insanın girilmemiş odalarında
paslı zincir kırık kaplar uzun kışlar var
anlam sözden yapılmaz ki nesnelere bakarken
boşluğun hayvanları gibidir rüzgar
insanın girilmemiş odalarında
kuytu yüzleriyle günden dönerler
ölü bir güz asılı kirpiklerinde
daha dillerinden ayrı düşerler
gölgeleri gezinir bozkır şehirlerinde
elişi bir tutumla ne seyrek yaşarlardı
kar sesleri duruyor kuytu bir dağda
ayın gözlerinde bin ölü temmuz
burada kaç kişi kaldım bilinmez
beni en güzel siz unuttunuz
siyah bir gül açılıyor gibi görmüştüm
gökyüzüne ayan benim
yeryüzüne beyan benim
sonsuzluğu duyan benim
seni düşündüğüm anda
yok olurum var olurum
geceler gece kaldı bilindiğinden
bilmemenin saçlarını tarıyor kalbim
ay gibi çocukların eskidiğinden
vakitlerin dışındaki bulanık serseriyim
nedendir şu suskunluk duman gibi yükselen
bir kadın
gözleri semtimizin çıkmaz sokağı
elleri bilmediğim zaman
tanır mıydım çakır yalnızlığı
bir kadın
dün sana baktığım eskidi biraz
buradan yüzyıldır kimse geçmemiş kadar
bugün nedir bu böyle akşama doğru
yorgunlarla dolu geçmediğin sokaklar
gözlerinin çocukları niçin böyle az
biz öyle güzeliz ki hep kaybederiz
kapalı bir kitap gibi tutma içini
aşar gider bizi suçsuzluğumuz
uyanınca göklere karışan düşler gibi
istencimi donatan bu hangi mevsim
avucumda peşpeşe gökyüzü gereçleri
sana ancak hep yeniden bakılabilir
gözlerimde sana kuş biriktirdim
bir uçurum kendisine düşebilir yalnızca
akşam olsun sessizlikten solgun kızlardan
kirpiklerinin ucu bıçakçıl ve serseri
ve bir düelloya davetli gibi
dursun yeryüzüne baksın ağırdan
güneş'in de sararmaya gittiği akşam
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!