Bir telaş almıştı beni. Yüreğim çarpıyordu anlamsızca. Sebebini bilemediğim bir heyecan yaşıyordum. İlk defa yurt dışına çıkacaktım. Oysa tek istediğim ilk önce Türkiyem'de görmediğim yerleri görmekti. Güzel vatanımda görmediğim o kadar güzel yerler vardı ki..Benim için büyük süprüzdü Amerika'ya gitmek. Kızım senelerdir çağırıyor bense gelirim diye
geçiştiriyordum. Sanki oraya gittiğimde havasız kalacakmışım gibi bir his vardı içimde. Böyle birşey olamazdı tabii. Gitme fikri yüreğimi sıkıyordu.
Üç senedir görmemiştim kızımı. Gözümde tütüyordu. Bebeğimin kokusunu, sıcaklığını özlemiştim. Ona sarılıp doyasıya öpmek fikri, biraz da olsa yüreğimi rahatlatıyordu. 22 aralıkta Atatürk hava alanından on iki saat sürecek bir uçak yolculuğuna çıkacaktım. Yanımda ortanca kızım Şebnem vardı. Üç kızımda birbirinden tatlı. Belki anne olduğum için.. Belki canımdan bir parça oldukları için.
Sabah sekizde havaalanında bulunmamız gerekiyordu. Sabah erkenden kalktık. Kahvaltımızı ettikten sonra, bir taksi çağırıp yola çıktık. Oraya koştur buraya koştur bavulları teslim et aramalar...Bayağı sıkıyordu insanı. Düşüncem oniki saati nasıl geçireceğimdi. İşte uçağa biniyorduk. Türk Havayollarına ait bir uçaktı. Tıklım tıklım doluydu. Koltuklarımız cam kenarındaydı. Ben öyle istemiştim. Çünki bulutları seyretmek herzaman hoşuma giderdi. Hele güneş ışınları, bulutların arasından geçtiğinde, sanki bir tuvale çizilmiş resim gibi gelirdi bana. Uçak hareket etmiş yavaş yavaş yükselmeye başlamıştı. Yüreğimde bir heyecan hissediyordum. Deli gibi çarpıyordu kalbim. İlk uçağa binişim değildi ama bu kadar uzun
bir yola gitmemiştim hiç. Yerden uzaklaşmaya başlamıştık. Florya, Küçük Çekmece gölü, çizilmiş bir plan gibiydi. Çok ilginçti gerçekti ve ben gidiyordum bilmediğim bir ülkeye..
Hostesler hiç durmadan ikramlarda bulunuyorlardı. Ama yüreğimde yine de bir huzursuzluk vardı anlayamadığım. Aslında önümüzde harika videoları seyretme, şarkılar dinleme ve uçağın gökyüzünde ilerlemesini gösteren harita vardı. Gözüm haritada uçağı takip ediyordu. İki saat zor dayanabildim. Kızım sıkıldım ben dolaşacağım dedim. Dolaşmak.. Bu fikre güldüm aslında dolaşacak bir yer yoktu. Üstelik canım da körolası sigarayı istiyordu. Kendimi hapisanede gibi hissttim. Özgürlüğüm kısıtlı, sigaram kısıtlı. İyi birşey değil ama bırakamıyorum işte sigarayı..
Zaman geçmek bilmiyordu. Aslında evdeyken ne çabuk geçiyordu zaman. Kızım uyu anne diyordu. Uyumak mı? Kolay değildi
yanyana yapışık koltukta. Üstelik önde oturan bayan, yatak şekline ayarlamışken koltuğunu. Ben en iyisi bir sakinleştirici alayım dedim. İlaç içmeyi hiç sevmem ama, her ihtamele karşı yanıma almıştım. Gece Türkiyede oniki olmuştu bizse İngiltere üstündeydik. Türkiye saatine göre sabah dörtte Amerika'da, vardığımda orda gündüz saat beş olacaktı. Birazcık içim geçiyor sonra yine gözlerimi ayıramıyordum uçağı izlediğim ekrandan. Bir de buluta girdiğimizde uçakta hissettiğimiz sarsıntılar, huzursuzluğumu arttırıyordu. İngiltere'yi geçmiştik. Altımızda Atlas Okyonusu görünüyordu ekranda.
