Kendime bir liste hazırladım
Bunları yapmalıyım adım, adım
Kendimi sana anlatana kadar
Bir hafta daha çalışmalıyım
Yarın hep seni düşüneceğim
Perşembe telefonda sesini dinleyeceğim
..
Ölmek mi cesaret ister, yaşamak mı yar?
Yaşamda hasretin bir bıçak gibi,
Ölümde seni hiç görememek var.
Gitmek mi kolay olan, beklemek mi yar?
Gidersem aşkın her adımda set,
Kalırsam yüreğim cehennemde nar.
Sevmek mi ölesiye, aldatmak mı yar?
..
Yine aylardan Kasım, Mevsimlerden Sonbahar.Yine seni konuşuyoruz ezelden beri.Artık lügatımızda senin için ölüm kelimesi yok.Artık ağlamıyoruz 10 Kasım sabahlarında çünkü sen ölmedin.
'Her canlı ölümü tadacaktır''.Aslında,önemli olan öldükten sonrada yaşayabilmektir.Bunun en güzel örneği Cumhuriyetimizin kurucusu ATATÜRK'TÜR.Hiç bir insan her geçen zaman dilimi içerisinde katlanarak büyüyemez.Milyonlarca insanın gelip geçtiği bu yeryüzünde hala yüreklere sevgi ekerek ve bağımsız bir ülkede yaşama gurur ve onurunu yaşatan çok az kişi vardır.M.Kemal Atatürk,Ömrünü bir milletin bağımsızlığı için harcamış,devamlı yaşamından özveride bulunmuş bir lider,bir halk kahramanıdır.Günümüzdeki insanlara baktığımız zaman,bencilliğin kol gezdiği insan yığınlarına baktığımız zaman M.Kemal Atatürk'ün yaptığı fedakârlıkları daha net görmek mümkündür.
Savaşta Askerlerin önünde, onlarla birlikte koşturan bir komutan, Cephede savaşın plan ve krokisini çizen bir uzman, Barışta gerçekten samimi duygularla el uzatan devletlerin elini sıkabilecek kadar barışçıl bir insan ve siyasette usta bir diplomat ve vatan aşığı yenilikçi bir lider, işte Mustafa kemal olgusu budur.
Bir ülke düşünün yedi düvel yok etmek için üzerine çullanmış, Bir vatan düşünün iç düşmanlarla dış düşmanların işbirliği yaptığı, bir millet düşünün çaresiz, bitap ve yorgun, bir güneş düşünün, bu milletin geleceğini aydınlatan, Mustafa Kemal olgusu budur.
Geri kalmış, çağa ayak uyduramayan, köhnemiş kurumların yerine çağdaş kurumları getiren, devamlı ileriyi görüp''Çağdaş medeniyetler seviyesine'' çıkmamız için gece gündüz çalışan, Türk milletinin Önderi İşte Mustafa Kemal olgusu budur.
Yurtta Sulh, Barışta Sulh diyebilecek kadar barışçıl, Çanakkale'de ölen düşman askerlerine ''onlar bizim evlatlarımız oldular ''diyebilecek kadar insancıl,''Bir Türk dünyaya bedeldir''diyebilecek kadar Milliyetçi, Hâkimiyet kayıtsız şartsız milletindir'diyecek kadar
Demokrasi yanlısı, Mustafa Kemal olgusu budur.
..
Deliler gibi severken,
bir anda bırakıp gitmek kadar,
unutmakta gerçekten kolay olur mu?
Birgün hatıralar gözlerimizin önünde canlanınca,
yüreğimizdeki yangını dindirmek için
dönmeye cesaret edebilir miyiz ki?
Gururumuzu çiğneyip
..
Türkiye Cumhuriyeti’nin tarihindeki önemli olaylardan biri, 19 Mayıs 1919 tarihinde Atatürk’ün Samsun’a ayak basışıdır. Türk Milleti Birinci Dünya Savaşı sonrasında kötüleşen koşullar içinde kurtuluş çareleri ararken Mustafa Kemal Atatürk Bandırma Vapuruyla İstanbul’dan yola çıkarak 19 Mayıs 1919 günü Samsun’a bir güneş gibi doğdu ve Kurtuluş Savaşının başlangıcına imzasını atan bir dizi toplantıları başlatarak Türk milletini Cumhuriyetimizin kuruluşuna giden yolda emin adımlarla, onur, cesaret, birlik-beraberlik ruhuyla yürümelerinin, hep bir birlikte mücadele etme gücünü kendilerinde bulmalarının yolunu açarak zorlu bir mücadeleye hazırlanmalarını sağladı. Onun içindir ki; Atatürk’ün Samsun’a ayak basması “Kurtuluş Savaşı’mızda çok büyük bir anlam ve öneme sahiptir. Dolayısıyla Atatürk’ün 16-19 Mayıs 1919’da İstanbul’dan başlayan yolculuğu, Zafer’le sona eren Kurtuluş Dönemini simgeler.
