Darısı sizin başınıza / düz yazı

Mehmet Halil
1192

ŞİİR


6

TAKİPÇİ

Darısı sizin başınıza / düz yazı

Sağ olsun karım sayesinde sabahları sağlık programlarını izler… İzlemekle de kalmaz, uygular, uygulamakla da kalmaz, bana uygulamak için elinden geleni yapar… Bilinçli olmasa bile, bilinç altıma girmek için, ben uyurken sesi yükseltir ki benim beynime söylenenler nakşedilsin ve benim bilinç altım beni yönlendirsin… İşte teknolojinin marifetleri… artık hep böyle yönetiliyoruz… Ayıların burnuna takılan halkanın yerini aldı TV kanalları… Bu sayede istedikleri yere çekebiliyorlar toplumları… Böylece beni de karım çok güzel idare ediyor. Hem uyandırma biçimi kibar, hem öğretme biçimi…
Dinlemek zorunda mı kalıyorum, yoksa kulağıma zorla sokulanları engellemeye üşendiğim için mi nedir, ben de uysal uysal dinliyorum… Uyku sersemliğinde kendimi bende anlayamıyorum ama bu iki açmaz arasında melankolik olduğumu fark ediyorum.
Konuşmanın bir yerinde de insan öfkelenip uykusu tamamen dağılıyor… Aslında yarı uykulu olmak her şeyi kolayca kabullenmek için iyi bir ortam… Öyle durumlarda kimine esin geliyor, büyük sanat eserlerine imza atıyor, kimi de, istenilen yere kolayca çekilebiliyor… Benim esin kaynağıyla uzaktan yakından bir ilgim olmadığı için kullanılanlar gurubuna giriyor olmalıyım… Ne olduğumu nerede durduğumu fark edecek kadar uyanık değilim… Beni uyandırabilen bir tek Müşerref Akay’dı zamanında, onun söylediği ‘’Türkiye'm Türkiye'm’’le uyanırsam o gün, günlük işlerim yarım kalmazdı. Erken uyandığım ve o sesin ritmine uyarak çalıştığım için işimi erken bitirirdim… Bakın bu gün bile hala araya girmeyi başarıyor. Bekçi ile hırsız arasındaki yakınlık gibi bir yakınlık kuracak olursak, araya girmekle araya almak arasında da bir yakınlık kurabiliriz… Ama ben hırsızlık yapacak kadar toplum nezdinde itibar sahibi olamadım… Hiçbir gün de bana sayın diye hitap eden olmadı çok şükür. Netekim onun için de emekli maaşına talim ediyorum… Netekim ne araya girebildim ne de sıraya… Bu harfler de su gibi oradan oraya kayıp duruyor, bir türlü bir kanala yönlendiremiyorum…
Kanal dedim de aklıma geldi, televizyondaki sabah programlarından bahsediyorduk…

İnsanın yarısı aktifse yarısı pasif oluyor, benim de kova tarafım aktif galiba, sabah programları ile dolduruluyorum. O sabah programları da olmasa televizyon diye bir aracın varlığından haberim olmayacak. Doktora gitmeye de gerek kalmıyor… Sağlık konularını yetmiş milyona hitap eden bir yayında konuşan doktordan daha iyi bilecek değil ya mahalli doktorlar…
Onun için de sabahları sakin ve huzurlu kalkmak yerine, gergin kalkıyorum… Çünkü o doktorların tavsiyelerine bakacak olursak çoktan ölmüş olmam gerekiyordu. Bu halimi gören komşularım, ‘’Ne o akşamdan mı kaldın komşu? ’’ diyorlar… Tövbe! Ne demek şu sabah programları sayesinde alkol almak şöyle dursun, benim hanım salataya limon bile sıktırmıyor. Sirke, limon, şarap, rakı onun için hep aynı familyadan…

Sabahın o melankolik haliyle abuk sabuk konuşsam da daha sonra kendime gelince komşulara hak veriyorum… Soruları bilinçli değil, bilinçaltından onları bir şey dürtüyor ve konuşturuyor… Olmayacak sorular sorduruyor…
Ben ne akşamdan kalıyorum, ne de gece güzel rüyalar görüyorum. Dolu bir kova olarak olduğum yerde kendi ağırlığımla oturup kalıyorum. Bu gerginlik de ondan olsa gerek…
Ahhh! İnsanoğlunun kafası Teksas meyhaneleri girişinde olduğu gibi çift kapılı galiba…
Sağlık programını unuttuk da nelerden bahsediyorum… Neler planladık neler çıktı kapıdan…

Kulaklarıma gelen doktor sesleri bütün gün çınlamaya devam ediyor. Kendi kendime yorum yapıyorum… Bir zamanla filozoflara deli demişler, şimdilerde de delilere filozof denilecek gibi… Birinin söylediğini iki gün sonra diğeri yalanlıyor, pardon kaba oldu, tekzip ediyor.
O zaman kafamdan geçenleri sesli olarak düşünmeye başlıyorum. Spikerler, doktorların doktor olduklarını yüksek sesle bastıra bastıra söylediklerine göre, bunda bir bit yeniği var.
Burası manav dükkanı değil ki elmanın üstüne elma yazalım… Manavlar bile yapmıyor ya…

