BAYRAM KAYA AKIL ŞİİRLERİ

BAYRAM KAYA AKIL ŞİİRLERİ

Bayram Kaya

Kendi içine açık, dışa kapalı olan inşa totem dönemdi. İçe kapalı dışa açık olan da ön ittifaklardı.

Totem dönem içe açıktı. Olabildiğince en az dış dünya ilkesi olmakla ve zorunlu olurlar kendi dışındaki sosyal dış dünyaya kaplı bir yalıtımdı.

Totem dönemin en temel içe açıklık ilkesi, neslin devamı olan biyolojik üremesini ve cinsel sağlayışını kendi grubu olan 25-30 kişilik veya ortamın verimliliğine göre 40-50 kişilik kendi biyolojili, kendi akrabalı kişileri ile sürdürüyordu. İçe açık, dışa kapalı oluş; cinsel olucu temel içgüdü seçilimle beslenme, korunma esaslı oluşla ortaya kondu. Sürü döneminde belirgin oluşun seçilisini kural etmenin içinde bunların hiç biri yoktur.

Totem grubun en sıkı denetimle dışa kapalı olan en hassas yanı da bu üreme yapma ve cinsel birleşme olan yanıydı. Totemilerin dıştaki gruplarla bu bağlamda dokunma ve temas etmeme yasağı olmakla bu yasak temel bir tabuydu. En temel totemi yasa buydu. Totem dönem etnikliğini ve etnik kültürünü böyle ortaya koymuştu.

Bu temel yasa düşünülüp ortaya konmuş bir yasa ve düzenlenin değildi. Aksine bu yasa, doğadaki kıtlık ve zorluklar karşısındaki sağlayış içinde olan totem grupla böyleydi. Bu düzeyin ortam şartları ancak bu kadar bir nüfus frekanslı yoğunluğu sağlatır olabiliyordu.

..

Devamını Oku
Bayram Kaya

Burası geleceğin izin verdiği bir memba olan, ilkel bir yaşam tarzı olarak, sürüp gidecektir. Buradaki acı son, halkın kaderi ile baş başa bırakılmasıdır. Hem de özgürlükle, hem de tam bir demokratik hak kavramı içinde... Toplumsuz demokrasi ve özgürlüğün olamayacağı açıktır eğer demokratik ve özgür olunacaksa, yapı toplumlaşmak zorundadır. Halkın içinde toplumu ve güçlerini çekerseniz hemen hemen halkın işi bitiktir. Halkı toplumdan çekerseniz, toplum devam eder.

Halk; bir zamanların zaman geriliğini, toplumunda bir hak ve demokrasi talebi gibi isteyip, özgürlük talebi olarak dillenip, mutlulukla dem sürdüğü halk alanlarını oluşturup yaratırken, kendisini cahil kılışın ilmiğini boynuna geçirdiğini ne bilsindi?

Toplumun teknoloji üreten, toplumsal beyinli soyut emeği ile laboratuar üretim alanına döndürdüğü yaşamının dışında kalan halk; mevcuttaki toplumsal yaşamının da, zamansal geriliğinden ötürü, kendi toplumunun işleyişini de tam bilir olamayacağı için, can haviliyle sarılacağı toplum yaşamına da, tam egemen olamayacaktır. Çünkü halkın toplum bilinci sınırlıdır. Hem toplumu gözlemi ile sınırlı, hem bilgisi ile sınırlıdır. Halk toplum yaşamında olamayacağı için, Böyle halkın toplum yaşamı da, daha çok yavaş akacaktır. Ve süreçleri geleneksel yapıya kayan, bir egemenlik sellikle sürüyor olabilecektir.

İleri yapıyı tanıyan nesil muzdarip olacaksa da, yeni doğan nesil; içine doğduğu yapıyı olağan tutumla benimseyip saltık bir var oluş saymaktan geri kalmayacaktır. Yapıyı ezelden ebede süren yapı sanacaktırlar.

Geleceğin laboratuar yaşamı, birkaç şirket laboratuarının ittifak gücünü taşıyacağı gibi, tek bir laboratuarın üniterleşen devasa bir çeşit organelleşen yapıları ile sürecek de olabilir.
***
..

Devamını Oku
Bayram Kaya

Bir yansıtılma ya da yansılama, bir benzetileme, bir örnekseme olan, bilinçli bilinçsiz taklit, adeta batı taklidi olarak, aşağılama ve küfür haline getirilerek; vurun abalıya dercesine bir değersizleştirme sorumsuz duyarsızlığı yaratılmıştır. Elinde hiçbir akıl koyuş ve üretiş gelmeyen kesimlerin, güya zeka pırıltısı ortaya koyuşlarının, bir meydan okuyuşu gibi olup çıkmıştır! Ya da, şu da bizim insanlığa armağan örnek kıldığımız taklit edilirliklerdir, diyecek bir çağdaş somutluğu örnek koyamamış oluşumuzun, ezikliğinin, dile vurum şeklidir. Ki ben bu çizgide olmaya bile eyvallah derim. Çünkü bu bir eleştirel süzen var oluş bilinç halidir. Bir kendi kendini dinleyiştir.

Batılılaşma, önde olanla geride olanın, var olanla yeni doğanın, şeriatla neşriyatın, nasla deneysel felsefenin, gözleme, araştırma ve incelemeye dayalı, çözümleyici ve bireşimsel metotların kıyasıya giriştiği bir kavgaydı. Yani aydınlıkla karanlığın savaşıydı. 1450'lerde matbaa ile Avrupa’da bilimsel bilgilerin ve felsefi gelişmelerin, ucuz ve hızla kitap basımlarıyla bilgilerin ülkelerden ülkelere ve çok sayıda kişilere ulaşır olmasının yarattığı toplumsal etki ve depremlerle, ışıyan batı; aydınlanma sürecine girerken Dünya, Avrupa’nın bir çok halk hareketlerine imza atışına tanıklık ediyordu. Bu teknolojinin ahlakı ve zaferi idi.

Oligarşi, monarşi, monark yönetimler, kutsal krallıklar ve derebeylikler yerle bir olurken, kilise kabuğuna çekilmeyi yeğler olacaktı. Tabiî ki yüzyıl sürecek kanlı dinsel savaşlar sonunda. Bu uyanışla yerinde oynayan taşlar, bu uğur alınmış yollar, Avrupa’da yerli yerine neden sonra oturacaktı. Astronomik gelişmeler, dinsel saltanatların taç ve tahtını yerle bir edecekti. Artık Dünya’nın düzeni, yeni düzendi. Endüstri devrimi de denen, buğu gücünün sanayide kullanıldığı, yepyeni bir üretim ve paylaşım tarzının belirdiği, tarım serf ve köleliğinden sanayi işçiliğine (yeni ve biçim değişmiş köleliğe) geçilmişti. Dünya grevlerle tanışmış, tarım alanlarının dokuma sanayisine yapağı üretimi sağlayan koyun otlak alanlarına dönüşmesi gibi, çok farklı sorun, olay ve gündemleri tartışır yaşar olmuştu.

Tabii ki Osmanlı bunlardan, genel olarak, seyirci anlamazlıklarla bihaber olacak 17. Yüzyıl padişah yetkilerinin şeyhülislam fetvalarına göre geriletildiği tam bir teokratik devlet yönetimine dönüşecekti. Artık Osmanlıda her devlet işi “”eşref saatine “” göre şeyhülislama sorulup, yetkilenilip yapılır olacaktı! Hatta Avrupa’nın bu akıl almaz gelişmesini anlayamayan zayıf ve basiretsiz bazı yöneticilerini, şeyhülislam; buradaki yöneticilerin çok güçlü cinlerinin olduğuna padişahı ikna edip, o yöneticilerden padişahın cin isteme zavallılaşmasına yol açacaktı. Osmanlı etkili ve yetkilileri Dünya’daki bu gidişi, özel olarak tanda Avrupa’daki konjonktürü, böyle okuyaraktan şeriata sıkı sarılaraktan kendini güya daha bir sağlama alıyordu!

Süreçleşen bu yol alınışı; bizde matbaanın kullanımı ve matbaanın olanaklarının yaygınlaşması ile oluşacak aynaya bakıştaki aksediş silueti, çok azda olsa aydınlanmacı kafalarca Batılılaşma bu diye okunacaktı. Gölgeler kaybolacak, gölgelerin yerine, bilim ve bilim felsefesi konacaktı. Ta ki Cumhuriyet dönemine değin, ağır aksak yol alıp nicelenen, bir kayda değer varlaşmaların süreçsel birikimi olacaktı.

..

Devamını Oku
Bayram Kaya

Nasıl çıplaklığımız elbise ile giyinik bir girişim ve mesaja dönüşürse; sosyal yaşantımızda totem ve tabu (kutsal-kutsal olup korunanla) girişir enformasyon yayar ve sizi ilişkiler. Nasıl giysiniz çevresel ikimle göre çeşitli ise, totem ve tabu algıları da, sosyal grup ve toplumlara göre çeşitlidir. Ve yine nasıl elbiseleriniz zamana direnemez eskir yeni model taze bir elbise ile değişirseniz; totem ve tabu algıları da zamanla, sosyalin zaruri değişen ilişkilerinden ötürü, yeni ilişkilenişlere (değişimlere dönüşümlere gelişmelere-sosyal evrimlere) yenik düşer ve değişir.

İnsan toplum olmazdan önceki doğal eğilimlerini sürerken de, akıllıydı hiç kuşkusuz. Bu genelleme tüm organiklik için, hatta inorganik düzlem için de geçerlidir. Ancak inorganikler organikteki kadar ağ ilişki bağı ile gelişmiş işlevleşmiş değildir. Bu işlevleşmeler, varlığın eylem koymasıyla iyiden iyiye karmaşıklaşan yapılanışlardır. Temelde inorganik yatkınlığının ilişkileşen biçimlenip düzenlenmesidir. İnorganikten kaynaklı ama inorganik olmayan, inorganikten de tümden gayri olmayan, bir diyalektik devinimdir. İnorganik organiklikle şebeke ağ ilişkisine varmıştır.

Yani akıl, biyolojik düzlemden öncedir. Biraz daha ileri gidelim, akıl organlarımızdan örneğin; beyin, mide, organ eler ve hücreden de öncedir. Eş deyişle akıl (seçme ayıklama, birleşip ayrılma- çekip uzaklaştırma- birleşmeye yatkın olup olmama- fantezi ve deney taslakları oluşturma gibiler) olmasa idi kimyanın evrimi de, olmazdı. Hayat ve de çeşitli inorganikler de, olmazdı. Söz gelimi, hidrojen düzeyi aşılamazdı. Ne atmosfer oluşurdu ne karbon... Ki hidrojen bile oluşamazdı. Sözün kısası hidrojen akıllı idi! Ve hidrojenin belleği, daha alt düzlemdeki parçacık ilişkilerinden geliyordu. Bir alt sistem ilişkileri bir üst sistem ilişki düzenlenişlerini, daha büyütüp gelişkin ve olgun oluyor, yeni olanı bileşenlerinden biraz farklı kılıyordu.