Derinlikler aklıma geliyordu. Aslında derinlik, yükseklik fobim yok. Ama bir düşse filimlerde gördüğüm gibi.. Allah korusun diyor hemen değişik bir film açıyordum kendime. Kızım uyuyordu. Çalışan biriydi üstelik yorgundu. Gözlerini her açtığında, sen de uyusana anne diyordu bana. Uyumak mı.. Neler geçmemişti ki aklımdan, uçağa bindiğimden beri.. Anılar, maziye gömülenler dirilmişti sanki..
Son iki saat kalmıştı hâlâ Atlas Okyanusunu geçememiştik. New York'a yaklaşmıştı uçak, altımız ise okyanus. Karanlıktan birden aydınlığa çıkmıştık. Camdan baktığımda öbek öbek bulutların üstündeydik. Bazen gözümü kapayıp hayal ederim bembeyaz bulutları.. Ama bu bulutlar öyle yoğundu ki sanki diz boyu kar üstündeydik. Bulutların altını düşündüğümde ise, içim ürperiyor hemen başka şeyler düşünüyordum. Gözümü camdan ayıramıyordum son bir saatti ve kızıma kavuşmama az kalmıştı.
Birden yolların iplik gibi, evlerin ise maket gibi olduğunu seçebildim. Evler ışıklandırılmıştı bir anlam veremedim.
Bir evde bu kadar ışığın olması.. Yılbaşı geliyor ışıklandırıldı diye düşündüm. Uçağımız alçalmaya başlamıştı. Alçaldıkça ufak da olsa evler daha net görünüyordu. İnmemize az kalmıştı ve biz denizin üzerinde kırk dakika bekledik. Sanki asılı kalmıştık ağaca. Yavaş yavaş alçalmaya başlamıştı uçak. Artık pisti görüyordum. Kemerlerinizi bağlayın anonsunu duyduğumda, bu kadar kolay yere ineceğimizi düşünmemiştim. Çünki New York'da sıcaklık eksi onsekizdi.
Birbuçuk saat içerde ki işlemlerden sonra kızıma kavuşmuştum. Gözümüzde ki yaşlar birbirine karışıyordu bebeğimle. İnce kıyafetle geleceğimi düşündüğü için bana neler getirmemişti. Giymem kızım dediğim halde zorla sarmaladı beni. Bense uçakta öyle sıkılmıştım ki yanıyordum. Birlikte bir restauranta gittik. Karnımız tok dememize aldırmamıştı hiç. İçeri girdiğimizde kendi masamızı bizler seçemiyorduk. Garson nereye oturtursa oraya oturabiliyorduk. İlginçti. Neyse ki erken olduğu için kalabalık değildi. Cam kenarı bir yere oturtmuştu bizi. Özlemle konuşuyorduk. Kızım menüde neler varsa türkçe olarak bizlere anlattı. Şebnem'le karar almıştık et yemiyecektik. İstediklerimiz geldi. Ama herşey damak tadından yoksundu. Nerdeydi
vatanımın yemekleri.. Her yörenin ayrı ve harika lezzette yemekleri..Sonradan anladığım, burda önemli olan damak tadı değil, karın doyurmaktı.
Yemek bittikten sonra kızıma dışarda sigara içmek istediğimi söyledim. Çünki Amerika'da evlerde bile, sigara içimine izin yoktu. İnsanlar için belirli yerlere büyük küllükler koymuşlardı. İçenler burada, soğuğa aldırmadan sigaralarını keyifle tüttürüyorlardı. Kapının önüne çıktım. Bir sigara yaktım. Havanın soğuk olduğunu ilk kez anladım. Sanki birden buz kalıbının içine düşmüşüm gibi bir titreme aldı beni. Hemen bir nefes aldığım sigarayı söndürüp içeriye girdim. Haydi eve gidelim kızım dedim. Onlar hazır beni bekliyorlardı zaten.