Atatürk’ün Türk Gençliği’ne güveni sonsuzdur. O nedenledir ki; Gençliğe Hitabe’yi dillendirmiş, o nedenledir ki; bu ülkeyi gençliğe emanet etmiş, “Cumhuriyeti biz kurduk; onu yükseltecek ve devam ettirecek sizsiniz! ”, demiştir. O nedenledir ki; ” Muallimler; Cumhuriyet sizden fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür nesiller ister., diyerek gençliği de öğretmenlere emanet etmiştir. Türkiye’nin, aydınlık geleceğini inşa edecek olan gençlerin en iyi şekilde, özgür iradeleri ile özgür düşünceli, sağlam basan bireyler olarak yetiştirilmeleri sorumluluğunu da ancak öğretmenlerin omuzlarına yüklemiştir. Çünkü, ona göre öğretmenin başarısı, gençlerin, ülkenin başarısı demektir. Öğretmen, gençleri sadece kendi alanında yetiştirmekle kalmayıp, onları toplum hayatı içindeki rollerine de yani, hayata hazırlamakla da yükümlüdür.
Yine bir 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı’nda, yine bin bir umutla, bin bir hayallerle bakarken çocuklarımıza, gencecik fidanlarımıza, onur ve gururla kabarıyor göğsümüz, içimden “Sizsiniz, her şeyimiz, ekmeğimiz, suyumuz, hayallerimiz, umudumuz, siz olmazsanız (Allah Korusun) ne anlamı var ki her şeyin, tek bir lokma şu dünyadan umduğumuz, o da yaş olmuş kuru olmuş ne fark eder, siz olunca her şeyin bir anlamı var, yoksa yavan her söz her kelam, iyi ki varsınız, işte o zaman uçan kuşa bile benden selam” diye geçiyor.
Ne umutlarla bel bağlıyoruz gençlerimize gerçekten de…Babalık duygusunu yaşamamış Atatürk de nasıl da inebilmiş olayın derinine, bazıları yaşayarak öğrenir hayatı, anne-baba olmayı ama, akıllı insan, geleceği akıl yoluyla görebilir, bir şeyi anlaması için illa da yaşaması gerekmez, akıl yoluyla hissedip algılayabilir. İşte Atatürk de çok zeki ve de ileri görüşlü bir insan olarak ülkemizin geleceğini ancak ve ancak onların zekasına, enerjisine duyduğu güvenle gençliğe emanet etmiştir. Zira, gelecek onların eseri olacaktır. İNŞALLAH.
..
Şimdi anlıyorum ki,
Seninle yaşadığım Aşk değildi.
Bir türlü kabullenemediğim,
baştan beri kaybetmeye mahkum olduğum,
bir savaştı.
Mahkumdum çünkü, şartlar eşit değildi.
Sevgi, cesaret, güven
..
Yağ hadi yağ gölgeme
Vur yüreğime sesinle
Vur
Dolunaylı geceden daha tatlısın
Renginle
Verdiğinle
Cesaret et gel
..
23.02.2013
Günlük Yayınlamaya başladım.En yeni günlüklerimi hem de. Eskilerini de yazarken yenilemeye çalışıyorum. Geçen eski bir günlüğü yeniledim. Tahkiyeyi kullandım biraz fazlaca. Bu bana gelecekte hikaye yazabileceğim düşüncesini ilham etti.' Yakın çevremin hikayelerini nehir roman tarzında yazabilirim' dedim kendi kendime. Babamın, dedelerimin, ninelerimin, hatta amcalarım ve kardeşlerimin. Kimi ilgilendirir bilmem, ama Nana adlı bir fahişenin hayatını anlatan Zola'dan cesaret almam hiç de yanlış değil bence.
