katil, hırsız, dolandırıcı, profesyonel dolandırıcı, pezevenk, işadamı, avukat, doktor, bencil ukala olmadığımız yıllar. Durun, beş saniye soluklanalım mı?
Kokuyu alıyor musunuz!
Tahmin edin neyin kokusu bu?
Süt ve kakao kokusu? “Bardak pastası” kokusu, bardak pastasının ne olduğu bize kalsın.
Süt ve kakao kokusunu tanıdınız muhtemelen,
Hatırlıyor musunuz,
Ama mutfaktan cezvede süt ve kakao kokusunu alıyor musunuz?
Anneniz dün uğradı eve, unutmuşum gerçekten, kusura bakmayın,
Bu kadar dalgın oluşuma şaşırıyorum bazen,
Hem üstelik size bir paket bıraktı,
Süt ve kakao kaynıyor mutfakta,
Yarım yüzyılla bir gün öncesini bağladığım ipince bir ip var,
Boynumda, lütfen, efendim bugün hatırlayın, mutfakta bırakılmış martı çığlıklarını,
Yavru martıların çirkin yüzlerindeki acı çığlıkları ve
Yastığınızda bir kedi gibi uyuttuğunuz,
sanırım ısırgan bir kedi gibi yaramaz, sarman, sevimsiz ama
Anılarınızı. Bak yine ağlayacaksınız. Buyrun, gökyüzünden biçilmiş bir mendil,
Alın, lütfen alın,
“Kapalıçarşı’ya gitmiştim bir öğlen vakti, 35 derece sıcak tepemde kavruluyordu,
Gönlümü sımsıcak bir dudağın nefes alışı esir almıştı,
İstanbul’un bütün üvey martıları,soğuktan yüreğime sığınmıştı sanki,
Gökyüzünün turuncu alevleriyle göğsümden çığlıklarla fırlatılana dek,
En ilkel insanlığın yarattığı uzay mekiği,
Kalbim çift ateşlemeli bir mekik gibi güçlenmiş ve hızlanmıştı,
Bir lamba için özel olarak dikilmiş bir ipek mendil bu,
Annenizin gözyaşı kalıntılarını görebilirsiniz üzerinde.
Göz yaşı şişelerine doldurup saklamıştım bütün annelerin gözyaşlarını,
Dizeler dolusu ağlama. Ah tanrım, çok gereksiz koleksiyonların yaratanıyım ben de(de hep ayrı yaşamdan) Alın Lütfen, siz kirletebilirsiniz, bu ipekten gök yüzünü.
Buyrun sarılın bana. Lütfen. Merak etmeyin, kimse görmez bizi, göremez,
Hem anlatmam kimseye de, sır saklamasını da bilirim.
Kayıt Tarihi : 7.7.2014 16:13:00
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
![Ömer Faruk Akbıyık](https://www.antoloji.com/i/siir/2014/07/07/disari-cikma-yasagina-uyunuz-lutfen.jpg)
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!