Asaletin göklere kadar uzansa da sana kısaca anlatayım, karşımda dağ gibi durma, boyundan büyük işlere karışma. Ben beş parasız biri olsam da, seni cebimden çıkarırım bunu unutma. Güzelsin, hoşsun ama boşsun. Bu saatten sonra gönlünü şiirlerle, şarkılarla, türkülerle dolduramam. Senin boşluğuna yıldızları koyamam. Her yerinden asalet fışkırsa da, senin sularınla yıkanamam. Senin sevgin için paçalarımı sıyırıp sığ sularında yürüyemem. Ben ölürken başka aşklar için, dudaklarıma su olup dökülsen ne olacak. En iyisi sen dağ, taş olmaktan vazgeç, biraz da küçük at kargalar yesin. Belki de derdinden onlar anlayacak.
Lütfuna ihtiyacım yok. İstersen beni yerden yere vur. Ben düştüğüm yerden kır çiçekleri toplamasını da bilirim. Burnun o kadar yukarıdayken sen ne koklayabilirsin. İsterim ki beni koklayan dünyanın tüm güzel kokularını ciğerlerine çeker gibi olsun. Git kime gidersin git yolun açık olsun. Beni sevme. Ne gülüşüne muhtacım ne de tatlı bir sözüne kanarım. Ağzını toplamadan git. Kime şarkılar söylersen söyle. Ne masamda meze ne de rakı olabilirsin. Keyfimi kaçırmadan git. Asaletin yeri göğü delse de, beni bırak! Seni delik deşik etmeden çek git.
Hani şarkı vardır ki bıktırmasın, hangi söz vardır ki sıradanlaşmasın. Bir kitap yazsan o ince ellerinle, asla bana dokunan bir söz yazamazsın. Nedir bu dağ gibi duruşunun sebebi. Küçük tepeleri yaratmaktan vazgeçip, dağ gibi mi olmaktasın. Öyle küçük düşünmektesin ki, herkesi kendine hayran bırakacağını sanmaktasın. Sen dağ gibi olsan da, ben şu an dalgalarla sevişmekteyim. Oh deyip derinlere dalmaktayım.
Yaşamak bir rüyadır, gecelerde görülen. Bilir misin ki ne kadar büyük olursan ol, gece karanlığında görünemezsin. Sen benim rüyam olamazsın. Karanlıkta kaybolup gidensin, hangi aydınlığı bana lütfedeceksin. Bir dağ olsan da, kocaman bir yalansın. Artık karşımda daha da küçülmekten vazgeç. Sen kendini küçük hissedenlerin karşısında bir dağ olabilirsin. Benimse karşında küçülecek bir yanım yok. Lütfuna ihtiyacım yok.
Niçin böyle doğa harikası gibi davranırsın. Sen benim için çatısı akıtan bir ev gibisin ve senin aşkınla ıslanmaya niyetim yok. Lütfuna ihtiyacım yok.
..
Yeraltı suları gibi çıkmak istiyorum, duygu kapalılığından. Yüreğiminin çatlaklarından duygularımı fışkırtmak istiyorum. Ey sevgili bundan cesaret alıp yanımda çiçek olmaya kalkma. Seni sıcak sular gibi haşlarım. Eğer sevgime denk olmak istiyorsan bir dağ gibi çık karşıma. Aşkım diye bağırdığımda aynı tonda ve yakıcılıkta sesim yankılansın yanımda. Bir dağ gibi olsun aşkımız. Hem sana bakmaktan ürkeyim hem de zirvene ulaşmak için çırpınayım. Bir aşkta korku yoksa, düz ovada koşmak gibi olur. Oysa ben isterim ki aşk hem beni iyice yorsun veya korkutsun. Hem ben yanında çam ağacı olmak da isterim. Son ova olursan ben yanında kuruyup giderim. Bana yükseklik yaşatmalısın. Çünkü en güzel manzaralar yokuşlarda ya da yamaçlarda olur. Bir ova olursan dümdüz bir duyguyla severim seni. Yüreğime tek parti despotizmi gibi bir aşk yaşatma. Beni yaşatmak istersen, uçurumlarından üzerime dök şelalelerini. Bana bolca yağmurlar ver. Sulara sellere kaptır beni de başkalarına takılma imkanım olmasın. Düz yolda çoluk çocuk evcilik oynar. Kolay yoldan zayıf ve küçücük sevgilere ulaşılır. Ey sevgili kolay yoldan ulaşılan aşk, yol kenarındaki çiçeklere benzer. Ezilme riski taşır böyle aşklar. İsterim ki aşkımı hiç ezdirme. Uçurumlarında tut beni. Şelalelerinde boğ beni. Dokunulmazın