Petrol çıkarmanın azaltılmasını bir problem olarak görmüyorum. Bunun mükemmel ve zorunlu bir şey olarak çok çok önce gerçekleşmesi gerektiğini düşünüyorum.
Bu kültür gezegeni öldürüyor. Durdurulması gerekli. Bizlerin açık bir şekilde kendimizi durdurmaya cesaretimiz yok. Doğal dünya bizi bizim için durduracak. Varoşların hiçbir geleceği olamayacağına inanıyorum. Ne de şehirlerin. Onlar doğal olarak sürdürülebilir değildir.
Onlar olduklarından biraz daha sürdürülebilir olabilirler ama tüm şehirler kaynakların ithalatını gerektirir ve eğer ithalata gerek duyuyorsanız, yaşam biçiminiz asla sürdürülebilir olamaz, çünkü kaynakların ithalatına gereksinim duymak o belirli kaynağın görünümünü çıplaklaştırıyorsunuz anlamına gelir.
Gezegen üzerinde her hangi bir yerde asla sürdürülebilir bir şehir olmamıştır. Sürdürülebilir köyler olmuştur. Sürdürülebilir kamplar olmuştur. Ama şehirler olmamıştır.
Uygarlık, ona yardımcı olduğumuz sürece iflas etmeye doğru gidecektir. Eğer buna katılmazsanız, muhtemelen birbirimize söyleyecek hiçbir şeyimiz olmayacaktır (Cubbies’lere ne dersiniz!) .
Bu iflasın düzensiz ve dağınık olacağı konusunda da muhtemelen hem fikirizdir. Endüstriyel uygarlık sistematik olarak gezegenin ekolojik alt yapısını parçalara ayırdığından bu yana, en yakın uygarlığın kısa zamanda çökeceği (eğer istersek) ve çok yaşamın sonra insanları ve insan olmayanları desteklemek için kalacağı konusunda da hem fikiriz.
Eğer tüm bunlarla hem fikirseniz, ve eğer uygarlığı al aşağı etmeye yardımcı olmanın fiziksel çalışmasıyla ruhunuzu ve vicdanınızı kirletmek istemiyorsanız ve eğer birincil ilginiz, gerçekten iflas sırasında ve iflastan hemen sonra canlı kalanların mutluluğu içinse, o zaman, bellidir ve uygarlık her şekilde çökeceği, insanları bu çöküşe boş park yerlerindeki asfaltları onları mahalle bahçelerine çevirmek için sökerek, insanlara herkesçe bilinen bok pervaneye çarptığında açlıktan ölmemeleri için yerel - hatta şehirde (özellikle şehirde) - yenebilir bitkileri nasıl tanıyacaklarını öğreterek, hazırlamak gerektiğini vurgulama noktamı tekrarlarım. Bunun üstesinden gelmek için komiteler oluşturun veya eğer uygunsa patlak verebilecek olan şiddete kanal açın.
Bunun tümüne ihtiyacımız var. İnsanların barajları ele geçirmelerine gereksinimimiz vardır ve insanların elektriğin alt yapısına darbe vurmalarına ihtiyacımız vardır. İnsanların protesto etmelerine ve kendilerini ağaçlara zincirlemelerine ihtiyacımız vardır. Mümkün olduğunca çok insanın çöküş geldiği zaman bunla başa çıkabilmeleri için donanımlı olmalarından emin olmalarına çalışmalarına gereksinimimiz de var. İnsanların diğerlerine hangi vahşi bitkilerin yenebilir olduğunu ve hangi bitkilerin doğal antibiyotikler olduğunu öğretmelerine ihtiyacımız var. İnsanların diğerlerine suyun temizlenmesi ve arındırılmasını ve barınak yapımını öğretmelerine ihtiyacımız var.
Tüm bunlar geleneksel, yerel bilgiyi desteklemek olarak görülebilir, bu çatı üstü bahçelerin başlatılması olarak görülebilir, bu tıbbi otların yerel çeşitlerini ekmek olarak görülebilir ve insanlara şarkı söylemeyi öğretmek olarak görülebilir. Gerçek şu ki, moda olan eko-köylerin tasarlanmasının çöküş zamanı geldiğinde uygarlığı al aşağı etmemize yardımcı olacağına inanmasam da, yiyecek için onların kapılarını çalmak için sırada ilk olacağımdan da eminim.
Barajları ele geçiren insanların, öncesinde evlerinde kaplıcalarla güç kaynağı sağlayan insanların bir ateş üzerinde yemek pişirmesini bilmelerini garanti etmek için sorumlulukları yoktur. Fakat insanların o işi yapmayı desteklemelerine karşı sorumludurlar.