Sözün gelişi atom altı yapı parçacık olan kuark ve yine atomun yapısından olan elektronun ayrı ayrı davranışları, hidrojenin davranışları gibi değildir. Daha basit temelliktedirler. Ama hidrojenin davranışı (aklı) da, tamamen bunlardan ayrı değildir. Bunlarla girişen bileşendir. Bunlardan bileşkesel ve bunlar olmayan, bunlardan biraz farklı, bunlara indirgenemeyen süreçlerdir.

Nasıl duvar kendini yapılayan gereçler değilse, bu gereçlerin tek tek ifadelerinden ilişkisel bir fazlalık, düzen alış ve daha fazla bir işlevsellikse. Hidrojenin aklı da, hem kuark, hem elektron, hem nötrondan ayrı olmayan, ama onlarında aynısı olmayan, onlarda tek tek iken görülemeyen, bir işlev özellik ve akıldır (davranıştır) ! Konum bu olmadığı için bu organize oluştan bu kadar değinme ile çıkıyorum.

..

Devamını Oku
Bayram Kaya

Bu yalpalamalar zekânın ruhsallaşan soyutlamaları ile sanı kanı oldurmalarından tutun da; toplumumsu ilişkilenmelerin sık sık ve sürekli, yenden ve yeniden düzenlenmesi nedeni ile oluyordu. Bu üretim ilişkilerinin değişmesinin dayattığı bir zorunlu girişim düzenlemesi idi.

Nesnel, akli düzenlenme ve soyut çıkarımların, eylemlerini ve nesneyi etkileme girişimleri (bilimselliği) öyle birden ortaya çıkmış değildir. Ama akli olanın, çekey alanına konulduğu; sosyal kabulü sağlayan çekiciler ve sosyal yetkinlikler var edildi. Sosyal düzenleniş ve sosyal düşünce geliştirme çekicileri, bir akli düzenleme ve bir akıl koyuş olarak; her daim, çekim alanında kutupsal polarma, birim alanlarını var ediyordular.

Bu polarma birim alanlara gidiş, hep düz gidişin yapılaşması değildir. Esasen düz gidişler olanaklıda değildir. Bu kurumlaşma ve kurallaşmalar, yalpaların salvo ve falso atışlarından,
Kavileşiyordu. Yani deneyim; hem aklın, hem sosyal aklın bir çeşit sınama yanılma metodu oluyordu. İşte bu metotlar, başlangıcın büyü, sihir, tılsımı idiler. Bu tılsım, aynı zamanda sıradan insan yaşantılarının kanıksamaları da oluyordu.

Bu sınama yanılma, sanı kanı gibi soyutlamalar; girişen düşünmelerin, nesnelin sanı kanı yansımalarından yaşanan çıkarımlarla, sonunda bilim oluşturulup; bu çekey alanının, her bir polarma birimleriyle, laiklik diye tanımlayacağımız tutumlayış olarak yer değişeceklerdi.

Sonuçta çekim ve aidileştirme alanında, insanların toplumumsu olmaya başlaması ile akıl ve akıl değerleri girdaplaşmalar devinimi vermiştir birey insana. Bu; insanın içini ve beynini duygu ve ihtiyaç belirimi olarak dışa çıkarıp, dışta eylem ve iş ürettirerek tekrar kişinin içine karşılanmış bir davranış sonucu olarak dönmesidir. Burada bir kişi yerine sosyal yapının içi ve ortak aklın ihtiyacını giderme eğilimini dışarı sermesidir. Dışta bir konverter (dönüştürücü, çevirici, uyumlaşıcı) üzerinde iş ve eylem şekli ürettirerek, sağlanan yarar olarak yine kişi ve sosyal bünyeye huzur ve tedirginliğin; erincinin, kararlılığın karşılanması olarak dönmesidir. Edimsel kırpmaların değerlenmesidir.
..

Devamını Oku
Bayram Kaya

4-Elbette organik bir olgu ve olay en az dış dünyayı kendi içine intikal ettirmekteler. Dıştan etkisi altında kaldığı süreçlere karşı gösterdiği kimi direnç tepkisi ile de dış dünyayı öğrenmektedirler. Ama bu öğrenmenin tepkileri hemen, birden ve toptan değildir. Adım adım seçme ayıklamalarıyla, bir süre sonra olgunlaşan tepki ve inşa ortaya koymanın öğrenilir olmasıdırlar. Böyle olunca, bu öğrenme bile zorunlu nedenlerle ve seçme ayıklamalardan ötürü çok kısıtlı olmakta. Teorik olaraktan bu kısıtlılık dahi sınırlı bir bilme ve eksik mantık ortaya koyuşun bir argümanıdır.

Birinci halde dış ortama göre o inşayı dizayn etmektir. Yani birisi akıllı ve yaratılışçı inşadır ki bu hem doğru değil; hem de dünyanın bu süreçti koşulları içinde ki her bir gidişatına göre bu doğru olamazdı.

Değişen çevre koşulları nedeniyle, belli bir duruma göre dizayn edilmiş kalıp organizeler; değişmeler karşısında şaşacaktı. Yukarıdan beri tartışıla gelen; “en az iş (enerji) ve en az dış dünya içerilmesi” ilkesine göre önceden dizayn ters olacaktır. Bu durumda dış dünyanın değişmezliği gerekecekti. Böyle bir durum da elan söz konusu değildir. Değişmeler karşısında da sizin dıştan sık sık müdahale etmeniz gerekli olacaktı. Ki böyle olan bir durum da, şu anda ortada yoktur.

Dıştan dizayn; dışın değişmezliği karşısında tüm dış süreçleri biliyorsunuz demektir! Söz gelimi dünyanın ilk evresindeki oksijensiz dönemden oksijenli döneme geçildiğinde; ne bu değişmenin olması gerekirdi. Ne de bu değişmeler karşısında tüm canlılar yok olmanın eşiğinde olmazdılar.

Üstelik akıl denen olay, girişmelerin ve çevre basıncının size yansıması olan kuplaj bindirmesidir. Yani bir girişmenin iz ve izleğinin hatırlanmasıdır (tekrar yansıtılmasıdır) . Böyle nedenle organik sistemler oksijensiz solunumdan oksijenli solunuma geçmeyi becerip öğrenmişlerdir. Siz, yani varlık; hangi olgu ve olayın izleği etkisinde ise onu akıl eden belleği taşıyacaktır. Girişmeden, girişmelerin iliş kinliklerine dek sınama yanılmaları oluşmadan, akıl oluşmaz ve bunun aktarımı da oluşmaz. Deneyden önce neyin akıl olacağını hiç bir varlık bilemezdi.

..

Devamını Oku
Bayram Kaya

Burada, Firavunlar dönemine değin gelen, eski toplumların, toplumsal ittifaklar nedeni ile ikizleşen yönetim ve kültür anlayışlarının belirmesi vardır. Bu belirişlerini de, çift başlı kartalla, çift ağızlı baltayla, ikiyüzlü İsummud'lar gibi, sembollerle, figürsel ve törensel ritüellerle, yansıtıyordular. Bu motifler, çoklu kültürlerin bir arada olmaları ve bu kültürlerin sıra ile yada bazen birlikte yönetim erkini ellerinde bulundurur olmalarının sembolizmidirler.

Yani bu ittifaki dönemler ittifak gruplarının bir birbirine alışılmaları, bir geçiş, bir kaynaşılma, bir özümlenme süreçlerinin sosyal toplumsal yaşayışlarıdır. Bu tutumlaşmalarla, gelenek göreneklerde ki birleşen, birleştirici olan ve giderekten de, tek kişilik atıfıyet simgeleşmelerini ortaya koyacaktı. Sonradan,tek kişinin sıfatları olaraktan belirtilecek olan bu tür karmaşık girişmelerle doğacak olan yansımaların, tarihi süreci ve uygarlık yaratan adımlarının; adım atılışlarını, görüp bilmek lazımdır.

Monoteistlerle politeist anlayışlar arasında çok farklar vardır. Bir kere politeist anlayışlarda, tanrılar görev dağılımlıdırlar. Böyle olunca da politeizm, olup biteni düzenleyen ilahların bir dengeleşmeci güçler birliğidir. Politeizmde ilahlar yaratıcı değildirler. İlahlar, ittifaktaki her bir topluluğun ayrı ayrı totemleridirler. Totemler, temsilcilik oldukları toplumlar içinde, eski çağdaki toplulukların, sosyal birlikler dönemlerindeki, yamyamlık dönemleri ve insan kurban dönemleri temsilcisidirler.

Bu sembolik adımların ve ritüellerinin yaygınlığının kargaşası bir rezonans oluşturulmasını zorunlu kılıyordu. Çokluktan doğan karmaşanın aşılabilmesi için rezonansın kutsal olan tek Tanrı fikrine dönüşmesi kaçınılmazdı. İttifak içindeki, çok tanrıya ait sıfat ve fikirlerinin ve yaptırımlarının tek tanrı fikrine gidişine, birleştirici olması çok önemliydi. Çok tanrının figürleri tek tanrı figürleri olarak belirecekti. Totem güç ayrılıkları, aynı totem gücün tek ilahçı ilkesinde özümsenecekti. Bu sentezci benimsenenler insanları tek tanrıcı anlayışla birleştirecekti.

Tek tanrıcı anlayışlar, totemci etnik ayrılıkların aşılmasında bir birleştiren olaraktan da, bu aşamada çimento işlevi görecekti. İşte böylece de, pulural yapının, mono yapı içine yansımaması olanaksızdı. Bu monocu sentez yansımalarıyladırki etnik tehdidin, toplumsal birliğe engel olma ayrışmalarının, ayrılıkları süreçleyen durumsalları, yavaş yavaş günümüze değin elimine edile gelecekti.

..

Devamını Oku
Bayram Kaya

Bilim bize; evrenin bir yaratıcısı var mı, yok mu? Bunu sorgulatmaz. Esasen de bilimin işi bu değildir. Bilim, evrendeki var olanın şeylerin nasıl daha karmaşık hale dönüştüğünü açıklar.

Higgs parçacığı da denen bozonlar, deneysel olarak da kanıtlanırsa, evrenin hiç yaratılmadığı, hep var olduğu anlaşılacak. Bir tekillik sadece 13.7 milyar yıl önce büyük bir patlamayla karmaşık devinme sürecine girmişti. Böylece bilinen Newton Yasaları dışında atom altı parçacık ilişkilerine dek başka yasalarında geçerli olduğu bir evrene dönüştüğü anlaşılacaktır.

10 Eylül 2008 insanlığın başlangıç maddeleri içinde, neler olduğunun anlaşılmasına değin deneysel olacak araştırma süreçlerini CERNde başlatacağı önemli bir tarihtir. Doğa tarihinin yeniden yazılacağı bir tarihtir. Eğer bu, olası ise; teori mantığının, pratiğe dökülüşü olacaktır. Daha açığı; teorinin gözü; elle tutulur bir somutluk kazanacaktır.

