Zaman, paslı bir çivi gibi saplanıyor sîneme
Bir susku çoğalıyor içimde
Avazım çıktığınca susuyorum
Kendimi bir zindanın küflü dehlizlerinde buluyorum
Boyaları dökülmüş,
rutubet kokulu,
ince bacaklı böceklerin gezindiği,
her hatırası yerle yeksan edilmiş,
sayfaları yakılmış,
Uzun bir bekleyişten geliyorum
Vurmuşum sırtıma
yılların birikmişliğini,
taşıyorum bir hamal gibi.
Rezilce bir yaşamak bu
kepaze bir hayat.
-KONUŞ-
Konuş, Ey güzel insanım benim!
Sen konuş ki ferahlasın şu gönlümüz.
Leblerinden dökülen her harf bir kurtuluştur bize...
Konuş, Ey güzel insanım benim!
Gönül dergahına girmeden evvel
Tatsız meyva gibi hammışım meğer
Seni tanıyıpta sevmeden evvel
Bir türlü yağmayan karmışım meğer
İçimde kurulu gizli bir mahşer var
Bir cennet, bir cehennem var içimde...
Bir lahzâ derin ve hoş hülyalara dalarken;
Asık yüzlü zebanilerin bakışları çarpıyor gözlerime...
Duyuyor musun içimdeki haykırışları?
Nedir sebebi bu ayrılığın sorarım!
Görüyor musun gönlümdeki kanatlarından vurulmuş kuşları?
Sus deme bana bu kez ben de seni kırarım...
Ey dağ başını alan duman
Ey telgrafın tellerine konan kuşlar
Ey her gecemin sabahı olan
Ey bir alev halinde dilime düşen
Hangi türkü hangi şarkı anlatır seni
Soğuk bir kasım gecesiydi...
Sen yoktun
Dışarıda yoğun bir sis,
İçimde tarifsiz bir his
Öylece kalakaldım nefessiz...
Ey gözlerine bir ömür sığdirdığım kadın!
Nasıl oldu da böylesine yitirdik seni?
Nasıl kaybolup gittin gönüllerden?
Hani bir el uzatımı yakınımızdaydın
Nasıl şimdi tanımsız bir terim oldun yürek sözlüklerinde?
Kim soktu bu ayrılığı gayrılığı aramıza?
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!