Ben mezopotamya'nın doğru kız çocuğuyum.
Bu topraklarda yalınayak gezen,
esmer kadınların başağı,
ben güneşe adanmış yağmur,
kurak toprak, dipsiz kuyuyum...
Kendi dilimde ağlayamadığımda,
susarken öğrendim ben sessiz şarkıları,
ben içimden alkışladım kaybedilenleri.
Bir kaç rengin bir araya gelemediğini
Solumdakinin sadece bir kalp olmadığını
Geri çevrilen mektuplardan öğrendim
eski günlere gidelim,
ben nasıl geldim bilmiyorum buraya.
Zamansız hatırıma düşüyor,
toprağa sarılan ellerin,
papatya kokusu burnumda.
Seni çağırıyor birisi,
Sakla beni...
Gece dökülmeden pencerene,
Yıldızlar boğar gibi ruhumu,
karanlığa aşina değil yüreğim.
Sana sığınıyorum,
Titriyor bedenim, korkuyorum..
Sen şehir misali,
ben o şehrin yabancısı.
Sokaklarında geziniyorum bir sonbahar akşamı,
seni anlamaya çalışırcasına senden habersiz,
suretinde ne çok ev gördüm,
pencerediz ve de perdesiz.
Sen;
uykusuzluğum,
Karanlığıma dökülen ay ışığı.
Ben;
yolunda bir yolcu,
yorgunum sana...
Seni sevmesem;
kuşlar göç edecek bu şehirden.
Mevsiminden önce dökülecek yapraklar,
çocuklar oyun oynamayacak,
uçurtmalar savrulmayacak semada.
Ülkede bir darbe olacak,
Binlerce dil bilsem neye yarar,
adını bilmezken.
Tüm dünyayı gören gözlerim
ona rastlamadı bir tek.
Söyleseler bir kez neydi adı,
hangi rüzgarla esti.
Kaşım yarılmış, yine kanatmışım dizlerimi.
Sahi kaç kavgadan kalmıştı bu yara izleri?
Dağınığım, yerli yersiz,
üstelik telafisi olmaksızın dağınık!!!
Yine yanıyor mahallede perdesiz bir ev...
Ben suçu belli olmayan bir failin,
Tuhaf bir his bu,
Ben hiç anlayamıyorum,
hiçbir kitapta da yazmıyor.
Sana baktığımda,
göğüs kafesimdeki kuş uçmak istiyor,
sonra o kafeste çiçekler açıyor,
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!