Çeşitli öngörülerin, insanda şüpheler tutuşturması, şüpheleri nedeniyle iyice sağlamlanan, teoriler ve öngörüler; deneysel temellerle sağlamlanan, ama şüphesizliğini sağlamak içinde, mutlaka eksiklikleri ve bir kısım şüpheyi öngören şüphesizliğe gidiştir, big bengde var olmak. Kısaca; şüphenin, şüphe ile şüphesiz olmak isteyişidir.

Her şüphe ve tartışma, bir düzlemsel gelişmişlik yetkinliğinin, ortaya konuşudur. Akıl şüphe ile başlar. Şüphe olmayan yerde, akıl yoktur. Ancak inanç vardır. Kuşku: zaman, zemin, ilişkisel düzlemlidir. Somutça ortaya konandır. Değilse ben de bundan kuşku duyuyorum demekle akıl konmuş olmaz. Bu sübjektiflik olan kör inatlaşmadır.

..

Devamını Oku
Bayram Kaya

Sokrat; "tek bildiğim şey hiç bir şey bilmediğimdir" diyordu demesine de; biz insanı kâmil denen bir şeyi biliyorduk. Elin gavuru varsın insanı kâmili aransın dursundu(!) Biz tüm yetkinliğe kavuşmuştuk.

Bizde ise erdem iki şekilde gerçekleşiyordu. Birçoklarının “insanı kâmil” davranışlarını örnek alarak itaat etmek ve itaati olanın, susması idi. Yani; birinci olarak insanı kâmili hedeflemek; ikinci olaraktan da itaat etmek ve susmaktı. Bu kadardı. Akıl yerli yerinde duracaktı, biz de bir muti olarak, olgun insan olacaktık! İşte geri kalmanın ve gerileşmenin temelindeki prangalardan birisidir bu aşılanış.

Sanki evrende belli bir standartlardan sapmayan bir doğru vardı. Birileri de akla karayı seçerek, bu doğruyu bulmuştu. Bizler de bu doğru olan standardı uyguluyorduk! Oysa doğru ve standartlarınız göreceydi. Ve görece ilişkileri içinde oluşla kesikli (sınırlı-gelip geçici) ve yeni inşalarla sürekliydiler.

Yani bu mantığın zorunlu sonucu şudur. Siz davranmayarak, söyleneni uygulayarak, insanı kâmil olacaktınız. Gerçekte ise nasıl davranacağınızı o yola dek zorunlu olan işlev ve yöntemler belirliyordu. Siz uygulamayı ancak öğreniyordunuz. Ne var ki yinelenir davranışlarla da siz, bir önceki öğrenme tutumunuzu tekrarlıyordunuz. Bunun da garantisi yoktu. Bu hal de sürekli doğruları desteklemiyordu.

Thrasymachus’un deyimiyle, güçlünün işine gelen, güçsüzün erdemli olma ilkesiydi. Bu bir anlamda güçsüzleri belli davranışlara itişle, güçsüzlerin belli itaati tutumları takınması oluyordu. Böylece bazı düzen ve bazı sistemlerde güçlünün işne gelen ‘insanı kamillikler’, hep böyle ortaya konuyor olmalıydı belki de.

..

Devamını Oku
Bayram Kaya

İnanç temelli ön kabullerden biri de; ”” Biz Batı'nın bilim ve tekniğini değil de, ahlaksızlığını aldık”” deme gaflet dalalet ve yanılma yanıltma bilmesinlerciliğidir. Bu sakız, bu tekerleme tanzimattan günümüze, değişme mantığına uyamamanın, kişi inanç durumunun dışa vurulan yuvarlamasıdır. Bu soyutçu mantığın, insanı kendi düşüncesine yabancılaştırma bilmezliğidir. Burada ahlakın tanımını, çıkış epistemolojisini değil de, sübjektifliğe nazaran objektifliğini belirtmeye çalışacağım.

Tüm din ve inanmalarda “”Güzel ahlak””! Söylemi vardır. Güzel ahlak nedir? Sanki güzel ahlakın, uymamız gereken belli bir biçimi, belli bir şekli varmış gibi yutturulur. Bu mantıkla biz de, Dünya'ya şöyle bakarız; Sanki bizde, gelir dağılımı bozukluğundan kaynaklı ahlak yok da, hırsızlığı bilmeyiz de; bizde, kötü ahlak yok da, bulunmaz da, biz Avrupa'dan antibiyotik ithal eder gibi, ahlak ithal ediyoruz! Bu bozuk mantık bu körlüğü yapar. Bu işin birinci yanıdır.

İkinci yanı ise, bu öznel düşünceciliğin, düşünceyi insana yabancılaştırmasıdır. Alabildiğine cahillik içerir, alabildiğine akıl bilim dışıdır. Siz Avrupa'dan bilim ve teknoloji alsanız, hatta teknolojiyi kendi becerinizle oluştursanız da, bu yaşamsal üretimin olanaklı ahlakını da (kullanımdaki çeşitliliğin dağılımını da) otomatikman üretmiş olursunuz.

Örneğin bir bilgisayar teknolojisini ister Avrupa'dan almış olun, isterseniz ilk kez siz üretin. Bu bilgisayarda birlikte; çetleşme, a mail atma, virüs geliştirme, hekırlık etme, sanalda ticaret, sanalda dolandırıcılık, sanalda evlilik ve aşklar gibi bir yığın ahlaki Ya da ahlaksızlıkları üretmiş olacaksınız, isteseniz de, istemeseniz de. Bunu engelleme şansınız yok. Çünkü her gelişmeniz öngöremediğiniz bir olanaklar alanını beraberinden getirir. Bu yüzden, bulduğunuz şey, bulduğunuz kadar değildir, daima biraz fazladır. Bunlar, o ürünün gerek amacı içinde, gerek amacı dışındaki, bir yapabilirlik olanaklarıdır. Satıcıya tüm bu olanaklarınızı bilgisayardan ayrı tutun da, bana sadece bilgisayarı verin diğer olanaklar ı yani ahlakı Avrupa'da kalsın! Da, bize sadece yazılımı ile donanımlarını verin deme, seçme şansınız var mı Allah aşkına. Bu ne usa aykırı, akıl etmezliktir, kör cahilliktir deli saçmalığıdır. Kamyon alacaksınız kaçakçılık ahlaksızlığını, kullanım tarihi geçmiş ilaç kullanım aklarsızlığını Avrupa' da bırakacaksınız! Çok keskin ve güçlü bir zekâ! Aptala takla attırır.

Bir arabayı ürettiğinizde hiç de üretim amacında olmayan, bir davranışı da üretmiş olursunuz. Belki de hiç düşünmeden. Örneğin arabayı üretmekle, içerisinde “”gezici fuhuş yaptırma”” yapabilirlik olanağınıda üretmiş oluyorsunuz. Bunu Avrupa'dan öğrenecek kadar da Aptal olmak, gerekmiyor her halde! Otobüsü alırken, oturma yeri fazlası yolcu almaktan, ayaktaki yaşlı ve hamileye vs. yer vermek ahlaki tutum beceri ve akıl edilişi, özendirme gibi otobüsün yanında batılılardan alamayız ki. Bu hal otobüsü kullanma şartlarından, kendiliğinden doğan tutumlardır bunlar. Onun için bu, Avrupa'nın kötü ahlakını aldık deme, nanesini yer oluş dezenformasyonudur. Sanki şunu da yanında istiyoruz veya şunu istemiyoruz dermişiz de, deme akıllılığı gösteremiyormuşuz gibi bir abukluk!

..

Devamını Oku
Bayram Kaya

Yıllardır, hep birilerini taklit yaparlıkla suçladık. Sanki görevimiz ve konumumuz bu! Kendimiz de, taklit olmayan! ne ise; onu bir türlü gösteremedik. Ve bir taklit dahi etmezliğin boş pısırıklığını taşıdık! Taklit etmedik, edemedik ama taklit nesne gereklerinin esiri ve müdavimi olduk! Olsun, ne gam küffar aklına muhtaç olmuşsun! Varsın olsundu küffarı taklit etmedik ya, sen ona bak! O kızıl şeytani cehennemlikleri Allah; güya çalışsın bilimsel gelişmeleri bulsunlar da, bizler rahat edelim diye yaratmıştı! Onun için el kapısını yol ve ekmek kapısı yapmıştık zahir. Olsun biz yinede bu halimize bakmadan, kendi içimizde batı taklitçilerini açık edip, bir güzel utandırdık ya! Buna da şükürdü!

Taklit bir örneksemeyi benzeterek, aynı kılarak yapıp öğrenme ve bir yetenek kazanma işidir. Taklit, bir olumsuzluğun da, öykünülüp; eleştirel hicivsel gösterme, karikatürizesidir. Taklit bir hevese gelimin, olumlanması ya da olumsuzlanması olabilmektedir. Taklit bir eylem koyuş ve yol alıştır. Bu yol alış olumludan başlayıp olumsuza gidebileceği gibi, olumsuzdan başlayıp olumluya da gidebilir. Sizin bilinciniz ve sosyal bilinciniz, kendinize güveni ve katkılığı, burada işe katacak, kendisini; yani birikim, çaba ve hünerini, olaya dahil edecektir.

Bir şeyler üreten, yazan çizen ülke aydınının ve ülkelerin; böyle bir saplantı ve takıntı tekrarlaması yoktur. Taklit içindeki bir ülke olup bitenin farkındadır. Dünya ile ilişki içindedir ve bir azimle çevre ile yarışma mücadelesinin girmiştir. Bu da şiddetle istenecek ve umur bir durumdur.

Bugün Çin, Dünya'nın en gelişmiş ülkelerinin ürettiği malı ve teknolojiyi üretmektedir. Siz isterseniz buna taklit deyin! Çin, üretir olmasının gereği olaraktan da, Dünya üretim paylaşımından zorunlu bir refah alacaktır. Bu refah, bizim olduğu kadar, gelişmiş ülkelerin refahından da pay almayla sonuçlanacaktır.

Bunun sebebi de basittir. Çünkü Dünya üretim kaynak pastası sınırlıdır. Bu sınırlı pasta üreten ülkelerce yeniden ve yeniden adeta aslan payına dönüşmek zorundadır. Bu durum belki de savaşla gelişecek ama konumuz bu değil. Çünkü bugün en gelişmiş ülkelerden biri olan ABD deki refah, bir evde üç otomobil kullanımı ağırlıklı olarak çıkmaktadır. Bu refahın alışılmasının, rahatının Çin’e vereceği aslan payı refahın, alışılmasındaki vaz geçme, nasıl bir tepki doğurur dersiniz? Çin bu nüfusunu; sınırlı Dünya kaynaklarının ne kadarıyla ve nasıl bir refahla düzeyi ile buluşturacaktır! Alın size bu da doğu taklidi! Sizin taklit dediğiniz, eş deyişle küçümsediğiniz, yaşamın bir savaşı ve yaşamın bir var edilişidir

..

Devamını Oku
Bayram Kaya

Akşam oldu uyandım.
Söz ile söz duyandım.
Göz ile bu, yandım,
Teşmili akıl verem.*
Açığa güm an gerek

Düne uykuya daldım.
Kim bilir, kimlerle, kime kaldım?
Seher biçtim, örtük kaldım,
Teşmili dil gerek;
..

