“Hayat acıt beni, acıt ki şiire bulaşayım” diyen ve hayatın içinden aldığı her duyguyu dize dize şiire yatıran bir şair bu haftaki konuğumuz. Ahmet Erdem ile hayatından, şiirlerinden, kitabından, dünyadan konuştuk…
"Ben
İstanbul’un
İstanbul, Boğaz’ın sırtında.
Bir kızıllık çekip alıyor gözbebeklerimi
Akşam
Gündüz ile öpüşüyor
Güneş
Denize düşen yarım karpuz
Denizde kor, suda güneş
Su da
Buz mu buz."
Dikene inat gülü sevmedim lafını asla duyamayacağımız bir şair Ahmet Erdem. Onunla rahatlıkla uzun uzadıya saatlerce sohbet edebilirsiniz. Konu her şey olabilir. Kişileri incitmeden, kimseyi üzmeden, kişi ayırt etmeksizin olduğu gibi kabul ederek karşısındakini, çocukla çocuk, büyükle büyük olabilecek kadar geniş bir yüreğe sahip. Sakin, sabırlı, duyarlı yapısı ile dikkat çeken bir yanı var. Hayatın yükünü sırtlanmış ve onu hiç üşenmeden taşıyan, yoruldum demeyen bir emekçi. Şiir diyorum bana şöyle sesleniyor; sanatların en asilidir, öyle ki beni en iyi tanıyan şey yine şiirdir ve ben şiiri tarif ederken; "içimi tersyüz eden asi, beni ele veren köstebek" diye tarif ederim. Ben şiirin insanın maskelerden arınıp kendi olabildiği, olağanüstü zaman dilimi olarak görmekteyim.
“Kışa inat
yeşil mayalanırdı
gözlerimdeki derinlikte.
Avuçlarım bahtiyar
dünden hatıra kalan
serçe yüreğini okşamaktan.
Dudaklarım,
ayrılık arifesindeki
emanet öpüşten sarhoş hâlâ.”
Bir şairden bahsediyoruz. Akşamın alacasında, sabahın ilk ışığında eline aldığı bir parça kâğıda dalga geçer gibi, hayata gülümser gibi, gidenlere ağlar gibi, ayrılıklara küfreder gibi, aşka susar gibi, yalnızlığına dokunur gibi, birkaç satır, birkaç dize illaki yazar. Şiir yazmanın zamanı var mıdır desem şair olağanüstü zamandan bahsedecektir ve diyecektir ki; “olağanüstü zamandaki kastım, şiir yazarken insanların boyut değiştirdiğini, aynadaki dokunulmayan ama gerçek görüntü gibi yazarı daha derinden izleme anı olarak düşünüyorum”
“Ödünç alınan
Bahar yaşadığım
Dışarıdaki zemheriye inat
İçimdeki ateşi körükler rüzgar…”
İMGESİ-NEM kitabından seçiyorum ara dizeleri. Bir şairi anlamak için şiirleri arasında dolaşmak lâzım. 2006 yılında İm-Sanat Yayınları tarafından TSY Başkanı Sayın Enver Ercan’ın katkıları ile çıkartılmış bir şiir kitabı. Şair diyor ki; 48 yaşındayım ve 30 yıl öncesine kadar hayal bile edemeyeceğim güzellikte bir kitap olduğunu düşünüyorum. Beni onore eden bir kitap. Bunu söylemekten kastının kitabı elinize aldığınızda gerek kapaktaki fotoğraflar, gerek dizaynı, gerek kâğıt kalitesi fark ediliyor. Bunlar kitap çıkartırken önemli unsurlar. 48 yaşında Ahmet Erdem şiir yazmaya 12 yaşında başlamış. 2. Cumhurbaşkanımız İnönü’nün 1973 Aralık ayında ölümü üzerine ilk şiirimi yazdığımda ortaokul 1.sınıfa gidiyordum diyor. Yıllardır şiire yaslanarak ilerleyen adımlarıyla, yaşadıklarını, dostlarını, geçmişi unutmamasıyla hazinesini geniş tutan biri. Şiirlerinde anlatmaktan, dinletmekten çok düşündürmeyi seven bir tarafı var. İçindeki şiirlere gelince buna elbette ki okuyucu karar verecek ancak aradan üç yıl geçti ve bu gelişmekte olan bir şair için çok uzun bir süreç. Şimdi olsa aynı şiirleri kitaba koysam bile mutlaka değiştireceğim hatta hiç koymayacağım dizelerde olduğunu ifade etmeden geçemeyeceğim. Yine de erken çıkardım diye düşünmüyorum, aksine iyi ki çıkardım dediğim bir kitap benim için.
