Bu Defa Gittim Şiiri - İsmail Özabacı

İsmail Özabacı
300

ŞİİR


1

TAKİPÇİ

Bu Defa Gittim

Telefonu son kez çaldırdı adam, az daha kapatacaktı genelde sadece 3 kez çaldırırdı ve kapatırdı, son çağrının sonunda uykulu kısık bir ses;
-Alo, efendim dedi.
Bu ses değil miydi ? onu bu yollara düşüren, bu ses değil miydi ? gitmeler sebep, bu ses değil miydi ? uzaklardayken bile içini kıpır kıpır eden şey…
Ağzını açıp bir şey söyleyemedi, bir süre kesik nefes alışlarını dinledi bir şeyler boğazına düğümlendi, sustu, yutkundu derin bir nefes aldı, tam ismini söylüyordu ki, karşıdan telefonu kapatma sesi geldi…kendini suçlu hissetti çok beklemişti, beklemek değil de dinlemekti o güzel sesi, özlemekti belki…
Düşündü; Kaç kez kapandı o telefon yüzüne, kaç kez o kapılar…kaç kez yüreğinin üzerine kapandı tozlu bir acı, birisi üflese yine acıyacaktı içi biliyordu, biri o kapıyı az açık bıraksa hemen içeri girerdi, ama o kapı aynı bu telefon gibi kapandı yüzüne…
Tekrar çevirdi yıllardır ezberinde tuttuğu numarayı ama arama tuşuna basamadı, baş parmağı gitti geldi o yeşil tuşun üzerine vazgeçti, oysa o kadar kolaydı ki tekrar aramak, ama içinden gelmedi, buna sebep olan şey neydi diye düşündü ?
Kendini bu denli önemsiz hissettiren şey, o duygu neydi, terkediliş mi ? yalnız bırakılış mı? Yok oluş mu ? sevgisizlik mi ? ilgisizlik mi ? o yokmuş gibi davranmak mı ? yada hepsi mi ?
Bu arada arabasını yavaş yavaş sürmeye devam etti, gecenin bu geç saatinde sokak ışıkları gözünü alıyordu, serin bir hava, hafif açık arabanın penceresinden saçlarını uçuruyor, kısık gözlerle yola bakıyordu. Kafasındaki sorular, belli belirsiz cızırdayan radyonun sesine karıştı…
Git, git, gitme dur, ne olursun
Gitme kal, yalan söyledim
Doğru değil ayrılığa, daha hiç hazır değilim
Aramızda yaşanacak, yarım kalan bi şeyler var…
Kim olsa eşlik eder bu parçaya diye düşündü, melodi şu an kulağında yavaş yavaş otoyola çıktı, çok geç oldu diye düşündü, ufak köhne yol kenarı çay bahçesine girdi, kafasını toplamak istedi, kararsız insanların en çok yaptığı şeyde buydu, düşünmek ve kahve…
Işıkları yeni söndürmüş, yorgun adam isteksizce baktı, belli ki kapatmış gidiyordu, bu beklenmedik ve zamansız misafiri kim isterdi ki bu saatte ?
Arabayı yavaşça kenara çekti, usulca indi arabadan ağır adımlarla yaklaştı, ihtiyar adam ona bakarak ;
-Buyrun, ne istemiştiniz ? dedi, kısık bir sesle…
Ne isteyebilir ki bir insan, bu kadar yalnızken? Belki bir iki laf, belki bir bardak çay, kahve, sohbet belki de biraz ilgi…yorgunum diye bildi, gözlerim kapanıyor, yolum uzun.
Halden anladı yaşlı adam, usulca demin kapatmaya çalıştığı kapının kilidini çevirdi, ışığa dokundu, dışarda duran masanın üzerindeki kül tablasını eline aldı, içeri götürdü. Boşaltıp masaya koydu…uzamış tırnakları, ince kemikli siyah parmakları, gözaltı torbaları ile adeta yürüyen bir iskelet gibiydi…
Hemen masanın yanındaki sandalyeye oturdu, maviye boyanmış eski bir ahşap sandalye, aynı bedeni gibi yorgundu, masa üzerine raptiyelerle tutturulmuş çiçekli bir naylonla altındaki yıpranmışlık, eskimişlik kapatılmıştı, insan oğluda böyle değil miydi ?
Nice acılarımız, sızılarımız, yürek yarılarımız , gözyaşlarımız bu bedenimiz ile içeri hapsedilmemiş miydi ? kim bilebilirdi en büyük acıları olan insanların en büyük kahkahaları attığını ….