Devamını Oku
Bayram Kaya

Değerli Sinan Karakaş Bey,

Aforizma;

''BİR SORUN BİREYSEL OLMUŞ OLABİLİR BİREYLERİN TALEPLERİ OLMUŞ OLABİLİR, BUNA TOPLUMSAL TALEP YOK BÖYLE BİR İHTİYAÇ YOK DİYEMEZSİNİZ, TOPLUMLAR TAŞTAN AĞAÇTAN MI MÜTEŞEKKİLLER ELBETTE Kİ BİREYLER TOPLUMU OLUŞTURMAKTALAR, DÜNYA VAR OLALI BELLİ BU TOPLUMSAL TALEPTE VAR OLMUŞTUR. BU GÜN FELSEFE YOK DİYEBİLİRMİSİNİZ FELSEFELERİN KURAMCILARI İNSANLARI YÖNLENDİRMEKTELER Mİ EVET DÜNYA MERKEZLİ FELSEFE EKOLLERİ TOPLUMSAL TALEP OLUYORDA İKİ DÜNYALI BAKIŞ AÇISI NASIL TOPLUMSAL TALEP OLMUYOR, ULEMANIN NE OLDUĞUNU BİLMENİZ GEREKİRDİ, ARAP DİLİNDE BİLİM ADAMLARI ÜLEMA DİYE NİTELENDİRİLİR, HER İLMİN ARAŞTIRICISI VE BİLGİNİ O KONUNUN O BİLİMİN ULEMASIDIR. BU GÜN MARKSIN HEGELİN ENGELSİN KURAMCILIKLARINI DA İNKÂR EDİYOR MUSUNUZ, ONLARIN MOTİVASYONLARI DEĞİL Mİ BU GÜN AVRUPANIN İÇİNE DÜŞTÜĞÜ ÇIKMAZ. SOVYETLER BİRLİĞİNDE BİLE RUSLAR TEKRAR DİNLERİNE DÖNDÜLER. BU GÜN DÜNYAYA YÖN VERMEYE ÇALIŞAN VE MATERYALİST FELSEFENİN DE KURUCULARI OLANLAR YAHUDİ KÖKENLİ DEĞİLLER Mİ? YORUMLAR HER ZAMAN ONAYLAYICI OLMAYABİLİR, RED EDEN YORUMLARIDA KABULLENMENİZ GEREKECEK, BUNADA SAYGI DUYMANIZ GEREKİR SİZİN YAZDIKLARINIZA BENİM SAYGI DUYDUĞUM GİBİ. SAYGI VE SELAMLARIMLA''

Bir kere, çok temel bir konuyu, bütün kızılca kıyametlerin koptuğu konuyu; ''bireysel (öznel) olmuş olabilir, bireysel (subjektif) talep yapılmış olabilir'' diye izan ve doğrulama gösteriyorsunuz. Sonrada tamamen pas geçip göremezden gelip ihmal ediyorsunuz!

Sonrada angarya tartışmalar giriyorsunuz! ''Buna toplumsal talep yok, buna ihtiyaç yok diyemezsiniz''! Diyerek durumu garipleştirip öznel değerlemelere sapmaktan kurtulamıyorsunuz. Ve toplumsal iradeye öznel tavırla yaklaşmanın çelişkisini sürdürüyorsunuz. Üstelikte toplumun böyle bir talebi varsa! Söyleyip göstermiyorsunuz. Şunu söyleyeyim, bu ihtiyacın alanı toplum değil halksal alandır.

..

Devamını Oku
Bayram Kaya

“Tuttuğun altın olsun. Barışlı günler insanlık. Hayat hep bayram osun…” bu eğilimler hoş, güzel ve destekleri olunması gereken tutumlar olmalıdır. Ama bu afaki ve kuramsal olacakla böyledir. Hayat böyle değildir.

Size bayram olan şey, ortamın diğer olgu ve olay girişmelerine ziyandır. Haksız mal edinmeniz ve sömürüyle bayram içinde olmanız, demek; başkasının yoksullaşması oluşla, barışın bozulması demek. Avcı için bayram olan şeyin, av için de bayram olduğu söylenemez.

Ve hayat, asla böyle tek düze akmaz. Ve hayat yeknesak olmaz, olamaz. Hayat bizim hoşlanma duygu ve isteklerimize göre gelişmez. Ama kesikli sınırlı bir durum içinde önümüzde ziyan yapmayan bir seçenek olacakla barış duruyorsa; insan hırslarından üretim savaş ta cinayettir.

Hep söylerim; toplumun dili, sosyal mantıklı demagoji dili olmamalıdır Yani toplumsal iletim, sosyal dilin jargonu olan mugalata olmamalıdır. Şu günlerde ortama bir barış süreci egemen. Ne güzel. Samimi bir birlik içinde, hep barışın savunucusu olmalıyız.

Ancak her şey gibi bir sürecin uzlaşma maliyeti de bilinmelidir. İçeriği bilinmeden "ne olursa olsun, barış olsun" demekle kitleler ve barış ikna olmaz. Bu bana Mussolini'nin 1930'lardaki "Halk bizden özgürlük değil ekmek istiyor, ekmek! " diyen meydan konuşmalarındaki sözünü çağrıştırdı.

..

Devamını Oku
Bayram Kaya

Bu nedenle halkın aynı tip nostaljik bakış açısı, aynı tip geçmiş kulvarın(seçme ayıklama) kavrayışı; şimdiki yeni olanı, gelişme olanı, farklıyı dışlayacaktır. Ancak halk, kendi gibi olanları da baş tacı edişle; ölümüne onaylarlar! Bu bir müridin, şeyhini tasdikleşmesi gibidir. Veya bir şeyhin müridine ben şeyh değil miyim? Deyip de; müridinin de ona: “evet sen şeyhsin! ” demesi gibi kavlidir. Ya da müritlerin, kendi içlerindeki; “körler sağırlar, birbirini ağırlar” kabilindeki aşkı muhabbetle, biri birine telkinle, şeyhlerini onaylamaları gibi, sübjektif bir tavırdır. Yani, şıracının şahidinin, bozacı olmasıdır.

Halkın en büyük tüketimi ve kullanımı ve hatta üretimi; sanat alanları olabilecekken, sanat alanı geniş kesimlerin halkçı özentili, benimsenirliği içinde değildir. Sanat yapamayan geniş halk kesimleri ya sanatın kendisine yansıyış ve yansıtılışları, halka öğüt düzeyli eğilimcelerle yansınır. Ya da halk, inançsal olarak fosilden motif taşıyan çağrıştırıcı çekilimleyicilere; pervane böceğinin ışığa çekimlendiği gibi tam da oraya, fosil sosyal soyut bilince odaklandırılırlar. Bu da, bir çeşit halkın bilmezliğine, havuç gösterilmesidir. Halk atadan görmenin, toplum akıl bilim ve pratikten görmenin farkıdır.

Halk için cazibeler yaratmanın bir yolu da, halkı eğitimsiz kılan bencil siyasetlerdir. Örneğin, halkımızın okuryazar olabilir durumda olup da, okuryazar olmayan 7,5 milyon kişisi vardır. Buna birde sadece bir şekilde okuryazar oluşta, bir o kadarı da, düzeyci eğitimli olmamalarını ekleyin. Eder 15 milyon. İşte bu milyonların cazibe odağı bambaşkadır. Ve oldukça sanal, inançsal, geleneksel, bilmezliklerde birlik yapıcıdır. Adeta oğul vermiş, arı oğulu küme yığılması gibi, seçememelik egemenliği olacaktır.

Bu yüzdendir ki halk, hep bu çekimleşmelerden; hükümetlerin başlangıçta, nüfus başına olan milli geliri, 2000 dolarlardan alıp, hükümetlerinin görev bitimlerinde aldıkları baremi 1500 dolarlara düşüren siyasi politikalarını seçmiştir. Bu hükümetler yıllarca, hiçbir akıl fikir sağlamayan; “Halka hizmet, hakka hizmet “ diyen, duygu sağlayan, parola ile iktidar olmuşlardır. Halk çok duygusaldır.

Bu siyasetler, hiçbir zaman; milli geliri 20 000; 30 000 dolarlar düzeyine çıkararaktan ötürü: “halka hizmeti, hakka hizmet”, bilmemişlerdir. Kimi halk bunu sorgulamamış ve sadakalara, memnuniyet duymuştur.

..

Devamını Oku
Bayram Kaya

Oysa nikâh, inancın değil, toplumun bir talebidir. Üstelik de mal edinmenin, özelleşmenin, miras bırakma anlayışının somutlanmasıdır. İnsanların avcılık döneminde, ne böyle bir inanmaları, nede böyle nikâhlı, somut yaşamaları söz konusu bile değildi. Nikâh, ancak toplumsallığın ve toplumsal üretimin belirleyişi ile ortaya çıkan bir zarurettir. Bu aleniyetlik ve resmilik, meşru olurluğu nasıl yapılaştırırsanız öyle yapılaşırsınız. Yanlış olan toplumsal bir talep olmayan, inanç kılıfı altında yaptırılırlıktır. Ve inançlarla ortaya çıkmış, gökten zembille inmiş gibi, bir algı havası verilmektedir. Eğer böyle bir hoşgörü yapı, kendisinin devamı talep gerektirmelerini, hem de zorunlu haklılıkla, peşi sıra getirir, yani dayatır. Başka sapmaları da tetikler. Toplumun konusu olmayan, zımnen toplumun duyarlığı olur.

Batının ortaçağ geleneğini izler olması bir kanıt olamaz. Yanlışı kim yapıyorsa, batı da, yapıyorsa yanlıştır. Ölçüt batı değil, Toplumsallığın temelinde, toplumsal inancın olmamasıdır. Eğer siz büyücülük yapıyorsanız ortaçağ söylemini tartışırsınız. Bir toplumsal yapı değişirken, bazı yapılar yeni içinde sürüşüne devam etmekte. Maalesef bu nikâh da o nazarla görülmeli. Burada ironim bir gönderme yapayım. Bu da, batının, hani o aldığımız iyi saymayacağımız, şikâyetçisi olduğumuz “”biz batının kötü ahlakını aldık dediğimiz”” ahlakı olsa gerek!

Böyle teokratik bir uygulayışta, David Hume'lerin çıkarlığı, nikâh uygulaması sistemindeki başarısının ürünü değildir. Toplumsal birikimin, yavaş da olsa, somut nesnel gelişirliğin bir etkimesi sonucudur. Üstelikte inançların, Dünya'nın düz olurluk kabulüne rağmen ve Kudüs'ün Dünya'nın merkezi olup, tüm sistemin de, Güneş'in de, Dünya'nın etrafında dönüyor olması, inanma dayatmasına rağmen Hume'ler yetişmiştir, kepler yetişmiştir. Bu gelişme, her sistemin, eskiyip dönüşür olmasının, nesnel temel yasallığın, nicel birikim yanıdır. Eğer teokrasinin olumlu etkisi ile olsa idi, gelişme binlerce yılın yavaş ve hantal dönüşümü ile olmazdı. Bu günküne yakın hızda olur ve çok daha önceleri olurdu değil mi?

