KAÇAK KÜHEYLAN ve KÜSKÜN TAY AKTAY
#fatma doğan
Bir varmış bir yokmuş, evvel zaman içinde kalbur saman içinde develer tellal, pireler berber iken ben bebeğimin beşiğini tıngır mıngır sallar iken, çok eski zamanlarda yağız atların boylu boyuna bozkırlarda koştuğu, rüzgarlarda yelelerini savurduğu, çeşit çeşit, renk renk atların yaşadığı bir Özgür atlar ormanı varmış. Bu orman, İnsanların yaşadığı yere uzak desek uzak değil, yakın desek yakın değilmiş. Ancak bu atlar, Şehirdeki çiftlikteki atlar gibi boyunduruk altına girmeyi sevmez Özgür özgür dolaşmayı ve gönüllerince yaşamayı severlermiş. Şehirdeki atlar onların bu halini görüp içten içe kıskanırlarmış. Çiftlikteki atların aralarında konuşulan mevzu hep bu imiş küçük küheylan büyüklerden dinlediği bu özgürlük masalları ile yatar kalkar olmuş. Şehir bebesi tay küheylan büyümeye başladıkça içinde hep bir ormanlara bozkırlara kaçma tutkusu da içinde kendisi gibi büyümeye başlamış. Kendisi de sahipleri tarafından bir işe koşulmadan buralardan kaçıp gitse ne güzel olurmuş. Anne ve babasının yaptığı tek şey yük taşımak ve gördükleri tek yer ise sadece gidip geldikleri yer güzergahındaki yollarmış. Küçük küheylan anne babasını ne kadar çok sevse de bütün hayatını bu şehirde ki çiftlikte geçirmek istemiyormuş. Yeni yerler keşfetmek, canı istediğinde özgürce koşmak, canı istediğinde uyumak, dinlenmek onun hayallerini süslüyormuş. Hava şimdi kışmış, hele bir bahar gelsin kaçacağım bu çiftlikten özgürlüğe diyerek, güzel rüyalara dalıp mışıl mışıl uyuyakalmış.
Bizim küçük küheylan uyuyadursun, özgür atlar ormanında büyüyen taylar hepsi birbirinden güzel ve alımlı, hepsinin yeleleri düz, siyah, parlak ve gürmüş. İçlerinde sadece Aktay’ın yeleleri diğerlerinden farklı kısa, kıvırcık ve kar beyazmış. Anne babası onu ne kadar çok sevse de Aktay diğer taylardan farklı olduğunu gördükçe üzülüyor, kendi üzüntüsü yetmiyor gibi bir de bazı tayların alay etmelerine maruz kalıyormuş. Aktay tüm bu olanlar neticesinde giderek içine kapanmış, sürüde ki atlardan uzaklaşmış, ara sıra kendi keşfettiği gizli yerine çekilip orda vakit geçirir olmuş. Anne babasının nasihatleri de artık kar etmemeye başlamış. O da şehirde ki Küheylan gibi oralardan gitme planları yaparak uykuya dalmış. Bakalım bu iki kahramanımızı kader nerelere sürükleyecek diye beklerken bizlerde merak içinde uykuya dalmışız. Tabi ki zaman durduğu yerde durur mu? Günler günleri kovalamış, geceler geceleri, haftalar ayları. Karlar erimiş gitmiş, kışın soğuğu bitmiş, leylekler göçtükleri yerden dönmüş toprak kımıldanmaya, ağaçlar uykudan uyanıp esnemeye, gökyüzü mavileşmeye, güneşte sıcacık kendini hissettirmeye başlamış. Yatanlar yataklarındandoğrulmuş oturanlar kalkmış, duranlar yürümüş, yürüyenler koşmaya başlamış. Hem şehirdeki çiftlikte hem de Özgür Atlar Ormanında bahar iyiden iyiye neşeli yüzünü göstermiş. Bizim delibaş tayların da kanları kaynadıkça kaynamış, akıllarında haylaz fikirler doluştukça doluşmuş. Her ikisi de evden kaçmanın yolunu arar olmuş.