Yarı açık kapıdan ocağı yaktığını ve cezveyi ocağa koyduğunu gördü yaşlı adamın, elinde bitmeye yakın sigarası vardı, tek eli ile külünü yere atıyor, diğer eli ile de kahveyi hazırlıyordu…bir ara göz ucu ile saate baktığını farketti ? belli ki onu bekleyen birileri vardı geçte olsa…
İnsanın biri tarafından beklenmesi kadar güzel bir şey yok diye düşündü, belki de gitmeleri, yada kavuşmaları önemli kılan şey buydu ? yoksa bir şehri terk etmenin, yada yeni bir şehire gitmenin hiçbir anlamı yoktu… o şehri değerli kılan sizi orda bekleyen, karşılayan yada uğurlayan birilerinin olmasıdır diye düşündü, yine daldı…
Bunları düşünürken kulağına gelen melodi ile daha da kapandı gözleri;
Benim uzun boylu servi çınarım
Yüreğime bir od düştü yanarım
Kıblem sensin yüzüm sana dönerim
Mihrabımdır kaşlarının arası
Efendim efendim benim efendim
Benim bu derdime derman efendim…Erkan Oğurun sesini masaya konan fincan sesi ve bir bardak su bozdu…
-Buyur beyim…
Eline sağlık, zahmet verdik, sen ne halden anlayan birisi imişsin, iyi ki varsın, otur bakalım şöyle, anlat bakalım ne zamandır burada çalışıyorsun, bekleyenin var mı ? yoksa şu yakında ışıkları yanan köyde mi oturuyorsun ? demek istedi… ama hiç dermanı yoktu, konuşmaya mecali, sorulara cevabı sadece usulca saol anlamında kafasını salladı, başını önüne eğdi, bir yudum kahvesinden aldı, sıcacık, keskin kahve kokusu burnuna doğru çekti, bütün nöronları uyandı, kendine geldi, kahvenin o kekremsi tadı damağında bir tat bıraktı, telvesini dudağından yaladı ve usulca fincanı geri bıraktı, sudan bir yudum alıp ağzını çalkalayıp yutkundu…
Eli telefona gitti istemsiz, bir kez daha arasam diye geçirdi içinden hayli geç olmuştu. Oysa bir kahvenin kırk yıl hatırı vardı, sanki bir üniversite kantininde beraber hiç kahve içmemiş gibi bir insan bir insanı sekiz yıl aramaz mıydı ? beş yudum olsa diye geçirdi aklından, böldü, çarptı türevini aldı hesap nerden bakarsan bak tutmuyordu…
Bu arada yaşlı adam, elleri önünde kahvesinin bitmesini bekliyordu, çok utandı hemen üç yudumda minnetle hızlıca içti kahvesini,
-eyvallah dedi. sadece, eli cebine gitti, masanın kenarına usulca koydu parayı, ayağa kalktı, bu defa yaşlı adam başı ile selamladı onu…
Yavaşça arabaya yürüdü, tesisin sarı renkli köpeği ayağına sarmaş dolaş oldu, eğildi onu sevdi biraz, küçükken beslediği köpeği aklına geldi, ne kadar sadıksın dedi keşke insanlarda böyle olsa…
Arabaya bindi, usulca hareket etti, nereye neden gittiğini bilmeden hani bazen sadece gitmek için gider insan, öyle yapmıştı… tabelaların geçtiği yolların , şehirlerin hiçbir önemi yoktu, sadece gitmek için gidiyordu, gittiği yere kadar… sadece bir yol hikayesiydi bu…
Çok şiddetli bir cam sesi ile ve gözüne hafifçe vuran güneş ışığı ile birden uyandı genç bir adam arabanın camını çalıp aç işareti yaptı, hemen ne olduğunu anlamaya çalışarak yavaşça camı açtı
-Bir sorun mu var, arabanız neredeyse yolun ortasında ?
İki tarafına bakındı, teşekkür etti ve özür diledi hatırladığı tek şey gözlerinin yavaş yavaş kapandığıydı ve yavaşça sağa yaklaşmıştı…üç günün uykusuzluğu ile daha fazla dayanamadığını düşündü…hemen sağ koltuktan su şişesini alıp kendini dışarı attı, başını eğdi, suyu yüzüne çarptı, saçlarını ısladı, bir yudum su aldı…arabaya yaslandı. Hemen önünde uçsuz bucaksız uzanan güne bakanları izledi bir süre, o güne bakanları onlar güneşi…

