Platero ile Ben adlı kitabı için Juan Ramon Jimenez'e
Sen değil misin, kelebek,
şu kimsesiz dağların canı,
derin uçurumları ile
sivri tepelerinin?
..
Dâg-ı gam nakd-ı dil ü raht-ı revânum gözedür
Dîdebân oldı meger hâne-i cânum gözedür
Gamzeler tîg-zen olmışdur ol ebrû kavvâs
Râh-ı ‘aşkı bu gün ol kaşı kemânum gözedür
Hirmen-i cân u dile âteş urup giñ yirden
..
Âh-i dil izhâr-i dâg ü çeşm-i pür-hûn istemez
‘Aşkı ol nahvet-perestüm perde-bîrûn istemez
Türş-rû gösterme cânâ zerdî-i rûyum görüp
‘İllet-i sevdâ-yi ‘âşık âb-i lîmûn istemez
Pençe-i mihri perîşân eyler evrâk-i güli
..
Besdür sirişk-i çeşm ile dâg-ı şerer-feşân
Da’vâya ma’ni lâzım ise ‘âşıka nişân
Şemşîr-i yâr belde durur bir harâmîdür
Kurtulmaz anda eylemeyen varı der-miyân
Kuhsâr-ı serde dîde-i giryânlarum görüp
..
Kadına o yer çok ıssız,
Çok yaban gelirdi.
Çocuksuz,
Bir kendi bir erkeği.
Evin ufak tefek uğraşı,
Başka işi yoktu kadının.
..
Ülkem, güçlü büyük ülkem, tutsaksın şimdi
Tutsaksınız şen şarkılar şakıyan kuşlar
Süzülür üzerinizde Tanrı simgesi gibi
Üzerlerine sayısız türküler yakılmış kartallar.
Görebilmek için onları gökyüzünde
Nöbet tutacaksın fırtınalı havalarda bile
..
Dinleyelim dağ başında figanı
Görelim ne demiş o Leyla Leyla
Uğra yar yanına eyle selamı
Dayim ezberimiz bu Leyla Leyla
Felek çakmağını eyledi çengel
Beni yare giderken bırakmaz engel
..
Dilde ‘ışkunla dâg yandurdum
Yine ben bir çerâg uyandurdum
Yâr sevmez dimiş beni cândan
Cân virüp yolına inandurdum
Hecr ile çökmiş idi hâne-i dil
..
Dağ salına konan kervan
Yağmur yağar gerilenir
Bir kötüye düşen dilber
Ölmez ama zarilenir
Bizim ilde bir gül biter
Vaktı gelince tez yiter
..
Yıllar sonra Alplerden inerken
bir dağ yolu mu bu diye kendine sorarsan
daha binbir soru varken zihnini kurcalayan
elinde bir dağlalesiyle seni karşılayan
şu küçük kızı alnından öp
ve dinlen biraz.
Yıllar önce, uzaklarda,
..
Dinliyelim dağ başında figanı
Görelim ne söyler şu Leyla Leyla
İkimiz de oturalım diz dize
Biz de hu çekelim hu Leyla Leyla
Bela çakmağını üstüme çaktın
Beni bir unulmaz derde bıraktın
..
Ol tıfl-i nev-resîde ki dâg urdı cânına
Kundak bırakdı şahs-i dilün hânmânına
Halhâl olur ayagına san duhter-i rezün
Sâkî alınca câmı hilâl-i benânına
Kâmil-’ayâr mı diyü ol rûy-i zerdini
..
Şem’ gibi dilde dâg u başda âteş gözde nem
Şâm-ı hecrün subhı yok ki nâr-ı gamdan dinlenem
Seyr-i gülşende surûd-ı neyle herkes pür-tarab
Pür-hazân-ı harîk feryâd-ı dilden n’eyleyem
Devletünde kişver-i ‘ışkı müsahhar eyleyüp
..
Dizivermişler keyfince
Şöyle, dört ufka dağları.
Kudüm oldum ince ince
Getirdim şevke dağları...
Işıl ışıl gün doğarken.
Tepeler dinlemez erkan.
..
Sirişk olmazsa levh-i dilde dâg-i âteşîn olmaz
Mukaddem safha nemnâk olmasa nakş-i nigîn olmaz
Zahım-nâ-horde-dil la’l-i lebünden bûse-çîn olmaz
Ten-i mûm olmadın sûrâh sûrâh engübîn olmaz
Halâvet der-’akabdur telhî-i düşnâm-i la’lünde
..
Sîne pür-dâg olsa dil derd ü gam-ı cânân arar
Etmegin tenhâ yimez elbetde bir mihmân arar
Okıdı hüsnün kitâbın hattunı görmek diler
Dil Gülistânı temâm itdi Bahâristân arar
Zahmımun yaprakdur agzı şerh-i hâl ide diyü
..
