Tak-ıldı… Tak: tümlecinden arındırılı bir kök olduğu bu şey, sadece hep tak tak kütüklüğü gibi aklıma da tak ediyor zaten bu takıntılar… Özkök ile nağme yapmak belki deme, başla bir kere... hırslıyım, kızdım ve düşünüyorum yine:
Türk demek: İnsanım demeyi anladım demektir
Türklük demek: insanlığı sevmeyi anladım demek
Göktürk’lerdir, şahadet parmağı ile göğü gösteren, tek tanrıcılığı bekleyen ve olmayı başaranlar. İnsan varlığının, diğer canlı ve cansız varlıklardan bir üstünlüğü olduğunu anlayabilenler olmaya yönelme olduğu anlaşılabileceği gibi, insan hem felakettir, hem insanlık en üstün güzelliktir olgusuyla düşünmektir belki;
Allah: güzel demek
Kuran: Oku demek, kelime-i şahadet Kuran’dadır.
Tek tanrıcılığı, Zebur’u tanıma ile Göktürk’lerle başlamış olabilir dersem, insanlık var oldukça düşünülecek elbette, gelişmelere uyumlanmalı elbette, ama bir birlik varlığı ve bütünlüğüne... ben diyebilmenin gelişebileceği bir birlik topluluğu olarak, bir bütünlük sorumluluğuna insan olmak anlayışı ve ilerleyen vatan varlığı ve bütünlüğünde, ‘insanlığı sevmeyi anladım’ düşüncesine gelişmeyi başarıya da dayanabilir;
Başlamak - Başarmak: en kutsal değer birimidir
İlgimi çeker bazen, bize aitliğimiz ile biz varlığı, ‘beş parmağımız’ derken ben ile biz muhteşem bir örnek oluşturmuş olduğuyla... her neyse... Beş parmağımız da aynı olmadığından, bir ana bir babadan evlatlar arası da örneğin, beş sağduyu dengesi ve beş sanat varlığımızdan, yediği kaba yapan çıkacak denilen, bir veya çoğu dert oluşuyor denilir, sanırım şöyle:
Dert: deva bulmaya hekim ister, tedaviye bakım sabır ister
Bela: ıslah ister, hakim ister, bakımı gibi koruması ve korunması sabır ister
Sabır: sevgi + şefkat emeğidir, (şakası ise: nankör bilmez bu değeri, hakemlik ister) , hekim hakim var da hakemlik
olmaz mı hiç?
sevgi ana kucağı, şefkat baba bereketi, Anavatan deriz
bu yüzden bu birliğe…
Hekim – hakim – hakem üçlüsü ne güzel duruşlar bunlar. Hırsımı frenleyemiyorum. Türkiye’m ne kadar iyi ise, ben de öyleyim, oluşanlarla bunaltan konular hakkında söylenileni dinleyip de değerlendirmek oldukça zora dayanıyor. Bu bir dinleti içeriğinden anladığım, Türkiye adına diretilen olarak: ben kendi hırsızım, kendi haydut’um, kendi hastam ile ilgilenmeyeceğim, bilmem kim hangi ülkeden bana bilmem ne ısmarlayacakmış… demeye erken davrandım. Daha şu takılan takıntıyı, takunyalığını dile almadım:
Konunun adı olmalı, kimi olayların adını koymaya da gecikmemeli! : önce konuş, sonra pakla demek değildir! (ben de temiz bir Türkçe kullanımında daha düşüyorum bu tuzağa…ama düşünüyorum, demek ki daha düzelecek Türkçe’m...) Ama bir düzgün güzellik var ki:
Göktürk – Oğüztürk – Atatürk bir soy ağacımızdır! Diye düşünmeyi deniyorum ve üstelik bir abartı olarak (abartıya abartıyla karşılık nereye kadar gidecek onu da bilmiyorum tabi) :
Zebur = İlkokul = sevimli çocukluk
Tevrat = Ortaokul = pubertet çağı, dik kafalılık, ergenlik şaşkınlığı
İncil = Lise = bedenim arzuluyor çağı, bedensel zihinsel hazırlık deneyişi
Kuran = Üniversite = Olgunluk çağında bu tecrübe, bir çözüm yeteneği,
…………insanlığı arttırabilecek, gelişmiş bir kullanılabilirliğe hak ve haklılıktır
Dikkatimi okşayan burada tecrübe, ustadan öğreniliyor, yetenek becerileniyor ve artık ‘insanlığı sevmeyi anladım’ diyenlerin varlığı bu beliren güzellik oluyor, bu güzellik ancak birliğe bütünlüğü kazandırıyor.