Arabasına geri bindi, nerde olduğu, nereye gittiği ile ilgili en ufak bir fikri bile yoktu…telefonuna baktı, onlarca çağrı vardı, bir sürü mesaj, saçma sapan reklamlar, mailler, mesajlar, durumlar… bunalmıştı artık kapattı telefonunu yan koltuğa fırlatıp yola koyuldu, sabah en güzeli bir bardak çaydır her zaman diye düşündü… evet kalabalığı severdi çay, sohbeti, muhabbeti, uzun geceleri, uykusuzluğu, yolu severdi çay…

2-YOLDADIR ŞİMDİ-(KADIN)

Önce kulağına bir telefon sesi geldi, fark etmedi, duymadı daha doğrusu, son anda uykulu gözlerle uzandı telefona, ve son çağrıda açtı telefonu;
-alo, efendim dedi yarı uykulu sesle, karşıdan hiçbir ses gelmedi, bekledi biraz, uyku sersemi birkaç nefes aldı, gözleri yarı kısık kapattı telefonu…
Kim arar gecenin bir yarısı, uykulu, yorgun bir anneyi diye düşündü, kaç gündür ateşli kızı ancak bu gece rahat uyuyabilmişti, kaç günün yorgunluğu ile koltuğun üzerinde sızıp kalmıştı…
En son ısrarla aldığı dondurmaya buldu suçu , birazda kendine…almamalıydı ama hangi anne-baba kıyabilir çocuğuna, sadece bir külah dondurma yeterdi kronik faranjit bir boğazda iltihap olmasına…
Ne demişti Doktor Dolven, Calpol dönüşümlü kullanın, antibiyotiğe (AMOKLAVİN bid 200) de başlayalım kötü görünüyor, ateş düşmezse blablabla yaparsınız, sonra olmazsa blablabla, yada en iyisi siz blablabla…
Yalnız ve güçlü bir anne olmak her güçlüğün üstesinden gelmektir biraz diye düşündü, ama artık iyice yorulmuştu mücadele etmekten, güçlü ama yorgun, ne diyordu şarkıda, yorgunum ama yorgunluğumun yaşamak gibi bir anlamı var…
Her zaman biraz sert olmuştu, orta yaşlı bu kadın, kendini öyle hissediyordu, hayata karşı biraz hoyrat, ya da kendi zayıflığını böyle bastırıyordu, ağzına geleni söylemek gibi bir huyu vardı, hayatta bazı doğruları, kabul edemediği şeyler ve büyük kararsızlıklar…
Kendi kendine düşündü, gecenin bu saatinde kim arayabilir beni belirsiz bir numaradan diye, hiç aklına getirmek istemedi ama kendi de , kalbide, yüreği de biliyordu aslında içinden geçenleri…
Koltuktan yarı doğruldu, usulca terliklerini giydi, gözlerini zor açabiliyordu…usulca lambadere dokundu, gün ışığı ışık tavanı aydınlattı, sehpanın üzerinde duran kitap gözüne ilişti; Bir şeyler Eksik Galiba Yaşamımızda… ne eksik değil ki diye geçirdi içinden, her başladığında okumaya geri dönüp tekrar okuyordu, aklında Sabahattin Ali gibi dedi okuyorsun ama hiçbir şey anlamıyorsun, ama okumaktan da zevk alıyorsun…
Karanlık salondan geçti, el yordamı ile kızının odasını buldu, yavaşça yatağının yanında durup sağ elinin tersi ile alnına ateşine baktı, taş çatlasa 37, 2 dedi, hemen vestiyerin yanındaki dolabı açtı, ateş ölçeri aldı, alnından ölçtü…37, 1 mışıl mışıl uyuyordu…
Mutfağa yöneldi, bir bardak su içmek için, tezgahın üstünde ilaçları duruyordu, göz ucu ile baktı, anti depresanlar biraz uyku yapıyordu ve çok kilo vermişti bu sıralar, tüm arkadaşları belirtmişti bunu, umurunda değildi… dolabı açtı, ters kapanmış bir su bardağı aldı, musluğu açtı sol elini tezgaha dayadı sağ eli ile suyu doldurdu, üç yudumda içti, bu arada bir ses duydu, sanırım telefon yeniden çalmıştı, yetişmek için koştu, yatak odasına doğru…
3-BİR DERDİ VARDIR-(YAŞLI ADAM)

