Ranzalar aptal, yorganlar da cehennemin izi,
Ruhumuzu ezen, şu alçak tavan değil miydi?
Ahşap gıcırtısı ve oksitli metal inadı,
Bilincime hükmeden keneler, tam da karşımda.
*
Uykusuzluk, zindanın kendisi değilse, neydi?
Damarlarımın uğultusu, anlamsız inadı,
Kirpiklerimi de kavurdu, o çatlağın fendi,
En azından, gölgem duruyor yerinde efendi,
Paslı demir parmaklıklara, yoldaş olsun şimdi.
*
Loş oda ortasında boğulan, nefesler gibi,
Bir anlık sessizlik, tüm gürültülere yeterli,
Zihnimi kazıyan tırnaklar, üzerimde sanki,
Elinde, zamanı öğüten o toz zerreleri.
*
Sustun, konuşsan bile sirenler öter içerde,
Karanlığın ağırlığı, duvarda rutubetle,
Hafızası, pamuk ipliği olmuş hayaletle,
Anılarla boğuşan beden, soğuk ter içinde,
Yankısız boşluğun ardında, dipsiz hücresinde,
Düşünceleri çatırdıyor, çarparken zemine.
*
Hiçlik kozasında, sıkışıp kalmış bilinç ile,
Zamanın kefeninde, debelenirken hırs ile,
Kemik sancılarını, yoklar parmakları ile,
İki nefes arasında, kendini de yok etme.
*
O tavanı omuzlayan, ağırlaşmış yastıklar,
Yeterdi ama elbet, ipliği sökük yorganlar,
Harita niyetiyle, izlenen sarı lekeler,
Duvarlarda, gölgelerini gördükçe mahluklar,
Birer birer ölüyorlar, o eski tebessümler.
*
Sessiz çığlığın yankısı, boğazda düğümlenen,
Ağlar gibi kasılır, çaresiz adalelerden,
Bilincim habis bir ur, aklım aklımın içinden,
Kocaman bir düğüm yumağı, çözülür kendinden.
Kayıt Tarihi : 7.10.2025 00:55:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!