İnsanları birbirine düşüren ve toplum hayatını karıştıran en kötü huylardan biriside yalandır. Yalan, gerçek olanın veya doğru bildiğinin aksini söylemektir. İslam dini yalanı şiddetle yasaklamış ve haram kılmıştır. Yalanla münafıklık öz kardeş gibidirler. Peygamber efendimiz münafık olan kişileri sayarken”yalan söyleyenler, verdiği sözü tutmayanlar ve emanete hıyanet edenleri”münafık olarak tanımlar. Dil ile şahadet kelimesini veya kelime-i tevhidi söylediği hâlde, kalbi söylediğini tasdik etmeyen ve inanmayan kimseye münafık denir. İnsanların inkâr bakımından en tehlikelisi münafıklardır. Onlar yalancıdırlar, imanları sözlerindedir, kalplerinde değil. Dünyaya ait bir menfaatlerinden veya benzeri başka maksatlardan dolayı Müslüman gözükürler. Hiç bir Müslüman da yalancılık özelliği beklenmez. Çünkü Müslüman insan bilirki; yapacağı hatalardan dolayı Allah’a hesap verecektir. Peygamber efendimiz “Yalan söylemeyi ve yalan yere şahitlik yapmayı en büyük günahlardan sayar”
Yalan söyleyen kişi ilk önce kendi kişiliğini tahrip eder. Bu kişilerin çevrelerinde saygınlığı kalmaz. Yalancılar, insanlar arasında kavgalara ve huzursuzluklara yol açarlar. Toplum ve kişiler arasında huzurun ve asayişin bozulmasına neden olurlar. Yani münafıklık ederek ortalığı karıştırırlar. Eğer yalan söz başkaları hakkında ise onların günahlarını da alırlar. Yalan söyleyen kişiler bir yalanı örtebilmek için peş peşine yalanları söylemeden hiç çekinmezler.
Yalan söyleyen kişilerde mutlaka bir kişilik bozukluğu vardır. Çünkü yalan söyleyenler hem kendisine hem de karşıdakilere saygı göstermezler. Yalan söyleyen kişilerde aşağılık kompleksi mutlaka vardır. Bu aşağılık kompleksini yalan ve dolanlarla örtmeye çalışırlar. Ama bir atasözümüzde”Yalancının mumu yatsıya kadar yanar”der. Yine “yalancının evi yanmış kimse inanmamış” Atasözümüzde yalan olayının sonuçlarını çok güzel bir şekilde ortaya koyar. Yalan söyleyen kişilerden her türlü kötülük beklenir, kesinlikle yalan söyleyen insanlardan uzak durmamız gerekmektedir. Yine “Yılandan korkmam yalandan korktuğum kadar” Atasözü de toplumumuzun yalana bakışının bir göstergesidir. Ama günümüzde insanlar yalan konusunda o kadar profesyonel oldular ki gerçekle yalanı birbirinden ayıramaz duruma geldik. Öyle ki bazı insanlar söyledikler yalanlara kendileri bile inanmaya başlamışlardır. Bazı insanların yalanla yaşamak bir hayat tarzı haline gelmiştir. Yalanı doğuran en önemli etkenlerden birsi aşağılık kompleksi diğeri de inançlardaki zayıflamalardır. Yalan söyleyen insanlar kendilerini kandırırlar ama çevrelerinde tahrip edip giderler.
Onun için çocuklarımızla iyi diyoloğlar kurup, ısrarcı bir şekilde sorular yöneltmeyerek çocukları yalana sürüklenmekten alıkoyabiliriz. Anne babalar kesinlikle çocuklarının yanında yalana başvurmamalı, onları yalana alıştırmamalıdır. üç konuda yalan söylenebilir: Kişinin rızasını sağlamak için eşine yalanı; harpte söylenecek yalan; İki Müslüman'ı barıştırmak niyetiyle söylenen yalan.'dışında kesinlikle yalana hayatımızda yer vermemeliyiz.
Çocuklarımızı haramdan korur, onlara yalan söylenecek örneklerden sakınırsak, Çevre, toplum, aile ve çocuğun fıtratının da desteği ile çocuklarımızı yalandan uzaklaştırabiliriz. Yalan hastalığının ve benzeri hastalıkların tedavisi, nefsi terbiyede, onu kirleten küfür, cehalet, kötü duygular, yanlış inançlar, fena huylar gibi kötü şeylerden temizleyip, iman, ilim, irfan, iyiliksever duygular, güzel ilâhi ahlâk, takva özellikleriyle donatarak, ilâhi tecellilere açık hale getirmede yatar.
Kendimizle barışık, bu dünyada ve gelecek dünyada huzurlu yaşamak istiyorsak, insanları birbirine düşüren fitne ve münafık olmak istemiyorsak, toplum içinde belli bir yerimizin olmasını istiyorsak yalandan mutlaka uzak kalmalıyız. Gerçek bir inanır olmak insanlardaki yalan hastalığının sonu olacaktır sanıyorum.