O gün çok yoğun geçmişti, ayakta akşama kadar çalışmıştı ihtiyar adam, hiç bu kadar kalabalık olmamıştı yol üstü çay bahçesi, sanırım herkes yola çıktı diye düşündü…
İlerlemiş yaşına rağmen çalışması lazımdı, yedi yıl önce evlenen kızı ayrılmış ve evine yani baba evine dönmüştü, başının üstünde yeri vardı tabi ki ama eşinin ölümüyle iyice elden ayaktan düşen yaşlı adama zor geliyordu çalışmak, kızının şeker hastalığı da üstüne gelmişti…
Üstelik çok ters adamdı patronu, hiç halden anlamazdı, yedi yirmi dört çalıştırırdı tesisteki herkesi, genellikle gençleri tercih ederdi, onlarda sabah işe geç gelir, akşamda erken çıkarlardı , sabah tesisi açacak ve gece kapatacak birine ihtiyaç olmasa kendine asla iş vermezdi bu adam…
Bu gençler genellikle öğrenci olurdu kimisi yazın staj yapan para kazananan gençler, kimisi ise üniversitede okuyan kendi harçlığını çıkartmaya çalışan gençlerdi, çoğunun sigortasını yapmaz günü birlik yevmiye ile çalıştırırdı onları…
Sesini çıkartamazdı yaşlı adam, emekli biri için sessiz olmak ve sadece görevini yapmak en iyisiydi… sabah erkenden gelir çayı demler, gecede en son o çıkar kapıyı kapatırdı…
Bazı sabahlar biraz geç kalır gençlerden birine rica ederdi, yol kenarındaki kasabasında kızı ile yaşadığı evin arka kısmında yer alan bir dönümden daha küçük bahçesi ile ilgilenirdi, hoşuna giderdi zaman geçirmek…
Suyunu sular, çapasını yapardı domates, biber eker, onların büyümesini izlerdi, eve yorgun geldiği gecelerde kızının ona hazırladığı çorbayı, yemeği yer hemen bir köşeye kıvrılır yatardı…onca yemeğe rağmen zayıflamıştı iyice…
Kimsenin işine karışmaz, kimseye bulaşmazdı ayda bir kasabanın bakkalından alış verişini yapar, kızı ile yaşayıp giderlerdi…
O gece biraz erken kapatmak istedi tesisi, çünkü kızını alıp şehre inmeye söz vermişti, erkenden temizledi ortalığı, gelen gidende yoktu, saat hayli geç olmuştu, çay kazanını kapattı, kalan birkaç bardağı temizledi, artan yemekleri bir poşete koydu, tesisisn köpeğine veriyordu artanları, birazını da eve götürüyordu ellerini kuruladı…
Dışarıdaki mavi sandalyeleri masaya yasladı , içeri döndü, etrafı kolaçan etti, radyoyu kapattı, ışıkları tam kapatmıştı ki, uzaktan arabanın ışığını gördü, kısık gözlerle o tarafa baktı, içinden bir -la havle çekti, eli yarım akladı kilitlemekte olduğu anahtarda, bu saatte geliyorsa bir derdi vardır dedi kendi kendine…
Araba yavaşça yaklaştı ve durdu, içinden orta yaşlı, orta boylu, bir adam indi, ona doğru yürüdü, yaşlı adam iyice yorulmuştu, konuşmaya bile mecali yoktu;
-Buyrun, ne istemiştiniz ? dedi, kısık bir sesle…
Ne isteyebilir ki bir insan, bu kadar yalnızken? Belki bir iki laf, belki bir bardak çay, kahve, sohbet belki de biraz ilgi…yorgunum diye bildi, gözlerim kapanıyor, yolum uzun.
Anlaşılan bu yorgun yolcu kahve içmek istemişti, hemen masadaki sandalyeyi doğrulttu, sigara külü ile dolmuş olan kül tablasını aldı, kapıyı yavaşça açıp içeri girdi, kül tablasını boşaltıp masaya geri götürdü, bu arada kendi de bir sigara yaktı, zayıf, yorgun, ince kemikli ellerinin arasına aldı sigarayı…
Sigarayı yaktığı ateşle ocağı tutuşturdu, cezveyi ocağa koydu, sol elindeki sigarasından bir nefes daha aldı, göz ucu ile saate baktı, nerden çıktı bu adam gecenin bir yarısı diye geçirdi içinden…
El alışkanlığı radyoyu açtı; kahve olana kadar ses olsun diye düşündü,
Derdim çoktur hangisine yanayım
Yine tazelendi yürek yarası
Ben bu derde hande derman bulayım
Meğer dost elinden ola çaresi
Efendim efendim benim efendim
Benim bu derdime derman efendim…
Kahve olmuştu, fincana koydu ağır adımlarla dışarı çıktı, bu yabancı adam çoktan gözlerini kapatmıştı, dalmıştı, uyandırmakta istemedi ama gitmek istiyordu, biraz hızlı bir şekilde fincanı masaya koydu ve seslendi;
-Buyur beyim…
Bir anda gözlerini açtı, Eline sağlık, zahmet verdik, sen ne halden anlayan birisi imişsin, iyi ki varsın, otur bakalım şöyle, anlat bakalım ne zamandır burada çalışıyorsun, bekleyenin var mı ? yoksa şu yakında ışıkları yanan köyde mi oturuyorsun ? demek diye soracak diye bekledi ihtiyar adam ama bu yabancı sadece başı ile saol anlamında kafasını salladı, zaten konuşacak dermanı da yoktu ihtiyarın…