İnançların temel amacı, karşı konulmaz gücün etkisi ile sizin toplumsal yaşamınızı; maddi yaşam ve üretiminizi “”O”” söylüyor diye keyfince ve karşı konulmazca, denetilme altına alınmasıdır. Her hangi bir değişmenin, topluma yansıyan tepki verememe durumundaki huzursuzluklarınızda, inançların, sizin adınıza, sizin düşünmenize, akıl erdirmenize gerek bırakmadan, karar vermesidir! Birey olmanızdan çok, kul olurluğunuz, Mutlak Güç adına dayatılır. Size; birey olarak yaşamı ürettirirlerken, siz, kul kertesini aşamazsınız. Kimi zaman somut koşullara göre, güya, Ruhsalın söyleyişinin yorumlanışı adı altında sosyal sömürüdür inançlarınız. Ruhsalın size “”Akıl erdirmiyor musunuz? ”” demesi de, bu vekil yorumcuların dediğini, anlayıp akıl etmekten öte gitmeyen bir durumdur. Aksi durum da, derhal kâfirliğiniz ilan olunur. Bunun en bilineni batıda da aforozdur.

Yahudilerde de, benzer uygulamalar, yanlışlık bağlamında aynıdır. Yahudilerde inanç ulusal yararcı bir inanç olduğundan, İsrail dışında kimsece kabul olunmaz. Yarar İsrail oğullarının yararıdır. İsraillilere ait Vaat edilmiş topraklardan tutun da, Musa'nın Mısır'da çıkışta: “”Ey İsrail oğulları Mısırlı komşularınızı soyun”” demesi. İsraillilerin birbirine, faizsiz para alıp vermeyi, gerekli kılıp, yine birbirine, faizi vermeyi haram kılmışlar. Ama başkalarına faizli para verişi toplum oluşun temeli yapmışlar. Köleliği değil de, İsrail oğullarına köleliği yasaklamışlar... Bu tür ulusçu yararlılık, bir yığın yaşamın pragmatikini sadece İsrail oğullarının mutluluğuna dönük işletmesidir. Bu somut inanç, İsrail'i bir anlamda yüceltirken Roma ve Hitler mezalimine de duçar yapıp, Dünya'ca kısmen de olsa, dışlanır olmuşlardır. Neden sırf inancı ayrıştırmasından.

..

Devamını Oku
Bayram Kaya

Totem asla yaratıcı bir güç değildir, hiç değilse ilk oluşum evresinde ve erken evrelerde bu böyledir. Günceldeki pratikliğin, akilce birikim, yaptırım tasarrufudur. Danışılan bir soru ve bilgi bankasıdır. Sadece düzenleyici ve zaman akışının eğimine göre, dönüştürücü bir sosyal tanımlılık ilkesidir. Yani atıfta bulunulan, koruyucu. Giderek içi çok çok dolacaktır.

Böyle iken zamanla sınıfsal ve toplumsal tedirginliklerin siyasallaşması ile ve her yeni toplumsal ittifakların totem aidiyet birleşme girişimleri ile ilahlaşacaktır. Çünkü her yeni ittifak, eskinin ve pek çok sosyal hafızanın silinmesiydi. Yani bir unutturmanın yok edilişi ve yerine yeni olanın konması bir yaratma idi. Yani her ittifak bir unutturma ve yeni hafıza edindirme işi idi. Açıkçası yaratma ve yok etme olayı idi. Bu yüzden totem yepyeni bir işlevle yaratma ve yok etme işlevi ile ilah ve ilahelere dönüşecekti. Köleci düzenle buna rızk verme, önceden kurtuluşa mazhar olma, iman ederek kurtuluşa ermek, gibi yeni atıf yüklemlerle, monocu sosyal ve ruhsal yapılanma uygarlaşma süreçleri eklemlenecektir. Yaratılış bir yaratmaya, aidileştirme, koruyuculaşmaya, dalalette kurtaran kurtuluşçu tanrılara dönüşecektir. Somutluk yerden alınıp göğe döndürülecekti. Gökten yere tanrının adına, tanrının vekili olarak krallık etmek için tekrardan dönecekti. Yani totemist ilke zemini daha sistematik ve olgunlaşmış dinlerinde ihsas ve meşruiyet membası (gözesi) olacaktır.

Totem anlayışı tabana inerken paylaşılan bir düzenleniş ilişkileridir. Sanı ve kanıların, hem meşruiyeti, hem düşünme yönlenme zemini, hem de bu bağlamda bir sınırlılıkla düşünceyi açıklama, anlatma, söyleme, yorumlama, eylem koyma düzlemi özgürleşmesi olacaktır.

Totem yaptırımı tabandan yukarı doğru giderken, etrafında dönülen kutsal bir eksendir. Bu eksen sosyal ve kolektif biriktirişin odaklanmasıdır. İçi, geçmiş zamanla ve onun değer birikim olgularıyla doludur. Ve pek çok ortak kanı, kanaat ve pratikliğinin birey ufkunu aşan güç ve birikimin; alansal, baskısal ağırlık yönelim çekiciliği vardır.

Yani totem zamanca ve bilgice akıl ve düşünme olarak, daima kişilerden ve yalın halde mevcuttaki toplumdan daha büyük bir değerler basıncıdır. Görmüş geçirmiş olan ve dünyayı yeniden ve yeniden keşif etmemenin, zaman ve zeminden kazandıran ileri akışı sağlayan pratikliğidir. Pek çok ortak ve kolektif aklın ürünü olmasının hesabı basıncı iledir ki, ravi (hoşnut-hayran) olunur. Ancak yeni toplum eskiyi hıfz edip, üzerine eklemlemeler yaparsa geçmişten büyük olur. TOTEM BİR KOLLEKTİF SOSYOLOJİK BİLİNÇTİR.

..

Devamını Oku
Bayram Kaya

İsa'dan önce, 5. yüzyıldayız. Antik çağ kapsamında 5. yüzyıldayız.

Doğuda İran'da Mazdeizm hüküm sürmekte. Tek Tanrılı anlayışın ilk adımı olan mazdeizm; ışığın çekenliği üzerine oluşla, ateşin insanlardaki erdemsizlikleri arındırması felsefesi üzerine oturtulmuş olan bir düşünce sistemidir. Yine Mazdeizm ışığın aydınlık-karanlık seçiciliği üzerine; ışığın (iyiliğin) , karanlığı (kötülüğü) yenmesi felsefe zemini üzerine oturmuştur. Böylece Mazdeizm ışık karanlık ikili düalitesini, tekli yapıda var kılan ilk örneksi taslak oluştur. Mazdeizm, Mitra anlayışı gibi monoteisti bir geçişin ilk örnekliğini de temsil eder görünmektedir.

Hindistan, mazdeizmin etkisi ile Budizm’i, bir iyice olgunlaştırmıştı. İsrail akilitesi, Babil esareti içinde Babil kütüphanesindeki görevleri nedeni ile hayli fikir ve bilgi sahibi olup, Sümer, Asur kültürleri ile Sümer Asur dinsel ritüelleri açısından, bir hayli birikimler yapıp ta İsrail'e dönmüştü. İsrailliler Mazdeki ve Asurî dinlerin kaynaşırımı ile yeni bir kültür ortaya çıkaracaklardı. Bir rahiple, bir kralın anlaşması neticesinde de ilk Tevrat nüshaları oluşturulmuştu. Tevrat’ın oluşturulmasında bu ikinci kaynak yoldu.

İsrail’in Babil sürgününden çok önce bir de Mısır sürgünü vardır. Bu sürgünün hafızalarda silinemez olan ezilmiş, horlanmış İsrail oğullarının anıları, Tevrat’ı oluşturan birinci kaynak yoldu. Daha Mısır'da tek Tanrıcı olan Aton dinine dek tek tanrı anlayışları, İsraillilerin Mısır günlerindeki yaşantılarından ve kültüründen kalma izleri, belleklerindeydi. Nesilden nesile anlatılacak bir söylence oluşla kulağa küpe idi. Mısır sürgününe dek esareti gerçekliklerin hafızalara kazınmış anıları diri tutuluşça Musa eli ile zaten bir haylide güçlü ve ritüeli kılınmıştı.

Artık çok Tanrılı dini İlah'larının delişmenliğindeki çoklu mantıki düşünme, yeni bir sentezin akılsal çıkarımlarıyla aşılacaktı. Sosyo toplumsa etnik çatışma, sosyo-toplumsa birliği; yani birlik sentezini ön görüyordu. Şartları içinde çatışan, gelişen, devamlı üreten insan aklı, monoteist bir anlayışın birlikçi tek biçimci düşünme ve anlamaları içinde, insan zihnini hayli kapsamlıca yoğuracaktı. M.Ö 5. yüzyıla gelindiğinde, bu süreçler İsrail'de olup bitmişti. Artık Ön Asya'da erdem, Tek Tanrı buyruğuna göre uygun yaşamak, olmuştu.

..

Devamını Oku
Bayram Kaya

Hatta daha bir şahin göz rabbani; kuyu-çöl-su ve kaz gibi sözcüklerinin müştemilatından GAZ ima eder, izafe halinin çıkarılabileceği de açıktır. Bir gün çöllerde su gibi petrol bulunacağının delaleti bile sayıp, bize; neler neler söyleyebilir. Burada tek açmaz yanı, bunun olacağının o günlerde, değil de, petrol bulunduktan sonra, Ya da ABD ırak’ı işgal ettikten sonra, yorumlanır oluşudur. Bu tür mucizeleri, yığınlarca cümle ile yapmak olası.

Üçüncü anlamda da, Tanrı Musa'ya biraz sitemle der ki; ne susuzluk çekip, nida edersin, akıl etmezler gibi sızlanırsın, demekte. Burada “”kaz”” hem eşme, hem de akıl etmemelik budalalık anlamında kullanılmıştır. Bir gayret göster ki zaferi ben sana vereyim demiştir. Böylece, gayretin (kuyu kazmanın) bizden, başarının (suya kavuşmanın) Tanrı'dan olduğunu, tüm insanlara da, bunu vaat ettiğini söylemiştir, diyebilir daha derin bir din bilir.

Hele bir de bunun daha cin fikirli, derin düşünen bediüzzaman nitelikli din biliri olursa, yemede yanında yat. Diye bilir ki; efendim ””kaz”” sözcüğünün kökü “az”dır. Bunun başına ve sonuna ön ve son ek getirilerek, yazıldı mı; yaz, caz saz. Gaz. Ya da; azı, aza... Gibi anlamlara da, girer. Kaz dahi “”az”” sözünün başına “”k”” ulanması ile elde edilmiştir der. Buradan da, daha bir zamanlar üstülük çıkar. Daha bir mucizeler çıkar. 2600 sene önceden bunu kim bile bilirdi ki?

