Cennete yolculuk Şiiri - Yorumlar

Mehmet Halil
1192

ŞİİR


6

TAKİPÇİ

Gönül pınar olup coşarak
Düşüp ‘’yol’’lara giderse
Bütün engelleri aşarak
Çıkarsa en yüksek tepeye
Elveda diyeceksin dertlere.

Zifaf gecesinde, iffetimizi istedin

Tamamını Oku
  • Ercan Cengiz
    Ercan Cengiz 29.03.2008 - 19:48

    Enişüri Solmayan Resim

    seni anlatmak, anlamak seni
    tanımaktır o kutsal emeği
    seni anlatmak, kavuşmaktır özgürce
    dünyanın öbür ucundan da olsa
    berrak sularına Munzur’un

    seni anlatmak, anlamaktır seni
    kimsesizliği, yalnızlığı, yoksulluğu
    çileli büyüdüğün toprağı, ülkeyi
    bin dokuz yüz otuz sekizi…
    inadına yaşattığın umudu…

    seni görmek yıllar sonra
    çerçevesiz, solmayan bir resimde
    canlı, dipdiri ayakta dururken
    elinde kürek, akan sular içinde
    yaşamın kaynağını bulmaktır
    toprağın üstüne çıkardığın suda
    seni taşıyan gururu

    seni anlatmak
    doğurmak için bağrında bin bir çiçeği
    okşadığın, suya kavuşturduğun toprağa, ağaca el verip
    sen gibi nezaketle konuşabilmektir dilini

    bir emekçi ki, nasırları patlarken üst üste
    kanayan parmaklarının sızısını yüreğine versin,
    o öpülesi ellerin gördüğü, çektiği çileyi
    dosttan, düşmandan, çocuklarından saklasın
    evine götüreceği bir lokma ekmekle
    çocukların güleç yüzünü derman etsin derdine…

    bilesin Memo, bilesin
    seni anlatmak için durmadan ölümlere vuran
    seni anlamaya çalışan bir yürek
    korkarım yaşlanıyor zamansız

    söyle, bir resim vurur mu insanı
    bir resim tutup da silkeler mi insanı
    beni sardı işte,
    vurdu alnımın çatısından, gözlerim aktı
    yaramı kanatmak değil, öldürmek için değil elbet
    bu senin resmin, kendine getirir adamı
    görmek, anlamak, haykırmak için…
    vuruldum bir gece vaktinde, vuruldum
    bir kazma, bir kürekle koca bir yaşamı kazanan
    sızısı yüreğime saplanan o nasırlı ellere
    ansızın, bir gece vaktinde, vuruldum

    bilmeyen bilmese de olur bu saatten sonra
    tanımayan zaten tanımaz emekçiyi
    sen ki, bir tek toprak tuttu elini
    bir ömür ve dokuz çocuğun yüküyle
    bir tek suya kavuşturduğun toprak güldü yüzüne
    Dersim’in yetim delikanlısı
    tırnaklarınla kazandığın yaşamı
    kutsal bildiğin emekle, alın terini
    ve yere düşürmediğin yüreğin…
    o toprakta şimdi

    seni anlatmak dünden daha zordur bugün
    sırılsıklam çarpılmak gibidir poyraza
    ya da hırçın dalgalarına kapılmak gibi
    çırılçıplak o engin o mavi denizin içinde
    kalmaktır tek başına

    senin bakışın, onurun, bin yıl tutar insanı
    bu cehennemde, dimdik ayakta nice bin yıl…
    anlamak, anlatmak için o kutsal emeği
    çıkarmak için sabaha
    bir bir konuşmak mı elinin değdiği toprakla

    heceler yabancı, kelimeler yetişmiyor resmine
    o bir kareye sığdırdığın duruşuna…
    inan ki dar geliyor göğsümün kafesi
    pişirmeye çalışıyorum sözleri
    ayaklar çıplak, ama
    alnının teri kurutur tenine vuran suyu
    hangi kalem yazabilir ki seni
    tanıyan, tanımayan hangi kalem
    sızısını akıtır ki kağıda…