Yüce dağ başında kamber tay olur
Korkarım ki emeklerim zay olur
Sevda sevda derler üç beş ay olur
Bizim sevda senesini doldurur
Arkını yaptım da suyu akmıyor
Kahpe felek hiç yüzüme bakmıyor
..
Adım adım ileri,
Beş alemden içeri,
On sekiz bin hicabı,
Geçtim bir dağ içinde.
Yetmiş bin hicab geçtim,
Gizli perdeler açtım,
..
ay kanar, sevda akar, bir dağ
bir dağ kendini delerse
sesini yangına verse
o dağıdır acıların külhani
ve usul ucan şahin
kanadında bir cerag
..
Gülben Anastasias hep duygularına göre hareket etti. Öyle yaşadı. Duyguları daha sahiciydi, onlara inandı. İlk kocasından ayrılıp Almanya’ya işçi olarak gitmeye karar verdiğinde aristokrat ailesi şiddetle karşı çıktı kendisine. Aldırmadı, gitti. Siemens fabrikasına girdi. Almancasını geliştirdi. Onu büro işine aldılar. Bir süre sonra büro işi onu boğdu. Bu sırada Victor (Anastasias) adlı Güney Amerikalı bir dişçiyle tanıştı. Sevdi onu; bağlandı. Birlikte Türkiye’ye geldiler. Güzel Sanatlar’ın Seramik Bölümü’ne girdi.3. sınıfa kadar okudu. Kocasıyla Ege sahillerini dolaşırken Bodrum’da Yalıkavak Köyüne geldiler. 'İşte burası sahici bir yer' dediler, manzarasına, doğasına hayranlıkla bakarak. Yalıkavak’ta bir ev, iki değirmen, biraz tarla alıp burada yaşamaya başladılar. Burada Gülben’in Viktor adında bir çocuğu oldu. Sonra kocası kendi dünyasına, Şili’ye döndü. Gülben, Yalıkavak’ta duygularına göre yaşamayı sürdürdü. Vejetaryendi, vegan oldu. Yani hayvan sütünü, yumurtayı, yoğurdu, tereyağını, sentetik şekeri, deri ayakkabıları kendine yasak etti. Köylülerden yufka ekmeği yapmasını öğrendi. Buğdayın besleyici gücünü keşfetti. Buğdaydan çeşitli yemekler yapmasını öğrendi. Ve güneşin, ayın, börtü böceğin, badem ağacının ritmiyle yaşamayı sevdi. Hep duygularıyla. Akşamları yaptığı en sahici iş, bütün işlerini bitirip günbatımını seyretmek oldu. Tıpkı badem ağaçları gibi hayal kurarak yaşamaya başladı...
Ancak Yalıkavak’ta kaçtığı şeyler peşini bırakmadı: Para, yol, televizyon, teknoloji, beton binalar... Yalıkavak 'beyazlar' tarafından işgal edilmişti. O çok sevdiği köylüler ocaklarını söndürmüşler, Aygaz edinmişler, toprak tencerelerini atıp, emayeler almışlar; el örgüsü halılarını, dokuma halılarla değiştirmişler; dantel perdelerini çıkarıp sentetik perdeler takmışlardı. Artık akşamları, günbatımlarını değil, televizyonda 'yalan rüzgârları'nı seyrediyorlardı! ..
Gülben, Yalıkavak’taki düşünü bitirip Fethiye’deki dağ köyüne göç etti. Bir marangoz arkadaşına,3 metreye 5 metre baraka yuvasını yaptırdı. Ormana ve denize kendini konuk ettirdi. Seramik fırınları yaptı kendine burada. Köylülerle, çevredeki hayvanlarla, ağaçlarla, börtü böcekle tanıştı. Gökyüzüyle, her çeşit kokuyla...
Yıllardır olduğu gibi burada da hep güneş doğmadan uyandı. Kuşluk vakti, çiçeklerin uyanışıyla birlikte. Kahvaltı yapmadan dışarı çıkıyor, ormana, ormanı derin duygularla geçip denize ulaşıyor. Kayalıklardan iyileştirici sulara bırakıyor kendini. Yaz-kış, hep güneş doğarken. Dağların doruklarında kar varken yüzmekten delice bir zevk alıyor. Tekrar ormana döndüğünde bedenindeki o sağlıklı sıcaktan; içindeki kanın delice akışından da. Sonra 'selam, selam' adını verdiği meditasyon hareketleriyle doğan güneşi karşılıyor. Ve gün başlıyor. Gün onun için bizlerde olduğu gibi anlamsız bölümlere ayrılmamış. Gün bir akış onun için. Mükemmel bir bütünlük... Yemek öğünlerine bölünmüş bir telaşlar, koşuşturmalar, kopuşlar hali değil. Bir ırmak gibi erinçli bir şey onun için...
..