Oysa çağımızda, yüzyıla yakın süredir sömürgeci ülkelerce hep uygulanan ve adına da teknoloji geliştirme denilen: Tecrübe edinme diye ''davara kurt gibi dalmaya saldırı salgınlığı'' değildir bu değer dedirtiyor insana ve böyle bu benzerlikte de şu gelişme ile düşünüyorum yine:
Laf ebeciliği! Allah güzel, kuran oku demekti, peki niye oku güzel, gel güzel demeye bu düşkünlük? Allah değil mi ilk bildiğimiz? Öyleyse: Allah güzel demek işte. Verdiğim örnek yetersiz kaldı, ancak anlatmak istediğim:
Güzel oku, güzel gel, güzel git demeyi önce bilmeliyiz ki laf ebeciliğinin oyuncularına iyi birer hakem olalım, hekim var, hakim var, hakem niye yok bizde? Soy ağacımız neydi? Ceddimiz kimlerdi, ne yer ne içerlerdi onlar? Hiç aynaya bakmaz mıyız? Hiç albümlerimize bakmak için ara sıra romantikleşmez miyiz? Hayal nedir? Hayret doğrusu, şu AB, ABD sapıklığı ile: Gözümüz var, görmeye utanan Millet olduk…
Aile albümüne bakmaya utanan birine, Allah köreltmiş gözlerini mi denilir, yoksa Allah’ı inkarı zaten üstlenmiş bu varlıkların şaşırtmaca düzenleyişi acaba, tabanın buna hazırlandırıldığına inanç kararlılığı değil midir? Allah diyerek dolanmasını da yutturup bildiği gibi dayatacak. Dayatmacılık dediğim aslında orospuluktur ve bu konumda da deneyeceğim düşünce;
Orospu: Kapatmak, kapamak, harem, kerhane… bu yüzdendir kız çocuklarını diri diri gömerlerdi bir zamanlar… ne çirkin şeye böyle bu özlem ne kötü çirkinlik… Hangi asırdı bu? Daha dündü bu ve şöyle denilir belki:
Zebur, Tevrat, İncil, Kuran ve ama Allah tek! Ve bir gün kurnazlığı tutmuş bir arsızın, cebinde parası, dilinde laf ebeciliği, hal hatır satın alma edepsizliği, aklına takılmış böyle işte, madem tek Allah iki kitap, biz de iki olabiliriz diye tutturmuşlardır herhalde….. Zebur’dan sonra iki, üç Zeburcu şu mahallesinden, Zeburcu tenekeliliği ama şu aslıydı zaten diye de dayandır ve yüklen, zevkten ayrılmamak için de düşkünlüğünü tedariken… velhasıl böyle insanlık kurtulamamış, kurtarılamıyor birlik ve bütünlüğe saygı duymayı yargılamaktan…
Her insanlık tehlikeye düşünce kim düşünür? Bilginler denir. Peki, keyfice ülkelere dalıp, defol git ben kudurayım şöyle diyenleri de seyre mi dalacağız sadece?
Orospu kavramında değerlendirilen, hastalık bulaştırma tümörüdür, yuvalanır, mikrop taşıyıcıdır, sık sık kontrol en zorunlu sorumluluktur deniliyor. Ve ayrıca, orospu olabilir her insan. Bedenini kullanmaya sunabilir, geçim kaynağıdır, ama: sağlık kontrolü zorunluluk şartıyla. Buna müsaade eder mi orospu patronları? Etmez tabi! Hepsi bana der! O peki, yani bedeni satın alınan ne yapacak? Avrupa bunu gerçekleştirdi, açıklama olarak: Var olan bir şeye yasak kar etmiyor. Öyleyse korumaya almalı, vergi ödeyiş de düzenli oluyor böylece, dediler. Bir Yahudi orospu çalıştırma nedeniyle partiden uzaklaştırıldı. AB ve ABD orospuluğuna ne yapılır diye düşünmüyorum daha... ama bir yasağın istiap haddi ve yasağın yasallaştırılması diye bir nüans inceliğinde korkunç bir kabalığı düşünmeliyim...
Bunu işte düşünebilmek için, adını önce koy olayın, sorunun, derdin, belanın, her neyse artık, sonra çözülür buzu, uslu uslu olunur tedavi, teşekkür eder yürekten tebessüm sağlığı… Eğer bu örneği model aldılarsa, ülkelere gidip, şuna da hak ver, buna da aç kapı demenin dozunu şaşırtıyorlar gibime geliyor benim.
