Sözcüklere sığınarak yaşamın ötesindeyim şimdi.
Yalnızca ezgiler avutabiliyor beni.
Derin, içli, içimizdeki ağunun gamını dile getiren,
Hayata bakma biçimlerimizi değiştiren ezgiler…
Çıkıp gökyüzüne baktığım anlarda, bana sonsuzluğun dilini anlatan renklere tutulduğumu anımsıyorum şimdi.
Ben Yalnızlığı duvarın dibine çekip
Alnına bir kurşun sıkmak isterdim.
Ağlar mıydınız ardı sıra tüm yalnızlar...
Göğe bakmadan, yeşil örtüyü görmeden
Dokunmadan toprağa.
Durduğumuz yeri dünyanın merkezi sanarak
Günü karşılıyoruz o kadar.
Alışkanlıklarımız yönlendiriyor bizi
Artılar eksilerle işimiz çoğunlukla.
Ayrılık ve özlemi,
Gitmeyi ve kavuşmayı,
Sevmeyi ve unutmayı
Bize anlatan türküler kadar bu alt üst oluşun, gidip gelmelerin simgesi sayılan türküler, acının içimize nasıl yerleştiğini de anlatır hep.
Çocukluğun düş yorumcusu kesildiğim günden beri, ıssızlığın, yalnızlığın diliyle buluşurum bir anda.
Dedemin ölmeden önce bana verdiği ‘’Serkisof’’ marka bir cep saati…
Bunu seninle keşfettim, anlamadın hiç.
Sustun sana doğru yürüdükçe.
Keşfettikçe, gidilen dönülen yolları,
Çıkmaz sokaklara sürdün beni.
Bakışlarını yabancılaştırdın
Başka sesler, başka sözler atlasın oldu.
Arayışın dili, özleyişin sureti, acının rengiyle buluştular.
Üç yol uğrağında gelip durdular gene.
Birine ayrılık,
ötekine yoksunluk,
diğerine de ölüm…
uzaklaştıkça yakınlaştıklarına baktılar bir bir.
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!