Ayaklarının ucunda
Göğümde vurulup düştüğümden beri
Nasıl konuşulur, hangi dil avuçlarının arasına alır kurtarır beni
Hangi adres avucunun sıcaklığı bilmiyorum
Mevsimlerden sen, benim içim buz
Tam bir yıl sonra bugün aynı yere tekrar varıyor dünya
Benim kaç kere dönmem lazım yokluğunda sana varabilmek için
Ay daha ne kadar parlamalı geceleri seni bulabilmek için
Uzay bizi kandırıyor güzelim
Boş umutlar dağıtıyor gelişine
Ya da oda bir daha olmayacağını kabullenemiyor
Ağacın gölgesinde vurdular
Unutmuştum bir şeyleri
Olması gerekenler ya cebimde ya omzumda
Ama unutmuştum bir şeyleri
Unutkanlığımdan vurdular
2015 kasım ayında askerlik görevim için Adana’dan Erzincan’a yola koyuldum. Acemilik ve usta birliği görevimi Erzincan da kısa dönem olarak yaptım. Turgut’un Tomris’ine ‘’alır başını Erzincan’a giderim seni düşünmek için’’ dediği topraklardaydım. Doğduğum topraklardan, portakal çiceği kokan memleketimden 26 yıl boyunca günü birlik gezmeler dışında hiç ayrılmamıştım. O yüzden Erzincan’ın soğuna alışmam hastalıklardan başımı kaldırmam tam üç ayımı aldı fakat hastalıklar kadar ömür boyu unutulmayacak anılarda biriktirdim. Sayısız asker arkadaşım oldu, sayısız dert, sayısız sevinç paylaştık 180 gün boyunca..
Acemiliği bitirip usta birliğine geçtiğimde tertibim Nurullah ve ben nizamiyeye görevlendirildik. Dediğim gibi çok sayıda arkadaşım olmuştu ama Nurullah farklıydı. Osmaniyeli, 27 yaşında, uzun boylu, kır saçlı bir arkadaştı. 9 sene önce Ankara’da tanıştığı Gözde’yle gelmeden önce nikahlanmış fakat düğünü teskere sonrasına bırakmıştı.
Nurullah ile ben 13 saat turnike denilen nizamiye kısmında oturur, sohbet eder, şiir yazar birbirimize okurduk. Ben senin acını bir nebze olsun hafifletmek için yazardım, o eşi Gözde’ye iyi kötü karalar bunları birbirimizle paylaşmaktan mutluluk duyardık.
Kimseye söyleyemediğim bir şeyi söyleyecektim sana
Büyümeden kalabilseydik çocukluğumuzda
Hayat bu kadar acımasız olmasaydı boyumuz uzayınca
Devir etmeseydik oyuncaklarımızı gelecek nesile
Mesai bitimi kapı çalınca baba diye koşmalarımızı bırakmasaydık başka umutlara
Kimseye söylemediğim bir şeyi söyleyecektim sana
Üniversiteden sonra neredeyse her hafta huzurevine gider oradaki yaşlılarla ilgilenir, sohbet ederdim...
Çocukluğumdan beri ilginç gelmiştir bana huzurevleri. Çocukları bu insanları niye buraya bırakır ya da onlar burayı niye tercih eder anlamıyordum bence dünyanın en garip yerleriydi.
Nermin Teyze, Ali Dayı... Hepsiyle samimi olmuştum, Ali Dayı’nın her hafta en sevdiği çikolataları getiriyor, Nermin Teyzeye dikiş dergilerini alıyordum. Hepsinin vardı hikayesi bazısını ucundan, bazısını baştan sona dinledim ama hiç yaklaşamadığım sürekli susan, akvaryumun önünde balıkları besleyip tüm gün onları izleyen Haydar Amca vardı bir de, onu hiç dinlemedim, hikayesini bilmiyordum. Diğer yaşlılarla ara sıra dedikodusunu yapar onlardan bir şey öğrenmeye çalışırdım ama nafile...
Her şey birbirine o kadar benziyor ki
Atılan kurşunları ayıramıyorum başına taç yapmaya yeltendiğim papatyalardan
Başka bir dünya
Sevgi yanında duruyor kinin
Barış sloganlarımız sokaklarda savaş çığırtkanlığına dönüşüyor
Her yerimiz kan, sen revan
Gidişler zordur kiminin hem bedeni hem kendi gider adımlaya başladığında yolu, kiminin sadece bedeni, kiminin sadece kendi. Zordur gidişler ama kimisi gitmek istediği için gider kimisi zorunlu. 
Ben bir kere adımladım ışıkları yanmayan, güllerle değil dikenlerle kaplı o yolu. Kolum kendi kolumdan tuttu. Bir karga çığlığı, bir kurt uluması gitme dedi ama asıl sesi duymadım.
Gitmeye başlandığında bir yerden ve bir beden gidişiyse sadece bu tekbaşınalığın yolculuğu. Önce ayağın gidiyor, aklın gidiyor kalbin ayaklanıyor ulan dalağın bile gidiyorda sen kalıyorsun geride.
Mevsim yazdan kışa dönüyor
Afrikalı adamın saçları beyazlıyor
Aniden büyüyor bir bebek
Tarih yeniden yazılıyor
Adolflar, Stalinler doğmamış
Hiç keşfedilmemiş Amerika
Kasvetli, mutsuz eski bir mahalleydi bizimkisi. Üstelik klasik! camda dedikodu yapan ablalar, sokakta top oynayan çocukları azarlayan yaşlı, huysuz teyzeler ve kahvehaneden dışarı çıkmayan erkek takımı..
Mahallenin bulunduğu ilçemizin şehire uzaklığı tam 45 dakikaydı. Bizim gençliğin gezeceği, takılacağı bir yerde yoktu. Tek iyi yanı tüm sokaklarımız küçük bi sahile çıkıyordu.
Konya’ya okumaya gittiğimde uzak kaldım bizim eski, mutsuz mahalleden. 2012 yazı üniversitenin ilk senesi bitmiş, memleket hasretiyle koşa koşa dönmüştüm. Bizim çocukları bulur, hasret gideririz umuduylada ilk kahvehaneye ayak basmıştım fakat Necati Abi’den başka kimse yoktu. Sandalyeyi çekip yanına oturdum kitap okuyordu, ‘’Merhaba abi’’ dedim gözlüğünün üstünden bana baktı ‘’Merhaba oğul’’ dedi ve başka tek kelime konuşmadı benimle..



Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!