Yanı başında durdu, kahvesini bitirmesini bekledi, sonradan pişman oldu, bu yabancı üç yudumda dikti kafasına kahveyi, tabi telvesi de doldu ağzına, …en son suyundan bir yudum aldı yabancı, bir ara telefonu eline aldı, oynar gibi yaptı geri bıraktı…

İçince kahvesini ; -eyvallah dedi, kalktı aslında para falan alacağından değil, kamera taktırmıştı işyeri sahibi, bir sabah hepsini meydana dikip, bakın sizi buradan izliyorum bir yanlışınızı görmeyeyim diye sıkı sıkı tembih etmişti, kamerayı göstererek… aklı ermezdi böyle şeylere yaşlı adamın, onun için her saatte gelen tanrı misafiriydi ve her insan onun için değerliydi…cebinden çıkardığı parayı masanın kenarına bıraktı, yaşlı adam başı ile bereket versin anlamında selamladı onu, gözleri iyi görmediği için bakmadı yaşlı adam eline aldı kasaya koymak için içeri gitti, bu arada yabancının tesisin köpeğini sevdiğini gördü…

Sarıkız yaklaşık bir sene önce gelmişti tesise, yol kenarında bir araba ayağına çarpmış orada yatıp kalmıştı, yaşlı adam bir sabah tesise gelirken buldu onu, hemen tesisin arka tarafındaki metruk kulübeye götürüp ayağını sardı, süt verdi ve iyileştirdi onu…

Merhamet öyle bir şeydi ki, kimde ne kadar bulunacağı, nasıl ve ne zaman ortaya çıkacağı belli olmazdı, büyük bir çınar gibiydi merhamet, her dalı ayrı güzel…bazı şeyler anlatılmazdı, öyle görmüştü yaşlı adam annesinden, bir keresinde annesi ona; oğlum çiçek ve hayvan sevmeyen insanda sevmez demişti, hiç çıkmadı aklından bu söz..hep sevdi, o yüzden tesisin etrafını cennete çevirmişti bir yılda, söğütler dikmişti, güller , rengarenk çiçekler, belki de o yüzden bu kadar çok işliyordu bu köhne tesis…
Bu yabancı arabasına binip gitti, arkasından baktı yaşlı adam, hemen kapatıp gitmesi gerekiyordu, acele acele kapattı ışıkları, radyoyu kapıyı kilitledi ve evin yolunu tuttu…
4-YOLUN ORTASI-(GENÇ ADAM)

