Özel ilgi alanıma girerdi çocukluğumda coğrafya. Atlaslardaki rengarenk boyalı ülkeler, mavi denizler hep hayali gezilerimin valizlerinde küçük anı etiketleri olarak yapışıp kalırlardı. Hala duydukça şaşırır, bir anlam veremem sıkça duyduğumuz “haritada yerini sorsan gösteremezler, bilmezler” türünden beyanat arası sözlere. Ben sekiz-on yaşlarında bir Türk çocuğu olarak; dünyadaki bütün ülkelerin başşehirlerini, dağlarını, ovalarını, göllerini, kıyısı olan denizlerini, karadaki komşularını neredeyse ezbere sıralarken bugünün teknolojik imkanlarını eğitim alanında üst düzeyde kullanan bir ülke çocuğunun, örneğin Türkiye’nin değil başkentini bilmek haritadaki yerinden bile habersiz olmasını anlayamam. Oysa dediğim yaşlardaki bir çocuk; aşkı, ekonomiyi, siyaseti bilmeyebilir, ilerde başına çok dertler açacak bazı duygulardan habersiz olabilir ama elinin altındaki renkli kitaplardan iki karış uzaktaki bir ülkenin çarşısında hangi ürünün satıldığını bilebilir, bilmelidir de. Çünkü çocuktaki merak duygusu, öğrenmek, bilmek isteği körleşme sürecinin kapı önünde dolaşmaya başlamamıştır henüz.
Sonraki dönemlerde bir işe yaradı mı peki dünya coğrafyası hakkında yaşımın ve bugünkü akranlarımın bile ötesinde bilgi sahibi olmak. Ben biliyorum demenin verdiği zevk ötesinde bir işe yaradığı söylenemez. Esasen belli yaş dilimlerinde, okullarda “tamam sen coğrafyayı biliyorsun ama ben de tarihi çok iyi biliyorum” demekte, ben biliyorum zevkini tattırmaktan öte bir işe yaramaz. Kurbağanın sindirim sistemini hiç kimsenin öğrenememesine karşın ısrarla öğretilmeye çalışılmasının ve belki sonrasında gösterilen bunca çaba üstüne sadece kara tahtaya tebeşirle çizilmiş bir garip şekil olarak belleklerde bir süre işgalcilik oynaması gibi.
Kurbağalı bataklıklara fazla dalıp konudan uzaklaşmadan biz gene coğrafyaya dönelim. Ben çocukluğumun uzmanlık alanı gereği o ülke senin gezerken, bu deniz benim yüzerken pek moda bir deyim vardı. Radyo ajans saatlerinde ve sekiz sayfalık gazete manşetlerinde kulak ve göz misafirliğini bizden esirgemeyen.
“Balkanların ve Orta Doğunun en büyük ….”
Nerede yeni bir mağaza yada o zamanlar moda olan sinema salonu açılsa hemen “ Balkanların ve Orta Doğu’nun en büyük sineması veya mağazası” tanımı hazırdı . Yada en büyük stadyumu, en zengin adamı, en büyük vesairesi. Sporda başarılarımız (güreş dışında) Balkan ikincilik yada üçüncülüklerinden yukarıya çıkmazdı. Orta Doğu’lular ise bizim bu gibi en büyüklük yada bronz madalyalı gurur vesilelerimiz için muhatap bile olamazlardı. Orta Doğu’nun isminin Balkanlar’la beraber anılmasındaki neden ise şimdiki aklımın bana söylediğine göre klasmanın en altlarından kurtulabilmemiz için şark kurnazlığımızın onlara bir lütufu idi. Ve bu sakıza dönen söylemlerle yıllar boyu en yakın çevremiz en uzak çevremizin de çemberini oluşturuyordu. Daha uzaklar sanki bir başka galaksinin karanlığı gibiydi. Asırlar önce Cebeli tarık’a kadar gidip “bu dar boğazın ötesindeki mavilikleri hiç merak etmeyen Barbaros’larımız, Turgut Reis’lerimiz gibi biz torunları da çemberi genişletecek düşünce pergelimizin ayaklarını açamıyorduk bir türlü. Balkanların altında, Orta Doğu’nun üstünde yer alabilmek yetiyor ve artıyordu. Bu arada Küçük Amerika olabilmek gibi çok fazla ekonomik ve çok fazla ütopik söylentilerde vardı ama. Açılan üç-beş kilometrelik geniş yollar, köy tarlalarında traktör homurtuları ve Balkanlar ve Orta Doğu’nun en varlıklıları arasında yer bulan birkaç zenginimizin dışında kimseyi o veya bu şekilde etkilemiyordu bu söylem.
Pek çok olay yada tavır karşısında şaşkınlığa uğramamızın başlıca nedenlerinden biriside budur. Merak duygumuzun gelişmeme yada geliştirilmemiş olması ve Avrupa’yı ve dünyayı tanımakta, oralarda neler olup bittiğini, kimlerin ve nasıl yaşadıklarını ve neler düşündüklerini bilemememiz ve kavramakta zorluk çekmemizdir. Bu meraksızlık süreci, araştırma formatı olmayan bir yaşam içinde aklımızı da sürekli ayaklarını uzatmış tatilde görüntüsünde bırakmaktadır. Elbet bu görüşüm sadece bu makus kaderi yaşayan bizler için değil, gerçekte bizi anlamadıklarına inandığımız batılı ülkelerde doğup büyüyenler içinde geçerli.
