Öyle olsaydı, doğal afetlerden sonra ve savaşlarda tecavüz, yağma, her türlü vahşet olmazdı (kulak, burun vs… kesmeleri olmazdı.)
Ölüye saygıdan bahsedenler, bu saygıyı kendileri için geçerli kılmıyorlar…
Ama Kahramanmaraş katiline gelince ölüye saygı savunma aracı oluyor…
Din baskı aracı olarak toplumu denetlese bile bu korkutarak veya ödüllendirerek olmuştur.
Korkusuz baskısız dürüst olabilenler, güçlü irade sahibi insanların daha çok değerli insanlar olduğunu unutmayalım.
Dini propagandada, din olmadan bir insanın iyi biri olması, iyi birisi olmayacağını söylerler.
Ahlaki kurallar genelde ahlakla gerçek bir ilişkisi bulunmayan dinsel tutumların arkasında gizlenir.
Allah! Allah! Nidalarıyla savaşa gidenlerin, en ahlaksız tutumlara savrulmaları düşündürücüdür.
Irak’a, ABD Başkanı Buch, ‘’Allahın verdiği görevi yerine getirdiğini’’ söyleyerek saldırısına başlamıştır.
TV ekranlarında görüyoruz operasyonlara giren askerler Allah! Allah! Nidalarını yükseltirler.
Allah bir kesimin tekeline girecek kadar güçsüz demek. Diğer kullarını unutuyor.
13. yüzyılda Tanrının gazabı adıyla anılan Cengiz han, dünyanın yarısına yakın bölümünü egemenliği altına almış, korku kuşaklar boyu belleklere işlemiştir…
14. yüzyılda Timurlenk; aynı inanç ve istekle fetişlere girişir… Orta Asya’nın ve Anadolu topraklarının büyük kesimini kontrolü altına almıştır. Timurlenk Generallerine, ‘’Göklerde nasıl bir tek tanrı varsa yeryüzünde de bir tek hükümdar olacaktır, o da benim’’ diyordu.
Dünyaya hükmetme fikri ve bunun için sınırsız toprakları fethetme isteği, her dönemde
Bitmeyen bir arzu olagelmiştir… Ve bu istek hep tanrıdan gelir ve tanrı adına yerine getirilir.
1597’de; Maltalı korsanların Kıbrıs’ta tutsak aldıkları Baf Kadısı Macuncuzade Mustafa Efendi, sultanın evrenselliğini güçlü bir anlatımla vurguluyor.
‘’Sen, hakkın gölgesisin, zamana nizam veren senin pak zatındır. Cihan senin adaletin sayesinde rahat eder. Allahın emriyle onun yolunda cihat ettin Kılıcın din düşmanlarına karşı her zaman üstün olsun! ’’
16 yüzyılda; o dönemin önde gelen hükümdarlarından İspanya Kralı V. Carlos ve Kanuni Sultan Süleyman kendilerini dünyanın tek efendisi olarak görüyorlardı.
Yani tanrının yeryüzündeki temsilcileriydiler…
Yine aynı yüzyılda 27 yıl şeyhülislamlık yapan Ebusuud efendi, (Tayip Erdoğan’ın Çorum konuşmasında övdüğü) Kızılbaşların katli vaciptir diye yüzlerce fetva vermiştir.
Osmanlıda Dünya hegomanyası fikri, cihat (kutsal savaş) kavramıyla, sultanın tanrının yeryüzündeki gölgesi olma niteliğine bağlıdır…
Gölge görülüyor da tanrı görülmüyor, bu da garip bir olay…
Cihat bir bütün olarak İslam topluluğunun sorumluluğu iken, aynı zamanda eli silah tutan her yaştaki müslümanın da kişisel sorumluluğu olarak görülmüştür.
Allahın kelamı tüm dünyaya yayılmalıdır. Bu sorumluluk ‘’takdiri ilahidir! ’’
Yani Allahın emridir.
Allah bütün emirlerini bazı kullarının egemenliği için vermektedir.
Bu sorumluluk zaman ve mekanla sınırlı olamaz, bütün dünya Müslüman olana dek, Müslüman olmayanlar da Müslüman bir devletin hükümranlığı altına girene dek sürüp gider.
Müslümanlarca yönetilen, İslam hukukunun geçerli olduğu topraklardır. Bu topraklar dışında kalan topraklar (Darül Harp) cizye, haraç, ispençe gibi yükümlülükleri yerine getirerek yaşayabilirler.
