Cahiliye Toplumunu Terk Etmek: İslâm’ın ...

Muhammed Rıdvan Kaya
174

ŞİİR


0

TAKİPÇİ

Cahiliye toplumunun terk edilmesi, İslâm’ın özünü anlamak ve bu özle yaşamak adına bir zorunluluktur. Bu terk ediş, yalnızca dış dünyaya değil, aynı zamanda kişinin içsel dünyasına da bir dönüşümdür. İslâm, insana yalnızca maddi değil, aynı zamanda manevi bir değişimde önerir. Kuran'da, müminlere cahliliye hayatından uzak durmalarını tavsiye eden pek çok ayet bulunmaktadır. Bu terk ediş, hem bireysel hem de toplumsal anlamda bir devrim niteliğindedir. Cahiliye toplumu, esasen nefsin ve toplumun şekillendirdiği değerlerle hareket eden bir toplumdur. İnsanlar, toplumsal ve geleneksel bağlarla bağlı kalıp, Allah’ın emirlerinden uzak bir şekilde yaşamaya devam ederler. Bu bağlamda, İslâm, insanları bu bağlardan koparıp Allah’ın yoluna yönlendirir. Kehf Suresi'nde bu terk edişin gerekliliği şöyle anlatılmaktadır:
“Madem ki siz onlardan ve Allah'tan başka taptıklarından kopup-ayrıldınız, o halde, mağaraya sığının da Rabbiniz size rahmetinden yaysın ve işinizden size bir yarar kolaylaştırsın.” (Kehf, 16)
Bu ayet, müminlere sadece dışsal bir terk edişi değil, aynı zamanda bir içsel dönüşümü ifade eder. Allah’a inanmak ve O'nun yolunda olmak, kişinin tüm ilişkilerini Allah’ın rızasına göre yeniden şekillendirmesi gerektiğini gösterir. Kişi, ailesinden, akrabalarından, toplumun diğer bireylerinden gelen baskılara karşı koyarak yalnızca Allah’a ve O’nun vahyine tabi olmalıdır. Kur’an, müminlere bir sevgi ölçüsü sunar ve bu ölçü yalnızca İslâm’ın özüne dayalıdır. Müminlerin birbirini sevmeleri, yalnızca kan bağına veya soy sop ilişkisinin bir sonucu değildir. Müslümanlar, yalnızca Allah’a ve Resûlü’ne iman edenlerle dostluk kurarlar. Bu, insanların sevgisini ve bağlılığını sadece Allah ve O’nun Resûlü doğrultusunda inşa etmeleri gerektiği anlamına gelir. Müslümanın kalbinde sevgi, sadece dini ve ahlaki esaslarla şekillenir.
Mücâdele Suresi’nde bu bağ açıklanmıştır:
“Allah’a ve ahiret gününe iman eden hiçbir kavim bulamazsın ki, Allah’a ve elçisine başkaldıran kimselerle bir sevgi bağı kurmuş olsunlar; bunlar ister babaları ister çocukları ister kardeşleri, isterse kendi aşiretleri olsun. Onlar, öyle kimselerdir ki, (Allah) kalplerine imanı yazmış ve onları kendinden bir ruh ile desteklemiştir.” (Mücâdele, 22)
Buradaki vurgu, sevginin Allah’ın rızası ve ahiret bilinci doğrultusunda şekillenmesi gerektiğidir. Ailevi bağlar, maddi ilişkiler veya toplumun baskıları, kişinin İslâm’la olan sevgisini gölgeleyecek unsurlar olmamalıdır. İslâm, kan bağına dayalı kardeşlik değil, iman temelli bir kardeşlik anlayışını getirmiştir. Cahiliye toplumunun değer yargıları, İslâm’ın değerleriyle çelişir. İslâm, insanı yalnızca Allah’a kulluk etmek üzere yaratan bir dindir. Bu sebeple, bir müminin vakti, boş yere tartışmalarla veya geleneksel düşüncelerin peşinden sürüklenmekle harcanmamalıdır. İslâm’a göre, müminin zamanının kıymeti büyüktür. Gereksiz sohbetler ve ruhsuz insanlarla geçirilen zaman, kişinin inancını zayıflatabilir. Bu noktada, bireylerin İslâm’ın gerekliliklerini hayatlarına geçirmeleri ve sadece din kardeşleriyle vakit geçirmeleri gerektiği anlaşılmaktadır. Cahiliye toplumundan uzaklaşmak, yalnızca sosyal bir değişim değil, aynı zamanda bireyin içsel bir dönüşüm geçirmesidir. İslâm’a göre, kişinin sevgi ölçüsü yalnızca Allah’a ve O’nun elçisine olan bağlılıkla şekillenir. Aile, soy, ve akrabalık ilişkileri, İslâm’a olan bağlılıkla sınırlandırılmalıdır. Mümin, vakit kaybetmeden, kendini Allah’a ve O’nun vahyine adamalıdır. Kişi, zamanını, inançlarına ve ahlaki değerlerine uygun bir şekilde kullanmalıdır. Cahiliye toplumundan uzaklaşmak, sadece dışsal bir hareket değil, aynı zamanda ruhsal bir yüceltmedir. Allah’ın rahmetine nail olabilmek için, tüm bu değerler ışığında, mümin, yalnızca Allah’ın rızasını gözetmeli ve bu yolda ilerlemelidir.

Tamamını Oku

Bu şiir ile ilgili 0 tane yorum bulunmakta