Sonuç olarak merak duygularını kırbaçlayacağımız yeni nesiller, koltuk altlarındaki satranç tahtaları ile bol dumanlı ve zar şakırtılı kahvehane görüntülerinin önüne geçip duvarlar örmedikçe yarınlarda konuşulacak olanlarda; siyaset, ekonomi, kültür, dünya ile ilişkiler konusunda bugün konuştuklarımızdan pek farklı olmayacaktır.
Cevat ÇeştepeKayıt Tarihi : 29.5.2007 11:25:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Hikayesi yazının kendisidir. Hikaye olarak görülebilirse elbette.

ya iş olur, evde aile yaşamı veya vatanda toplum yaşamı olmaz, ya okul sistemi işliyor gibi görünür, sanat kavramı, kültür yaşamı tatil yapma bolluğu veya yokluğu ile iş yoksulluğuna uğramış bir dönem yaşanır oluyor... sanırım, hayal gücü merak etme hisleriyle yan yana olabilmesi yine en geçerlisi oluyor hâlâ, varlıkta da uygulayabilmesi mümkün, yoklukta da biraz dengelenebilmesi olanaklı derken aklıma yine şu da geliyor, okuma hevesi biraz üst düzeyde olursa diye düşünürdüm, almanya da örneğin, okuma hevesi yüksektir, hatta bu süreçte seyahat olanağı da yüksekti, ama konuşma arasında yine de ne çok zavallılık beliriyor... bu olanak kimi yoksul ülkelerde olsaydı daha büyük başarılı bir genel durum sergilenebilir miydi? diye soracağım ama, zaten böyle sorulmuş bütün çağlarda... umudumuz bitmemeli diye bir noktada takılıyor insan sürekli...
his ve hissiyat hep seçici bir uyanıklık gerektiriyor olağanüstü emek bilinciyle... umarım bir dönem bu başarılır ve devamı uzun süre korunabilir...
kaleminizin rengi hiç solmasın efendim... sevgim, saygımla
Medya, çocuklarımızın, gençlerimizin beyinlerini öyle boş şeylerle dolduruyor ki...Eskiden hayâl gücümüz kadar, merak etme hissimiz de kuvvetliydi. Çünkü televizyona, boş dizilere, şiddet görüntülerini seyretmeye bağımlı değildik. Seyrettikçe uyuşup, kitap okumayı, Bir şeyler öğrenmeyi de unutuyoruz.Oysa eskiden nerde kitap görsek, yutarcasına okurduk...
Şimdi belli kesimin özendirici yanlış yaşantıları, gençlerimizi, para hırsına, onlar gibi yaşamaya özendiriyor. Parayı bulamayan kapkaça başvuruyor. Akıllar çoğunlukla kötüye işliyor.Doyumsuz bir gençlik var. Tabii belli bir kesim.Ayrıca uyuşturucu müptelâları da çok. Kafalarda lüzumsuz bilgiler. Kim nerede, kiminle?Gerçek sevgi yoksunları... Sevgiyi tadamayan zavallı yavrularımızın içler acısı halleri. İnanın gençlere çok acıyorum.Kaybettikleri güzelliklerin farkında bile değiller...
Kulaklarında volkmen, sarsak ve aptalca bakışlar...Kirli saçlar, sanki hiç yıkanmamış, tarak görmemiş gibi. Dizlere düşmüş garip görüntülü pantolonlar. Sadece kıyafet, para ve cinsellik, odaklanma noktaları...Okumak yok, kelime hazneleri dar... Uyuşmuş, saygısız ve arsız...
Daha küçük çocuklarımız ise cipslerden çıkan sporcu resimleriyle haşır neşir...Bacak kadar boylarıyla marka peşinde. Çünkü aileler de birbirleriyle aşık atıyor. Gözler hep yükseklerde, aşağılara bakan yok. Yokluk ve yoksulluk öğretilmiyor.Acaba harçlığını kitaba yatıran kaldı mı?
Öğretmenine karşılık verenler mi, Küçücük, daha ana okulundayken gözleri, dudakları boyanıp, dansöz kıyafetiyle göbek attırılanlar mı?
Maalesef, çocuklar çocukluklarını, gençler gençliklerini yaşıyamıyorlar ve telef oluyorlar...Kafalarına bilgi yerine çok yanlış şeyler dolduruluyor. Tabii ki bunlar azımsanmayacak kadar çok belli bir kesim. Çok mu karamsarım bilmiyorum...Ama karşılaştığım, iki kelime konuşmak zorunda kaldıklarım beni öyle hayâl kırıklıklarına uğratıyorlar ki, çok üzülüyorum. Onları, ne yapıp edip doğruya ve güzele yönlendirmek lâzım...
Yine de umudumuz bitmiyor. Çok da okuyan ve terbiyeli davranan gençlik de var...
Yazınızı kutlarım, selâmlar ve sevgilerle... Hâlenur
teşekkürler duyarlı kaleme...
olsa zaman zaman değişerek kazandığımızı
sanarken neleri kaybediyoruz ayrıca düzeltmemiz
çok çok zor.Böyle yazmalarına saygıyla hareretle katılıyor devamını diliyorumve kitap
diyorum.O kadar.Mustafa. sevgilerimle
olsa zaman zaman değişerek kazandığımızı
sanarken neleri kaybediyoruz ayrıca düzeltmemiz
çok çok zor.Böyle yazmalarına saygıyla hareretle katılıyor devamını diliyorumve kitap
diyorum.O kadar.Mustafa. sevgilerimle
TÜM YORUMLAR (10)