Gaza ve cihat sultanların devlet politikasını yönlendiren iki önemli öğedir.
İslam dinini yaymayı görev edinmiş liderler (Osman ve Orhan) ‘’Gazi’’ ünvanını alırlar.
Bunlar kendilerini, İslamın kılıcı ve bayrağı olarak görmüşlerdir.
Din politikası her zaman hiç beklenmedik bir şekilde kanlı savaşlara neden olmuştur…
Sultan Selim Mısır Fetihnamesinde; Şah Şirvan’a gönderdiği mektupta ‘’İslamın yasalarını yerine getirme ve Kabe’ye hizmet etme görevinin ona Allah tarafından verildiğini’’ söyler.
Osmanlı padişahları, ‘’Cihanı korumak için, adalet törelerini temel edindiklerini, huzur ve güveni korumak için çalıştıklarını da her fırsatta söylemeyi unutmamışlardır.
Osmanlı padişahları arasında kardeşini boğmadan o tahta sahip olabilen çok azdır.
Padişah Müslüman da, kardeşlerini kafir mi doğuruyordu anaları?
Bir başka din: Hıristiyanlığa gelince; onlar da 12 havarinin başlattığı görevi sürdürmek için savaşıyorlardı.
• Hıristiyanlık dinini bütün dünyaya yaymak.
• Tek ve gerçek din olan Hıristiyanlığı her yerde savunmak.
Durum böyle olunca dinler toplumlara savaştan başka hediye vermemiş oluyorlar…
Allah adına cinayet işleyenlerin savunması da nurenberg suçlularının savunması gibi… ‘’Ben sadece emirleri uyguluyorum! ’’ dan ibarettir…
Bu gün ülkemizde kazılarda çıkan cesedlerin katilleri de aynı savunmayı yapmaktadır.
Biz emirleri uyguladık… Biz devlet hesabına çalıştık… Devlet de Allahın devleti mi?
Din insanoğlunun yüceliğinin alçaltılmasıdır.
Din olsa da olmasa da iyi insanlar ve kötü insanlar olacaktır… Ancak iyi insanların kötülük yapabilmesi için din gerekir…
İnsanlar dinsel inanç yoluyla yaptıkları kötülükleri başka bir yolla asla bu kadar eksiksiz ve neşeyle yapamazlar…
Ahlak kurallarımızı hiçbir kutsal metinden edinmediğimizi bilmeliyiz…
Günah keçisi teorisi: bir suçlunun günahlarının kefareti için masum bir insanın idam edilmesidir.
Kurbanları da kesenler günahlarına karşılık kefaret ödemek için kesiyorlar…
Dinlerden başka nerede kefaret vardır?
Değişimler din sayesinde değil, dine rağmen gerçekleşti…
Napolyon: din, halkı sakin tutmak için kullanılan mükemmel bir araçtır.
Seneca: Halk dinin gerçekleri yansıttığını düşünürken, bilgeler bunun bir yalan, yöneticiler ise yararlı bir araç olduğunu söylerler. Demişlerdir.
Hangi insan inançsızlığı uğruna savaşmak ister?
Çıkar çevrelerini zenginleştiren savaşlar için dine ihtiyaç vardır.
Dinsel aşırılıklar değil, doğrudan doğruya din suçlanmalıdır…
Din saptırılmadan önce de sahte ve hoşgörüsüzdür.
Volter: bu saçmalıklara inanmanızı sağlayanlar, vahşet uygulamanızı da sağlayabilirler.Demiş
İnançlar her ne kadar aşırı olmasalar da aşırılığa davetiye çıkarmaya hazırdırlar…
Dinsel inançlar, akılcı çıkar hesabının, etkili bir susturucusudurlar…
‘’İslam savaştır! ’’ demek daha doğrudur.
Kamuoyunda yükselen fazladan kızgınlıkların büyük çoğunluğu, meslekleri gereği maaş alan imamların ya da papazların aldıkları parayı hak etme uğruna yaptıkları kışkırtıcı propagandaların sonucu olduğuna inanıyorum… bu, görevi suistimaldir.
Bilim insan ruhunu özgürleştirir.
Din adamlarının, öğretmenlerinin, çocuklara öğrettikleri ‘’cehennemde sonsuza değin yanarak cezalandırılan affedilmez günahları işleme’’ ile korkutmaları çocukları istismardan başka nedir.?