O gece nöbete kalmıştı genç adam, sabah nöbeti devir edip çıktı hastaneden, arabasına bindi, yorgundu gözleri kapanacaktı neredeyse…
Çok yoğun geçmişti o gece, aslında çoğu nöbet yoğun geçerdi acilde…buraya tayini çıktıktan sonra her şey daha farklı olmuştu, eski görev yerinde bu kadar yoğun değildi aslında, kendine daha çok zaman ayırıyor, sahile iniyor, yürüyüş yapıyor, daha çok kitap okuyabiliyordu…
Biraz üzüldü aslında bu duruma, ama sonra alıştı ve ettiği Hipokrat yeminine sadık bir şekilde görevine devam etti, boşuna mıydı ? Üniversitede çekilen onca sıkıntı, onca çaba tüm arkadaşları o sinema senin bu kafe benim gezerken o odaya kapanım vize ve finallere çalışırdı, sosyal hayatı yok denecek kadar azdı, ama sırf bir amaç için, işte sonunda doktor olmuştu, hayallerine kavuşmuştu, hiç gocunmuyordu bu duruma, severek çalışıyordu…
O gece kolu kırılan bir yaşlı teyze gelmişti önce, evde düşmüştü dengesini kaybedip, genç torunu ve kızı getirdi onu, hemen film çekti, ortopedi doktorunu aradı, görüşünü aldıktan sonra hemen alçıya alındı kolu yaşlı teyzenin, ağrı kesici birkaç iğne yapıldı, müşahede odasına alındı, gözlem için…
Tansiyonunu ölçtürmeye gelen bir amca, gözünün önü kararmıştı, hemen bir sandalyeye oturtuldu, hemşire tansiyonunu ölçtü, gerçekten yüksekti dil altı hapı verildi ve o amcada müşaade odasına alındı..
Gece geç saatte yanında kızı ile otuzlu yaşlarında bir bayan geldi, küçük kız eli ile boğazını tutuyor ;-anne acıyor, yutkununca diyordu…elini tutmuştu küçük kızın annesi ve çaresiz bir hali vardı…hemen çekmecesinden bir şeker çıkardı doktor, gülümsedi ve kıza verdi. Biraz sakinleşmişti çocuk, hemen boğazlarına baktı, kötü görünüyordu, muhtemelen faranjit olmuştu, ateşini ölçtü 38, 2 civarıydı, hemen acil servisteki ağrı kesici şuruplardan verdi bir kaşık…ve beklemesini söyledi ateş düşene kadar üzerindekilerini çıkarmasını… ve bir reçete yazdı, Antibiyotik ve ateş düşürücü şurup…
Ve tembih etti, ateş düşürücüleri dönüşümlü kullanın, ateşi takip edin, antibiyotiğe başlayın diye… ama içine sinmedi doktorun, bir şey vardı bu kadında, yalnızlığına mı üzüldü, çaresizliğine mi bilemedi…aklı takılı kaldı onda…belki telefonunu bile almayı düşündü ufaklığı sormak için, ama yapamadı…
Az sonra hemşire elinde sıcacık bir fincan kahve ile geldi doktor bey ister misiniz diye sordu ? malum gece uzun, uykusuz ve yorgun bir gece olacak…ama olsun önemli olan bir can kurtarmak ve bir yarayı sarmak…
Saatin farkına varmadı biraz uyumuştu, tam o sırada yaşlı, çok zayıf, esmer, yorgun yüzlü, ince parmaklı bir yaşlı amca koşarak odaya girdi, -‘ doktor bey kızım, kızım dedi, şekeri düşmüş, eve gittiğimde yerde yatar buldum, kasabadan birisi arabayla atıverdi bizi dedi. Stetoskop’ unu sehpanın üzerinden aldı, koşar adımlarla müşahede odasına girdi, hemen hemşireye seslendi, gerekli müdahaleyi yapıp, dışarıda oturmuş sigarasını içen yaşlı adamın yanına geldi, omzuna dokundu…merak etme kızın iyi dedi…teşekkür mahiyetinde başını salladı yaşlı adam, eve geç kalmış kızının şekerini ölçmekte geç kalmıştı, pişmanlık duydu biraz, üzüldü sigarasından bir nefes daha çekti…
Doktor göz ucu ile saate baktı, nöbet saati bitmek üzereydi, çok şükür kazasız belasız nöbetini bitirmişti, yorgun ama mutlu bir şekilde beyaz önlüğünü dolabına astı, herkese teşekkür edip yavaşça ayrıldı hastaneden, otoparka geldi, arabasına bindi ve yola koyuldu…fazla gitmemişti daha yaklaşık on on beş kilometre sonra nerdeyse yolun ortasında bir araba gördü, sabahın erken saatinde nerdeyse tam ortaya çekilmişti…
Hemen arabadan indi, dörtlüleri yaktı, koşarak arabanın yanına gitti, arabanın içinde orta yaşlı, orta boylu, bir adam uyuyakalmıştı ya da bayılmıştı, refleks ile çok şiddetli bir şekilde cama vurdu, adam cam sesi ile ve gözüne hafifçe vuran güneş ışığı ile birden uyandı hemen ne olduğunu anlamaya çalışarak yavaşça camı açtı. Doktor merakla sordu ;
-Bir sorun mu var, arabanız neredeyse yolun ortasında?
İki tarafına bakındı o adam , teşekkür etti ve özür diledi, hemen arabasını kenara çekti.
Doktor bir can daha kurtardığı için huzurlu bir şekilde arabasına bindi…
Geride hasta bir küçük kız, yorgun iki adam, ve birbirine farkında da olmadan bağlanan yaşamlar kaldı…

