Akbabalar Çağında Şiiri - Cenk Kolçak

Cenk Kolçak
24

ŞİİR


9

TAKİPÇİ

Akbabalar Çağında

I.

Hayattır; kayıtsızlığı dünden azade, yarını meçhul. Yağmur altında ömürler nasıl unutulur? Varsın yalnızlığıma çınar eğilsin. Dağları tutan kartal belirsin omuzlarımda. Bir baba da oğluna sonsuzluk getirsin. Komşusunun ağına takılan balık olmasın bu defa. Unutsun, unutulsun acının burgaçlarında.

Birbirine uydurulan hayatlar yaşıyoruz oysa. Bütün çocukluklarını kuruttuk ömrümüzün, bütün pınarlarını da… Ne yol ne de yolaç bıraktık geride. Şimdi dindirilmemiş anılardan arta kalan birkaç kırıntıyı topluyorsa akbabalar, ey birbirine kurulanlar: Kurma kolunda ömürler nasıl geçebilir?

Beynimde damla damla biriken umut, ancak genzimden akabilir.

II.

Sabahı bulamayan mum gibidir ömrüm; alevinde sudan olasılıklar barındıran. İnançsa vakitsizliktir! Memnu sorular yüklü gemiler geçer limanlarımdan. Değil midir insan, kendi öz değerlerini başkalarının değerlerine dayandıran? İnsandır o zaman insan başkalarının ellerinde de yoğrulan. Koca bir toplumdur yani; kayıp bir insanı oluşturan.

İnsan, insanı ancak bu kadar mı kusturur?

Soğuktur geceyi örten karanlık, suyu soğuktur. Şairlerin yüzleri bilindik bir pusudur. Bir el intihar sesi duyulur tenhalarında. Bir ölüm de böyle yankılanır boşlukta, yaşamın unutulan boşluğunda. Yeryüzüne sığmayan anlamsızlık hangi insanlığa yetebilir? Ülkem bir çöp gibi savrulurken havada, insan ölmeden de soğuyabilir.

Sahi, bir kelebek renklerin ömürsüzlüğünden bahsedebilir mi hiç?

III.

Bunun için ağırlığımızca çelenk bıraktık boşluğa. Ağırlığımızca yaş; ırmakları taşıran. Yaşarken bakamadığımız yüzlerin yerine mezar taşlarını okşadık. Nebbaşlığımız sorulmasın diye, altında ıslandığımız bulutlara ağıt yaktık. Zambaklar suladık yokluğumuzu kokutan topraklar üstüne.

Olmak telaşında hüzün kerpiçten evler örüyor üzerlerimize. Yüzlerin kirini pasını alsın diye! Bunun için yazları serin, kışları sıcak geberiyoruz. Herkesi herkesten sorduğumuz bugünlerde, geçmişimin sularını topluyor bütün oyukları vücudumun. Damla damla akıtılıyorum semtimin üstüne. Hangi yana baksam, herkesin bir yerlerine birikirken buluyorum kendimi. Yazık diyorum! Yazık mutlak olanı yaşayamamak ömürde.

Gökyüzüne bakmak biraz da kendi yüzüne bakmak değil midir, kendini kendinden dilemek?

IV.

Ey gökkubbe, ey ölüm !

Bölüşemediğiniz o ince çizgideyim. Yüreğimin deltasına asılsız taşlar bıraktım. Taş olmayı öğrendim! Her geceye bir ayla, her tavana bir çentik attım korkularım için. Sonsuzluklar kuruttum bakracında aşkların, oyun sandığım bu dünyanın çıkrığına dolandım.

Bugün;

Ağlama duvarını aşan yalnızlığım, santim santim bölünebilen uykularım var benim. Hiçbiri de yokluğunu aratmıyor mikro mucizelerin. Bir nehir olmak isterdim dökülen bu hiçlik denizine. Göğüslerde irin; patlamak üzere bu kavganın en orta yerinde.

Gökyüzü de olmak isteyebilirdim değil mi? Kim ne diyebilir ki?

V.

Nicedir pencere altlarında teneke çalmıyor çocuklar
hiç de iyi olmayan bir şeyleri hatırlatır gibi.
Bilen var mı hangi su birikintisinde eksildiklerini
Anımsamıyorum suyun rengini, kirli miydi değil mi
Neden sonra öğrendiğim bir karartı kaplıyor ev içlerini

Rivayet odur ki;
Ölümü ve hayatı yan yana düşünmesini öğrendiği gün büyürmüş çocuklar.

VI.

Bir zamanlar dünyayı meyvesiyle ören bir güz ağacına yaslardım sırtımı. Doğrusu, ne hayatı düşündürecek sakıncalarım vardı ne de ölümü. Olsa olsa alaca bir uçurtmanın göğe süzülüşünü düşlerdim boyuna ya da kar altındaki bir pazartesi gününü.

Yabanıl, ulu bir gövdenin dibinde gökyüzü aradım. Aklımı kesen bütün yanılgıların koynundan dönüyordum ki, her adreste “şu yana gitti” denilen bir çelişkinin adıyla kalakaldım. Devinip durdum, ötelerden uzanan bir yokluk burcu nasıl görünmez diye.

Adına umman dedilerdi onun için. Ne resmini çizebildi arkadaşlarım ne de seyrini. Sonra, bütün bu arayışlar bana zül geldi. Kuruyup kaldı aklımda şuursuz bir ağaç gövdesi gibi.

İşte o gün, düşündüm yaşamayı da çarşıların kepenk kapattığı ölümle bir.

Sahi, yaşamayı ezbere bir filmmiş gibi kim izletti bize?

VII.

Dolu yağıyorum hiçliğimin semtine
Herkese bulandığım bir yerlerde
Çocukluğumu misket oynarken görüyorum
Sularımı içen mazgal bana doydu artık.

Beni gün yüzüne çıkarmayın, diyorum.
Çıkarmayın, güldür artık sınırlarını aşan yüzüm
Usulca uzanan belirsiz bir boşlukta
Ve gökyüzüdür artık tekinsiz hücrelerime kök salan bu.

Diyorum, dünyayı yalnızca insanda seven tanrı
En az bizim kadar sevmiştir dünyayı
Sevmiştir de, budamamızı ister
Kurşun yağdıran ormanlarını

Bu yüzden hep aynı kargıların
hep aynı rüyaların altında söyleyeceğim şarkılarımı

Çok geçmeyecek, şöyle diyeceğim;
Asılsız çağların burgaçlanışı ürkek tayları küstürür
Bu yüzden şehri geren metruk bir hüzündür.

Ey güz ağacından meyve uman kimseler!
Şu anda ulaşamadığınız o Tanrı,
kayıp bir defineyi aramakla meşguldür!

Cenk Kolçak
Kayıt Tarihi : 20.1.2021 00:31:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.
  • Heda Korkmaz
    Heda Korkmaz

    Sizi okumak gerek ve anlamak...
    Varolun ve hep yazın siz Şair.
    Saygılarımla.

    Cevap Yaz
  • Heda Korkmaz
    Heda Korkmaz

    Hem akbabaları, hem de çağımız ne güzel tasvir edilmiş seçkin imgelerle.
    Düşünmeye teşvik eden derin ve anlamlı bir şiir...
    Zihniniz ve yolunuz açık olsun, sevgili Cenk kardeşim.
    Saygılarımla kutluyorum güçlü kaleminizi...

    Cevap Yaz

TÜM YORUMLAR (2)

Cenk Kolçak