Kızım New York'a bağlı, bir ada olan Long Islanda oturuyordu. Her ev ışıklarla, bahçeleri ise ışıklı heykellerle süslenmişti. Her ev bir veya iki katlı bahçeliydi. Yirmidört ve yirmibeş aralık onların chrıstmaslarıymış meğer. Yeni yıldan daha önemliymiş burda yaşayanlar için. Gördüğüm bir tabloydu sanki, bense tablonun içinde.. 830 km²'lik bir alanda yaşayan 8,2 milyon nüfusuyla New York'da bulunan Long Island, Brooklyn’e Verrazano asma köprüsü ile bağlanıyor. Manhattanin guneyinde, New Jersey sahillerinin dogusunda yer alan harika bir ada.
Kızımın evi kutu gibi ama güzel bir daireydi. Kavuşmanın mutluluğunu yaşıyorduk. Ama uçakta hareketsizlik ve uykusuzluk beni yormuştu. Hayatımda ilk defa saat yedide yattım. Sabah saatin zili rahatsız edercesine çalıyordu. Büyük kızımın sesi, haydi kalkın sizi büyük bir alış veriş merkezine bırakayım. Okuldan çıktıktan sonra saat dörtte de alırım diyordu. Kızımın sesi,
bir anda yüzümde güllleri açtırmıştı. Hayaldi sanki, ben kızımlaydım ve Amerika'daydım.
Büyük alış veriş merkezinin önünde bırakmıştı Şebnem'le beni. Kızım geçen sene ablasının yanında iki ay kaldığı için, bilinçli bir şekilde gezdirecekti beni. Ama sabah kahvaltısı yapmamıştık. Çoğu Amerika'lı bütün öğünlerini dışarıda yiyiyordu. Cafe tıklımtıklım doluydu. Kızım gidip kahvaltı için birşeyler aldı. Çay nerde çayımız. Mis gibi kokan çayımız.
Hepsi nest-cafe içiyorlardı. nerdeyse sürahi büyüklüğünde bardaklarda. Bizler alışık değiliz ki. En ufak boy bardağa kahvelerimizi doldurup getirdi. Bir kere içtiğinde diğer nest-cafeler bedava. Bir tanesini zor içebildim. Kahvaltı bittikten sonra mağazaları tek tek dolaşmaya başladık. Giyim tarzlarını beğenmedim. Zaten kışlıktan ziyade, yazlık ezonu başlatmışlardı Günlerden 23 Aralık salıydı. Çarşamba, perşembe günü Christmaslarıydı ve onlar için yılbaşından daha da önemliydi.
Saat dörtte kızım okuldan çıkıp bizi aldı. Birkaç alışveriş merkezini daha gezdikten sonra, akşam yemeğimizi yedikten sonra
yorgun vaziyette eve geldik. Ben yine yorgun vaziyette erkenden uyudum. Sabah yine saat yedi. Biz üçümüz ayaktayız. Ve yine aynı yerde kahvaltımızı yaptık Şebnem'le. Alışveriş merkezi çok büyüktü ikinci günde gezmediğimiz mağazaları gezdik.
Saat iki de kızım geldi bizi alıp, çin lokantasına götürdü. Bir anda deniz mahsulleriyle doldu masa. Selenay'da altı senedir oranın yemek kültürüne alışmış. Denizden babam çıksa yerim diye bir söz var. Herhalde bu söz bana göre değil, balık harici deniz mahsüllerini severek yiyemiyorum. Güzel bir yerdi. Ordan başka alışveriş merkezlerine. Ne derler ayağımıza karasular indi. Evet bir yandan yedi saatlik zaman farkı, bir yandan büyük alışveriş merkezlerini gezmek yormuştu beni. Nev York'da
gezmediğimiz yer kalmamıştı. Saat altı gibi eve geldik. Akşam Selenay'ın kız arkadaşının evine davetliydik.
