Herkes gibi yaşadım uyudum ve uyandım
Zalimleri alkışlamadım bunu zafer bildi herkes
Oysa meydanlara çıkıp konuşacak kadar cesur değilim
Konuşaydım kurşuna ve atılan taşa sözüm geçerdi belki
Belki bir kurşun kör olurdu gözlerimde
Vicdanını yitirmiş bir çağın insanıyım ben
Her yerden kovuldum
Kör bir bıçak gibi yollara sapladım kendimi
Irmaklara karışıp aktım denizlere; balıkların ölümü oldum
Bulutlara karışıp çıktım göklere: toprakta kuraklık oldum
Yüzümde bir utanç ağaçların gövdesinde büyüyen çürük oldum
Koparılmış bir yara gibi dolaştım durdum yeryüzünde
Herkes başka bir dil başka bir ses başka bir insan
Konuşurken börtü böcek gece ve örümcek
Konuşmalar içinde simsiyah bir leke oldum
Kimseyi suçlamadan baktım ceplerime
Ceplerimde yanılgı, ceplerimde anahtarlık, ceplerimde
Tahtanın ve nemim bildiği bir şeyi sır diye taşımışım
Sineme yaslanıp inleyen çocukların sesini dinledim
Sesinde korku, sesinde öfke, sesinde verilmiş sözler
Kendimden, gölgemden ve gölgelerden kaçtım
Dergâhına geldim demir çarık kırık asa
Boş bir heybe hoş bir gönülle değil
Heder edilmiş bir ömür kırık bir yürekle geldim
Gerilmiş bir ipin üzerinde geçerken ömrüm
Kem sözler etmişim bilmeden
Dostlarımı üzmüşüm, üzülmüşüm
Kuşlar düşürmüşüm sapan taşıyla
Karıncalar incitmişim, kırlangıçlar küstürmüşüm
Suları bulandırmışım durduk yerde
Durduk yerde bir oyunbozan olmuşum
Hiçbir oyunda yer bulamadım kendime
Uçurtmaların ve uçaklara karıştığı ahir zamanda
Yaşadığım yangınlar içinde bir İstanbul
Bütün kavimlere, denizlere ve uzak ülkelere
Aşk dedim b’aşka çare yok dedim dergâhına geldim
Geldim ama geçemedim köprülerden, sulardan
Uçurumlardan geçemedim
Vazgeçemedim şirin gözüken yardan
Dostun açtığı yaranın öfkesinden vazgeçemedim
Pespaye bir şaşkınlıktı yaşadığım bunu aşk sandım
Oysa benim “aşk”tan anlamadığım
Kör kuyularda inleyen sesimden belli…
Bu toprak şu gökyüzü şahidim olsun ateş ve su
Gezdim dünya âlemi de bir sözün peşine düştüm de geldim
“Gel ne olursan ol yine gel” işte geldim.
Gelmeye yüzüm yok ama gidecek başka bir kapı
Şaşkınlığımı koyacak bir yer bulamadım kendime
Bulamadım kendi içimde gidecek bir yer
Dergâhına geldim…
İçimde bir deniz, içimde ırmaklar, içimde bir yol
İçimde şaşkın şaşkın konuşan bir yolcu
Konuşsam şu kalem kırılır mürekkebi utandırır denizleri
Şu beyaz sayfa tutuşur kül olur gül olur
Külleri Fırat’a savrulmuş Mansur olur
Bir yer var herkesin bir olduğu bir yer
Karun’un kul Ahmet’e kölenin efendiye
Padişahın keloğlan’a üstünlüğünün olmadığı bir yer
Teraziler terziler her şey gül ve gönül üstüne
Ölüm bile düğün gibi gücüm yetse de anlatsam
Söz tükenir yerin ve göğün ar damarı çatlar
Kim demiş evvel zaman içinde yaşamış diye
Aklımın toynaklarında doru atları durduran
Mevlana değil mi ‘ney’in sesinde öfkemi kıran
…Ateşten denizi mumdan gemilerle geçen…
Gömgök göklerde yürür döner Hu çeker dervişler
Döner dünya, döner mevsimler, vakit döner
Muvakkitler çıldırmış akrep yelkovan gibi döner
Ümmiler Mesnevi okur sağırlar işitir dilsizler konuşur
Ağaçlar, kuşlar, taşlar bile konuşur
...
İbrahim GökburunKayıt Tarihi : 8.4.2018 16:28:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!