“Arala
bir kez daha arala gözlerini
kiraz ayında, çağla rengi dudakların
saçların bugün daha yumuşak,
boğazındaki şu hırıltı
beni ürkütüyor Anne!..”
Hayatın içinden her dize beni etkilemiştir. Onca gerçeğin içinden cımbızla çekilmeyecek kadar açık seçiktir şiir. Ama okurken öyle böyle değil dağıtan, oradan oraya savuran, çekimine kapılıp paramparça kaldığınız yerler olacaktır, sancısını yüreğinizde hissedip dalıp dalıp gitmeyen yoktur sanıyorum. Dikkat ederseniz benim şiirlerim gürül gürül akan şiirler değildir, bir kaç adımdan sonra durup düşündüren ve tekrar yürümeye başlatan şiirlerdir diyor şair. Ben de diyorum ki. Şiirler o kadar güzel tarif ediyor ki kendini, aslında kitabın sayfalarında dolaşırken anlıyorsunuz. Hiç beklemediğiniz an’da tüm korkular tanıdık, yalnızlık bize yabancı, annemiz nefes kadar yakın, o çocukluğumuzdaki düş hepsi ele geçirilmiş tutsak gibi… Sarılıp kalıyorsunuz. Çıkmak istemeyi kim ister ki konumuz şiir olunca. Tanık oluyorsunuz sonra birdenbire hayatına. Çünkü “Şiir yolculuğunda beslendiğim yer beni ben yapan en büyük etkendir” diyor.
“Çocuk aklımla
Sorgular bulur
İçten içe gülerdim
Her namaz sonrası
Dilinde şahadet
Başucunda Kur’an okunarak
Ölümü yatakta isteyen
Anneme.”
Tokat’ın Reşadiye’sine bağlı Nebişeyh köyünde 8 yaşında yetim kaldığımda benden üç büyük üç tanede küçük olmak üzere 7 kardeştik. 1949 yılında yapılan ilkokulumuzdan 1976 yılında ortaokul mezunu olan 4 kişiyim. 27 yılda sadece üç tane ortaokul mezunu veren bir köy düşündüğünüzde ne kadar geri kalmış bir köy olduğunu daha iyi anlayabiliriz. Köyümde ilk kravat takanlardan biriyim
Köyümde türkü dışında müzik dinleyen ilk kişilerden biriyim. Sadece ortaokulu değil tabiri caizse biz rençber olmaya mahkûm değiliz diyenlerden biriyim. Hayatım kendi köyüme örnek kişi olma telaşında geçti, bir değişikliği ilk uygulayan kişi olmak geri kalmış toplumlarda çok zordur ve ben bu zorlu yolda budanmaya, engellenmeye, çelmelenmeye çalışıldıkça kendi kişiliğimi geliştirdim.
Birçokları için sıradan olan bu çaba benim şartlarımdaki biri için çok zordu, herkes yaşının gereğini yaşarken ben özelde ailemi daha refah seviyesi yüksek bir duruma nasıl getirmenin uğraşının yanı sıra, köyümün geri kalmışlığının kabuğunu kırmaya uğraşıyorum. Ne mutlu ki bütün hedeflerim gerçekleşti ve şimdi benim köyüm belde statüsünde ve şimdiki çocuklarında ailelerinin de ilk hedefi üniversiteyi kazanmak. Bunları sağlarken yaşımın gereği hiçbir şeyi yeterince yaşayamadım, şiiri de ihmal ettim ve o günlerden içimde ukde kalan çocukluğu, gençliği, coşkuyu, aşkı ve en çokta aşka aşık olma hali benim şiir yolculuğumda beslendiğim en büyük alanlar oldu.