Saat yedi gibi evden çıktık. Gideceğimiz aile bir italyan ailesiydi. Nasıl karşılanacağımızı bilmeden, yüreğimde ki gizemle, kırk dakika sonra üç katlı bir evin kapısından giriyorduk. Kısa boylu, beyaz saçlı, yetmiş yaşlarında tonton bir bayandı bizleri karşılayan. Onlarda adetmiş gelen misafirlere hemen evlerini ayrıntısına kadar gösterirlermiş. Harika bir evdi.
Misafirliğe gelmeden önce Selenay'ım tembih etmişti. Anne evi gezdirirler çok beğendiğini söyle diye. Biz Türk evlerine tüm eşyaları dolduruyoruz. Kımıldıyacak yerimiz kalmıyor. Fazla eşya olmamasına rağmen özenle yerleştirilmişti eşyalar.
En alt katta ki oda mutfak olarak kullanılıyordu. Büyük bir yemek masası ve üstü yine deniz mahsulleriyle doluydu.
Türkiye'me gelen yabancıların neden kebaplarımızı ve Türk yemeklerini bu kadar çok sevdiğini şimdi daha da iyi anlıyorum.
Herşey mükemmeldi. Harika karşılanmış ve son derece güzel ağırlanmıştık. Aile fertleriyle tek tek tanışmıştık. Burda ingilizcemin ne kadar yetersiz olduğunu anladım. Döner dönmez geçtiğim üçüncü kur dan devam edecektim. Eve dönmemiz onikiyi bulmuştu. Hayalimde ki şeylerden biri de özgürlük anıtını görmekti. Amerika'ya gelişimizin dördüncü günüydü.
Ve biz Manhattan'a şebnem'le gitmek için yine sabahın köründe kalkmıştık. Selenay ikimizi arabasıyla metroya bıraktı.
Camdan geçtiğim yerlere hayretle seyrediyordum. Nev York'u Manhattan'a bağlayan tüp geçit vardı. Ama insan denizin altına kurulmuş olduğunu anlamıyor bile. İki saate yakın yol aldık. Gelmiştik işte. Şebnem yolları iyi biliyordu. İngilizcesi ise benden daha iyiydi. Metrodan sonra büyük bir parkın içinden geçtik. Kocaman bir kartal heykeli vardı parkta. Bir yandan resimler çekerek, bilet satış yerine gittik. Adaya gitmek yirmi dolardı kişi başına. Ama hayallerim gerçek olacaktı. Ve çok mutluydum. Bileti almak önemli değildi. Bir de gemiyi beklemek için öyle sıra vardı ki. Eksi onsekiz derece soğukta, tam ikibuçuk saat bekledik. Sıra bize gelmişti. Adaya varmamız fazla sürmemişti. Uzaktan ihtaşımıyla görünmeye başlamıştı.
Özgürlük Heykeli, ABD'nin New York şehrindeki Liberty (Özgürlük) adası üzerinde, inşa edildiği 1886 yılından bu yana Amerika'nın simgesi olan anıtsal heykel ve gözlem kulesi. Dünyanın en tanınan abidelerinden biri.
Bakırdan yapılan Özgürlük Tanrıçası heykeli, Fransa tarafından kuruluşunun 100. yılı nedeniyle ABD'ye (10 yıl gecikmeli olarak) hediye edilmiş. 1884-1886 yılları arasında inşa edilen heykelin mimarı Frederic Bartholdi. Çelik iskeleti Gustave Eiffel, kaideyi Richard Morris Hunt yapmış. ABD'nin New York şehrindeki Özgürlük Adası'nda yer alıyor.
Heykel, sağ elinde bir meşale, sol elinde ise bir tablet tutuyor. Tabletin üstünde 4 Temmuz 1776 tarihi (Bağımsızlık Bildirgesi'nin tarihi) yazılı. Heykelin başındaki taç'ın 7 sivri ucu 7 kıtayı veya 7 denizi simgeliyor. Heykelin yüksekliği 46 m, kaidesi ile beraber 93 m. Ziyaretciler heykelin içinden meşaleye kadar 168 basamaklı bir merdivenden çıkabiliyor. Heykelin meşale tutan sağ elinin yüksekliği 13 metre. Meşalenin etrafındaki dehlizde 15 kişi birarada dolaşabiliyor. Heykelin başının genişliği 2 metre, yüksekliği ise tacı ile birlikte 5 metre.