Türk olmak insan olmak, Türklük, insanlığı sevmeyi anladım demeye yücelmeyi başarmak diyorum ben, onlar da diyemezsin denilecekmiş işte diye diretecek. Dikkat ettiniz mi hiç? Diyemezsin diyeceğim denilmiyor ki... 'diyemezsin denilecekmiş işte' demekten biraz anlamayı bilmeli....
Vatan ve millet varlığı bütünlüğünü sarsmaya cüret etmek ne demek? … diğer taraftan da deniliyor ki, Türküm demeye utanıyor olduk veya ortada insan kalmadı ki… bu tutumlanmaların hepsini kınıyorum… bu tür lafa cüret edendir, insanlıktan çıkmışlığın bu vahşet adayı her insan ve her ülkede de, amelinin adını söylüyor demektir… Bir ülkede artık kimse insan değil diyen, köhneleştirmeye epey emek vermiş, ustalaşmış olduğunu söylüyor sadece… alenen…
Eğer moda ise insanlığı çökertmek, öyleyse namustur, onlara tek duruş ile karşı durabilmek… kendi siluetlerine kendi gölgesini düşmeye başarılı bu sanatçıların, sanatı nasıl dile alınır? Onlar rast gele şekillerinin sanatçıları oldukları için salyalarını akacaktır elbette… adıyla anlatmaya yetenek gelişmiş olmalı... Nasıl mı? diye sormadan önce bakın, AB ve ABD ne kadar şey anlıyorlarmış bir insan olma duyarlığından... bir grup ülkeden kimi sefilleri besleyip, eline silahı sıkıştırıp, ümitlerine de ağa olarak deseymiş ki: ‘’demokrasi özgürlüğüm, sorosluğumca keyfim, anam avradım…’’ eh işte… bu kadar çıkar… ne yapalım… bunu anlıyormuş AB, ABD... Konumun rotasını kaçırdım ben burada… saçmalayacağım biraz:
konumun rotası içimde tabi. Bir yerimde oynamaya takılmıştır, çıkar gelir, nasıl olsa özleyecek beni… kalem elimde olur da inşallah hemen not ederim, içimin afacan çocuğu, durmuyor ki bir saniye önümde… kaçırıyorum ben hep ya… o bu şu gelecek, benim evimde şöyle yat, şöyle sürt, şöyle dürt… vay be… feytullah da gülen miymiş neymiş, anlayamadım ki… hem konum bu değil ki… neyse… haa… parası varmış… Araplar gibi zenginmiş… gelsin be… ziyafet ustalığımız! Geleneğimizdir sohbet! Ederiz tabi… Yoksa insan değil de bir cemaat mı bu lafı edilen? … be kuzum, anlayacağım şu nanelik mollalığını dedin durdun yani ha… bunu da bir anlayan olur, üzme sen tatlı canını… herkes söyleşir, kokusu sana da bulaşır, merak etme! … hava bu… küresel ısınıyor işte her şey de…
Ne çok karmaşalar, ne çok yıllar yuvalanmışlardır kim bilir? Hiç masal okuyunca başkasına da anlatıyor muyuz? Olmaz ki… masal okunuyorsa ötekiler de okuyabilmeli… ama yok ki… ne yok? Şu masal nerde yazıyor dedim yani… suç kimdeymiş demeye at hadi adımını… suçluyum işte! Aslı bu!
Kitaplar, medyalar… Veya benim gibi, anlatım yetersizliği… Bu kadar basit ve güzel. Tehlikelerin oluşmasına ilgisiz kalınmışlık bir basitlik, itiraf ediş yine de bir başlangıç olacağı ile bir güzellik… yine işin şakasıymış gibi bir ifadeyle: ya basitsin, ya güzel… hem o’yum, hem bu’yum ayağı atamazsın çelme takmaya… Niye mi? İki ayağım var, biri öyle atar, öteki böyle… Konu nereden alınırsa alınsın, amaç çözüm sağlamak değil ki… hep sonuç tak taklamak... tak-ılmak kökeni bir tak... Ya sabır...
Güzel dinle, güzel duy, ama güzel söyleme… laf ebesi ol… Ve yine: Güzel bir misafirperverliğe güzel de sohbet etmeyi bilmeli… ebecisi, taklitçisi, yardakçısı, yalakası, köçeği ol demek değildir güzel sohbet! Allah güzel demeyi öğrenen çıkmış tellallık yapıyor: Güzel Allah’ım ninni çalayım, keyfime seyir dalayım, bana ne senden, senin varlığından deyip çıkarım… dedirtmeye vardıracak bir pişkinlik… bunu da isteyen zaten pazarlıkçılar…
Hırsımı yeneyim ben. Bak dinle! Ben Türküm! Türk gibi yer, Türk gibi içer, Türk gibi dinler,
Türk gibi söyler bir Türk evladıyım ben!