yap beni. Eğer Böyle yapmazsan içimde biriken duygular dışarı fışkırır. Bir güzel haşlarım seni. Yakarım seni aşk ateşimle. Aşk ki hem ateş gibi sıcacıktır hem de ateş kadar yakıcıdır. Hangisine razıysan ikisi de var yanımda. Bana rastlamak en büyük şanstır. Kimse benim kadar sevemez seni. Ben cehennem bir günahkarı nasıl severse öyle severim seni. Öyle yakarım ki, ateşimden kaçışın olmaz. Bir cennet temiz bir insanı nasıl severse öyle de severim seni. Ben de araf yoktur. Ya ateşimde odun ederim seni ya da serin sularımda balık ederim seni. Orta yolum yoktur benim. Eğer öpüşlerim eritmeyecekse seni sev beni. Eğer bakışlarım tüketmeyecekse, gözlerinde cesareti sev beni. Eğer eteğin deniz, bacakların mercan kayalıkları, saçların ırmağın denizle buluştuğu yer, gözlerin deniz mağarası kadar dipsiz olacaksa sev beni. Bir aslanın tavşanın peşinden koştuğunu görür müsün? Alımcı çalımlı ceylanım olacak gel. Yoksa boşuna yorma beni. Aşkın aşkıma denk olacaksa yüreğime taht kur. Bir krallık yaşatayım sana. Yüreğimde bir çadır kurmak istersen de, karşıma bir dağ, bir yayla gibi kurul. Gece yıldızlara yakın rüyalar yaşatayım sana.
..
Sen aşk coğrafyamda önce bir buluttun, üzerime cesur yağmurlar serpen. Çimenlerin üzerinde yürürken, parmaklarımı ıslatan çiydin umut yolumda. Bir ovanın ortasında tümülüsttün geçmişten geleceğime. Bir tablettin antik bir şehrin kalıntısından ellerime değen. Bir yamaçtan aşağı kayan çocuğun neşeli haykırışıydın kulaklarımda çınlayan. Bir adaydın okyanusun karanlık sularının tam ortasında. Yüreğime kazınan bir haritaydın duygu kalemleriyle çizilen. Ben de bir haritacıydım seni keşfeden. Ne değerliydin benim için. Sonra söz oldun, kulaklarıma cümle cümle akan. Bu söz heyelanında kulaklarımdan içeri doldun ve beni yordun. Ne bitmek bilmeyen bir sözdün. İçime sel suları gibi doldun, içimi bastın. Beni kendi elimle boğdun. Çünkü ellerim cümle sellerini durdurmak istercesine dudağına dokunduğunda, ağzın bir mazgal gibi açıldı. Beni yuttun. Gözlerin karanlığa dolan bir ay ışığı iken, kurt kapanı gibi bakışlarında sıkıştım. Bana sıkıcı bakışlarındaki gözlerinden bir umut ışığı bile vermedin. Beni bakışlarınla göz çukurlarına gömdün. Bu yüzden ben de başka gözlerle seviştim. Ellerin bir yırtıcı kuşun pençeleri gibi hayatımı kapladı. Bana kanatsız yaşamak kaldı. Ne zaman ki ben ellerinden kurtulup kendimi bir kuş kadar hafif hissettim, o zaman benim yanımda hiçbir ağırlığın kalmadı. Nasıl dağ yaklaştıkça küçülür, insan yaklaştıkça küçülür ise sen de öyle karşımda küçüldün. Bir zamanlar dağ gibi seni görürken, şimdi küçük bir tepenin toprak tenindeki sivilce büyüklüğündeki taş kadar bile değilsin gözlerimde. Seni haritalara benzetirken, şimdi bir patika değilsin çizdiğim her manzarada. Küçüldün sevgili sana her yaklaştığımda. Uzaktayken, şairdin, yazardın, düşünürdün, zekiydin ve hayranların vardı alabildiğince. Ben de sana hayrandım olabildiğince. Sonra sana yaklaştım. Ra sende kaldı. Sonu bavuluma koydum. Sana ne kadar büyük hayranlık beslemiştim ise, yine o kadar büyük bir tiksinmeyle yanından uzaklaştım. Gerçi midesine düşkün bir insan değildim; ama kimsenin de benim midemi bulandırmaya hakkı yoktu. Sırf bu yüzden mideme kırampler girmesin diye ve hayatın güzel tatlarına bakmak için senden kaçtım. Ne kaçıştı o öyle. Geride bir çöp bile bırakmadım. Sen bir sokak ateşinin içini yaktığı teneke gibi öylece kaldın. Ne kadar sıcağın olsa da soğukla kucaklaştın.
