Aşkın ete kemiğe bürünmüş hâliyle,
Hiç beklemediğim bir anda kapımı çaldın.
Gökyüzümü rüzgârınla çatırdattı,
Genzimi kavuran tuzlu bakışların.
İliklerime kadar ürperdim,
Bir rüyadan uyanır gibi.
Tutabilir misin kelimelerimi ellerinle,
Bir alın yazısını yazar gibi?
Kızgın bir demirle yarama basar gibi,
Parmaklarımdan kirpiklerime yayıldın.
"Git artık, git!" diye tekrarlama;
İzi şakaklarımda durur hâlâ beş parmağının.
Gölge yüzünde,
Can kafesim alev alıyor.
Issız bir tren istasyonu,
Duvarı taştan bir hapishane gibi bana sarılıyor.
Korkmaz mısın Allah’tan?
Sen misin beni yediren içiren?
Soluğum tıkanıyor;
Sen misin beni öldüren, sonra da dirilten?
Yüzünün sadakası olan çizgilerin,
Bakışlarıma yerleşti.
Aynamın kırık parçaları,
Hasreti tuzla buz etti.
Bedenimi saran
Aşk acısını ne alabilir ki?
Çarmıhına gerildi aşk-ı memnun,
Bir yuva kurma hissindeki.
Ne oldu da, vahiy mi geldi ki,
Yardın kalbimi Musa’nın asasıyla?
Her bölümü koca koca lav oldu;
İnsanların diriltilecekleri o günkü gibi yaktın müptela.
Ardında pesin sıra bıraktığın her iz,
Küllerinden doğan sahte bir imzaymış.
Koparıp attığın zülfün telinden,
Yeni bir kader yazmak artık imkânsızmış.
1 Ağustos 2024 / Perşembe / Ankara
Halil KumcuKayıt Tarihi : 26.2.2025 10:42:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
"Sevda, bazen bir yaraya tuz basmak gibidir; acıtır ama vazgeçilmez." "Sevdanın külü bile savrulmaz rüzgâra, eğer yürekte hâlâ bir kıvılcım varsa."
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!