Bakın efendim kuyu ve kaz, yan yana kullanılınca akıl almaz bir anlam ifade eder. Kuyuyu kaz sözündeki, kaz fiiline “k” ön ekini düşürtüp, “g” ön ekini aldırır. Buradaki fevkaladelik ses benzerliğinden anlamlar yükleyerek zamanlar üstü anlatımı gerçekleştirmek soyut mükemmelliğidir. Daha bunu kimse başaramamıştır! İşte o zaman mucize cümlemiz oluşur ””kuyuyu gaz”” gaz petrol demek. Petrol kuyularda olur. Kuyularda bu gün, daha ziyade Irak'ta var. “”kuyuyu kaz Musa” derken Musa'daki “”M”” ön ekini atınız, kök anlam olur USA anlamı var edilir. Bu ne demek? USA (ABD) Irak'ı işgal edecek. Bakınız kuyu-gaz usa. Üçü bir yerde ve yan yana. Musa bir Kıptıyı öldürdüğünde aylardan marttı, Musa 20 gün çöllerde gezdi bu ayet 20 inci bölüm 03numaralı baptır. Buda şu olur 20 Mart 2003 de Amerika Irak'ı işgal edecek. Hakikaten de Amerika 20 Mart 2003'te Irak'ı işgal etti... İşte mucize, işte zamanlar üstülük, işte kehanet.

Sevgili okurlar bu uydurduğum bir düzenlemedir. Bir anda aklıma gelen cümledir. Cümle üzerinde hiç beyin jimnastiği yapmadım. Böyle bir konu yazmayı düşündüm, anlatım döküldü geldi. Aklımızı tavana vurduracak, daha çok zamanlar üstülük elde ederim de, mesele bir parça anlaşılsın diye, burada kısa kesiyorum.

..

Devamını Oku
Bayram Kaya

Yapının yenileşmesi doğrultusunda ikinci bir sürükleyeni de, Dünya konjonktürünün, çevresel feodal dönüşüm baskılarıdır. Yemen, Medine gibi yerleşiklerin, suyla tarım yapılan yerlerin verimliliğini artırmak için, köleci yapıyı feodal yapıya dönüştürmüş olmalarıydı. Yeni feodal yapı, geleneksel köleci yapı ile uyuşmayıp çatışıyordu.

Köleci düzen kalkmamış, biçim değiştirmişti. Nisbeten köleye biraz serbestlikler gelmişti. Aşiretler çatışmasının temelinde bunlar da vardı. Arap Coğrafyasının kendi içinde taşıdığı etnik dinsel inançların baskısı kadar, Yahudi, Hırıstaıyanlık gibi öğretiler de Mekke’de hem inanırları vardı hem de kol geziyor olmaları yeni yapının araçlarını oluşturacaktı.

Hıristiyan, Zerdüşti ateş gede ve Hinduizm gibi inançsal yapılar ve Sasani, Bizans gibi imparatorluk yapılarla çevrili olmanın ihraççı bir baskı, alınışı da ortalık yerde ayan beyendı. Bizans, Sasani gibi feodal dönüşümünü süreçleştiren iki yapı, ihraç ürününü Arap'ın önüne açmıştı. Daha 7. yüzyıl ortalarından itibaren İslam bunlarla, yani; feodal bir ilişkiler uzlaşmasıyla ya da feodal ilişkiler koalisyon ittifakları olaraktan, sonradan ortaya çıkacaktı. Yol, aşiretler barışından, uygarlık ortaya koyan başarı siyasetine uzayacaktı.

Aksi halde, yeni yapı sırf fetihlerle yayılamaz ve gelişemez, tutunamazdı. İnşanın temelinde bu ve yukarıda sayılan yönetsel düzenlenişle ilgili mali alandaki, cesur gözü pek ve konjonktürsel açılım yapılacaktı. Bu durum Halife Abdülmelik'le süreçleşecekti. Abdülmelik, çok ırkçı, faşist ve kısır döngüler içindeki siyasi çekişmeli, geleneksel Arap aşiret uygulaması olan mevcut yapıyı; yani Emevi uygulamasını, yavaştan etkisizleştirecekti. Yapıyı; feodal düzenleşme içinde ve feodalizme özgü olan organizeliklerle, yeni koalisyonlarla, yeni ittifaklık anlaşmalarının içine doğru sürüklüyordu. Böylece Abdülmelik geleceğin sağlam tohumunu eker olacaktı.

Emevi dönemi oligarşisinin, düzenli bir maliye tutumlarının olamayışı, tez elden aşılması gereken bir acillikti. Yeni yapılanış, yeni bir feodal ittifaklar uzlaşması olarak, bir yenileşen toplu durum olaraktan; Arap fatihlerin fetih gücünden kaynaklanan egemenliğini paylaşmayı, yeni ittifak da, talep edecekti.

..

Devamını Oku
Bayram Kaya

Bir zamanların, en moda ve yürürde olan deyimi; 'Kökü dışarıda olan yayınlar okumak' idi. Bu öyle bir aidiyet ilkesi idi ki bütün kimlik ve yurttaşlık haklarınız adeta bu cümlenin kapsamında olup olmamanızla sınırlı idi! Uslu ve yaramaz oluşunuzun şaşmaz bir ölçüsü idi! Sizi bir X ray cihazı gibisindenden içinizi dışınıza açık eden, sihirli bir buluştu! Adeta bilmezliğin baş tacı edildiği zamanlar idi.

Bilme ve öğrenme, bilimsel felsefe içinde gelişme, bir insanın en temel hakkı ve zorunluluğudur. Ki bu hak toplumsal sağlayışlar içinde de, zorunludur. Evrensellik taşıyan, bilim, bilgi, edebiyat, sanat, teknoloji, üretim olan her şey, ülke sınırları ile mahfuz kalamazdı. Nasıl kişilerin vücut gelişmesi için sağlıklı beslenme zorunlu ise; kişilerin öznel gelişmeleri de; sağlıklı bilmeleriyle, sağlıklı öğrenme ve sağlıklı düşünmeleri içinde bilimsel felsefeci tutumlarıyla ancak zorunlu olurdu.

Bir insanın; bilime ve bilmeye karşı olması, gerçeğe aykırı olması, ile bir toplumun bilimsele, bilgiye ve bilmeye aykırı olmasının, çok ama çok kıyaslanamaz denli çok, farkları vardır. Bir toplumun yıkımı, tam bu noktada bilimsel duyuş noktası ve bilimsel düşünüş noktasında sorgulaşılıp hesaplaşılmadıkça; ulusseverliğiniz ve yurttaşlığınız ve sorumluluklarınız ve toplum olmanızın zorunlu gereği nereden ortaya konur olacaktı ki? Demokratik toplumlar en çok bu noktalarda belirirlerdi.

Toplumsal hayatların da, bir kırılma dönemleri vardır. Bu kırılmaların kimi olumlu, kimi olumsuzdur. Kimi olumsuz kırılmalarda, maksatlı ve etkin güçler, faaliyete geçerler. Bunlar, bilmez ama samimi ve dürüst olan yapılarınızı ve toplumun değer yargılarını kullanaraktan; halkı kendi şer eksenlerine doğru çekerler. Bunlar şer odaklarının kullandığı toplumların, kendi açmazlarıdırlar.

Ve böylesi dönemlerdeki, bu türden siyasi olan ve yönetimde bulunan şer güçleri, sağduyulu ortalama yoğunluklu halk güçlerini daima yanlarına çekebilmişlerdir. Bu yüzdendirki şer güçler, hukuken değilse bile halkın bilmezliği nazarında meşru olurlar! Böylesi dönemler, sağduyulu, iyi niyetli ve vahametin farkında olmayan çoğunlukçu halk güçlerinin desteğini sağlayışlarlan şer güçlerinin egemenliklerini sürdürür olmalarının dönemleridir.

..

Devamını Oku
Bayram Kaya

Atalarımızın mağarada, kovuklarda sığınma olarak yaşadıkları dönemlerin tümünü mağara adamlığı (mağara dönemi insanlığı) olan yaşama olarak söylemek, bizlerdeki yanılgıyı oluşur.

Bunu böyle bilmek; Erik Van Daniken paradoksu (çelişkisi) içinde olmaktan öte gitmez. Neydi bu paradoks; “atalarımız yüz binlerce yıl hiçbir şey bilmeden mağarada yaşadı. Sonra 5000 yıl kadar önce birden ateşi buldular, mağaralara duvarlarına, kayalara, resim çizdiler; mağarada çıkıp yerleşik hayata geçtiler vs.” Yani hemcinsimiz birden akıllandılar demenin itirazını yapıyordu.

Beş bin değilse de 12 bin yıl kadar önce böylesi süreç çoktan başlamıştı. Bunun böyle oluşundaki izahı yapamayan Daniken, bu süreci uzayda gelenlerin, atalarımıza suni bir ilhak yapmalarıyla bu durumun ancak böyle birden bire olabileceğini söyler.

Ya da uzaylıların hemcinslerimiz üzerinde, hemcinslerin genetik kodlarıyla oynamalarıyla ancak akıllı oluşun böyle birden bire olabileceğini, okurlarının akıllarına mucize ediyordu. Bu çok makuldü. Ama hiç te gerçek ve doğru değildi.

Mağara yaşamlı dönem, avcı toplayıcı sürecin eşliğinde sürüdü güdenle ve totem yaşamlı dönemle de geçmiştir. Hayat, bu yaşamlar içinde sosyal ve biyolojik evrimini sürdürüyordu. Homo erktus, Homo sapiyens, homo nindartel gibi insan türleri çeşitli sosyo biyolojik, ruhsal, kültürler içinde türe dek gruplar olarak dönem içinde çeşitli yetenek, akıl ve ruhsal zekâ düzeylerini temsilen var olmuşlardı.

..

Devamını Oku
Bayram Kaya

59]Bunun içindir ki şimdi de 1996'dan beridir de 'Cumhuriyet Travma yarattı' terene ve sakızı var edildi. Cumhuriyet aydınlanmasıyla asla ve asla buluşturulamayan halk, bunun yerine toplumumuzu; hortlaklarıyla, yani tekke, cemaat ve tarikat gibi mezara gömdükleriyle hızla ve tam bir demokratik özgürlükler içinde(!) buluşturulmasının çok ivedi gayretindedirler!

Şimdi güzel Türkiye'miz, nüfusun % 10-15 i aşmayan bir bu gibi azınlığın ve fevri çabalarının, gayretleriyle olan tarisel, nesnel ve bilimsel olgulardan yoksun olmanın aydınlanması içindedir! Aydınlanmamanın temelinde, bir akıl ve ekonomik fakirliğin, bir sınıfsal çelişkinin, uluslar arası güçlerin egemenlik yarışmasının belirleyici rol oynadığı, anlaşılamadığı için 'halk iradesi' boğması ile toplum, cendereye hapsedilişle sıkıştırılmaktadır. Halkın bir paket erzaka ihtiyaçlılığından çıkan yetkilenme potansiyelini, güya 'halk iradesi' cakasına çevirmektedirler!