Dışarının tehlikelerinden hiç haberi olmayan bu iki genç tay biri özgürlüğü tatmak için bir yolunu bulup çiftlikten kaçmış, diğeri de kendisi gibi beyaz atlar diyarı varsa onu bulmak için bir sabah vakti düşmüşler yollara. Küheylan özgürlüğün verdiği mutlulukla koşmuş koşmuş, koşmuş. An gelmiş bulutlarla yarışmış, an gelmiş kendi gölgesiyle yarışmış, yemyeşil ovalar ayaklarının atından kayıp gitmiş. Böyle özgürlük ve mutlulukla koşarken bambaşka bir çiftliğin yakınlarında açılan kireç dolu bir çukurun içine bir anda düşüvermiş. Çıkmak için debelendikçe simsiyah rengi beyaza bulanmış, bir türlü çıkmayı başaramamış, hava karardıkça giderek umutları da o oranda sönmüş. Yorgunluktan debelenmeyi bırakmış. Aynı gün beyaz atlar ülkesini bulmak için yola çıkan Aktay da ormandan uzaklaştıkça uzaklaşmış ve gide gide bir ırmak kenarında su içip soluklanmak istemiş, kana kana suyunu içip biraz otladıktan sonra bir ağacın altına uzanmış yorgunluktan uyuya kalmış. Sabah burnuna ve üzerine konan sineklerin kendisini uyandırması ile ayıkmış, günün ilk ışıkları bembeyaz tüylerinin üzerinde ne de güzel parlıyormuş, neden sanki sürüde kendi renginde olan hiç kimse yokmuş ki neden hep yaşıtları kendisiyle alay ediyormuş ki? Aklına böyle sorular üşüşmüşken üzerine de bir sürü at sineği üşüşmüş. Kuyruğu ile hepsini savuşturmak için bir o tarafa bir bu tarafa sallayıp durmuş, sineklerin canını acıtmasına iyice sinirlenip kişnemeye başlamış. Kireç çukurunda debelenmekten iyice güçten düşen küheylana bu kişneme sesi çaresizliğine umut olmuş. Küheylan da başlamış kişnemeye sesini duyurmak için. Aktay hemen sese kulak kabartmış, bu sesin at dilinde yardım istemek olduğunu hemen anlamış ve koşarak sesin geldiği yöne doğru gitmiş. Bakmış ki birde ne görsün kendisi gibi bembeyaz bit tay çukurun içinde öylece duruyor. Nasıl sevinmiş nasıl sevinmiş beyaz atlar ülkesini buldum diye. Hemen büyük bir dalı bulup ağzı ile sürükleyerek bir ucunu aşağı çukura sarkıtmış. Bir de sarmaşık dalları. Küheylan, bunlara tutunarak rahatça çıkmış. Karşısında beyaz tay görmenin sevinci ile Aktay, kurtulmanın sevinci ile de Küheylan hemencecik birbirlerine ısınıp arkadaş olmuşlar. Küheylanın üzerine bulaşan kireç kurudukça hiç çıkmamış. İkisi beraber uçsuz bucaksız özgür atlar ormanında günlerce vakit geçirmişler arkadaşlıkları giderek dostluğa dönmüş ,ancak zamanla küheylanın üzerindeki beyaz kireç dökülmeye kendi tüylerinin rengi ise ortaya çıkmaya başlamış. Aktayı yine bir üzüntüdür almış gitmiş, morali bozulmuş. Küheylan buna bir anlam verememiş. Aktay’a;
-Aktay, Neden bu kadar üzgünsün ne oldu sana demiş?
Aktay;
-Tüm arkadaşlarım benim rengimle ve kıvırcık yelelerimle dalga geçtikleri için ben evden kaçtım. Senide beyaz bir tay sandığım için çok sevinmiştim ama üzerindeki kireç boyası geçince senin de rengin diğer atlar gibi şimdi sende benimle dalga geçeceksin ve ben yine arkadaşsız kalacağım, demiş.
Küheylan;
-Hayır, asla ben seninle yardım sever, iyi yürekli ve gerçekten bana samimi bir arkadaş gibi davrandığın için dost oldum. Gerçek dostlar birbirlerini dış görünüşleri için sevmezler ki onları birbirine bağlayan şey sevgi, saygı, güven, yardımseverlik, dürüstlük gibi kalbimizin içinde olan şeylerdir. Bunların hepsi sende var dostum demiş.
