Yüzyıllar mı oldu sana iki kelam yazmayalı yoksa asırlar mı oldu bilemiyorum. Burada zaman kavramını yitirdim artık. Ne günler umurumda nede aylar ve yıllar. Kendimi bırakmışım zaman mevhumunun kollarına. Nereye götürürse gidiyor, ne işkence münasip görürse çekiyorum artık. Çünkü hiçbir şey koymuyor sensizlik kadar.
Dedim ya zaman kavramını yitirdim. Ne kadar süre geçti bilmiyorum beni buraya kapattıklarından beri. Küçücük bir oda dört metreye üç metre güya. Oysa dışarıdaki koca dünyanın yanında buğday tanesi kadar kalıyor. Burası küf kokuyor, burası nem kokuyor, burası sensizlik kokuyor ben’tanem.
Hücrede benden başka 2 kişi daha var.Biri Necmettin dede. Bir kaza eseri oğlunu vurmuş kırk yedi yaşında. Otuz yıl vermişler on iki yıl evvel. Daha geride koskoca on sekiz senesi var. Diğeri ise Emin isminde 19 yaşında bir genç. Kan davası yüzünden üç kişiyi öldürmüş. Önce idam vermiş hakim sonra müebbet olmuş cezası. Ben mi? Benim dört duvar arasında olmama gerek yok aslında. Ben her yanı açık, püfür püfür boğaz esintisi olan bir kırda olsam da yine mahkumum. Ben yüreğimden kelepçeliyim sana ve aşkıma. Suçumsa çok büyük aslında seni sevmek, sana bağlanmak, sana tapmak, sana KADINIM demek, senin ADAMIN olmak.
Hücrenin küçük bir penceresi var dört parmaklıklı. Son zamanlarda nemden ve rüzgardan pas tutmaya başladı sensiz her günde törpülenen ömrüme inat. Hücre penceresine bir serçe dadandı ben’tanem. Ve ben onunla dertleşiyorum, seni soruyorum ona, şimdi nerede neler yapıyor, beni düşünüyor mu beni soruyor mu sana diyorum. Kimse anlamıyor benden başka onun dilini. Bana her gün senden haberler getiriyor. Bense sadece yemeklerden arttırdığım birkaç parça ekmek kırıntısı. Görüyorsun değil mi adaletsizliğini dünyanın. Birkaç ekmek kırıntısına karşılık dünyaya bedel birkaç havadis. Ama sanırım yanılıyorum o birkaç ekmek kırıntısı da onun için çok önemli sanırım.
Sıkıyor burası beni, boğuluyorum. Her ne kadar bir süredir sıkıntımı hafifletmek için sana şiirler, mektuplar yazıp bildiğim en son adresine göndersem de ne kadarının eline ulaştığı bilemiyorum.
Belki senden uzaklaştığımı, belki de senden sıkılıp seni terk ettiğimi sanıyorsun. Oysa bilmiyorsun ki! Beni aldıklarında güzel saatlerin verdiği rehavetle düş bahçelerinde çiçekler deriyordun sen. Ben ise gözlerim açık, sigaramın dumanında seninle ilgili gelecek düşleri kurarken apansız yakalandım kaçınılmaz gerçeğe. Oysa bilmeliydim beni sana, seni bana yar etmeyeceklerini, oysa bilmeliydim seni benden uzaklara fırlatıp, beni senden habersiz dört duvara atacaklarını.
Şimdi insanlık kim bilir kaçıncı baharda ve biz kaçıncı hazandayız bilmiyorum. Birlikte sarmaş dolaş olduğumuz tepelerde papatyalar yine açıyor mu her bahar? El ele gezdiğimiz o parkta ağaçlar yine yapraklarını savuruyor mu kış rüzgarlarında?
Satarken güllerini,
Alırken alın terini.
Yırtıktı elbisesi,
Ayağında terliği.