Bana evinden seyrek çıkıp eltisine giden ananemin sokakta karşıma çıkıp koynundan para çıkarması ‘al torunum bunu ben öldükten sonra ruhuma Kuran-Kerim okursun’ demesi az abidevi bir davranış değil herhalde. Hatta o evinden çıkmaya çıkmaya güneşten mahrum yaşayan kadının bir evliya önsezisi içinde olduğu düşüncesi hissettirmiyor değil. Ben o zamanlar ilahiyat öğrencisiyim… Belki de imam hatip okuduğum yıllar o yıllar. Abim de aynı okulda okuyor ve benden de başarılı.Kardeşim de bizden birkaç sene sonra aynı okulda okuyacak. Onun yalnız bana bu cömertliği yapması ve benim de bir 10 yıldır her gün bir cüz okuyarak geçmişlerime bağışlamakta olduğumu söylersem- riyakarlık olmasın- ne kadar haklı olduğumu anlarsınız. Hatta diğer torunların bu Kur’an-ı Kerim okuma işine pek sıcak bakmadıklarını söylersem ne kadar haklı olduğumu anlayabilirsiniz.
Dahası babaannemi biraz hatırlasam, onun da ne büyük bir insanlık anıtı olduğu açıkça gözümün önünde canlanmıyor değil. Yemeden içmeden bütün ömrünü çalışarak geçirirken ne düşündü acaba? Fakirliğin ezici baskısından kendini ve ailesini kurtarmak isterken bugün benim refahımın en büyük amili olduğunu itiraf etmekten şeref duyuyorum. Koskoca bir sanayi arsası bugün için trilyonlar ifade eden servet…
Hepsini rahmetle anıyorum bugün. Hele o dedem. Bembeyaz sakallı ahlak abidesi karıncaezmez insan… Bir düğünde sıkılan silahla yaralanan kendisini yaralayan adamdan hiç bahsetmeyen bu olayı bile anmaktan özenle kaçınan bir erdem örneği. Hayatı nice örnek olayla dolu, hatta baştanbaşa örnek olan insan. Mahallede hatta kentte sevmeyeni yoktur onun. Babası ve annesinin çok sevdiği okumuş evladı… Ömrünü öğrenmek ve öğretmekle geçirmişti. Fakirlikten dolayı çok geç evlenmişti. Çünkü tek işi Kuran öğretmekti ve bunun için çok az bir ücret alıyordu. Hiç bir zaman halktan aldığı üç beş kuruş dışında geliri olmamıştı. Kendisine verilen az ücretin fazla gördüğü kısmını da iade ediyor, bir kısmını da hayır işlerine; Cami-i Şerif, Kuran- Kerim kursu yapımına bağışlıyor, geride kalanını da hiç ellemeden Hanımı’na veriyor, onun bu tasarruflarına kızan kadının sözlü tacizlerine hiçbir karşılık vermeden katlanıyor, suratını bile asmıyor, hatta hafif hafif tebessüm ediyordu.
..
Yangın yeri yüreğim.
Cehennem yalnızlığında,
sana d/üşüyorum.
ölü bir kentin ardından,
Duygusuz duygular büyütüyorum.
Bedenini aşıp, ruhuna dokunmak istiyorum.
Senin d/okunmaya cesaret edemediğin,
..
sustuklarım b/aşkaydı,
seni dizelerimde s/aklamak isterken,
senin d/okunulmasına,
cesaret edemedigin,
bir şiirdi aşk.
ve sus/amışken bir düş/e,
düş/tüm…
..
Elem, keder, hastalık; günahlara kefaret;
Yeter ki bil Mevlâyı, olma nefse esaret.
Görmek, duymak, hissetmek, akıl ne yüce nimet;
Bunca gözlerin varken, bu ne deli cesaret.
Bu demler geçicidir, etme câna eziyet;
..
Ben bir yusuf,
Sense bir şivekar.
Kaybettiğin ruhuna,
İşte yakınsın bu kadar...
Maharetinle aç kilidi.
Anahtarın adı cesaret.
..
Ne gözlerimde bir kıpırtı,
Ne dizlerimde derman,
Ne yüreğimde aman,
Kalmadı, aldı benden hepsini
Bir anlık bir cesaret...
Seni seviyorum adam...
..
bu yürek
korkaklığından mı
olmazlığından mı
cesaret edemez
söylemeyi
sevdiğini..