Harika bir yerdi. Hayallerim gerçek olmuştu. Çok kalabalıktı. Dünyanın heryerinden bir sürü insan ve konuşulan tek dil ingilizce. Dediğim gibi dilin önemini burda daha da çok anladım. Dönüşte Manhattan'ı gezdik. Binalar büyük intişamıyla yükseliyordu. Aralarında kaybolmuştuk sanki. Bir yandan da acıktığımızı hissettik. Bir cafeye girip birşeyler atıştırdık.
Dükkanları dolaşmaya başladığımızda saatin bayağı geç olduğunu gördük. Saat altıda Selenay bizi bıraktığı yerden alacaktı.
Koşar adımlarla metroya gittik ve bindik. Long islanda geldiğimizde kızım gelmiş bekliyordu bizi. Bu akşam Amerikalılar için önemli bir gündü. Christmaslarıydı onların. Yine italyan aile bizleri yemeğe çağırmıştı. Tüm evler ışıklandırılmıştı. Bir hayal dünyasındaydım sanki. Yine harika yemekler, harika bir sofra..Çok güzel ağırlanmıştık. Samimiyetlerine, gösterikleri sevgi, beni duygulandırmıştı. Saat onbiri gösterirken kalktık. Selenay'ın matematik profösörü bayan arkadaşına uğradık. Çay içip kalktık. Eve geldiğimizde bayağı geç olmuştu.
New Jersey'de iki yeğenim oturuyor. Büyüğü Metin mühendislik okudu Kıbrısta. Şimdi master yapıyor.Daha yeni evli, Filibinli eşi harika bir kız. Diğeri Gökhan Zonguldakta okudu işletme mezunu. O da abisi gibi master yapacak. Onları Öyle özlemiştim ki. Görmeyeli üç sene olmuştu ve gözlerimde tütüyorlardı. New York'la New Jersey arası altı, yedi saat arasıydı. İki şehrin ortası olan, Atlantis City de buluşmaya karar verdik. Sabah erkenden kalktık yola koyulduk. Dört saat sonra Atlantik City deydik. Çevrede gökdelen oteller vardı. Arabamızı otelin parkına çektik. İçerisi harikaydı. Dünyanın değişik yerlerinden gelen, ırkları ayrı, dinleri ayrı bir sürü turist vardı. Yeni yılı kutlamak için gelmişlerdi. Otelin girişi oyun makinaları,
rulet ve birsürü kumar masalarıyla doluydu. Yabancı filimlerde seyrederdim. Bayağı ilginç geldi bana. Otelin restaurantlarından birinde karnımızı doyurduk. Sonra odamıza çıkıp, elimizde ki fazlalıkları bıraktık. Tekrar aşağıya inip, dolaşmaya başladık. Bana ilginç gelen, otelleri yanyana yapmışlardı. Ve bir otelden diğer otele rahatlıkla geçiliyordu.
Yorulana kadar dolaştık bazen cafe de dinlendik. Akşamda oyun makinalarında az bir parayla şansımı denemek istedim. 2.5 centlik bir makina seçtim. Çünki kumarı sevmeyen biriyim. Ama yedi dolar kazandım ve kalktım. Herkes kazanma ümidiyle, kimisi kazanıyor çığlık atıyor kimisi de üzüntüsünü belli ediyordu. Akşam erken yattık. Ertesi gün yeğenlerim gelecekti.
Sabah kahvaltıya indik ortalık sessizdi. İnsanlar geç yatıkları için daha kalkan olmamıştı. Öğlen iki yeğenim ve Filibinli gelinimiz gelmişti. Doyamamış öpüşe sarıla bir hal olmuştuk. Ana kokusu geldi diyordu yeğenlerim. Üç senedir annelerini görmemişlerdi. Hep birlikte alışveriş merkezlerini dolaşmaya çıktık. Yollar kalabalık, alışvriş merkezleri ise aşırı kalabalıktı. Sıkılmıştım. Dışarda banklar vardı. Ben oturacağım çocuklar dedim. Bir de sigara molası iyi olur diye düşündüm.
