Aşırı uçlar birbirini besler.
Hayat faaliyettir, canlı cansız bütün mevcudat hareket halindedir.
Hassas bir sarkaç düşünelim (+) ve (-) uçlara inceden salınan bu sarkacı kutuplardan birine uygulanan bir çekim etkisiyle hızlandırmak mümkün. Sarkaç hangi uca ne kadar gitmiş ise diğer uca gitme enerjisi de o nispette olacaktır.
İnsanların hayatlarında da buna benzer hareketlilik devamlı oluyor. Çokları kendi hayatını “Eski halim-yeni halim” şeklinde anlatır. Bazı insanların hayatı daha çalkantılı olabilir. İnsan hayatında köklü değişiklikleri sağlayan bu hareketler eski zamanlarda daha yavaş, hatta bir ömürde sadece bir defa olurken; (Belki de Mevlana’nın “Hamdım, piştim, yandım” şeklinde tarif ettiği değişim) günümüzde o kadar tutarsızlaşmış ki geceki hali ile sabahki hali birbirini tutmaz olmuş günümüz insanının. Her şeyin sürat kazandığı günümüzde, fikirler de çok çabuk yön değiştirir olmuş. İnsanların bu nedenle birbirine güveni kalmamış, verilen sözler çok çabuk değişiyor, eski uzun soluklu aşklar da yerini günü birlik beraberliklere terk ediyor. Çağa ayak uydur/ama/mak o kadar da kolay olmuyor. Aslında değişimi başaramamanın neticesidir görünen istikrarsızlık. Yani değişim ile tutarsızlık aynı şey değil. Âşık Veysel’in gündüz-gece istikrarla gittiği uzun, ince yolda günümüz insanı aynı azim ve kararlılıkla gidemiyor.
İnsanların bu tutarsız hali topluma da aynen yansıyor, Toplumsal meyiller çok çabuk değiştiğinden istikrar da sağlanamıyor. Küçük menfaatler ve ürkütmelerin tesiriyle kolayca yönlendirilebilen bir topluluğun hangi yönde olduğunun da bir değeri kalmıyor. Toplum devamlı olarak karşı hareketin enerjisini yüklüyor. Kısır döngüye giriyor, iç hesaplaşmalar bitmek bilmiyor, bu nedenle zayıf düşüyor. Küçük hedeflerle ve hesaplarla kocaman Milletleri oyalamak mümkün olabiliyor.
Şimdi toplumumuzun düştüğü bu acınacak istikrarsızlık ve kısır döngü halinden kurtulması için ne yapılabilir? Gelişim için değişim gerekir, bu değişim ise tutarlı ve özgür düşüncenin oluşumuna açık olmalı. İşte aklı olan veya aklına güvenenlerin lüzumsuz çekişmeleri bırakıp bu konuda ciddi çaba harcaması gerekir diyorum.
Aşk işareti ile doğanlar yaşarken dünyaya talip olmazlar...Bilirler ki ne isteseler,neyi ansalar,ne kazansalar aşkın dışında hiçbir şey avutmaz onları,teselli etmez...Gönüllü sürgündür onlar...Gizliden gizliye hissederler bunu...Sonsuz bir ışıktan kopup gelmişlerdir geldikleri yere...Kopup geldikleri ışığa inançları ne kadar büyükse,içlerinde ki acı da o kadar derindir...Bu acı hatırlatır onlara kopup geldikleri yeri...Bu acı hatırlatır onlara kim olduklarını ve niye varolduklarını...
Kalplerinde aşk işaretiyle doğsa da bazı günler yorulur insan karşılıksız sevgilerinden...Yorulur kendisini anlatamamaktan...Sevgilim der,sevgilim der,ama,sevgilim dediği yanında değildir,bilir...Bazı günler insan soluksuz kalır,içindeki sevgili olmasa bile karşısındakine deliler gibi sarılır...O olmadığını bile bile sonsuz bir umutsuzlukla sarılır...İnsan soluksuz kalmaya görsün,sevgili diye bütün yanlışlarına,bütün kaçışlarına,kendine yaptığı ihanetlere sarılır...İnsan bir kere içindeki aşktan umudunu kesmeye görsün,her şey olmak,her yere yetişmek için bu hayat düşer...Her şey olduğunu,her yere yetiştiğini sandığı anda,ortada kendisi yoktur artık...Kaybolmuşluğa çok yakındır...Kopup geldiği ışığa inancı azalmıştır...Daha az acı çekiyordur artık...Ama daha mutsuzdur eskisinden....Daha mutsuzdur,o ışığı acı çekerek özlediği günlerden...
Soluksuz kaldığım kendime bile sakladığım günlerden bir gündü...Kaybolmuşluğa yakındım...İçimdeki acı hızla eksiliyordu...Işık soluyordu,soluyordu tıpkı sesim gibi...Soluyordu içimdeki aşk işareti gibi...Öylesine kaybolmuştum ki bulamıyordum artık içimde neyi yitirdiğimi,neyi kirlettiğimi...Öyle uzaklaşmıştım ki kendimden,kendimi bulmak için birine ihtiyacım vardı...
Onunla nerede ve nasıl tanıştığımız önemli değil....Gerçekten değil...Kaybolmuş insanlar birbirini çabuk buluyor....Umutsuzluk umutsuzluğu çağırıyor...
Konuşmaya susamıştık...Sanki ikimizde dilini,kültürünü bilmediğimiz uzak ülkelerden henüz dönmüş gibiydik bu ülkeye...Oysa böyle bir şey yoktu...Hep buradaydık...Hep o ışığımızdan kaybolduğumuz yerde...O ışığı orada bırakıp bu dünyaya,bu hayata gönül indirdiğimiz,her şey ve her yerde olduğumuzu sandığımız yerde...Hep o soluksuz kaldığımız yerde...Daha vakit var,o ışığa sonra dönerim, dediğimiz bu yerdeydik ikimizde...