Yurttaşlık bilinci olmayan, tebaa ve sadaka mantığınca iyice yoğrulmuş olan, bazı ama %85 çoğunlukta kitlelerin ihtiyaçlılık bilmezliği, 'halk iradesi' yapılmaktadır. Halkın, ihtiyaçlarını karşılanması bir 'sosyal adaletçi' yurttaşlık hakkı sağlanması içinde olması gereken; halkın bu bilmezliği sadakacı öğütçü öğrenme kültürleriyle buluşmaları olmaktadır. Hükümetlerin bu sosyal adaleti gerçekleştirmeleri zorunlu bir anayasal ve sözleşimsel zorunluluklarıdır.

Hatta iktidarların sosyal adaleti gerçekleştirmiyor olmaları yasal olarak ve görev ihmali olarak bir SUÇTUR. Yurttaşın temel ve zorunlu ihtiyaçlarının, her ne olursa olsun, karşılanması; devletçe gerçeklenir durum olması yasal zorunluluktur. Bu harcamaların ödenekleri yıllarca yurttaşına harcanmaz. Ama bir seçim esnasında, bu türden gerekenin bütçe ödeneklerinin, seçimlerle; yurttaşın kendilerine sadaka olarak döndüğünü, halk hiç bilememektedir!

Ya da bilmezden gelme aymazlığını, o anki menfaat sağlamasına daha uygun bulmaktadır! Siyaseten de, katılımcı bir halk olmak yerine, bu hali ile de, halkın genel tutumu; hazinesine saldıran bir padişah, görünümü vermektedir.

..

Devamını Oku
Bayram Kaya

Yatırım, üretim ve refahın paylaşımını sağlayamayan bütün sistemler, kendi iflaslarının ilanını, bu tür halk oyalama sendromları ile kendilerini açık ederler. Bunlar bilinip, açıkça anlaşılmadığından, geleneksel bakışla olaylar türbana çekilir. Huzur ve dikkat, anlamsız gereksiz ve yerinde olmayan bir tartışmaya götürülmekte.

Bunun hoşgörü konuşmaları ve uygulaması, halkta içsini lirken, siyaseten kaşınması, hem de bilinçsizlikle kaşınması, halde olayı siyaseten ve hukuken bitirdi. Halk telakkisi de zamanla ikna olacaktır. Çünkü halk kendi alışmasının rahatlığını görüp, çevresinde onun duyulmasını ister bir yapıdır. Halk ileriye doğru ufuk ve plan koymaz. Zaten bu da onun yapısı gereğidir ve görevi de değildir.

Pekiyi siyaset bunu çözmeyecek mi? Öyle ise siyaset niçin vardır? Siyaset, maalesef bunu çözmeyecektir, çözemezde. Ve siyaset bunun ve bu tür toplumdışı, kanaatler için değil, bir akıl koyuş olan, laiklik için vardır. Zaten laiklik bu farklı akıl koyuşların, somut çözümleridir. Oysa inanç, tutumları farklı koyuşların akıl tutumu değildir. Asla siyasetin şuradan buradan (demokrasiydi, haktı, özgürlüktü gibi) el atacağı akli konu değildir. Bu Tanrı'nın hakkını Tanrıya bırakmamaktır.

Ortada bir otorite var ve siz, bu otoriteyi gerçekleyen farklı yolları oluşturmak için, siyaset yapıyorsunuz. İnanç, ne bir toplumsal taleptir. Ne de toplumda uygulanacak bu akli oluşun yollarından hiç biri değildir. Bunu konuşarak, refahı artırıp, kitlelere pay vermez, enerji fiyatlarının artışını durduramazsınız.
Çünkü sorun da, çözümü de, toplumsal değildir.

Ayşe hanımın çay partisi verip verememe rahatsızlığı mesabesinde, kendisinin ve o grubun uhdesinde, bir kişisel, grupsal hak ve çözümdür. Bu nedenle böyle bir girişim çözümü de toplumsal olmayacaktır. Kişisel halksal, grup ve cemaatsel olanın çözümü de, bu sosyolojik parçalardan olacaktır. Oysa siyaset ortaya çıkışı ve yapılanışı gereği, halkın değil toplumun bir olgusudur. Bu unutulmuş gibidir.
..

Devamını Oku
Bayram Kaya

Çünkü bunların hiç birinin yaşanabilir olmasının somut nesnesi, sosyal birliğin kendi ortamı içinde yoktu. Bu tür olası, hayali söylemlerin, sosyal birlik içinde, hiç bir değer ifade eder yerleri yoktu. Ya hep açtılar, ya hep toktular. Ne birikmiş malları vardı ki mal birikmesi olanaksızdı. Ne de eşitsiz dağılmış rızka sahiptiler. Ne de, kendilerinden olma nesillere miras bırakacak düşünme düzenleşmelerinin, aile kurumunu düşünebilmişlerdi. Gereksinilen ihtiyaç gelenekti. Bu da toplumdaki gibi ikide bir değişmiyordu. Gelenek ve gelecek, totem aracılığı ile atalardan kendilerine intikal ediyordu. Totem, atalar ruhunun sembolizm idi bu.

Komün güç, klan döneminde, bir köle olmayacağı için; resuller kölenizi azat edin diyemeyecekti. Yine evlilik kurumu olmadığından, 9 yaşında olanla evlilikler yapıp yapamayacağınız, hiç bir zaman tartışılmayacaktı. Hatta kendi evlatlarınız ve kendi üvey evlatlarınız olmayacağından, üvey evlatlarınızın boşandığı karısı ile evlenmek zorunda kalmayacaktı. Ha keza size örnek olsun diyen, evliliklerin olup olmayacağını ve halka; bunları “ en güzel ahlak” diye göstermek zorunda kalmayacağı için; bu dönemin nebileri, sosyal birlikten işsizlik maaşı alıyor olacaklardı!

Eğer böyle biri nebi kişi ortaya çıksa, bu türden demeleri olamaz idi. Akıl edip es kaza diyebilmiş olsa idi! Eğer akıl edebiliyorlarsa! Ona uzaydan gelmiş biri gözü ile bakarlardı. Ve kutsal dumanla kötü ruhlarını kovmaya çalışırlardı!

Kötü ruhlar anlayışı, o dönem insanlarının, zaten var olan animist anlayışlarının, kendi algılarına göre sınıflamalarından biridir. Söz gelimi kendi doğal güçsüzlüklerinden ve hastalanmalarındaki anlaşılmaz nedensellikleri anlayamamaları sonucunda kötü ruh, kendilerince yansıladıkları kuruntusal neden idi. Başının ağrıması gibi. Ahrazlık gibi ve kimi deliliklerdeki belirişlerin, kötü ruhlar elinde olunuşu sanıları gibi anlayışları vardı. Saralı durumlar. Hep bu tür kötü ruhlar anlayışı içindedir. Açıkçası somut olgusal telakkilerin, inanılarak bilinir kılınması idi. Zaten bu ruh çağırmanın yanına bu kötü ruhları kovan rit seansları da vardı. Rüyalar da, bu tür ruh anlayış ve müazzep anlamlandırmaların kaynağını beslemekte, açıktır ki etkindiler.

Rit olarak şölenleri, eğlence ve saygı bağlamındaki kutsallıkları ve ibadeti saygılaşmaları; şu veya bu biçimde vardı. Nesnel olanı, nedenselliği akıl edemiyorlarsa; bari nakıl (sözlü kurgu aktarımı) da mı, edemezlerdi? İşte var saydıkları etraflarındaki yaygın güç, ruh mana anlayışları; giderek hem suç ve ceza anlayışlarının ilk olduranı olacak, hem bilme ihtiyaçları yerine geçecek, kısa yol kararlılık düzeyi olacaktı. Hem de haber kaynağı, mesaj kaynağı ve meşruiyet olumlama kaynağı olacaktı. Bunun somut simgelenişi totemdi. Kötü ruhlara karışanların tedavi seanslarından başka, birlik dışına atılmaları da olasıdır.

..

Devamını Oku
Bayram Kaya

Yine bu türden, halksal devinme alanlı, bir inanç ve geleneğin, bir birine ters ve alabildiğine bir birini görmeyen, mantık işletilmesine bir örnek vereyim. Bir cenaze törenin, acılı, ağıtlı hatta daha ilerisi saç baş yolmalı, dövünmeli, çığlıklar, ağıtlar tutuşmalı, olmasından doğal ve mantıklı ne var değil mi? Bundan kuşku edilir mi? Elbette ki bu tür öznellikler bizim mantık işletmemizin bir anlayış ve doğruluk süzgecidir.

Oysa Ganalılar bir ölüm olayında, insanlara davet gönderirler ve cenazeye oldukça kalabalık katılımı sağlarlar. Kalabalık cenaze sahibine para hediyesi verir. Katılımcılar ziller, defler eşliğinde şarkılar söyleyip, alkışlar ve tempolar eşliğinde, oyunlar oynar, danslar eder, halay çekerler. Cenaze tabut içinde ve omuzlar üzerinde, taşıyıcıların raks hareketleri ile omuzlarda bu raksa eşlik ettirilir ve sonra neşe içinde, gülüş ve normal konuşmalarla defnedilir.*

İki dinsel ve inançsal öznel mantık ne kadar farklı değil mi? Her iki insan topluluklarının müsamaha ediş ve olayları, olguları, algılamaları, kafadan olay ve olguları biçimden biçime sokmaları, aynı olabilir mi? Yani halkın demokratik! Mantığı, toplumun işleyişsel ve eğitimsel anlayış mantığı olamaz.

Olamaz da kimi öğretim görevlisi, akademik unvanlılara göre olur! Hem de bal gibi olur! Söz gelimi sokaklarda gösteri yapan insanların mağaza yakmaları, dükkânları yakıp, kırıp dökmelerini; köyleri yakılan insanların haklı öfkesi olarak, müsamahayla tolarize etmektedirler! Böylesi bir dâhiyane halk mantığı düzeyinde, bilimsel görüşleriyle bizi şaşırtmaktalar. Hatta televizyondan televizyona bulunmaz bir Hint kumaşı oluşun cevahirliğinde dolaştırılmaktalar. Biz de pek ala bilinç edinmekteyiz! İşin garip yanı, bunların siyasete de akıl verip, bir sosyal projeye imza atar olmalarıdır! Bakınız, halkın, yürüyüş yapanların; böylesi bir eylem istemi ve haklı olma gerekçeleri olabilir. Ben bunu analiz etmiyorum

Bu mantığa göre; arabası yakılan biri, mağazası yakıldığı için ve yine mağazası, dükkânı yağmalandığı için mağdur olan insanlar da, eline pompalı tüfeği ya da silahı kapan birileri de; yürüyüş yapan halkın üzerine pek ala ateş açabilir! Yine bir haklılıkla üç beş kişiyi pek ala öldürebilirler! İşin garibi bu bir aydın mantığıdır! ve toplumsal mantık değildir. Oysa toplum, tüm bunlara rağmen otorite için vardır. Değilse kişisel düzlemdeki öznel oluşların, haklı istemlerinin dehşetini tolarize etmek için değildir.