Kısaca şairlerin acılardan ve yokluktan beslendiğini, bunun en belirgin örneğinin de bende şekillendiğini ifade edebilirim.
“Yanlış anlaşılır Nil
Kalleş dillerin ucunda!..
Canlı biriyle özdeşleştirilmesi
Anlatışımın naçarlığından
Ve yetersizliğinden i mgelerimin…
İçimi acıtır, incitir gururumu
Habersiz söylenenler NİL…”
Şiirde i mge. Başlıbaşına ele alınacak bir konu. Üstesinden gelebilmeye başladığımız ve sıkça şiirlerimizi, dizelerimizi süslediğimiz i mge. Ahmet Erdem’e soruyorum. Yenilikçi şiirlere bakarsak artık hepten i mge var ve birçoğuna göre anlaşılmaz, birçoğuna göre gereksiz. Değerlendirmelerde ise “ bilinmezliklere neden kucak açıyoruz”, “bize bulmaca çözdürmesinler açık olsunlar” diyen benim bildiğim onlarca kişi var. Hem ayrıca şiir manadan uzaklaşıyor mu? Bu konuda bize neler söyleyeceksiniz dedim. Hiç tereddütsüz açık ve net, çok yerinde bir cevap geldi.
İmge bir şiir için mana ve sesten sonraki en önemli şey diye düşünüyorum, Şiirimsi dizeleri herkes yazabilir, i mgeyle şiiri zenginleştirmedikçe şiir sığlıktan kurtulamaz. Zaten şair açıklayan değil söyleyip geçen olduğuna göre, i mge burada daha da önem kazanıyor. Çünkü i mge her okuyucuya algısına göre bakış açısı sunmasını sağlıyor ki, bu da şiiri zenginleştiriyor demektir. İşte şiiri şiirimsi dizelerden ayrı kılan i mgedir.
Bir de yenilikçi şairlerin şiiri manadan uzaklaştırdıklarına dair öngörüye cevap vermek isterim ki bu kesinlikle doğru değildir. Nasıl ki doktorların, arkeologların ya da diğer mesleklerin kendi arasında kullanılan ve ancak o konuyu bilenlerin anlayabildiği dil varsa şiirinde bir üst dili vardır. Bu kısaca şu demek: i mgelerle ya da soyut ifadelerle zenginleşen içeriği, her okuyucu bilgisi ve algısı dahilinde alacaktır, şiir dili yetersiz olanlar bu zenginliği fark edemeyecek hatta manasızlık olarak değerlendirecek. Ki bu doğru bir yaklaşım değildir.
“Bir aşka tek şiir yazılır da
Bir şiir birçok aşkı anlatılır
Vuslat yaşanmadıkça
Tamamlayamaz şair.
Tamamlanmışsa şiir
Ya kendi ölmüştür
Ya da aşkı bitmiştir şairin
Bu yüzden yarımdır
Benim şiirim…”
Edebiyatın şiir alanında eserler vermeye devam eden Ahmet Erdem kendini bu konuda şöyle açıklıyor; öykü dinletilerine katılıyorum ama şiirin büyüleyiciliğini bulamadığım için bir öyküyü dinlerken bile, bunu bir şair nasıl anlatırdı diye düşünürken buluyorum kendimi. Kısaca öykü ve denemelerimde var ama şiir benim için en çok kendim olduğum an ve o anı doya doya yaşamak istediğim için diğer edebiyat dallarına yoğunlaşamıyorum…
“Yaz, yirmi iki Kasım’ı
Yıldızlara ve göğe
Deliydim, kirliydim
Kar yağdı da temizlendim
Oku, yazılmamış
Sendeki kitabı oku
Gözlerini keşfettik hayatın
Mucidi biziz zamanı durdurmanın
Emsali var mı
Mesafeyi yok saymanın?”