..
Güzel yaşamak. Anlamlı yaşamak. Denenmemişi yaşamak. İnsan olarak bana ne kazandırır. Şimdiye kadar bunu hiç düşünmedim. Düşünmedim çünkü bu yaşıma gelene kadar sonsuz bir yaşamın beni beklediğini hep bilinçaltıma enjekte ettim. Düşünmedim çünkü şimdiye kadar törelerin, ailenin, toplumun benden beklediklerini yaptım. Yasaların, kanunların emrettiği şekilde yaşadım. Çünkü bu kültür bana verilmişti. Ve babamı kaybedene kadar tek başıma olacağımı hiç fark etmedim. Ve bir gün sıranın bana geleceğini hiç düşünmedim. Ama artık şimdi yapayalnızım yaşamın tam ortasında hemen hemen.
Ve güzeli, anlamlıyı, heyecanlıyı, denenmemişi, yaşayıp yaşamadığımı kendi kendime yeni yeni sormaya başladım. Bilim adamları, felsefeciler bu soruyu kendine sormanın bile büyük bir cesaret istediğini söylesede ben cesaretten öte bir gereklilik olduğunu yeni yeni keşfediyorum.
Bu bir nevi özgürlük olsa gerek. Bir yaşama özgürlüğü. Yaşama biçimine insanın kendisinin karar vermesi bence yaşama özgürlüğünün temelini oluşturur. Bunu yaşama hakkı ile sakın karıştırmayın. O zaten her şeyin temeli. Yaşayacaksın arkadaş ama nasıl yaşayacaksın?
Herkesin yaşadığı gibi mi yaşayacaksın? Yoksa kendi istediğin gibi mi yaşayacaksın? Kendi istediğin gibi yaşamak seni toplum dışına itiyorsa nelerden vazgeçeceksin? Bunun sınırı ne olacak? Bunlara çok kısa zamanda karar vereceksin. Eğer karar vermekte zorlanıyorsan ve vakit geçiyorsa veya geç kalmışsan o zaman günü birlik yaşayacaksın. Geçmişi ve geleceği hiç düşünmeyeceksin
..
Bakkal Gazinin İntikamı
Bir zamanlar evlerin üst üste değil, yan yana yapıldığı, kapıyı açtığında komşusunu görüp selam veren, hal hatır soran, bir birini çaya, kahvaltılara, yemeğe davet eden, tenceresindeki aşını bölen, hastasını kendi hastası, ölüsünü kendi ölüsü gibi bilen insanların yaşadığı bir mahalle varmış. Bu mahallenin muhtarı, her şeyi bilen, danışılan akil adamı, dükkânı adres verilen, herkese veresiye verip ama parasını bazen hiç alamayan, benzen geç alan, ama yine de kimseden bir şey esirgemeyen, çocuklara şekerleri çoğu zaman bedava veren Gazi adında bir bakkalı varmış. Mahalleli hem birbirleriyle hem de Bakkal Gazi ile gül gibi geçinip, mutlu bir şekilde ve birbirlerine destek vererek yaşarlarmış.
Bakkal Gazi bir gün dükkânın önünde sigarasını tellendirirken, çocukların ellerinde bayramda el öperek topladıkları para ile geldiğini görür. Bayram yeni bittiği için, çocukların şekerden bıkmış olacağını düşünmüş ve çocuklara dağıtmak üzere bir kutu sakız almak için içeri girmiş. Dışarı çıktığında çocukların dükkânı geçip gittiğini görmüş ve arkalarından “nereye gidiyorsunuz” diye bağırmış. En arkada kalan zayıf çelimsiz küçük çocuk “aşağıya yeni bir dükkân açılmış, her şey varmış, merak ettik bakmaya gidiyoruz Bakkal amca” demiş. “Kim açmış, sahibini tanıyor musunuz” diye sormuş Bakkal Gazi, çocuk ise “Migiros mu mikrop mu öyle bir şeymiş adı” deyip hızla uzaklaşmış. Bakkal Gazi, “bu da nerden çıktı şimdi, bu mahalleye bir dükkân yetiyordu, başka yer mi yoktu” diye söylene söylene dükkânı kapısını bile kapatmadan çocukların peşlerinden gitmiş. Gitmiş ama ne görsün, Migiros öyle bir dükkân açmış ki, kapıları bile kendi kendine açılıp kapanıyor. Camdan içeri bakıyor, sadece şeker ve sakız yokmuş, domates, sigara, içki, kap kacak, giysi bile varmış. “Herkes kendi kısmetini yer” diyerek dükkânına dönmüş.