İnsanlar önümden akın akın geçiyordu. Soğuğa aldırmadan kısa şortlar giymişlerdi. Şaşkın şaşkın bakıyordum insanlara..
Güneş vardı ama çok soğuktu hava. Biraz sonra kapıda belirdi çocuklar. Daha fazla dolaşacak halimin olmadığını, otele dönmek istediğimi söyledim. Gökhan'da ben de yoruldum teyze, birlikte gidelim dedi. Biz birlikte otele döndük.
Akşam hep birlikte New Jersey'e hareket ettik. Yolda büyük bir markete uğrayıp, alışveriş yaptık. Saat dokuzda evdeydik. Bayanlar mutfağa girip yemekler hazırladık. Türk yemeklerini özlemişler. Güzel bir geceydi. Mutlu bir şekilde uyuduk.,
Ertesi gün öğleye doğru New York'a hareket ettik. Akşam yeni yıla girecektik. Akşam için kızım bir restaurantta yer ayırtmıştı. Sekiz buçukda orda olacaktık. Türkiye bizden yedi saat önce girecekti yeni yıla.
Akşam yediye doğru çıktık evden. İki saatlik yolumuz vardı. Oraya vardığımızda daha erken olduğunu gördük. Bir cafeye girip
birşeyler içelim vakit geçer diye düşündük. Dışarıda bekleyemeceğimiz kadar soğuktu hava. İki gündür Long Island kar içersindeydi. Aslında kar yağmasını da ne çok özlemişim. Cafe de çay içmek istedim. Lipton sallama çaylarından geldi. Türkiyem'de demlediğim çayı ne çok özlemiştim. Saat geldiğinde restauranta gittik. Güzel bir yerdi. Ama bizde ki gibi eğlenceli bir program yoktu. Yalnızca yemeğe ağırlık vermişlerdi. O da deniz ürünleri. Ne tavuğun tadı var ne de yediğim hiçbir yemekte damak zevki.. Doymak için yiyiyoruz gibi geldi. Yeni yıla girdiğimizde teypden müzikler çaldı. Herkes pistte. Oynama şekilleri bile farklı. İstanbul'da olsaydım. Halay çekerdik diye düşündüm birden. Çocuklarımla olmanın ayrı bir mutluluğu vardı tabii. Harika bir şekilde yeni yıla girmiştik.
Ayın biri olmuştu. Bir gün sonra dönecektik Türkiye'me. Eksik kalan alışverişlerimiz için, tekrar büyük alışveriş merkezlerine gittik. Akşama ise Selenay'ın arkadaşı matematik profösörü Efi bizi yemeğe davet etmişti. Akşama kadar dışarlarda gitmediğimiz yer kalmadı. Güzel bir restauranttaydık. Güzel sohbetle geçti zamanımız. Efi harika bir dosttu. Eve vardığımızda akşamdan bavullarımızı hazırladık. Yarın bir de hava alanında olacaktık. Günler ne çabuk geçiyordu. Kartopuma kavuşmamla ayrılmam br olacaktı. Yüreğimden akıyordu gözyaşlarım. İzin yoktu gözlerime. Arkamdan üzülmesini istemiyordum kızımın.
Yine uçakta uzun bir yolculuk, Florya, yeşilköy görünmeye başlamıştı. Gezdiğim şehirler harikaydı ama Türkiye'min taşı toprağı bir başkaydı. Saat onbirde uçaktan inmiştik. Bir taksiyle evimize geldik. Güzel bir geziydi. En önemlisi biraz da olsa özlemlerimiz giderilmişti. İnşallah kızımda okulunu bitirir ve İstanbul'da görevine devam eder. Türkiye'min herzaman
yurtdışında öğrenim yapmış çocuklarımıza ihtiyacı var. Hele annelerin gözünde tütüyor evlatları. Daha şimdiden özledim kartopum seni. Bir an önce dön Selenay'ım. Benim ve vatanımın sana daha çok ihtiyacı var. Gözümü yaşlarla arkanda bırakma.