Önceleri “ durdurun bu dünyayı güneşi öpeceğim ” şiiri üzerine çok takılı kalmıştım. Dünyaya çelme takmayı sevdiğimden belki, sıcacık içten ve bir çocuk kadar yaramaz bir anlatım gibi geldi bana. “ Kokumu kokunla aşıla” demek ne güzeldir. İstanbul semalarında sevdiğinin yüzünü görmek sonra… Şair 2003 yılında Sabit İnce Edebiyat Ödülüne layık bulundu. Kendi dilinden anlatsın istiyorum. Evet, Sabit İnce Hocayı tanımıyordum, ismini duymuştum ama Antalya’da Güllük Dergisinin düzenlediği bir etkinlik vardı o yıl, daha sonra bu etkinlik geleneksel oldu. 2003 yılında ben de davetli olarak katılmıştım, katılan şairlerin birer şiiri Antalyalıların yoğun olarak yaşadığı birkaç yerde sergileniyordu. “ Güneşi Öpeceğim” şiirine “Sabit İnce Edebiyat Ödülü” verildiğini orada duydum ve ödülümü de şair Sabit İncenin elinden aldım. Sanırım Güneşi Öpen ilk şair olduğum için verildi.
“Busenle göz gözeyim İstanbul semalarında
Uzanıp öpeceğim güneşi, durdurun şu dünyayı”
Kitabı alıp okuyanlar varsa farkına varmışlardır. Tarih yanında bir kısmında İstanbul, bir kısmında da Avrasya yazıyor. Neden böyle dediğimde İstanbul yazdığım şiirler, dışarıda yazdığım şiirlerdir yani açık mekanlarda, Avrasya yazdığım şiirler ise dört duvar arasında yazdığım şiirledir. Çünkü bakarsan sadece gözlerinin gördüğü yeri anlatırsın ama düşünürsen hayal ettiğin yeri, dolayısı ile düşünmek bakmaktan,izlemekten daha kucaklayıcıdır sonucu çıkar . Dışarıda her birinin özü olmak varken ve dokunabilmek, gerçeğini yakalamak varken dört duvar hapsi ile dışarısı arasındaki fark yadırganmayacak kadar önemli aslında. Çoğu zaman kendimizi kapatıp özellikle internette yaptığımız edebiyat kadar tanıtabiliyoruz. Ya da sanal yoldan şiirler yayınlayıp ayaklarımızın üstünde durmaya çalışıyoruz. Şaire sordum bu teknoloji nereye gidiyor edebiyat alanında.
Birçokları tarafından hakir görülen ve şiir çöplüğü olarak lanse edilen antoloji, sevgiküpü ve edebiyat defteri gibi sitelerin şiiri gerçek manada sevenler için bir şans olduğunu düşünmekteyim,
Tek kaçınılması gereken şey internete kapanıp kalmak ve yazılı edebiyatımızı ihmal etmektir ki ben hem burada kendimi ifada ederken Varlık, Yasak Meyve, Şair Çıkmazı, Hayal Dergisi ve Alaz gibi ciddi dergileri sürekli takip ediyorum.
Kısaca beslendiğim alanları, başta Yunus Emre ve Karacaoğlan olmak üzere Nazım Hikmet, Ahmet Haşim, Necip Fazıl Kısakürek, Cahit Külebi gibi edebiyatımız çınarların yanı sıra, yaşayan ikinci yeniciler de, takip ettiğim edebiyatçılar kooperatifi, şair çıkmazı, İm-Sanat Kültür ve Edebiyat Derneği beslendiğim kaynaklardır.
Bu yolculukta beni eleştiri ve teşvikleri ile destekleyen Dr. Asım Yapıcı, Oğuzkan Bölükbaşı, Mim Kemal Ertuğrul, Emine Ömer, Osman Velioğlu, İsmail Cem Doğru, Ayşenur Yazıcı, Ayşe Keskin, Naime Erlaçin ve bana güvenerek onurlandıran Cengiz Ekrem Teymur ’un azımsanmayacak kadar büyük emekleri olduğunu ifade etmeden geçemem.