..
SEVGİLİLER GÜNÜ KUTLU OLSUN
14.02.2012
Sevgililer günü bir gün olmuyor
Sevgililer günü kutlu olsun canlar
Anlaşamazsanız huzur kalmıyor
..
Çayın diğer tüm zamanlardan daha leziz olduğu anlar vardır, günün olur olmaz saatlerinde el yordamıyla yaktığınız onca sigara bir yana, çayın çok leziz olduğu anlarda yakılan sigarayı hep ayrı tutarsın bir kenarda. Çayım çok güzel, (hadi burada sigaranda söz etmeyelim, çoluğa çocuğu özendirmenin manası yok) penceremden odama dolan gün ışığı simitle peynir tadında. Bir yanım giyinip hazırlanış alıp başını gitmek istiyor, sudan sabundan bahanelerim bile var, bir yanım otur diyor, otur yaz Allah’ın belası, çoktandır bi halt yediğin yok.
Çoğumuz biliriz ki, başka birini kendimizden çok sevmek düpe düz ahmaklıdır, yinede severiz, sevmek daha ilk adımda incinmeyi göze almak demektir, kimi seversen sev mutlaka incitir, hatta bunu komşu kızı oğlu diye sınırlamanın da manası yok. Kendi kızını bile çok sevmeyeceksin, seveceksin de o kadar çok değil. Birden bire çıkıp gidecek hayatından, birden bire zemheride paltosuz dışarıda kalmış gibi titreyeceksin. Kimi iş dönüşü akşamlarından seni kapı aralığında karşılayıp, şöyle birazda şımarık bir tavırla sarılıp öpmeyecek seni, beğendiği bir pantolonu aldırmak için gözlerinin içi parlayarak “babacım” demeyecek. Oysa ne isterse almışındır gücün yettiği oranda ama seversin sen onun böyle gelip kedi gibi sokulmasını. Gün gelir çeker gider ve artık hiçbir zaman beğendiği hiçbir pantolondan ötürü öpülmeyeceksindir. İşte o anda orda üstüne çöreklenen kederi jiletle kazısan çıkmaz, zaten bütün babalar da kızları gittikten sonra yaşlanmaya başlar, birden bire o çöküş süreci, her bayram elini öpmeye geldiğinde daha da yaşlanmışındır. Sonra bir sabah sokağında bir fısıltı başlar, şehrin en ücra köşelerinde, hiçte umurunda olmadığın insanları bile sarsar “yapma be, demek öyle ha”…
Hiç kimseyi çok sevmeyeceksin, çok fena halde aşık olduğun kadını veya adamı bile, bir yanın hep hazır olmalı onsuzluğa, bir yanın kendi içine dönük ve dimdik ayakta durmalı her an, onun çekip gidişine. Gelmişse eğer gitme ihtimalide vardır, hadi kaldı diyelim, zaman zaman hiç beklenmedik anlarda, hatta sen dalmışsın en sevdiğin şarkıyı dinliyorsun, böğrüne bir çuvaldız batar, yanında hediyesi birde yorgan iğnesi. Bunu mutlaka yapar, aşık olduğun adamda yapar, kadında yapar, kızın da yapar, bir tek anneler konusunda büyük konuşmam. Tanrı anneye yavrunsun canını acıtma yeteneği vermemiş galiba, anne yapsa yapsa kendi canını yakar.
Hadi birazcıkta sevinelim, bu kadar yara açtık, sarmak lazım demi? Canın yanması güzeldir aslında, yani canın yanıyorsa, yani birden bire beyninden kalbine ulaşan sinyaller, sonra birden bire seyri değişen nefes alışverişlerin, yahu eğer biri canını acıtıyorsa yaşadığındandır, yaşamak güzlese ki şüphe yok, ne yapalım acıtıyorlar işte. Hem de hiçbir maksattı olmayan günün en saf en temiz en tehlikesiz bir anında, yani adımını atmışsın ayağının altında bir mayın patlaması gibi. Hemde öyle ki, patlayan şey bir tek sana zarar veriyor, ayakkabına bile ilişmiyor, gömleğin az biraz kan, toprak yine eskisi gibi yağmur yağdığında kokuyor, bahar geldiğinde sağından solundan gelincikler fışkırıyor, bir tek senin canın yanmıyor, fakat ne hikmetse bunu senden başka bilen yok.