Evlat diye anamın, babamın eseri miyim şimdi ben?
Yok yaa? Anan güzel mi senin?
Ceddimin evladı olmaya yücelmeye doğdum ben! Yüce Türk Milleti evladıyım demeye hür oldum ben! Hürriyet neymiş öyleyse? Mahallede çöreklenmek değil! Anlaşabiliyor muyuz biz? Yok haa! ... içimin çocuğu, babası güzel berbatlıktan usları çürüklere aldırma diye beni yatıştıracak sözde... benim bu mizacım sinir sistemli... Göktürk – Oğuztürk – Atatürk ruhunun şad olan evladıyım diyebilecek vicdanımın namusuyum ben!
Geçmişin aydınlığı olan Allah güzelliğine yar edilen şimdiyim geleceğime. Bir kendi geleceğime üstelik korunmaya ustalığını yetiştirebilecek olan! Kendi olanaklarımla… olanak bulmaya yetenek arayışımı yönlendirmeye…
O benim! Benim! Ben demeyi biliyorum diyenim!
Buna nasıl ulaşılır?
Öğretmenlerimin ellerini öpüyorum! Türkçe’mi sevdirmeyi yenileyen yineliktir Başöğretmenim Atatürk! Hep çağlara yineden yenilenmek, bir baskı karşısında kalmaya zorlandırılmamak vicdanını sahiplenmektir…
Allah, yeniliğin yinelenen ezel güzelliği bir ebedilik!
Genç Cumhuriyetimdir ebedi güzelliğim! Her yeniliğin
Yinelenen ezel güzelliği ile bir ebediliksin bana sen!
Dersim bitti mi? Hırsım dindi mi? Hiç biri değil. Daha arpa boyundayım ben! Dünya zulmeti burnumun dibindeydi hep… Yoksula avuçları dolu dolu gönlü olanlar da… Ders hiç biter mi? Alıcısı, vericisi…
Hırs ırmağımda kulaçlayan kelimelerim cümlelerde uçuşmuştu… Toparlamaya çalıştım sonra da… Hırs anında seçilebilecek konu, yatıştırma amaçlı olsun diye özenmek istense de, bir içerikli çalışma olmadığı ile dikkat yoğunluğu dahi yetersiz kalabiliyor, kendini de o haliyle belirtiyor elbette… Bu, böylesi bir çalışma verisi oldu işte… AB, ABD anlar mı acaba 'işte' demek nasıl kullanılabiliyor bir alternatif varyasyonu olarak? Bu kadar beceri insan olmayı kabullenmek demektir... anlar mı hiç? Ya şu hükümet denilen mahlukatlıkta öyle sünepece toplananlar? Tarikat yamukluğu mu pamukluğu mu bilinmez gibi de o duruş eciş bücüşlükleri? Vay be... içleri acımaya utandırıyor bu haller...
Allah'tan korkarım ben! Vahşete acımak insanoğlunun işlenebilecek en korkunç cinayetidir... günah bile laf edilemez bu inanç varlığı terimlerinde...
Bu cemaat nanelikleri ne çok insan sever duygularda karnı acıkan pişkinliği benimsemişler... ve o göstergeleri, o kullandıkları laflar... neresi neresine uyuyor acaba?
Hiç mimar gözüyle insanlık aşkına bakabilmeye saygı duyabilir misiniz? Her insan kendi yaşamının mimarı işte! hay Allah... yine geldi düştü şu ''işte'' burnumun dibine... herhalde... kene orandan kalkar burana sürtünür işte...
Sevinç KavukKayıt Tarihi : 2.10.2007 14:36:00
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
![Sevinç Kavuk](https://www.antoloji.com/i/siir/2007/10/02/aklima-takildi.jpg)
-Göktürkler'dir, şahadet parmağı ilegöğü gösteren, tek tanrıcılığı bekleyen ve olmayı başaranlar-
Türkçen çok çok güzel olmuş; kutluyor, gözlerinden öpüyorum.
Ne güzel konulara temas ediyorsun; çok ayrıcalıklısın bu sayfalarda da, heryerde de beni için.
Çalışmalarını sergilemenk için başka alnlar da bul. İnsanı düşündürüyor fikir ve görüşlerin.
Anavatanan gurbete sevgiler ve en iyi dilekler gönderiyoum.
TÜM YORUMLAR (1)