Ey akşam
sen hangi akşamsın;
az faturası gelsin diye ışıkların erken söndürüldüğü
bir varoş evi de sana akşam der,
saray yavrusu boğaz villaları da,
ayrılan için de akşamsın,
Kara günlerde kalmış şimdi bakışlarımız
kırağı çalmış bir sabah soğuğu gibi;
izin verse işte bir bahar sınırlarında vurmadan umudumuzu,
belki bir ışkının yanına sereceğiz başımızı; çocukluğumuzun ellerini dileneceğiz…
Veda et Pazar,
Umutsuz bir sel gibi acı getiren günlere.
Söyle pazartesine,
Ayırsın bir çocuğa yerini;
Hak ettiği bayramları erteleyen,
Ölüm yerine sevinçleri getirecek
Fotoğraflara bak, fotoğraflara;
renkliydiler çekildiklerinde hatırladın mı
bir ara siyah beyaz sonra sarı oldular,
mevsimlere benzediler evet;
kışları geldiğinde bembeyaz karlar uçuşacak üstlerinde…
Dünün kılıçları,
Top gülleleri çürüdü toprakta.
Çürüyecek, emin ol, bu metal yığınları da.
Bir şey silinmeyecek, bir şey:
Günahı bir insanın,
Kaç tövbe etmişse de, geçmiş ola...
İnsan kurdudur insanın
Bu nedenle belki hak etmemiştir
Cennet verilen evinde iç cennetini
Sahtedir yaradanına
her şeyi görür,
Bilir deyişi.
Sonbahar deyince yaprak döküyordu sözcükler,
şarkılar duyuyorlardı belki şöyle lirik
İçinden ayrılıklar geçen,
en çok bırakıp gittiğim şehirlerde kalıyorlardı;
hala galatadan mavi alıp gelirken/
Bulutları bir şeylere benzetiyorlardı hep;
Önce dam evlerimiz
Sonra silgi kokan siyah önlüklerimiz gitti/
Size nasıl diyeyim yufka içinde helvamız,
kışa bir yumruk gibi direnen yün çoraplarımız,
annelerimizin önemli günlere sakladığı pestil,
belki görürüm diye pencere önlerinde sabahladığımız
Gördün mü insan;
ne sesi var savaşların,
ne ırkçılık hastalığının/
Daha emeklediğimiz zamanların belki,
bu gezegeni birlikte tanıdığımız zamanın
ıslığı çalıyor/
Bir garip fırtına öncesi
hazır olmamış buğday başaklarına benziyorum
ve Camı kırılmış köy evi pencerelerine/
Bu bozkırlara bakmış gözlerim işte,
nasıl dayanır bilmiyorum;
bu kadar ilkbahar taşıyan gözlerine,
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!