-Aktay’ın yüzünde bu sözleri duyunca mutluluktan güller açmış, otuz iki dişiyle birlikte gülmüş çok sevinmiş. Demek ki bunca zaman boşa üzülmüşüm diye düşünmüş.
Küheylan;
-Biliyor musun Aktay, Benim annemin rengi de senin gibi bembeyaz ve yeleleri de kıvırcık, kendini asla yalnız hissetme. Hem sen böyle bu renkte doğmuşsan annende babanda beyaz renk yoksa bile mutlaka atalarında vardır demiş. Kendinle barışık ve özgüvenli ol. Seni küçümseyen olursa o zaten dostluk kurulmaya layık biri değildir sakın üzülme demiş.
Yeniden beraberce kırlarda koşup oynamaya devam etmişler baharın tadını gönüllerince doya doya çıkarmışlar. İki kafadar maceradan maceraya atılmışlar. O kadar yorulmuşlar ki bir kayanın dibinde uyuyakalmışlar, uyandıklarında hava kararmış, ama kayanın arka tarafında iki kişi bir şeyler konuşuyormuş. Hemen birbirlerine sus işareti yapmış iki kafadar, orada oldukları anlaşılmasın diye sessice dinlemeye koyulmuşlar. Diyormuş ki adam diğerine;
-Bu ormanda ki genç tayların hepsini iyi ki toplayıp çaldık , ilerdeki kömür madenine götürdük orada çalışacaklar, çok para kazanacağız çok diyormuş. Diğeri de
-Nasılda zorladılar bizi nasıl zor yakaladık hepsini, kırbaçlayalım , biraz aç susuz çalışsınlar da bizi böyle uğraştırmak neysin görsünler bir daha da böyle hırçınlık yapmasınlar demişler, sonra da oradan uzaklaşmaya başlamışlar.
-Bizim iki kafadar bunu duyunca çok üzülmüşler, Aktay;
Birşeyler yapmalıyız Küheylan! Benimle dalga geçmiş olsalar bile onlar, yine de benim arkadaşım ,yardım etmeliyim onlara demiş,
-Tamam, bir plan yapalım demiş, Küheylan. Önce bu adamları takip edip kömür ocağı nerde onu bulmalıyız demiş. Gizlice peşlerine takılmışlar ve kömür ocağının girişine kadar ulaşmışlar. Sabaha kadar orda beklemişler. Sabah olunca Aktay on kadar arkadaşının çok ağır küfeleri zorlanarak taşıdıklarını ve tökezleyenlerin kırbaçlandıklarını görmüş. O kadar üzülmüşler ki, muhakkak onları oradan kurtarmalıyız demişler birbirlerine. Akşamı bekleyelim muhakkak buradan ayrılıp gider bu adamlar demişler. Dedikleri gibi de olmuş akşam hava kararmaya başlayınca kömür ocağının kapısı dışardan tahta sürgülerle kilitleyip gitmişler. Küheylan adamları gözetlerken Aktay tahta sürgüyü açıp arkadaşlarının yanına varmış, merak etmeyin hepinizi kurtaracağım buradan demiş, tüm arkadaşları onu görünce çok sevinmişler, hepsi onunla alay ettikleri için çok pişman olmuşlar. Aktay hepsinin ipini tek tek çözmüş, kaçtıkları anlaşılmasın diye kapıyı tekrar kapatıp sürgülemişler, böylece en azından sabaha kadar vakit kazanmış olmuşlar. Zaten tüm taylar tüm gün yük taşımaktan açlıktan ve kırbaçlanmaktan zorlukla ilerliyorlarmış ki güvenli bir yer bulup orada dinlenmemiz lazım demişler. Aktay benim üzgün zamanlarımda gelip saklandığım bir yer var orayı hiç kimse bilmiyor oraya gidelim demiş. Aktay anne ve babasından gece yıldızlara bakıp yön bulmayı ve keskin kulakları ile suyun sesinin geldiği yeri kolayca bulmuş. Burası küçük bir şelalenin arkasında kimsenin tahmin etmediği küçük bir mağara imiş. Buraya gelip su içmişler, sabaha kadar hepsi yorgunluktan uyuya kalmış. Sabahın ilk ışıkları ,şelaleden akan berrak sudan bile süzülüp ışık oyunlarıyla tayların yüzlerinde oynaşmaya başlamış. Birer birer uyanmışlar. Küheylan ve diğer taylar bir anda etrafta Aktay’ı göremeyince hepsi birbirine Aktay’ı sormuş.