Kayıt Tarihi : 17.1.2009 21:59:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
22.aralık.2008 pazartesi gidiş, dönüş 2 ocak 2009 cuma Amerika seyehatimi sizlerle paylaşmak istedim. Gerçekten çok şanslı bir anneyim. Üç tane harika kız evladına sahibim. Ve çok mutluyum ki Rabbim güzel yerleri görmemi sağladı. Yine çok mutluyum ki sizler gibi, harika dostlara sahibim. Mutluluk benimle..

İnsan oğlü Dünyaya, sınav için gelmiştir.
Elestü bii rabbikümde,büyük görev almıştır.
Bazen suçunu bilip, saçlarını yolmuştur.
Suçkarının altında, bazen esir kalmıştır.
GÜNAHSIZ BİR GÜN YAŞA; alsana büyük ödül.
Benim Dünyamı yakan; Kulak, Gözüm. Elle, Dil.
*&?
Beden iki kısımdır,kollar bacaklar gövde.
Mâna kısmımız ise,can,akıl, ruhumuz de.
Rızkı yaradan verir,gözünü yumup iste.
Sınavdaki sorular,ihtiyaç olan nesne.
GÜNAHSIZ BİR GÜN YAŞA; al sana büyük ödül.
Benim Dünyamı yakan; Kulak, Gözüm, Elle, Dil.
*&?
Bazen mal verip dener,bazen malsız sabrımı.
Günde yetmiş bir defa,hazır eder kaprimi.
Çalışıp hazırlarız,her alemde yerimi.
Kendimiz hazırlarız,her mekânda serimi.
GÜNAHSIZ BİR GÜN YAŞA; alsana büyük ödül.
Benim Dünyamı yakan; Kulak, Gözüm, Elle, Dil.
*&?
Ağlamak var gülmek var,Dünya denen mekânda.
Al yuvarlar ak’lar var,Deverân daki kanda.
Sevinmek var keder var,kırılan kalbii canda.
Bir günü yaşar isek,dolu dolu vatan’da.
GÜNAHSIZ BİR GÜN YAŞA; al sana büyük ödül.
Benim Dünyamı yakan; Kulak, Gözüm, Elle, Dil.
*&?
Zaman sürem mahduttur,gün,ay,hafta,yıl,sene.
Taksim etmiş günümü, farzlar eklemiş güne.
Vede kısmetim koymuş,üç vakit her öyüne.
Çalış çabala kazan,kâr kazandır gününe.
GÜNAHSIZ BİR GÜN YAŞA; al sana büyük ödül.
Benim Dünyamı yakan; Kulak, Gözüm, Elle, Dil.
*&?
CONGERİ bir gününü,günahsızca yaşarsan.
Allah(cc) rızası için, ömür boyu koşarsan.
Hayatını ihlasla, yaşamayı başarsan.
İyi bir ünvan alın, aşkla dolup taşarsan.
GÜNAHSIZ BİR GÜN YAŞA; al sana büyük ödül.
Benim Dünyamı yakan; Kulak, Gözüm, Elle, Dil…
*&?
Ömer Çetinlkaya
Congeri
tebrikler sayın şairem
Birol Hepgüler.
Kardeşimle yegenim 15 yıl orda kaldılar onlarda görmeye değer olduğunu söylerler hep davet ederlerdi
Yemeklerminin tadınını sizin gibi pek beğenmezlerdi
Hatta kardeşim emimim ki türkiyede yedeğiniz güzel yemekleri bush bile yemiyordur diyordu:)
Böyle anıları yaşamak güzeldir bizmle paylaştınız için teşekkürler sevgili Menekşe
Bizlere bunu nasıl yaparsın. Bu kadar uzun bir seyahatnameyi hiç değilse biraz sıkıcı yapamaz mıydın. Hiç değilse bırakırdık okumayı...
Ne mutlu sevdikleriyle özlem giderenlere...
Allah sizleri ayırması, sen ve 3 kızını...
Ne birbirinizde, ne vatanınızdan...
Kadir Tozlu
TÜM YORUMLAR (6)