..

Devamını Oku
Bayram Kaya

35]Hele gençleri asmak için, asılma yaşını, yasaya uydurmak için, bu çağda, düzmece kemik yaşıyla büyüterek, hukuki kararlarla suçluyu asmak, aklın almayacağı, toplumsal temeli sarsacak girişimler iken, suskun kalan mangalda kül bırakmaz aydınlar ve siyasi hükümetdirler bunlar. Bir yasa çıkarışla bunların hukusuzluğunu devlet olarak onanmazlığını ilan edemezler. Bilmezler ki insanlar insan kurban etme yamyamlığını binlerce sene önce, eşdeğer kıldığı bitki ve hayvanları kendi ile eşitleyerek kurban edip, onları saygılaşan, totem kılan, uygarlaşmayı çağlar önce başardığı halde, hala; kan akıtmadan asmak; kesmek; öldürmek fiillerine kılı kıpırdamayan öke kahramanlardır, bu aslancıklar!

Bu hukuksuzluğa, böylesi iletişim çağında, bu örgütlülükle, engel olamayan, sözde aydınlar; kılını dahi oynatmayıp kılını kıpırdatmayan, böyle bir tutumun tavır alınışının beklendiği anlarda, toz olan zıpır, güya haktan yana savunucular! Müflis tüccarın eski defteri karıştırması gibi, edimlere başvuruyorlardı. Şu da gerçek ki, hiçbir şey eleştiri ve inceleme alanı dışında tutulmamalıdır. Ama bunları yapar iken de, halka karşı makul mantıklı gösterilecek tutumlarının olacağı yerde, akıl karıştıran, maksatlı bir akıl argümanların olumsuzlukla propagandif olacağı da, göz önünde bulundurulmalıdır.

Oysa güncelin ve dünün kıyaslanmasında kriterler çok farklıdır. Kıytırık tartışmaların görmezden geldiği de budur. Hâlbuki birinde, yani İstiklal Savaşında, genelin var oluşu ve genelin yararı söz konusudur. Genç Cumhuriyetle oluşan yeni kurucu meclisin,i müesses nizamla daha yeni yeni belirir ve otoriter oluşu, söz konusudur. Oysa güncelimizde ise kurulu bir düzen vardır. Bugünkü anlayışsal kurallarla, geçmişin kurallı uygulamalarına dek olanlarıyla demokrasi adına, dama taşı gibisinden oynanmaktadır.

Bugün sizlerin geleceğe sorunlar aktardığınız gibi, geçmişin; cumhuriyetin, 1915’in, 1876’nın, 1839’un vs. günümüze aktardığı problemleri vardı. Yaşayan dokunun hataları, fevrilikleri, öznellikleri, muktedir olamayışları ve akıl edemeyişleri, hepten olanaklar dahilinde kimi görülmesi gerekenlerdendi.

Halbuki günceldeki siyasetler yasama ile yaptığı talan ve zorbalıklarını, yine yasama ile şeklen tartışıyorlar. Kendilerinin ayak oyunlarını, kendilerinin kanunsuzluklarını, yine kendilerinin hukuksuzluklarını günü birlik yasalarla olumlamaktadırlar. Bu pek demokrasi oluyor! Bu yüzden bunları unutturmak için de geçmişe saldırıp, ‘vurun abalıya’ yapmayla, kendilerini haklılamaktalar.

..

Devamını Oku
Bayram Kaya

Sosyal seçmeli basınç ve yönetim; ezoterik anlamalarla zaten baştan beri olan bir muktedirlikti. İnsanlık kendi gereksinmelerini doğada bulduklarıyla yetinmeyip, gereksinimlerini kendisi üretir duruma geçmesiyle beraber, sosyo toplumsa yapının örgütlenmesi gibi bir sorunla da, karşı karşıya kaldılar.

Bir sosyal yapılı, etnikti uzman muktedirlik, başka etnikti uzman muktedirliklerle girişti. Böylece sosyal etnikti tekil kültür devinim alanının süreci yarıldı. Dıştan başka bir sosyal yapı kültürle girişen olguya dek olaylar, tekil etnik yapının zamanını büyüttü. Süreç zamanı tek tip kültür yerine, en az iki kültürün zaman dilimi girişmelerine akış vermişti. Bu akışı denetleyen tekil bir kutsal sosyal kültürlerle; bir de uzman üretim ilişkilerine dek plural kültür, rutin işlerin örgütlenmesi belirlemiştiler.

Tekil sosyal birlikti etnik seçmeli basınç, çoklu anlayışını yeni düzlemsel sürecin önüne koymuştu. Süreç hem çelişkilerini, hem kendi dinamiğini akıl eder erbapların dikkatine sunacaktı. Kronolojik olurla tekil seçmeci olan sosyal basınçlı yönetimle, yeni uzmanlık alanlı çoğul yönetim; bir sentezle yönetim birliği zaman içinde bir birliğe doğru gittiler. Yönetimin tekleşmesi, birliği; çeşitli varyasyon girişmeleri sonunda, mutlakça bir tekil egemenlikle yönetir olmayı ortaya koydu.

Sentez sürecin işleyişi süreç bütünü içinde derişim farkları ve bu farkların kendi ağırlık yoğunlaşmasını biriktirmeğe başladı. Artık yönetime dek süreç, bir örgütlü organik çözeltinin derişiğinde olur iletişim olmayıp, her bir yoğunluk kendi kesikli ve kopuk topaklanma erkini öne çıkarmayı ortaya koyuyordu.

Bu bağlamda otoriter yönetsel süreç, esas oluşla; iki ana dalda kendisini yoğunlaştırdı. Bir buğday üretimi, bir koyun yetiştiriciliği; kendisine özgü zaman zemin koşullarıyla; bir kralın keyfinin üstünde olur nedenlerle oluşuyordu. Artık kral yönetimler, keyfiyetlerinin üzerinde olan nedenlere de boyun eğmelerinin gerekliliğini, anlamaya başlamıştılar.

..

Devamını Oku
Bayram Kaya

İşte yalın ve karmaşan yansıma, çevrimli tekrarlar akıl ve bilinç olmakla; öznel dünyada yeni bir yansıma alanı olmakla; düşünceydi. Denebilir ki düşünce ve eylem aynı andadır. Biri diğeridir. Yani eylem düşüncedir; düşünce de eylem olmakla aynı anda ve ilktirler. Ama aynı anda olanın arasında bile bir faz farkı vardır. Bu faz farkı, saniyeyi ve saniye altını, parçalı hale getirir.

İşte aynı olanın; geciktirilen, engellenen kısmı, faz farklı yansımadır. Faz farklı yansımanın öncesi sonrası içinde yansımalara etkiyen ve bu yansımalardan etkilenen olmakla; görece olan faz farkı düşünce ve eylemi oluşturmaktadır. Bir olgu ve olayda düşünce faz farkı önde iken, eylem sonradan olmakla eylem bu düşünceye göre ortaya konabilir. Kimi durumlarda eylem olanın faz farkı önde iken; eylemin düşüncesi sonradan ortaya konabilir.

Yani süreç içinde aynı olanla, birlikte olanın; tıkaçlanması, sürtünmeli olması, geri yansımalı olması, ileri yansımalı durumlarla karşılaşması içinde süreç parçalı ve faz farklı duruma dönüşecektir. Sali saniyeler içinde onlarca, binlerce faz farkı veren parçalı oluşlar demek; eylemseli olanın düşünseli; düşünseli olanın eylemseli, olması demektir. Yani faz farkı, görece olanı ortaya koymasıyla; eylemseli olanlar (frekanslar) çeşitlenmektedir.

Bir yerde etki olan, eylemseli; diğer yerde akıl ya da düşünce veya zekâ, olmakla görece olmuştur. Fırat olup akan eylemseli durum ile faz farkını veren tıkaçlı durumuyla Keban Baraj gölü olan Fırat, görece ve yaptırımca birbirinden farklı zaman durumlu yansımalarıyla olan farkı bize öznellik yansımasıdırlar.

Aynı hafızalı akan eylemselik ya da aynı eylemseli oluşun hafızasıyla akan Fırat, baraj alanı içinde tıkaçlaşır. Bu tıkaçlaşma kaynaktan osilasyon olanla; kaynak baraj arasındaki süredurumlu faz farkı ile yeniden eylemseli olur. Kaynak osilasyonu, artık baraj öncesinin Fırat yansımalı osilasyonu değildir. İşte barajda dökülen faz farklı eylem nedenle elektrik üreten durum; en az ikili faz durumun bileşkesidir.

..

Devamını Oku
Bayram Kaya

Batıdaki azizler bizim keramet sahibi ermişlerimizin, şıhlarımızın, karşılığıdır. Örneğin bir ilginçlik olsun diye Aziz Francis etrafında örülen mucizeleri aktarayım. Bu şahıs Hindistan, Çin ve Japonya'da uzun yıllar yaşayıp misyonerlik yapmıştır. Burada; Japonya'da, 1552 yılında ölmüştür. Uzun uzun hem kendinin hem arkadaş grubunun misyonerliğini anlatan, pek çok mektupları vardır. Mektuplarda Hiçbir keramet ve mucizelerden bahis ve ima dahi yoktur denir.

Dahası bir başka aziz; Jode De Acosta; Aziz Francıs'in paganları Hıristiyan yaparken Hiçbir mucize ve kerametten yararlanmadığını açıkça anlatır. Francis mektuplarında japon çevirmenlerin iyi çeviri yapamadığından ve çevirmen azlığından da bir hayli yakınır durur olması hayli manidardır. Yani Japon dilini bilmemektedir, ya da en iyimserlikle, kaldığı süre içinde kem kümlü işaretleşmeden öte gitmemiştir.

Tüm bunlara karşın, adam öldükten hemen sonra, adamın başında örülenler pişmiş tavuğun başında geçmemiştir. japon dilini öğrenmede olağan üstü yetenekleri olduğu söylenmiş. Gemide susuz kaldıklarında, deniz suyunu; içilebilir suya dönüştürmüş! Denize düşen haçını bir yengeç alıp getirmiş. Bunun bir başka varyantı da denizdeki fırtınayı dindirmek için haçı suya atıp, badireyi önlemiştir. Yani adamın gerçekliğini küçülten olağan üstülükler, birilerinin sömürülen iman merkezinin odağı olacaktı.

Birinin aziz olması için kilisenin ispat edip onaylaması lazımdır. Yüz sene sonra 1662 yılında papa onun dil öğrenme konusundaki yeti ve başarısını! Resmen onaylamıştı. Artık o bir azizdir, ne söylense lezizdir.

Bu papa Galile'yi Galileo'nun söylediklerini inanılmaz bulup karşı çıkan papa 8. Urbino'dur. Bu papa Aziz Francıs'in lambasında petrol yerine kutsal su yaktığını söyleyecek kadar şirazeyi kaçırır.
Hele 1682 yılına gelindiğinde papaz Bouhorus, Aziz Francis'in 14 ölüyü diriltip marş marş ettirdiğini söyler.
..

Devamını Oku