Kadınlar durur dururken bir bunalım nüfus edince kendini kuaförde bulurmuş ya, yada ne bileyim şehrin en görkemli mağazasına dalıp, kocanın kredi kartını kurşuna dizerlermiş, böyle söylentiler duymuştum, oluyormuş yani, iyide bana ne oluyordu peki, tut ki zekine hanım boş bulundu etti böyle bir laf, tut ki suçunda var sabit üstelik, hem de “Melehat’i sandala attığın” görüntülenmiş, Orhan Veli hesabı, hadi değil ama diyelim haklıda, neden alışveriş dürtüsü ha, içimde gizli bir Münevver varda omu zuhur etmekte, Allah kahretsin…
..
Kelimenin aslı eski farca’dan gelir.’’Yeni gün’’ anlamındadır. Nevruz geleneği,15.000 yıl öncesine dayanır. Avcılıktan yerleşik hayata geçişi temsil eder. Hayatın, dört mevsimle yakından ilgisi vardır. Soğuk kış şartlarından bahara geçişle birlikte bolluk ve bereket ortaya çıkar. Bu bolluk ve bereket toprağın uyanışı ve tabiatın canlanışıdır. Canlılık hayatı temsil eder. Bereket ise, canlının yaşayabilme imkânlarını artırır. Dolayısıyla bu gün bir sevinç ve mutluluk günüdür.
Nevruz, Orta Asya’dan Balkanlardaki Milletlere kadar Kutlana gelmiştir. Genelde bütün Milletlerde Tabiatın ve çevrenin uyanışını sembolize eder. Yani Havalar ısınır, karlar erir, ağaçlar çiçeklenmeye, toprak yeşermeye, göçmen kuşlar yuvalarına dönmeye başlarlar.
Orta Asya da Nevruz, bayramlarda geleneksel olarak pişirilen buğdaydan yapılmış bir tatlının adıdır.21 Mart önemli bir gündür. Çünkü bugün, gece ve gündüzler eşitlenir. Bu baharın başlangıcıdır.
Bahar bayramının yanı sıra Türk Kültüründe Nevruz günü bir kurtuluş günü olarak ta kutlanır. Çünkü Türklerin Ergenekon’dan çıkışının yani demirden dağı eritip çıkmalarının, Türklerin esaretten kurtulmalarının bayramıdır. Orta Asya Türk toplulukları ve Balkan Toplulukları bu geleneğin günümüze kadar yaşamalarını sağlamışlardır.
Türk kavimleri tarafından M.Ö8.yüzyıldan günümüze kadar, her yıl 21 Mart’ta bu bayram kutlanır. Anadolu Beylikleri, Eski Mısır, İran, Safevi, Sasani, Moğollar, Selçuklular ve Osmanlılarda bu günü Bayram olarak kutlamışlardır. Hatta Osmanlılarda özel olarak hazırlanan Nevruziye adlı Macun O dönemden kalan bir kültür olarak günümüzde hala devam etmektedir. Her yıl Mart ayının 21. günü Manisa ilimizde Mesir macunu şenlikleri yapılmakta ve bahar bayramı coşkulu bir şekilde kutlanmaktadır.
Türkiye’de geleneksel olarak kutlanan Bahar şenlikleri 1995 yılı itibarıyla Resmi bayram olarak kabul edilmiş ve her yıl 21 Mart günü itibarıyla bahar bayramı olarak kutlanmaktadır. Atatürk diyor ki 'Bilelim ki, kendi benliğine sahip olamayan milletler başka milletlerin şikârıdır', yani yaşayamaz. O yüzden, yine, Atatürk der ki, 'Gençlerimize, çocuklarımıza görecekleri eğitimin hududu ne olursa olsun en evvel ve hersey’den evvel kendi geleneklerine, millî ananelerine ve Türkiye'nin bağımsızlığına düşman olan unsurlarla mücadele etmek lüzumu öğretilmelidir.'
Atatürk’ün Bu sözünden de anlaşılacağı üzere kendi örf, gelenek ve adetlerimizi yaşatarak, milletimizle mutlulukları paylaşarak yeni nevruzlara diyorum.
..
Babalar nasıl ölür
Nasıl ölür anneler
Minicik yavrularını terk eder
Yaralarsan acır her yarım
Unuturum terk edildiğimi
Hep kanat bir yerlerimi
Her gün bir yerlerimi kes
..
-Doktrin- Dünyada ve Antoloji.Comda ilk kez
Günümüzdeki
Dünyayı
Kazandıkları
Karanlık paralarla
Ultramodern
..
sus anne sus...
sakın söyleme..
şimdi baban olsaydı deme..
şehit eşisin sen dik tut başını
kurban olayım dökme yaşını
babamla kalmayacak inan
ben de şehit olacağım ben de
..
--0001-Baba Perisi-0001-Turkish -01
Biliyormusun...
Baba Perisi.....
Tüm güzel şeyler, senin olsun..
Tüm kötülükler, senden uzak olsun..
..