Bir gün biri çıkıyor, yumurtanın kollestrol yüklü olduğunu söylüyor, ‘’sakın yumurta yemeyin! ’’ tehdidini, YAŞ kararları gibi kibarlığın ölçüsü olan pembe ambalajlar içinde sunuyor. Diğer gün bir başkası, ‘’Biz yıllardır yanılmışız, yumurta zararsız yiyebilirsiniz! ’’ diyor. Ve toplumdan özür dileyebiliyor. Artık öyle alıştık ki, buna benzer programlarda eskiden olduğu gibi ‘’Ha işte bu Durmuş Yaşar’ın adamı, onun ürünlerini pazarlıyor, Ha bu Sabancının adamı onun ürünlerini pazarlıyor! ’’ demiyoruz. Hem marka vermiyorlar, ağızlarından kaçırırlarsa bile spiker tokatı oturtuyor hemen… Demiyoruz çünkü şirketler öyle iç içe geçti ki kimin eli kimin cebinde ayırmak zor. Küreselleşme ile bu uluslar arası şirketlerle de kuşatılınca ne gerek var şirket reklamına?
Artık sağlık sorunu o hale geldi ki, doktorlar hastanelerde hastalarına bir dakikadan fazla zaman ayıramadıkları için hastalıkları konusunda fazla bir şey söyleyemiyorlar. Hiçbir şey öğrenemeyen hasta, cangıl ormanları kadar karışık olan çağımızın hastalıkları, ya strese, ya kırmızı etlere, ya sigara ve içkiye tahvil edip hepsine birden kolay çözümler önerince, vatandaş da, hele hele, sağlık güvencesi olmayan vatandaşlar, bütün ilacı, TV programlarından ediniyor. ‘’Su sıkışınca çatlağını bulur! ’’ diye boşuna denilmemiş, bu sıkışıklıkta da vatandaşımız alternatif tıp diye bir şeyin güçlenmesine katkıda bulunmuş…
Doktorlarımız anahtarı verirde vatandaşımız kullanmaz mı? Şimdi her çeşit ot da kurusu ve yaşı ile derde dermen olarak vitrinlerde boy gösteriyor…

Şimdi hangi TV hangi şirketin, hangi gurubun bilemiyor. Bunu ancak bu tür TV programlarını dinlerken öne çıkan ürünün kimin tarafından üretildiğine bakarak yorum yapıyor. Yapıyor ama bu yanılmamızın nedeni, küreselleşmenin ne demek olduğunu… Şirketlerin nasıl kaynaştığını tam olarak bilmediğimizden, çoğu daha bir iki kuşak önce köylerde mahallelerde tarım ürünleri ile sanayi ürünlerini takaz ederek zengin oldukları için, halkımız tarafından iyi tanınan kişiler veya aileler, dönen dolaplardan dolayı kimse kendi yeni kimliğini açık etmek istemediğinden de vatandaşımız bilgilenemiyor.
Gıdaların bu kadar çok zararlı olmasının, uzun sure kullanılabilmesi için kullanılan zararlı katkı malzemeleri olduğunu hiç açıklayan yok. Doğal gıdaların genleri değiştirilerek, para kazanmayı, ve verimli topraklarımızda üretilen ürünleri köylülerimizin elinde alarak uluslar arası şirketlere bağımlı hale getirilmesini hiç açıklayan kanal yok. Öyle ya hangi hırsız kendini ele verir?
Yumurtayı ve eti yemeye başlayan bir toplum değiliz. İnsanları ilk beslenme şekli avcılık yani çok eski dönemlerden beri et ve yumurta ile beslenen bu insanlar, hem de kendi zamanlarında şimdiki insanların ağırlığı kadar kılıç sallayan insanlar, bir oturuşta bir kuzu yiyen pehlivanları ben anlatmadım, tercüman gazetesinin tefrikalarından okuduk. Eski kahramanlık hikayelerinden okuduk. O zaman bu kollestrol yoktu, varsa bile bugünkü kadar tehlikeli boyutlarda değildi, ya şimdi neler oldu?
Neler oldu onları açıklamıyorlar da vatandaşın elinden doğal üretimi, doğal hayvancılığı aldılar, genetiği bozuk ürünlerle şimdi aynı vatandaşı vurdular ve tedavi yöntemlerini anlatarak iyilik ettiklerini sanıyorlar. Onlar sanmıyorlar, onlar ne yaptıklarını biliyorlar da vatandaşımız, onlara böyle inanıyor.

Bu gün de hepsi aynı kaynaklı olan, yani şirketlerin borazanı olan bu kanalların hangisi doğru hangisi yanlış diye seçim yaparken melankoli oluyoruz…

İşte kapının ağzında taşınmak için sokağa karısı tarafından koli bulmaya gönderilen komşumla dertleşirken ‘’Melankoli’ sözünü duyan, balkonda kocasını bekleyen kadın, o taşınma telaşı içinde benim melankoli sözümün sadece koli kısmını duyması ile, kucağındaki ağırlaşan ıvır zıvırı kafama boca etmesi bir oldu.
Neyse ki ‘’her kötülüğün bir de iyi yönü vardır! ’’ diye kendimizi teselli edecek bir sözümüz var. Ben de böylece boş olan kafamın komşum tarafından doldurulduğunu söyleyip rahat bir gün geçirebilirim.
Darısı sizin başınıza…

Mehmet Halil
Kayıt Tarihi : 23.11.2010 21:43:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.
  • Perihan Pehlivan
    Perihan Pehlivan

    çok haklısınız. kötüde iyiyi aramak marifet

    Cevap Yaz

TÜM YORUMLAR (1)

Mehmet Halil