    biliyor musun, gülüşünü özledim
    öyle bütünleşirdi ki o nasırlı ellerinle
    öyle masum, öyle içten, öyle sıcak…
    bin dert olsa üstümde, bir bir çıkarıp atardı içimden
    hani, ne getirdiğin ekmekteydi gözüm
    ne yaptığın oyuncaklarda
    ne de kavgalara meydan okuyuşunda
    o gözlerinden okuduğum
    acısını, çilesini içinde saklayan gülüşünü
    bir bir fidelercesine yarınlara
    yüreğimin ortasında tutuşturulmuş bir meşale
    durmadan, ordan oraya savurur beni

    kavgaların geliyor aklıma
    biz küçükken, annemle ettiğin kavgalar…
    alışmıştık, sinirler dinince biten kavgalarındı bunlar
    ve köyün çeşmesinden sitille taşıdığın suda
    köylüler gelirdi üstüne, kadın işini yapıyor diye
    sen ki her zamanki ağır başlılığınla
    erkek dediğin derdin, yükünü hafifletmeliydi kadının
    söz biterdi orda, söz biterdi

    seni nasıl anlatmalı
    otuz sekizin yetim kalmış delikanlısı
    seni nasıl anlatmalı
    tanıyan hangi çocuk bir şeyler almadı ki senden
    işte karşımdasın, gözlerin üstümde hala
    başını kaldırıp bakmazdın kadına
    eğilir dilim, gözlerim akar konuşamam,

    biliyor musun
    bir tek ölüm yakışmadı sana
    diğerlerinin hakkından geldin kendince
    hala varmıyor dilim, varmayacak da
    hala görmüş de değilim boylu boyunca uzandığın toprağı
    ağır gelir Memo, inan çok ağır gelir bana
    sen ki, otuz sekizin delikanlı çocuğu
    ekmeğini bölüştüğün kuşlar, diktiğin fidanlar
    aşıladığın o piç ağaçlar, yürüdüğün yollar
    toprağın yüzüne çıkardığın sular…
    duyuyor musun, seni konuşurlar, seni

    bilmem nasıl anlatmalı, bilmem nasıl
    hani doyurabilseydin kendini
    hani çilesiz bir tek günün olsaydı
    hani seni vuran askerin yüzüne dikilip
    ‘anlaşıldı asker ağa mahkemeliktir bu iş’ derken
    ya da benim yüzümden en azından
    ağaran saç, sakala bakmadan
    kelepçelenmeseydi o nasırları patlamış ellerin
    bağlanmasaydı o yaşlı, o sahipsiz gözlerin…
    saç, sakalından utanmadan o çiğ, o arsız adamlar
    o kirli elleriyle dokunmasalardı sana
    bu kadar koymazdı bana

    işte, yarattığın bir yürek kuş gibi çırpınıyor önünde
    belki sen gibi küreğe dokunmadan eli
    belki okşamadan toprağı
    gün gün, hücre hücre eritirken kendini
    anlamak, anlatmak için, kimin umurunda
    seni, otuz sekizin delikanlı yetim çocuğu…
    bak okşadığın toprağa, yeşermiş
    diktiğin ağaçlar meyvede
    dallarında yuvalanmış kuşlar peşi sıra ötüşür
    adını kazırcasına (Enişüri) Kızıl Pınar’a

    Ercan Cengiz


    Cevap Yaz
  • Cevat Çeştepe
    Cevat Çeştepe 24.02.2008 - 13:58

    Anlatılmak istenilen güzel , anlatım şekli de öyle ama şiir içinde bence gerekli ses uyumunda bir eksiklik var ...

    Yüreğinize sağlık , sevgi ve saygı ile ...

    Cevap Yaz

Bu şiir ile ilgili 2 tane yorum bulunmakta