Anırışanların Arasında Olmak…”-düz yazı

Adnan Durmaz
490

ŞİİR


9

TAKİPÇİ

Anırışanların Arasında Olmak…”-düz yazı

1

Bir gün rüzgârda kangala döndüm şiirden ve yanan akşam bulutları bana günün şiiri ödülünde mansiyon verince yaptığım konuşmadan

Yaşadığım yerlerde bana önem ve değer veren az sayıda insan vardır.Yaşamımın her döneminde de herkesin sevdiği bir insan olamadım.Ha bunu umursuyor muyum? “Umurumda değil dersem” ne kadar doğru söylemiş olurum,”umurumda” dersem o da doğru değil.Soruların net ve kesin cevapları yoktur çoğu zaman.Biz ortama göre bir yanıt vererek durumu idare ederiz.Verdiğimiz yanıt doğru değildir; ama bütünüyle yanlış da değildir.Biri bize “nasılsın? ” diye sorduğunda verdiğimiz her yanıt aslında tam anlatamaz durumumuzu.Coşku içinde “ben iyiyim” diyenle üzüntüden mahvolmuş,”kötüyüm” diyen,doğruya en yakın yanıtları vermişlerdir.Mutlak iyi ve kötü durum yoktur,demek istiyorum.En azından en berbat durumda bile bir başkası bu berbat durumdan bir çıkış bulabilir.Saçmaladığımın farkına mı vardınız.Yani,”ölecek olan bir hasta,idam olacak biri için nasıl olur da bir başkası umutlu bir manzara çizebilir “, itirazınızdan bahsediyorum.Çoğunluk ölür işte,korksa da ürkse de ölür ve gider.Ama imanı kavi bir mümin için ölüm tozlu yoldur; veya inançları için asılan biri celladının suratına tükürerek dimdik gider.Konuyu dağıtmayayım.Yıllardır bozkırlarda yaşayan birisi olarak bozkırların dilini iyi bilirim.Yakup Kadri’nin yaban’ındaki okumuş Ahmet Celal, sık sık aklıma geliyor yaşadığım ıssızlarda.Yaban 2008 diyeceğim geliyor ama diyemiyorum.Diyemem,çünkü Ahmet Cemil’in geldiği yerden gelmedim buralara.Hamurumun karıldığı topraklardayım.Vardır öyle insanlar değil mi; herkes sever onları.Onlar gelirken ayağa kalkılır,saygı gösterilir,çevresinde pervane olunur.Vardır evet,ama genel olarak bakılınca statülerine de bir bakmakta fayda vardır.Şimdi şöyle oluyor:adam köye öğretmen olarak gidiyor,merakla çevresine toplanıp hoş beş edenler,biraz sonra o civarda görevli ormancıyı görünce,onu okulun duvarının dibinde,akşam karanlığında tek başına bırakıp ormancının çevresine toplanıyor.Rağbetin kalıcılığı ve geçiciliği belli nedenlere bağlı.

Kişilerin birbirine verdiği önemin ölçütleri,yer zaman ve koşullara göre değişiyor.Gecenin bir vakti arabası ıssız yolda bozulan kişi için en önemli insan elbette tamircidir.Zamanımızda biraz da buna benziyor günlük yaşamda önemsenip önemsenmemek.İşi varsa seninle,önemlisin,işi bitince önemin de bitiyor.Adam milletvekiliyse önemli kişidir.Çünkü iş yaptırmak,torpil olmak açısından önemlidir.Adam varlıklıysa,kariyer sahibiyse önemlidir.Bunları kaybedince önemsizleşir.Bu tür insanların bir kısmı sahip oldukları kariyer ve servete hak ederek ulaşmamıştır.Bu nedenle de sahip oldukları her neyse ona sahip oldukları sürece önemlidirler.Ayıya köprüyü geçene kadar dayı demek,yalakalığa çanak tutan bir halk söyleyişi.Malum bizde yalakalık kurumu yeni bir şey değil,Osmanlıdan bu yana var olan bir kavram.

