Bir kıyı kahvesinde, denizin ıssız mavisine dalarken bakışlarım;
bir yeri bir başka yerden ayıranın salt dil olmadığını hissettiren görüntülerle yüzleşiyordum bir an.
Önce bir renk alaşımı alıyor gözlerimi…
Sonrasında kar soğuğunda alazlanarak kavrulmuş yüzlerin kıpkızıl parıltısına takılıp kalıyorum…
Sarıp sarmaladığım, kokusunu tenimde benleştirdiğim bedeninin kıvrımlarında geziniyordum düşüncelerimde de…
Geçimsiz zamanlara dert olan bakışlardan kurtaramadım kendimi. Görmezden geldim sandılar. Bakmamışım demek ki, içteki yolculuktan alamamıştım kendimi. Sıkışıp kalmışlık değildi bu.
Avutucu zaman burada da çıkmıştı karşıma.
Sözel dünyanın izleri yansıtıcı olmuştur hep. Çünkü zamanın farklı yüzlerini görme yolculuğumda baktıklarım, bilincimde yer edenler, belleğimde taşıdıklarım zamanla birer taşıyıcı olarak gelip benimle buluştular.
Değişkenlik burcunda yaşarken bunu daha iyi görebiliyordum.
Suskundum…
Acıya gömülmüştüm.
Belleğimde sesinin çınıltısı vardı,
Konuşan oydu…
Söz savruntusundaydı.
Bir ben, bir sen, bir de sözcükler.
O benim ellerimdi, gözlerimdi.
Düşeyazmıştım ben onu, ufalmış, un ufak biri gibi baktım.
Solgun bir pencere önünde kar yağışını izler gibiydim onu düşünürken.
Sevdam! Dedim kan revan uykularda
Aşkımdı. Tanımadığımdı.
Bir sesle uyandım sabaha
Boşta bir yanım
Unutturmuştun kendini
Sanırdım ki, yalnızca ölümdür sonsuzluk
sesler büyürdü, yaprak hışırtıları, çıtırtılar çoğalırdı sessizliğin içinde...
çimenlerin üzerine yatardım.
Gökyüzünde o kadar çok yıldız olurdu ki,
ya da karanlıkda o kadar çok görünürlerdi:
Dünya kazara bir sallansa bir ışık yağmuru gibi üzerime döküleceklerini sanırdım.
Alıp götürüyor duygu atlasının, acının var olduğu iklime.
Benim gök gözlü servicanım,
Şimdi bilmelisin ki sözün okyanusuna açılıyoruz seninle.
Turna katarı olmuş sevinçlerimle kendimi ehlileştiriyorum.
Yani ayrılığı, özlemi, vuslatı yaşatan günleri hatırlamaktır bütün amacım.
Canımı esriten, geçiş barınakları bildiğim sevi odalarına uğruyorum önce.Yani acıyı, kavuşmayı yaşatan sözlere bağlanmaktır dileğim.
Geçip gideceğim yerdin, durup bakacağım ses, unutmayacağım gökyüzüydün bana.
Ağıttın her an anımsanan, dile, söze dökülen, düşlerime yalınkılıç giren, uykumu bölen.
Gecemi tarumar edendin. Yıldızsız geceydin, ışıksız ay, susuz çöl, kıyısız deniz, yazısız kitap, harsız ateştin bana.
Esip esip gelen arkadaşım rüzgardın; savuran kasırga, bendine çeken tufan…
Ey seherin yeli; bin sitem, yüz bin kasırga gelip geceni de dövse; dönüp bakıyorum sana.
Esen yel, yağan yağmur, tutan kırağı gibi bakıyorum şimdi sana. Uzaktan yapayalnız.
Şimdi anladım ki; avutucu bir zamanın eşiğindeyim. Sözlerimi sakındım, edemedim düşlere salınanları…
Gün kapandı, duygular sündü.
Ben yazmaya verdim kendimi.
Tıpkı bugünkü gibi.
Ama o zaman eşiğindeydim her şeyin.
Şimdiyse içindeyim zamanın. Burada, benim sarsılmaz sığınağım olan bu evde bu bahçede önce toprak gelir aklınıza, sonra rüzgarı…
Benim hikayem kalan izlerdir;
kapanmış yara izleri, anılar, davranışlar,
çılgın gülüşler, şımartılmış düşler, sevecenlik bir tören,
belki de aynı zamanda sıradanlık!
Benim hikayem,
sürmekte olan şimdiki zaman,
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!