Geçmişten kopmak çok ama çok güç bir şey, düşünün bir kere, bir anda içinde yetiştiğiniz bir ortamı, tüm toplumsal yapıyı, yıllardır bağlı olduğunuz bir inanç sistemini bırakıyorsunuz. Kimi zaman da dostlarınızı, ailenizi terk etmeniz gerekiyor. Artık onlar için siz yoksunuz
Kim doğru olduğunu bildiği bir hakikatı okumaya ihtiyaç duyar.
Bilim ne kadar gelişirse, mucizelere inançlar da o kadar azalacaktır.
Boşluk ibadeti: (bilgi boşluklarına tapınmak…)
Bilimsel bir ilerleme yöntemi değildir. Mevcut bilgisizlikten kanıt çıkarmaya çalışmaktır.
Yaratılışçılar bu günkü bilgi birikiminde boşluklar bulmak için can atarlar…
Bilimin ise sonu yoktur… Yani her zaman bir boşluk bulunacaktır… Bu da ilahiyatçıların sığınağı olacaktır.
İlahiyatçıları endişelendiren ise bilimin gelişmesi ve bu boşlukların azalması…
Tanrının görevsiz ve sığınaksız kalma tehlikesi yüzünden bilim adamları ilahiyatçıların hedefi oluyor…
Bu telaş ‘’Tanrının askerleri’’ diye örgütlenmeleri yaratıyor… Selman Rüştü de bilinen kurbanları. Turan Dursun da…..
Mistikler (gizemciler) bilinmeyenler için sevinir…. Bilim adamları ise bilinenlerden sıkılır ve yeni bilinmeyenleri çözmek için araştırır…
Gezegenler hakkında bilgimiz olmadığı zaman, bilinmeyenler için ilahiyatçılar ne derse inanmak zorunda olanlar, (akıllı tasarım) gezegenler hakkında somut bilgiler ortaya çıkınca haliyle önce direnecekler sonra zorla da olsa teslim olacaklar… o unutulacak, bir başka bilinmeyen ileri sürülecek… Kelebeğin yapısı gibi…
Güneş ışınlarının nasıl oluyor da bize bu kadar hızlı ulaştığına şaşmıyoruz… çünkü çözülmüştür bilimsel olarak…
Bilgisayarla iletişim hızına şaşmıyoruz… Tanrının işi demiyoruz… çünkü insan icadı… gizemi çözülmüş, bilinmeyeni yok… Görüntülü TV, cep telefonları il gördüğümüzde şaştığımız halde bu gün aklımıza bile gelmiyor nasıl olduğu… Hiç kimse Allahın işi diyemiyor… Kredi kartlarıyla dünyanın bir ucundan diğer ucundaki paramızı çekebiliyoruz.
Ama arının kanatları nasıl çalışır deyince Allahın işi oluyor… Bilgisayardaki bu mükemmeliyeti icat eden insan onu da çözer diyemiyoruz…
Bir şeyin nasıl çalıştığını anlamazsanız, bunu dert etmeyin: tek yapmanız gereken pes etmek ve bunu tanrı yapmıştır demek…
Değerli bilgisizliği araştırmalarınızla çar çur etmeyin.
Günah işlemenin farklı bir yöntemi vardır, bu yöntem tehlikelerle doludur… Bu, merak hastalığıdır. Bize doğanın sırlarını keşfettirmeye çalışan ve keşfettiren budur…
Çal çırp, öldür, küfret, her türlü ‘’Günahı’’ işle sonra tövbe et kurtul…
Ama keşfedersen kurtuluş yok! Bu en büyük günah… Çünkü Tanrıyı öldürmek gibi bir hedefi vardır…
Yaratılışçılar ‘’ madem ki dünyadaki bu hayat tanrının marifeti, neden diğer bütün galaksilerde, tanrı başka canlılar yaratmamış?
Her şey onun gücüne bağlıysa neden ayda da insanlar ya da başka canlılar yok…
Yaşam için tam doğru koşulları barındıran az sayıda da olsa mutlaka başka gezegenler de vardır… Biz de öyle bir gezegende bulunmakla şanslıyız…
Tanrının askerleri çok; tanrının neden böylesi gaddar bir savunmaya ihtiyaç duyduğu vahim bir merak konusudur.
Bilim insan ruhunu özgürleştirir. Din ise insanı köleleştirir…
Mehmet HalilKayıt Tarihi : 13.8.2011 00:43:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!