Belki de asıl olan,çevremizdekilerin bizi ne denli sevip önem vermesinden çok,kendimizin kendimize verdiğimiz önemdir.Attığımız her adımda hayat bize seçimler sunuyor.Kalabalık samimiyetsiz samimiyetler yerine yalnızlığı tercih edebilirsin.Kolay değildir yalnızlık ve onun zor yollarında kendi kendini sürdürmek; geliştirmek.Güzel bir laf var Anadolu’da; ”Eşek demiş ki,dişim başına tek arpa düşsün; ama anırışanların arasında olayım”.İnsan bu, her şeyi ver ama çevresinden kopartma,yalnızlıkta bırakma.Yalnızlık yamandır.Ama yoz ve
samimiyetsiz her tür beraberliğe tercih etmek de adam kârıdır yalnızlığı. Tabii,bozkırların yabanı olunca,çevreni güzelleştirmek ve değiştirmek geliştirmek ve insanlarla bir bağ oluşturmak gibi düşünceler gelir geçer.Bunu düşünen,mutlaka denemelidir.Hani bir söz vardı Rady Fiş’in bir kitabında geçiyordu,”küçük bir çiçeği salla,yıldızların ve yeryüzünün temeli sallanır.”Her güzellik evrensel güzelliğe bir katkıdır,her çirkinlik de evrensel çirkinliğe…

Akşam kızıllığında bulutlara saplanırcasına büyümüş kangallar,kaba yelin önünde huşu içinde ağır ağır sallanır..Mor çiçeklerin sinesine ışıltılı böcekler gömülür..uzaklardan çan sesleri gelir,bir çocuk türkü söyler tarla yolunda.. iki kız saklı saklı bir şeyler fısıldar bir kerpiç duvarın kuytusunda.. Ben işte oradayım..

Sürüye katılmak veya katılmamak; işte asıl mesele bu benim çağımda.
To be or not to be değil
Cogito ergo sum hiç değil
Herkes dünyanın merkezine kendi yaşamını ve acılarını ve elbette kendisini koyarak bakıyor.Siz nasıl canı yanan birine canının yanmasını bir yana atmasını söyleyebilirsiniz.Herkesin gelecek kaygısı ekonomik kaygı vb taşımadan yaşadığı bir yer değil bura.Asıl sorun da zaten hanı hamamı işi aşı fazlasıyla olanın ekonomik kaygılarının ve aç gözlülüğünün bizi boğması..Bizim insani taleplerimizin olamaması.Derviş gibi bakmalı hayata,bir lokma bir hırka felsefesi insana huzur verir,e güzel; ama bu felsefe aç bırakılmış kalabalıkları açlığa alıştırmak için ortaya atılmış değildir.Bu felsefe toklara hayatın nasıl olsa biticiliğini anımsattığı oranda güzeldir. Ama birileri için kalabalıkları açlığa alıştırmada sonuna kadar kullanılmıştır.

Gece bir ay doğar eriklerin arasından,Çakırkeyif sanmayın,baharın coşkusundan sarhoştur; salına salına girer çıkar ipek bulutlara..Ben işte oradayım..Zaman kara sabanla çift sürer alnında bir ırgadın,ben oradayım..Işıltılı salonları yadsımıyorum ve oralarda söylenecek sözüm var..O söz yüreğimin kütüklüğünde çoğalıyor,büyüyor..Satırlar arasında dolaşan Süleyman’ın karıncasıyım ben..