Artık mahalleli Bakkal Gazi’nin dükkânına sadece ekmek ve postacının getirdiği mektupları almak için gitmeye başlamışlar. Ay sonlarına doğru paraları bittiği için veresiye almak için de gelenler oluyormuş. Çocuklar ise hiç uğramaz olmuş. Şekerleri raflarda erimiş, sakız kutuları tozlanmış. Bakkal Gazi, büyüklerin Migirosun dükkânına gitmesine pek aldırmıyor ama çocukların ayaklarının dükkânından kesilmesini çok ağırına gidiyormuş. Çünkü Bakkal Gazi çocukları çok severmiş, onlar dükkâna geldiğinde sadece şeker, sakız vermiyor, hikâyeler anlatıp sohbet de ediyormuş. Bakkal Gazi, Migirosu düşündüğünde içi içini yiyormuş ama mahallelisine de güveniyormuş. Kendi kendine “mahalleli hevesini alır gene bana döner” diyormuş. Sonra duyuyor ki, Migirosun yanına Karafır diye biri daha dükkân açmış. Dayanamayıp gidip bakıyor ki, mantar gibi türemişler. Dükkânların adlarını okumayı bırakmış, dalmış Migirosun dükkândan içeri. Bütün çocukları orada görünce, başlamış sağı solu dağıtmaya. Raflarda ne püsgevit, lokum, ne makarna, ne içki bırakmamış, hepsini indirmiş aşağı. Bunu gören Migirosun güvenlik görevlileri Bakkal Gazi’yi yakalayıp dışarı çıkarmışlar. Bakkal Gazi çok güçlü imiş. Vurduğunu deviriyormuş. Migiros baş edemeyeceklerini anlayınca hemen Karafırdan yardım istemiş. Büyük bir haçlı ordusu kurmuşlar adeta. Sağlı sollu tekme tokatlara maruz kalan Bakkal Gazi, mahallelinin kendisine doğru geldiğini görmüş ve onların gelişinden cesaret alarak daha bir coşkuyla haçlı ordusuna saldırmaya başlamış. Mahalleli kavgayı sadece kenardan izliyor bir yandan da telefonlarına kaydediyormuş. Hiç kimse de demiyor ki, bu Bakkal Gazi senelerce bizim kahrımızı çekti, mektuplarımıza adres oldu, düğünlerimizde geline yarım altını Bakkal Gazi taktı. Hiç kimse düşünmüyor ki, yarın ölüsü olanca tabutun altına Bakkal Gazi gelip girecek. Migiros veya Karafır ya da onların haçlı ordusu değil. Veresiye defteri Migiros veya Karafır da yok, sadece kendisinde var. Kimse umursamıyordu bunları, hiç kimse.
..
Dondurduğum geceleri çıkarttım bugün belime
Yüküm ağır nicedir bir hayli
Ben; o cücelerin başına cesaret kusarken
Sen; sarılıp kalmışsın hayat lanetinin eteğine
Ben üfledim sevgiyi kulak küpelerine
Ve; ben derviş oldum kokuna sarılmış yollarda
..
Ne zaman yanına oturup
Sevgi doksem içimden sana,
Her defasında geri getiriyor
Dalgana takılan çocuk ayakkabısı.
Yoksa üzerinde gezinen
Savaş gemileri mi
Sana cesaret veren ki
..
Hayata yetim baslamak sebep degildi öfkeyi kinle büyütmeye
Riyasiz ve namusluca olsun istedin yasam, fazla sey degildi ki istediklerin
ama cesaret sayilirdi bu zamanda bu
Anlatmaya calistin kendini anlamayanlara seni, anlasilmak icin
Ne anlatsan karsidakinin anladigi kadardi hersey, anlamak istedigi kadardin sen
Tedirgin bir güvercin olurdun o vakit, hala gökyüzüne, hala insana sevdali
..
Sen henüz söylenmemiş
Başka bir cümlenin öznesi
Ben bambaşka dilde yazılmış
İhtiyar bir cümlenin yüklemiyim
Alfabemiz bile apayrı iken
Hangi bağlacın gücü yeter
Bizi bağlamaya
..