..
Bir büyülü rüyadır Kaçkarlar sis perdesi altında uykuya dalarlar
Gözleriyle uçuruma bakarlar bakışlarında kartallar kanat çırpar
Elleri yaman bir türküdür sert ve koyu resme dönüşür bu dağlar
Dağ rüzgarlarıyla buram buram ölüm ve hasret kokar Kaçkarlar
Saçları sert rüzgarlarla her yana savrulan yayla kızıdır Kaçkarlar
Etekleriyle kır çiçekleri taşırken kucak dolusu güzellik sunarlar
Patikalarda sevmenin ayak izini dolaştırırlar aşkı doruğa taşırlar
Dağ rüzgarlarıyla buram buram ölüm ve hasret kokar Kaçkarlar
..
Benim küçük şiirimdiler. Tıpkı küçük bir kasabayı andıran. Herkesin birbirini tanıdığı, insanların birbirine bir dağ gibi yaslandığı bir kasaba gibiydiler. Orada insanlar o kadar dağlaşırdı ki kendini gökyüzüne yakın hissederdin. İşte orada yakınlık böyle kurulurdu. İnsanlar birbirlerine, dağ, ova, deniz, göl, bağışlardı sanki. Kendini bazen bir martı, bazen serin sularda yüzen alabalık gibi hissederdin. Böyle bir kasaba haritalarda olmazdı tabi. Dünyanın hiçbir yerinde bulunmazdı böyle bir yer. Sonra onların yanında büyürdün ama bir çocuk gibi değil, bir roman gibi, bir destan gibi büyürdün. Ve bütün kelimelerin altınla yazılırdı. Herkes okumasını bilirdi. Sen de bir şaheser gibi kurulurdun masalarına. Sonra bir muhabbet kesilirdin bu dostlar meclisinde. Söz olurdun şarkı sözü gibi. Herkes seni dinlerdi konser veriyormuşsun gibi. Sonra onlar küçük şiirlerin olurdu. Sana bir şair duyarlılığı yaşatırlardı. Onları şiirin en güzel beyti gibi okurdun. Bu dost meclisinde gülüşler bir mücevher dükkanı gibi açılırdı. Dişler inci gibi parlardı. Kendini zengin hissederdin. Gözler sana bakarken, Tanrı'nın sana baktığını sanırdın. Çünkü her bakıştan kutsal bir ışık yayılırdı ayaklarına. Tepeden tırnağa bedeninle ve ruhunla barışırdın. Herkes adını bir roman ismi gibi söylerdi. İlk defa şiir gibi bir gün yaşardın. Seni öyle dinlerlerdi ki hapishanede af haberi bekleyen mahkumlar gibi... Her sözün bir hapishane kapatırdı. Her sözün zincir kıran olurdu. Sevildiğini hissederdin sanki bir ocağın içinde odun yanar gibi sımsıcak. Sevdiğini hissederdin sanki kutupta birbirine sokulan penguenler gibi. Dostluğun kıymetiyle değerlenirdin. Böyle bir kasaba olmazdı tabi yeryüzünde. Ama iki üç kişilik bir masa böyle bir coğrafya yaşatabilir tabi. Öyle bir masa ki mezesi söz, şarabı güler yüz… Zaman bir su gibi akarken, yüreğin Nil Nehri’ne dönüşürdü. Duyguların sandal sandal süzülürdü o masada. Gece bir Kahire gecesi olurdu. Işıklar vururdu su gibi akıp giden zamana. Yakamaz olurdu Mısır ya da Mısır yakamoz olurdu. Göz alıcı bir gece yaşardın. Dostluk Yusuf’un yüzünde nur, Zülayha’nın yüreğinde huzur olurdu. Bütün ağlayışların Yakup’un ağlayışları gibi dinerdi. Sonra bir mucize yaşardın denizi ikiye bölmek gibi. Dostların seni yalnızlığa boğulmak üzereyken kurtarırlardı. Bu masada karşı kıyılara geçerdin. Bu masa üzerinde şiir yazılmamış, roman yazılmamış olsa da, kaderin ilahi nazarda yazılırdı. Öyle bir masada otururdun ki bir tahta oturur gibi. Kralını yaşardın dostluğun. Fethederdin insanlığın en kıymetli ülkesini. Yüreklerdeki hazinelere ulaşırdın. Dostluk ne güzel derdin.