Aynı şekilde, tıbbi bitkileri (uygarlığın sonu için hazırlanma şamasında) yetiştiren insanların barajları ele geçirmek için sorumlulukları yoktur. Fakat bu işi seçmiş olanları en azından kınamamak ve mahkûm etmemek konusunda sorumlulukları bulunmaktadır. Aslında onları savunmaktan sorumludurlar. Özellikle de onları polislere ispiyonlamamak konusunda sorumludurlar.
BU aynı eski hikâyedir: berbat olan her şey hakkındaki iyi şey şu ki, nereye baktığınız önemli değildir, yapılması gereken büyük bir iş vardır. Neyi seviyorsanız onu yapın. Toprağınız üzerindeki yaşamınıza ne hizmet ediyorsa onu yapın. Tümüne ihtiyacımız var.
Bu herkesin barajları ele geçirmesi ve tıbbi bitkileri ekmekle uğraşan insanların aynı hedefte çalışması anlamına gelmiyor. Bu, şayet öylelerse, herkesin diğerlerinin işlerinin önemini görmeleri gerektiği anlamına gelir.
İlaveten, direnişin küresel olması gerekmektedir. Direniş eylemleri, büyük ölçekli ve koordine bir şekilde yapılırsa daha etkili olur. Altyapı monolitik ve merkezidir, böylelikle birçok farklı yerde, mümkün olduğunca aynı zamanda onu al aşağı etmek için ortak araç ve teknikler
kullanılabilir.
Buna karşın, yenilenme işi yerel olmak zorundadır. Gerçekten etkili olabilmek için (ve endüstriyel altyapıyı yeniden üretmekten kaçınmak için) hayatta kalma ve geçim faaliyetleri nerede çok iyi gidecekse belirli bölgelerden gelişmesi gerekmektedir. İnsanların dünyanın her karışı ve tüm sakinleriyle (insan ve insan olmayanlar) ilişkiye girmesi gerekmektedir.
Bu elbette ki, düşünceleri paylaşamayacağımız veya bu nedenle su arıtma tekniğinin birçok farklı bölgede kullanışlı olmayacağı anlamına gelmez. Bu, o yerlerdeki insanların neyin işlevli olduğuna karar vermeleri gerektiği anlamına gelir. Hepsinden önemlisi, her bölgedeki suyun sorulması ve kendisi için karar vermesine izin verilmesi gerekmektedir.
Karşı karşıya olduğumuz iş, hem yıkımı hem de yaratımı içerir. Örneğin, yerel bir güvenli yol ardında bir telefon kulesi üzerinde düşünüyorum. Telefon kuleleri ABD’de yılda sadece 5 ile 50 milyon arasındaki göçmen kuşu öldürmektedir. Telefon kuleleri yerle bir edilmelidir. Terkedilmiş park yerleri ile iki taraf bitişiktir. O yerlerin ele alınması gerekiyor. O yerlerde bahçeler yeşerebilir. Hatta işlerimizi burada yan yana yapabiliriz.
~
Derrick Jensen, son yıllarda ülke çapında konuşma randevuları üniversite salonlarını, konferansları ve kitapevlerini doldurmuş olan bir eylemci, yazar, küçük çiftçi, arıcı, öğretmen ve felsefecidir. Batı uygarlığını inceleyen birkaç kitabın yazarlığını yapmış ve bazılarının da yazılmasına yardımcı olmuştur: “Gibi Davranma Kültürü”, 2003 J. Anthony Lukas Kitap Ödülünün bir finalisti olan “Bir Dil Kelimelerden Daha Eskidir” ve Su Üzerinde Yürümek: Okuma, Yazma ve Devrim.
Şair BerzanKayıt Tarihi : 16.6.2008 17:38:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.

Önemli Not :
İşbu yazının kaynağı ''www.hayvanozgurlugu.com'' isimli sitenin forum sayfalarındadır.
Söz konusu yazının altında yazarlarını ve kaynaklarını belirtmiş olmama rağmen ya sistem, ya da sayfa editörleri tarafından belirttiğim kaynaklar silinmiştir... / Suçlunun(!) hangisi olduğu konusunda en ufak bir fikrim yok.../ Bu boktan durumun neden olduğundan ve de nereden kaynaklandığından da...
Velhasıl-ı kelâm, durup dururken adımızı hırsıza çıkaracak olması ihtimalinden dahi korktuğum bu durumu ''Yetkili Şair'' olmadığım için düzeltme şansımın da olmamasından dolayı (maalesef) bu yorum kutusu altından yapıyorum...
Yapıyorum; çünki yanlış anlaşılmalara mahal vermemesi adına bu uyarıyı yapmak durumundaydım... //
İzanınıza...
Dostlukla...
Dip Not : Söz konusu yazılara ve tüm kaynaklara yukarıda verdiğim linkten ulaşılabilir.../
B E R Z A N
*
TÜM YORUMLAR (1)