İnternette olmanın kitaba bir katkısı var mı? Yani edebiyat sitelerinde bulunmak, etkinlikleri anında takip etmek, haberdar olmak, kendi aktivitelerini duyurmak şimdi çok daha kolay. Kitaba etkisi var mı?
Kitap hakkında Zaman Kitap, Şair Çıkmazı, Yeni Şafak, Sabah Gazetesi kitap eki, Ada Dergisinde incelemeler çıktığı halde, ne yazık ki internette edebiyat ortamındakiler netten başını kaldırıp kitap okumaya fırsat bulamadıklarından olacak fazla rağbet göstermiyorlar. Bu yalnız benim başıma gelen bir şansızlık değil. Net ortamlarının kitabın satışına bir katkısı ne yazık ki olmuyor, zaten net ortamıyla tatmin olanlar yani yazılı edebiyatı takip etmeyenlerin şairliğini geliştiremeyeceklerine dair tespitimi de her yerde ifada ediyorum. Bu konuda çok samimi olduğumun bilinmesini isterim.
Kitap çalışmalarında da bunları gözönüne almak lâzım. Çünkü çoğu zaman kitabevlerine gittiğimde hiç adını nette duymadığım isimlerle de karşılaştığım oluyor. O koku o sayfa sayfa dokundukça içimize işleyen her kelime benim için çok daha değerli. Hocalarımdan biri her defasında bana kitap tavsiye eder ve ne olur internette sanal ortamda şiir okuma, kitap okuma diye uyarır. Ben çok canım sıkılır ve yanıma kitap almamışsam e-book’lara baktığım oluyor ama çok nadir. Şairin kaygısı ile orta bir çizgide yakalıyoruz birbirimizi.
Şiir adım adım büyüyor şair için, hem öğrence hem bunu uygulamaya dökme konusunda. Her geçen gün kendini daha çok zaman ayırma, yaşamın her geçen gün farklı bir yanını tanımanın etkisi elbette var. Şiirlerin üzerinden zaman geçince bu kaygılarda olmak mümkün, hızla yerleşen bir tutku, hızla büyüyen ve her nereye bakarsak bakalım, nerede okursak okuyalım başka bir coşkusu var şiirlerin. En büyük güzelliği yazılı birer metine dönüşmesidir. Siz bunu başaran birisisiniz. Şiiri ciddiye alan ve kendini yenileyen eksiğini görebilecek kadar ve bunu açık açık söyleşimizde bahsedecek kadar büyük birisisiniz.
Yeni kitap için bir tarih var mı? En azından şimdilik bunu öğrenelim.
Hakkımdaki düşünceleriniz için teşekkür ederim, Evet zaten şiiri bir dağ olarak düşünürsek onun eteklerine yapışan tırmalayan birer tırtılız, En azından ben kendimi öyle görüyorum, Kelebek olduğumuzdaki ben. Bunun şiiri seven biri için bir ütopya olarak görüyorum. Çünkü ütopyalar aslında kavuşmama üzerine yaratılır, şiir dağının zirvesine çıkmak bir şairin kaleminin tükendiği andır. Tırtıl olarak yazım hayatım boyunca hep kozamı örmeye çalışmanın gerekliliğine inanıyorum.
Bulunduğum meslek itibari ile günlük hayatta düşündüğüm her şeyi ifade edebilmem mümkün değil. Oysa şiirlerimde i mgelerimin büyük bir çoğunluğu söyleyemediklerimi üstü kapalı ifade etme çabam söz konusudur. Bunu ne kadar başarabildim bilmiyorum ama çocuklarıma onurlu bir isim bırakarak sanattan kazanımımın ben öldükten sonra daha çok hissedileceğine inanıyorum.
İkinci kitap çalışmam hazır, sadece ismi konusunda bir tereddütüm var ki onu da sanırım 2009’un mayıs ayında şiir severlerle süpriz bir şekilde paylaşacağım.