Şuara her daim vardı Dersaadet gecelerinde.Lale devrinin tumturaklı safalarında bir araya gelen şairler ve gülendam serv-i revan hatunlar ve onlardan bir gülüş çalabilmek için Osmanlı inceliğinin haddelerinden geçirilen söz ve söz sarrafları,vardı her zaman.Kayık sandal âlemlerinden birer alev dili gibi açmış lâleli kıyılara çarpan şuh kahkahalar ve meşk vardı.O şairler ki halkının Osmanlı coğrafyasına yayılmış halkların farkında bile değillerdi.Osmanlı halkları dağlarda yaşamaya tutuklanmış büyük “kaçkunluklar “yaşamışlardı yüzyılların akışı içinde.Padişah hazretlerinin görkemli seferlerine eşlik edip,uzak diyarlarda söz nakşediyorlardı ama padişahın ve yüksek komutanlarının vereceği caize hatırına.Tut ki Karacoğlan’ın bozkırlarda dolaştığı zamanlardı.E varıp sormalı onları hala savunanlara; Karacoğlan,Yunus ve daha binlerce ozandan hangisi padişahı öven şiirler yazdı.Yazmadıysa neden yazmadı.Yalakalığı kurumlaştıranlar bunu da şiir adına yapanlar sahiden şair midir.Kendi ruhlarının karanlık girdaplarında söz şaklabanlığı yapanlar halkından uzak olanlar ne kadar şair sayılır.Onlar her zaman farkında değillerdi,hatta “orda bir köy var uzakta “ derken bile gitmesek de gelmesek de” demeden edemiyorlardı.İnsanımız her zaman bu bozkırlara terkedilmişti.

Buralarda her türlü güvenceden uzakta korunaksız bırakıldı insanımız.Hormonlu sebzeleri sattıkları kalabalıklar,hala bakımsızlıktan ölenler.Binyıllardır savaşlarda etten kale diye öne sürülenler,hala aynı kara talihten bilerek başına gelenleri,yaşamadan ölenler diyarı buralar.Her gün hasta çığlıkları arasındayım:her insanın,neredeyse karşısına çıkan herkese hastalığını ağrısını anlattığı yerdeyim..Ölecek olanların yanında onlara bakmaktayım..Her iklim kendi otunu ağacını çiçeğini büyütür.
Ben de kendim seçmedim,hayat beni buraya getirdi.Bu kıraçta açmak kısmetim oldu.Bu kayaların altında,bu dikenlerin arasında yazmaktan söylemekten,öfkeyle bağırmaktan başka çarem olmadı..Elbette ki yüzde yüz seçme şansım olsa burayı seçerdim.
Yazdıklarımın hiçbir değeri olmayabilir..Kimse o dizeleri sevmeyebilir..Belki zamanın şiir kurallarına terstir..Ama ben elimden geleni yapıyorum..Çünkü içimden yeni bir yarayı sökmek gibi her yazdığım..nasıl elimden geleni yapmam ben..Canım acıyor..Çünkü bozkır yollarında yürürken,ülkemi,ve dünyayı dinliyorum..Bütün zamanları bir anda yaşadığım zamanlarım var..Bin yıl önce de bir hüzünbaz kangallara bakıp,o kadar adaletsiz dünyadaki çaresizliğine ağlamış olmalıdır..Aynı toprağın külü kaçtı genzime,aynı yerde büyüyen çiçeği kokluyorum buradan geçen ve geri dönmeyen atlılarla..

Bir zamanlar nasıl saray ve çevresinden beslenen şuara var idiyse,şimdi de Burjuvaziden beslenen yazar çizer takımı var.Yalakalık kurumu içinde,birbirini pohpohlayan,saçma sapan yazılarına alkış tutan,ahbap ilişkileri,danışıklı ödüller,kapılmış köşeler,kesilmiş su başları hala var.Şiir yazmak bu kadar kolay mıydı,ne dediğini kendinin de bilmediği sayıklamalarına sayısız alkış sesi gelince kendini yazar veya şair saymakla yazar ve şair olunabilir mi.
Diyorum ki; ”ey adam gibi adam kadın gibi kadın geçinenler (gerçi bu yaygın laflar ne anlama geliyor tam anlamak mümkün değil.)
Adamlar ve kadınlar adamakıllı adamlar ve kadınakıllı kadınlar,sizin yüreğinizi kıpırdatmayan kelime topluluğuna övgü düzmekten vazgeçin.Aşık karga için sevgilisinin, ana karga için yavrusunun sesi güzel olabilir ama bülbüllerin sesine kör kalmamalıyız.Onların taklidi olmayın,onların yazdıklarının şiirle alakası yok..Kim mi,medyanın allayıp pulladığı kim varsa.”