Yirminci yüzyılın sonlarında ve peşi sıra gelen yirmibirinci yüzyılda teknolojik gelişmeler baş döndürücü bir hızla ilerler iken yaşantımızda da derin izler bırakıyor, hayatımızı baştan sona etkiliyor. Bunların en başında da bilgisayar ve İnternet kullanımı geliyor haliyle... Yirmi birinci yüzyıla değişik isimlendirmeler veriyor insanoğlu... Kimi Bilişim Çağı diyor, kimi Uzay Çağı, kimi Bilgisayar Çağı... Bakıyorum şöyle insanlığa ve insanoğluna pek de aslında icat edilecek bir şey kalmadı gibi alet edevat açısından düşünecek olursak. Her ne kadar bazı hastalıkların kesin tedavisi (kanser gibi, Alzheimer gibi, AİDS gibi) bulunamamış ise de insanlık bu hastalıklara çare bulmak için var gücü ile çalışıyor, çırpınıyor. Eminim ki eninde sonunda hastalıklarında üstesinden gelinecek bilimsel buluşlar sayesinde...
Bilişim ve bilgisayar çağı da dedik ya, yaşadığımız yirmi birinci yüzyıla, bilişim, o kadar geniş bir kavram ki aklınıza gelebilecek bir çok şey bilişimin konusu içinde yer alıyor haliyle. Bilgisayar, İnternet ve sosyal medyada bunların en başlıcalarından. Günümüz Türkiye'sinde ve diğer gelişmiş/gelişmekte olan ülkelerde bilgisayar ve sosyal medyayı kullanmayan insanlar nerede ise yok denecek kadar az. Bir de çoğu zaman, sosyal medya kullanıcıları tarafından küçümseniyorlar çeşitli ortamlarda. ''Aaa sizin daha fecebook'unuz yok mu? '' Ya da ''Bu gün Twitter kullanmayan insan olur mu hiç, nasıl olmaz sizin, anlamış değilim.'' İşte böyle durumlar. Sanki siz ananızın karnından twitter ya da face ile mi doğdunuz?
..
Ağır acılarda nedense diller duruyor,
Yazılanlar damla olamıyorlar denizde,
Düşün ki o kara toprakların altında,
Şimdi ne taze fidanlar devrilmiş uyuyor.
Ne yangınlar yükselmiş kor olmuş yüreklerde,
Ne analar babalar kanlar akıtıyor özlerine,
..
Bir yanda "Vatan" hainleri
Bir yanda "Vatan" için ölümü bile göze alanlar...
Bir yanda "HALKINI" soyanlar
Bir yanda karnı doydukça göz oyanlar
Bir yanda yokluk ve savaşlar
Bir yanda entrika ve yalanlar
Bir yanda evine ekmek götürmeye çalışan babalar
..
Analar baş tacıdır... Baş yasa ANAYASA
Anaların işi zor BABA KUVVET olmasa...
Kurnaz siyaset,ana,yufka yürekli diye
Çıkarına yasalar etmek ister hediye...
Kana uygun yasayı Anayasa kucaklar
..
Cuma içtima günü
Hakka ittiba günü
Kötü olan yollardan
Cuma imtina günü
..
10 Ocak, ‘Çalışan Gazeteciler Günü’
Çalışan gazetecileri hatırlama günü
Çalışma zamanı belli olmayan
Bugün, çalışan gazetecilerin günü
Kendi gününde bile çalışır gazeteci
Gazeteci, halkın işiten kulağı
..
Anneler çocuğundan aşkı için vazgeçer!
Babalar acı çekmesin diye oğullarını vurur!
Cevahirler, onsekizliklerle otel odasında,
Fadimeler, samanlıkta başkasıyla basılır.
Emanet sahipleri, emanetlerini korumaz
Komşu tavuğunun kaz görüldüğü zamanda,
Nasrettin hoca '' hanım sende haklısın'' der.
..
Bu gece inancının yeşerdiği bir gece
Bu gece Mevlaya yalvarma günü
Bu gece rüyalara dalma günü
Bu gece alemlere çıkma günü
Bu gece anaları babaları görme günü
Bu gece bedenini temizleme günü
Bu gece gönül alma günü
..
Cumalar barış günü
Hayırda yarış günü
Yüceler yücesine
Kulun yalvarış günü
..
Dünü irdeleyip dünü konuşan,
Bu günü unutur günü yaşamaz.
Hatalar arayıp boşa tartışan,
Bu günü unutur günü yaşamaz,
Hoş görü olmazsa kusur çoğalır,
Şeytan önde gider dostluk dağılır,
..
Sevgililer günü bir güne sığmaz,
Bizim için her gün sevgili günü.
Güneş bile yılda bir kere doğmaz,
Bizim için her gün sevgili günü.
Sadece laf olsun diye övmeyiz,
Bir gün bakıp diğer günler savmayız.
..