Aynaya bak dediğimizde, gidip cam aynada suratına bakıyorsun, dünden bu yana ne değişebilirdi suratında? Orada kendi suratımızı değil kendimiz gibi olmayanları görebilmeliyiz. Kendimiz gibi olmayanlarla yüzleşebilmeliyiz. Yani tek boyutlu cam değil bakmanızı istediğimiz. İnsanlardaki derinlik…
Berberin koltuğunda otururken mayışırsınız. Her iş bittikten sonra berber tecrübelerine dayanarak, sizin isteklerinizi yüzünüzden okumuştur. Yaşlısınız, saçlarınız, bıyıklarınız kırlaşmıştır… Bundan rahatsızlığınız yüzünüze yansımış, ama bunu belirtecek cesaretiniz yoktur. Berberle daha içli dışlı değilseniz, kulağınıza eğilip yavaşça ‘’başka bir isteğiniz var mı? ’’ diye sorar. Anlarsınız ki, saçı boyayalım mı? Bıyıkları boyayalım mı? diye
sormaktadır. İsteklerinizin yerine gelmesi sizin cesaretinize kalmıştır. Ya da sessizliğiniz onayladığınızı gösteriyor, ama siz bunu açık yüreklilikle söyleyemiyorsunuz…
Sizin cesur olmadığınızı berber bile anlamıştır. Hemen ikinci hamleyi yapar, saçlar, bıyıklar sizi yaşlı gösteriyor. Siz aslında gençsiniz. Bu size haksızlık, bak şimdi nasıl da değişeceksiniz diye, başlar işine… Mazeretiniz hazırdır. Sizin suçunuz yok. Suçlu berberdir.
Boyayı o sürmüştür ve sonra değiştirmek zor olduğu için öyle kalmıştır. Dalga geçecek olanlara karşı günah keçisi olarak berber size kefil olmuştur. Sorumluluk onundur. Siz artık hem başka berbere gitmezsiniz, hem de berbere ‘’kızarsınız’’, hatta küfür etme hakkınız bile vardır. İçiniz ister, dışınız reddedermiş gibi görünürsünüz. İçinizde bir suçluluk duygusunu da hissedersiniz, ama bir bakarsınız, oradaki koltukta oturanların çoğu da sizin gibi… Hem istemezmiş gibi görünüp, hem berbere boyun eğer. Kişilik zayıf olunca çoğunluk rol oynamaya başlar hayatınızda… O an için karşınızdaki berber sizden güçlüdür. Sizin konumunuz, kariyeriniz, rütbeniz ne olursa olsun…
İşte o an içeri berberin dalgacı arkadaşı girer. Herkesin yüzüne aynadan baktıktan sonra, ve boyama işlerinin en yoğun olduğu sırada, birkaç da tanıdık yüz görünce, şeytanlık yapmak ister.
- Ne bu sessizlik yahu? Yanlışlıkla müşterilerin dilini mi kestin, diye samimi
olduğu berbere çıkışır, berber gülümseyerek işine devam eder. Bu sessizliği hep ben bozmak zorunda mıyım, diye devam eder. ‘’Hadi sizlere bir hikaye anlatayım.’’ Der ve başlar.
Bi tarihte, ünlü bir ressam varmış, ünü bütün dünyayı sarmış, kralların kraliçelerin resmini yapmaya başlamış, ünlülerin resmini yaptıkça ünü daha da artmış… Bu ressamın ününü duyan Afrikalı zenci Kral bir gün ressamı davet etmiş, kendi resmini yapmasını istemiş. Ressamla zaman ve ücret konusunda anlaşmışlar. Gün gelmiş ressam işe başlamış, bir… İki… üç… günler ilerliyormuş… ressam kralın portresini yapıyor, bu arada da kralın huzursuzluğunu yüzünden okuyormuş, bir şey söyleyecek diye zaman zaman gözlerine bakıyormuş… Ama kraldan ses çıkmıyormuş.
Artık tablonun sonuna yaklaşırken, Ressam ‘’Nasıl buluyorsunuz efendim, beğeniyor musunuz? ’’ diye sormuş. Atölyede ve yakınlarında hiç kimse olmadığı halde, Kral yavaşça ‘’çok güzel çok beğendim ama, şu yüzümü beyaza boyar mısınız? Diye acı acı sormuş…
Berberin koltuklarındaki herkes gülmeye başlamış, sessizlik de böylece bozulmuş…
Her ağızdan ayrı ayrı, zenci kralla dalga geçen farklı sözler sıralanmış…
Ünlü ressam nasıl olunur? O kadar çok resim yapan var ki… neden ünlüler bu kadar az?
Ünlü ressam resmini yaptığı şeyin içini okuyabilen ve bunları yaptığı resimde yansıtabilendir.
Başkalarının göremediğini görebilendir. Gördüklerini olduğu gibi yansıtabilendir. Acılarıyla, sevinçleriyle, korkularıyla, düşünceleriyle… o ressamın yaptığı resimden, o kişinin ne düşündüğünü, ne yapabileceğini, iyiliklerini, kötülüklerini, neşesini, kederini, faydalı veya zararlı olabileceği hakkında kanaat edinebilirsiniz… Ne yapmış, ne yapabilir anlayabilirsiniz…
İşte böyle hepimiz, balığın deryadan habersiz olduğu gibi yaşayıp gidiyoruz.
Başkalarının olumsuzlarına gülerken, kendi durumumuz aklımıza bile gelmez.
Empati yapmak, kendimizle hesaplaşmak, kendimizi değiştirmek gibi bir alışkanlığımız yoktur. En doğru biz, en haklı biz… Dolayısıyla herkes bizi dinlemeli bize uymalı…
Aynaya hep berberin aynasından bakıyoruz. Bir türlü aynada kendimiz gibi olmayanlarla yüzleşemiyoruz.
İzmir’de hiç istenmeyen bir olay yaşandı Pazar günü, yoldan geçen DTP konvoyuna MHP liler tarafından saldıranlar oldu. Saldıranları hiç suçlayan yok! Ama Başkanlarını karşılayan DTP’liler suçlanıyor.
Haberleri ve yorumları okudukça saldırıya yalnızca MHP saldırısı demek de çok güç, belli ki devletin sivil ve resmi güçleri de, işin ardında sağlam duruyor. Medya yine yangına körükle gitme yarışında…
Hiç kimse de sormuyor, Bu şehirde, CHP; MHP, BBP, AKP sıradan bütün partiler başkanlarını karşıladı. Hepsi de belediye ve devlet imkanlarını kullanarak bütün şehri süslediler, bütün duvarlar afişlerle donatıldı, trafik aksadı, hiç kimsenin onları suçlu bulduğunu duymadık. Hiç kimse onlara bu hakkı nereden bulduğunu sormadı da DTP
olunca neden bu tepkiler? İkiyüzlülük neden? Neden bu partinin yasal bir parti olduğu unutuluyor?
Bayramlar kuzuları yüzmekle bayram olmaz, kendimizle yüzleşmekle bayramlara kavuşabiliriz. Umarım bu bayramın bayram olabilmesi için herkes biraz kendisiyle yüzleşme fırsatı bulur.
Kendisi olamayanlar her zaman başkalarının esiri olmaktan kurtulamaz. Özgür olamayanın bayramı da olmaz.
Kendimizle yüzleşip kendimiz olalım ve kendi bayramımızı kutlayalım.
Kayıt Tarihi : 25.11.2009 23:05:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!