Hayat kendini her gün üretiyor..Birileri için ilk gündür her gün,birileri için son gün.Birileri yeni başlangıçlar yapmaktadır bir yerlerde,umut ve coşkuyla,birileri bitişlerdedir.Nerede olursan ol,orada hayatını üretiyorsun; oranın verilerinden kendini üretiyorsun.Değişen zaman ve koşullarda kendinle yarışmaktasın ancak.Birisi pasifize oluyor dört duvar arasında,birisi dört duvar arasını bir tutsaklık cenderesi olmaktan çıkartıyor.Sayısız yazar düşünür direnişçi ve sıradan insan hapishanelerin duvarları ardında insanlığa dersler verdi.Bize istediğimiz gibi sunulmayan dünyalardayız ve orada da kendi seçimlerimizi az çok yapma gücümüz var.Herkes kendine göre arkadaş seçer,dost seçer.Kazancını nasıl harcadığı bir seçim meselesidir.Ben ne arttırırsam kitaba ve ıssız köydeki kerpiç evimin önündeki boş araziyi yeşertmeye harcadım.Oradan istediğim gibi su çıksın diye üç kez artezyen vurdurup ne arttırdımsa ona harcandım; sonra da ağaç dikmeye.Her yıl gücüm oranında meyve ağacı,çam ardıç servi ve çiçek ağaçları diktim.Çalışmak ve onlara emek harcamak kolay değildi; hala da değil..Her sabah bilmediğim kuşlar geliyor artık..Birkaç üyeli bir kirpi ailesi var canlı olarak,birkaç tane kaplumbağa,bir hayli köstebek ve sayısız böcek.Bir de artık yürümesi iyiden iyiye güçleşmiş anam ve ben. Anrışanların arasında değilim.Çapa çapalıyor ve şiir yazıyorum.Her gece sabah sekize kadar ayaklarım ağrıyor,hayatımın en berbat yanı.Yazdıklarım şiir olsun olmasın diye bir kaygım yok,ben bana dair olanı yazıyorum; benim yüreğimden akan dünyayı.Her gün dünyada ne olup bittiğini izliyorum.Filistinli,Iraklı Afganistanlı kurbanlar için sessiz gözyaşsız sözcüksüz ağlıyorum.ağlamak için höykürmek gerekmiyor..Sövmek,ağlamanın bir biçimidir çoğu zaman.Bazan sövmek ağlama veren duygunun isyanlaşmış halidir.

Kaypak yollarla,hırsızlıklarla,eş dost ahbapçavuş ilişkileriyle,medya şişirmeleriyle,birilerinin torpiliyle şair falan olunmayacağını biliyorum..Bozkırlarda bir toz zerresi ömrüm ve her şeyin akıp gideceğini biliyorum zamanda..Kendim için isteklerim,halkım için istediklerimden başka değil..Yalnızlıklara dayanıklı olmayı öğrendim.. Aşksızlıklarda aşk olarak yanmayı öğrendim..Yanmaktan öte dilim kalmadığı zamanlar oldu..
Büyük kentlerden geçtim—içimden büyük kentler aktı geçti
Şimdi kerpiç bir damın saçağındaki kuru kamışım
Şimdi bir kangal dikeniyim acıda öfkede sevdada
Söylediklerim sadece rüzgarın bana dokunduğunda çıkan çığlıktan başkası değil

Adnan Durmaz

Adnan Durmaz
Kayıt Tarihi : 11.10.2008 16:08:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

Adnan Durmaz