..
Su desem yağmur olur. Toprak desem heyelan olur. Buna rağmen gözyaşlarımla dolarım da bir türlü ağlayamam. Ah sevgili bir ağlasam, bulutlar kupkuru kalır. Ah sevgili bir ağlasam, yüreğimden sellerle sürüklenirsin, heyelanlarımın altında kalırsın. Gel gör ki, bir türlü ağlayamam. Bir çiy olurum da yaprakta, takılır kalırım üzerinde. Şöyle bir toprağa düşsem, yer çimenlerle dolar, toprak çiçeklerle fokur fokur kaynar. Nedense, boşlukta asılıp kalan bir elma gibiyim. Ne tutunacağım bir dalım olur ne de bana sahip çıkacak bir ağaç bulunur. Boşlukta öylece aslıp kalırım. Boşluk yer bitirir beni. Rüzgarlar dolar içime, bir üşümedir başlar böğrümde. Ah sevgili bir ağlayabilsem, hiçbir değerin kalmaz gözümde. Öyle düşersin ki gözümden, toza karışır beraklığın. Ya çamur olur kaderin ya girersin mazgallardan içeri. Fareler bile geçer gider yanından. Karışırsın dünyanın kirli kanına. Temiz bir yüreğe rastlayamazsın. Bir daha geri dönemezsin. Dönsen de bir daha bulamazsın ki beni. Ah sevgili bir ağlayabilsem, atlar koşar yaylalarda. Dağlar, nal sesleriyle titrer de, büyüklüğünü vururlar sırtlarına. At dağ olur, dağ at olur. Bir ağlasam bir daha ne sen ben olabilirsin ne de ben sana dörtnala gelebilirim. Ah sevgili, o kadar severken seni, gözlerimde beni ağlatacak bir gözyaşıya dönüşememen çıldırmaktadır beni. Seni dağlar kadar severken, bir damla gözyaşıya benzeyememen un ufak eder beni. Ah sevgili bir ağlasam, yumurtadan yeni çıkmış bir civciv kadar özgür olurum; hatta her sabah güneşin yükseldiği saatlerde gagamla gün ışıklarını yutarım. Senin saraylarında yaşamaktansa, kendi çöplüğümde horoz olurum. Öyle bir mutlu olurum ki, sen güneş, insanlar ayçiçeği olurken, ben gölgede bir çimen olurum. Senin ışıklı dünyanda yaşamaktansa, kendi karanlığımda yıldız olurum. O bile yeter bana. Senin yanında dik durmaktansa, sensiz ve gölgede bir çimen gibi boynu bükük durmayı tercih ederim. Hiç olmazsa yalınlığımla, sadeliğimle yaşarım. Bir ağlasam gözyaşlarıma katarım seni, bir ağaç gövdesi olursun, bir kütük olarak yazarım seni ormanın kitabına. Ondan sonra kuşlar yormaz beni, yollar yormaz beni, koşmak yormaz beni. Sevmekten yorulmam bir daha. Denize doğru uzanan bir kara parçası gibi, hem mavilere ayaklarımı sokarım hem de senden uzak olmanın keyfiyle ufka doğru bakarım. Nedir sanki seni bu kadar önemli kılan. Sen olmazsan da bu yürek yine sever. Ah bir yüreğimden atabilsem seni. Öyle yerleşmissin ki yüreğime, bereketli bir tarlanın ortasındaki kaya gibisin. Ne oynatabilmekteyim seni ne de söküp atabilmekteyim seni. Her şey değişecek bilmekteyim. Ah bir ağlabilsem, sellerime katarım seni ve sonra söküp atarım seni.
..
Sisler basar yüreğimdeki dağ gibi dertleri
Duman ben, efkar ben, sarhoşluk sensin
Ses adına vururum kadehi kül tablasına
Sessizlik dinmez, sensizlik gitmez başımdan
Bu nasıl bir ayrılıktır böyle Allah aşkına
Martından, kargadan kaçan güvercinim
Sığınsam avuçlarına parmaklarına
Kan çiçekleri dikmek için ovaya bayıra
Dağ gibi dertleri akıtırım damarlarımdan
..