Şiir olsun, öykü olsun, roman olsun hangi edebiyat alanında olursa olsun Türkiye’de yazarak para kazanmak çok zor ve bir meslek olarak hâlâ görülmüyor nedense. Yayınlanan kitapların okunma oranlarına bakılırsa da tatmin etmiyor kimseyi yeterli değil. Eğitimliyiz kültürlüyüz diyoruz ve tüm net ortamında ahkâm kesip duruyoruz.. Sizce yayınları takip etmeden eline kitap alıp okumayan bir gençlikten gelecekteki edebiyatımızı nasıl gördüğünüzü merak ediyorum…
Bu yalnız bizim sorunumuz değil, çağımız maalesef bayramlaşmaların, yılbaşı kartlarının, düğünlerin, doğum günlerinin bile teknoloji kutlamalarla sanallaştığı bir çağ. Bu bizim olduğu kadar bütün dünyanın yitirilen değerleri, ancak biz millet olarak vur deyince öldüren bir milletiz. Gösterişi çok seven bir altyapımız var. Bu bizde daha belirgin hissediliyor. Kitap kokusunun yerini hiçbir şey tutar mı, size ters gelen yerlerin, büyüleyen, hayal kırıklığı yaratan, sizi sarsan sözcüklerin altını çizmenin zevkini almayanlar ancak ahkâm kesmekle kendi kendilerini tatmin edecekler. Gençliğin birinci sorunu okumaktan çok dil erozyonu bence, türkçemiz tarihinde hiç olmadığı kadar dejenere ediliyor ve eğitimcilerimizin, düşünürlerimizin, sosyologlarımızın bu konudaki çabası kesinlikle yetersiz. Bu kadar yabancılaşan bir gençlikten edebiyatımız adına aşırı derecede karamsarım ve bunun hiç yazılı edebiyatımızdan tutunda günlük konuşmaya, resmi yazışmalara kadar hatta ve hatta dükkan tabelalarına kadar gözden geçirilmeli diye düşünüyorum. Bunun da yolu vatandaşlık şuuru, eğitim ve aydınlanma.
Peki Türkiye’nin gidişatını nasıl buluyorsunuz?
Ben 70’li yılların ikinci yarısından sonra İstanbul Üniversitesi camiasında geçirdim. O yılları düşününce bugünler beni daha umut var ediyor. Türkiye kabuk değiştiriyor bütün kurumları ile böyle, doğrusu okuyucular katılmayabilir ama ben yarınlardan her zamankinden daha umutluyum.
Yeter ki ırkı ve dinsel farklılıkları körükleyenlere engel olalım.
“Konuşmak var şimdi
Susmalarla haykırmak gözlerinle
Hamak kurmak var
Güneşten aya
Doğar ay yüzlü çocuklar
Tutabilsek
Birer ucundan
Gökkuşağını…”
Her akşam televizyon kanallarında haberlerde istemediğimiz görüntülere şahit oluyoruz . Dünyanın dört bir yanından savaş çığlıkları duyuyoruz. Ne diyeceksiniz bu konuda?
Dünya artık eskisi kadar büyük değil. Teknoloji sayesinde dünyanın neresinde bir olumsuzluk varsa anında bütün dünyayı etkiliyor. Bu dünyanın bir bireyi olarak elbette ki olumlu ya da olumsuz etkileniyoruz ama ne yazık ki çocukluğumuzdan bu güne hep olumsuz etkilere maruz kalıyoruz. Bu kadar kanın aktığı, mazlumların ezildiği bir dünyada insan olarak mutlu olmamız da mümkün değil. Hele buna bir de şair duyarlılığı etkilenince çocuklarımıza bırakacağımız mirasın korku, gözyaşı ve sağlıksız bir gelecek bırakmak için var gücümüzle çalıştığımızda bir gerçek. İnsan olarak duyarlılığımızı yitirdiğimizi düşünüyorum.