5-TESADÜFİ HAYATLAR –(YAZAR)
Aslında benim kimsenin hayatına karışmak, tekdüze ya da renkli giden yaşamını değiştirmek gibi bir niyetim yoktu…bence hayatta bir biri ile karşılaşan insanlar tamamen tesadüfen karşılaşmış ve bu hayatı yaşıyorlar, birbirleri ile iyi dost, iyi arkadaş, iki iyi eş ruh, iki sevgili yada tam tersi kötü arkadaş, kötü dost, anlaşamayan iki insan, ayrılan iki kişi sevgili ya da düşman oluyorlar…Sanırdım oysa öyle değilmiş yani her şey Ervahı Ezelde levh-i mahfuzda yani berzahta olup bitiyormuş, şöyle ki bizim bu ruhlarımız berzah aleminde dolaşıp dururken şu an dünyada çok iyi anlaştığımız insanlarla yada kişilerle karşılaşıyormuş, hani bazen olur birini görürsünüz başka bir şehirde, ya ben bunu bir yerde görmüştüm gibi olursunuz, işte o gördüğünüz yer taa ruhunuzun ilk şekil bulduğu yer… işte orada ne kadar çok muhabbet ettiğiniz kişi (ler) ile de ya çok iyi dost, arkadaş yada çok iyi anlaşan iki insan olursunuz, sevgili olursanız ona dersiniz ki ; sen benim eş ruhumsun…
İşte böyle yukarı da belki de bir biri ile hiç bağlantısı olmayan ama belki de birbirinin hayatlarını kurtaran insanların hikayesi var…
Nerde ? ne zaman ? başımıza ne geleceğini? Nerede ne yaşayacağımızı? asla bilemeyiz… hayatımıza hangi insanın nasıl dokunacağını, hayatımızı nasıl etkileyeceğini tahmin bile edemeyiz…bizim için belki çok önemsiz olan bir şey başkaları için belki çok önemlidir… ufak bir kırıntı bile belki bir şeyleri değiştirir, aynı kelebek etkisinde olduğu gibi…
İşte o yolun ortasında arabasındaki adam, benim sabahları kendime gelmek için gittiğim çay bahçesinde geldi karşı masama oturdu, ve tüm hikaye onun yorgun gözlerinin içinden çıktı…belki de devam eder o hikaye o adam arabasına binip gittiğinde…
Şimdi müsaadenizle kulaklığımı takıp bir parçada ben açayım kendime armağan edeyim;
Ervahı Ezelden levhi kalemden, levhi kalemden
Bu benim bahtımı kara yazmışlar
Bilirim güldürmez devri alemden
Birgünümüzü yüz bin zara yazmışlar
Bilirim güldürmez devri alemden
Birgünümüzü yüz bin zara yazmışlar
Dünyayı sevenler veli değildir, canım değildir
Canı terkedenler deli değildir
İnsanoğlu gamdan hali değildir
Her birini bir efkara yazmışlar
İnsanoğlu gamdan hali değildir
Her birini bir efkara yazmışlar
Nedir bu sevdanın nihayetinde, nihayetinde
Yadlar gezer yarın vilayetinde
Herkes diyarında muhabbetinde
Bilmem bizi ne civara yazmışlar
Herkes diyarında muhabbetinde
Bilmem bizi ne civara yazmışlar
Olaydım dünyada ikbali yaver, hey can yaver
El etsem…

İsmail Özabacı
Kayıt Tarihi : 10.4.2021 22:50:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

İsmail Özabacı