-Aktay nerede? nereye kayboldu teşekkür bile edemedik, ondan özür bile dileyemedik. Aktay, Allah Allah bunlar beni niye görmüyorlar ki diye şaşırmış, arkadaşlar ben buradayım benim Aktay, deyince hepsini almış bir gülme , herkes onu gösterip gülüyormuş ,Aktay yine sinirlenip üzülmüş ,yine kendisiyle dalga geçiyorlarmış. Hadi diğerlerini anladım ama can dostum Küheylan neden dalga geçiyor ki demiş üzülerek sormuş kendi kendine. Küheylan, Aktay bir gelsene deyip onu şelalenin suyunun göllendiği yere götürmüş ve sudaki yansımasını göstermiş. Akdağ gördüğüne inanamamış, suya simsiyah bir tayın görüntüsü yansımış, sağına soluna bakmış meğer her yeri arkadaşlarını kurtarayım derken kömür tozuna bulanıp simsiyah olmuş hep beraber dakikalarca gülüşmüşler. Kendilerinin renkleri zaten siyah olduğundan onlara bulaşan kömür tozları fark edilmiyormuş ancak, Annemiz babamız bizi böyle pis görmesin deyip hepsi suya girip bir güzel temizlenmişler hem de eğlenmişler.
Artık yola çıkma vakti gelmiş anca, Küheylan düşünmüş ki anne ve babasının yanında iken ne kadar da güvende imiş, sahipleri de onlara asla böyle kötü davranmazmış çıkıp dolaşmalarına bile izin verir, zamanında yemlerini sularını eksik etmez, hastalansalar hemen tedavi ettirirlermiş. Hem gittiğim için anne ve babam nasıl da üzülmüşlerdir deyip aklından geçirmiş. Geri dönmeye karar vermiş. Aktay ve diğer taylarda ona hak vermişler. Bak küheylan bizde oyun oynamak için ailelerimizden habersiz sürüden uzaklaştık gelip bizi yakalayıp götürdü o kötü insanlar, en güvenli yerler ailemizin yanı. Aktay’ı da ailesi her yerde arıyor onlarda çok üzgünler demişler. Hep birlikte önce Küheylanı çiftliğine bırakmaya karar vermişler. Yolda giderken çok büyük bir kalabalık görmüşler. Bakmışlar ki iki hırsız tutuklanmış ve kaçak kömür ocağı işlettikleri için yaka paça götürülüyorlarmış. Derin bir oh çekmişler, en azından orman onlarsız daha güvenli olur demişler. Küheylanı çiftliğine bırakmışlar, anne babasıyla kucaklaşmış kişneyerek arkadaşlarına teşekkür etmiş. Aktay ve diğer taylarda toplanıp Özgür Atlar Ormanına geri dönmüşler hepsinin anne babası küçük taylarının sağ salim gördükleri için çok sevinmişler. Hepsi başlarından geçenleri bir bir heyecanla anlatmışlar. Aktay’ın kendilerini nasıl bir cesaretle kurtardığını söylemişler. Artık Aktay’a kimse Aktay demiyormuş herkes ona Cesur Tay demeye başlamış. Hepsi anlamışlar ki önemli olan tüyünün ne renk olduğu değil, kalbinin ne renk olduğuymuş, Aktay hiç arkadaşım yok derken bu bahar onlarca can dostu olmuş ve yıllarca Özgür Atlar Ormanında özgürce koşmaya devam etmiş. Başından geçen bu olayı da masal gibi çocuklarına ve torunlarına onlarda kendi torunlarına anlata anlata bugüne kadar gelmiş. Gökten üç renk boya küpü düşmüş birinde kireç tozu, birinde kömür tozu, birinde de kırmızı boya varmış. İsteyen istediğine boyansın, bu masalı dinleyenlerin hayalleri rengarenk olsun diye. Onlar ermiş muradına biz çıkalım kerevetine.
(FATMA DOĞAN 24.03.2025/ TURHAL)
Kayıt Tarihi : 24.3.2025 08:06:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!