Bu çağda özellikle bizim coğrafyamızda yaşayıp toplumsal dinamikleri harekete geçirmeye çalışmayan şairin gerçek manada şair olabildiklerini de düşünemiyorum. Şairler aynı zamanda kronolojik bir tarih yazmasalar da tarihe en etkili şerhi düşen aydınlar olduğuna inanıyorum. Suya sabuna dokunmamak bir şaire yakışan duruş değildir, şair hem suya dokunacak hem sabuna gerekirse dünyanın öbür ucunda yanan ateşi yüreğinde hissedecek hassas kişiliği gerektirir.
Daha savaşsız bir dünya, gelir dağılımın daha adil bölüşüldüğü, kültür armonisinin birbirine tahakküm değil birbirini zenginleştirdiğine inanan bir Türkiye Vatandaşı, daha çok okuyan bir Türkiye gençliği, ülkemizin topraklarında kavgasız ve renkli bir halk, çağımızın müspet ilimleri ve güzel sanatları ile donanımlı bir gençlik düşlediğimi herkesin bilmesini istiyorum.
Kaç saat sürdü bilmiyorum. Düşlerden, gerçeklerden, hayattan, kitaplardan, aşktan, sevdiğimiz şairlerden, emek harcayanlardan, beğendiğimiz şiirlerden, çocuklardan, geçmişten, uzaktan, yakından, dokunabildiğimiz, dokunamadığımız her şeyden doya doya bahsettik. Hepsini buraya sığdırmam çok zor. İmgesi-neM şiir kitabındaki sırlardan hiç bahsetmeyeceğim. Sadece iyi hissettiğim İmge-sinem şeklinde sinemize yaklaşan ve kaçmayan i mgeleri bulabileceğimiz eşsiz bir kitap keyfiydi okumaya doyamadığım. Bana zaman ayırıp, bana katlanıp, hiç çekinmeden yüreğini ortaya koyan sevgili şair Ahmet Erdem’e şahsınızda çok teşekkür ediyorum.
Son sözleri kendisine bıraktım. Ardından su dökeceğim yollarına yeni kitabını kucaklayıp hemen gelsin diye .)
Dünyaya bir daha gelsem ilkokuldan itibaren edebiyatçı olmak üzere eğitimimi yönlendirmek isterdim ve özellikle çok daha genç yaşlarda şiir atölyelerini aşındırırdım. Çocuklar aslında şanslı en azından internet diye ellerinin alında büyük bir olanak var. Bütün sıkıntı ve maddi getirisi olmamasına rağmen şiirle uğraşan biri olmanın bana manevi olarak kazındırdıklarını ne söylersem söyleyeyim ifade edebileceğimi sanmıyorum, çünkü şiir benim için PANZEHİR’dir, duruştur, kişiliğin donanımlı halidir, sanatların en asilidir ve asil olmayan kişiye şair elbisesi asla yakışmaz. Umarım önce dağıtım sorunu aşılır kitaplarımız dağıtımcılar tarafından kitapçıya ulaştırılır. Sonra da kitapçılar şiir raflarını genişletirler ve daha fazla şiir kitabına yer verirler. Son olarak da net dünyasının şiir sevdalıları, kitaptan şiir okumanın o doyulmaz hazzını tadarlar.
“Hayat acıt beni, acıt ki şiire bulaşayım”
Sesimizi duyanlara selam olsun…
Saygımla.
BanuKalyoncu
Ahmet Erdem
Kayıt Tarihi : 31.3.2023 23:24:00
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
![Ahmet Erdem](https://www.antoloji.com/i/siir/2023/03/31/banu-kalyoncu-ahmet-erdem-soylesisi.jpg)
Dr. İrfan Yılmaz. Bodrum.
daim olması dileğimle, Banu hanım ve sizi tebrik ediyorum üstâdım...
Güzel bir yazı söyleşiydi. Banu Kalyoncu'nun emeğine sağlık.
Hep şiirle...
Kendini pek anlatamaz zaten...
Onu,
Ya okurları,
Ya da edebiyat çevreleri tanır, tanıtır...
Şanslıysa,
Eser verir, okunur, tanınır "hayatta" iken,
Değilse,
Gidince....
Şanslılardansınız Ahmet Bey,
Başarı dileklerimle...
TÜM YORUMLAR (10)