Uçkun mafsallardan geçeli çok oldu.
Şimdi küllerimi içiyorum bir kırlangıç masalında...
Ketum sızınçlı bir iç çekişin amadesiyim aslında.
Kanayanlardan sağalan dertten gayrısı değil.
Beş kamyon kömürle gittim harlarıma,
körükler, üfürüğü yalancı büyücülere döndü.
Dönmeden duruyorum etrafında, durmadan dönüyorum.
Soluğundaki tada evhamlanıyorum, başka bildiklerim yalan!
Bir usancın kıyısında boğuluyorum sonra,
bütün günahları boynuma alıyorum.
Ve cebime yamalı ellerini döküyorum, boğazlardan birine.
Ben tozlaşıyorum,
Tozlaştıkça, zerrelerimin her birine gözlerini asmak için.
Ben... 'an'lamlanıyorum,
yokluğu, bir çakıl taşını andıran gözbebeklerinin cehenneminde...
Evvel zaman içinde ezellenmeyen kuşkularımı,
bir boşluktan 'çığ'lıyorum şimdi.
Develerin yankısı olmasa, niyetim yoktu 'fi'lik tarihlerimden uyanmaya.
Gece erken olmadı bugün şehrin camlaşan yapraklarında.
Ham tadı, kılıfsız uykularımda yorgan boyu.
Ben seni adımlıyorum, otuz dört karış gelen aklımın saflığında.
Gözlerim, yaslandı bir dağın duman kokulu reyhanına.
Kilometrelerin hesabını yapamıyor artık.
Boynuma kamçılanan bu ağrılı bekleyişe dayanacak gücüm kalmadı.
Kaç sen olmuştu benden gideli?
Kaç gün ölmüştü varlığından neşesiz?
Sedir ağaçlarından bozma bir kederde,
kollarını düğüm etmiş bir yılgınlığın çetelesi kazınıyor serçe seslerine.
İçime çöreklenen sessizliğe, kılımı kıpırdatmadan oturan bir boşluğum.
Yanlarıma dayanacak dayanaklarım yok!
Kent sabahlarının esaretine ağzımı uyandırmadan,
bakışlarımdan ayamıyorum naylon ayna akislerini.
Baktığım ben değilim.
Karşımda susan, koca bir günahın gevezeliği... Aldırmıyorum...
Seni bir 'an...' kadar arıyorum...
Kalburlardan elenecek vakitlerim bitmedi,
turabından damlayan yokuşluğa can yaralayalı beri.
Çitlerimden atlatmaya kalktığım gecelerin fiyakasız duruşu canımı yağmalıyor.
Sevdiğim, alnıma bıraktığın yangından kimseyi haberdar etmedim...
Buzul çağlarından kalma ellerim,
avuçlarına öykünmekten, sağır bulvar öksüzlüğüne büründü.
'Deniz'lerinin çapağından içmedi gözlerim nicedir,
vişne çürüğü yalnızlığımın efkarını.
Yoksun...canıma kibrit çakıyorum, parmaklarım kanıyor...
Işıklarım sönük, perdelerim inik.
Bir cıngar mahiyetli edeplerimle, sargın yollara düşüyorum şimdi.
Ucunda 'sen' olan kaç diyar varsa, düşünmeden düşerdim yoluna yayan yapıldak, biliyorsun.
Enteresan bir 'hayal kırıklığıydı aşk', eşgalinde bir türlü göremediğim.
Hayal kırıkları, aşk mıydı gerçekten?
Yoksa palavra mıydı, bir soytarının saat 12'yi vurduğunda uydurduğu.
Her şey balkabağına dönüşebilirdi zamanla, anladım.
Hiçbir şey beklememenin, bir bekleyiş olduğunu...
Seni bir 'an...' kadar özlüyorum...
Ergen yalnızlıklara alışabilirim, bu koyu-saf hezeyanlarla.
Bu utanmaz çıplaklıkların başdöndürücü sahteliği, ağustos sıcağında geçti başıma.
Kayısı kokuları emanetine aldırmadan gitti.
Bir dağınık gazeli bekliyorum şimdi.
Sen olmadan, yalnızlığın bile adı yok...
Kollarına sarılmadan, alemlerin boşluğunu daha iyi kavrıyorum,
'An'lıyorum, alnıma bulaşan uçlarını düşlerinin.
'An'layarak yaklaşıyorum intiharların dipsiz eşiğine.
Ve yaşayacağım bütün alemleri,
İlk günkü gibi
Sana kurban ediyorum...
Kayıt Tarihi : 18.3.2005 10:30:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
kuşburnunda tertemiz 'dilek'
bağlamış,
adanmış,
rengarenk...
basma fistan 'umut' olur yırtılan eteğin,
sen rüzgar olursun, dileğin peşinde....
saygı ile
mehmet şakir karataş
ne bilinmez bir yolculuk
orada
devir dayım eden
TÜM YORUMLAR (9)