Hey güzel İstanbul,
Hani, nerede o eski güzelliklerin?
“Taşı, toprağı altındır” diye,
Koşup gelenler, ne buldu?
Ne buldu, bir yığın gürültü, patırtıdan
Ve bir yığın betondan başka?
Nerede, aşıkların söyleştiği, o eski haliç?
Nerede, yıldızlı akşamlar?
Nerede, Sarayburnu’ndan doğup,
Çamlıca’dan batan güneş?
Nerede, cıvıl cıvıl öten kuşlar,
Ve gurupta söyleşen kumrular?
Bir varmış bir yokmuş gibi,
Anlatılır eski dudaklarda masalların.
Ama ne eski ateşler,
Ne eski ocak başları var.
Ne, mısır patlatan ninem,
Ne de, masal anlatan dedem var...
Şimdi, bir başka geçiyor akşamlar,
Bir başka geliyor sabahlar.
Her yerde koşuşturan,
Aceleci, telaşlı insanlar var.
Ortalık, ya beyin tırmalayıcı gürültülerle dolu,
Ya da, her yerde duman var, sis var.
Kaç kişinin kanına girilir gecede bilinmez,
Kaç kişi, canından, malından,
Ve namusundan olur gecede...?
Kaç kişi vurulur yatar, kızıl kanlar içinde...?
Nerede o, eski güzeller ve güzellikler?
Nerede, Üsküdar’a gider iken yağmura tutulanlar?
Nerede, mahcup delikanlılar ve
Peçesinin altından gülümseyip,
Mendilini düşüren kızlar...?
Nerede, İstanbul’un üzerine kurulduğu yedi tepe?
Hangi tepe, neredeydi acaba?
Seçilmiyor, görünmüyor hiç biri...
Şimdi görünen, sadece gökdelenler,
Antenler, çanaklar ve dev kuleler...
Görünmüyor İstanbul ve tepeler.
Nerede, eski İstanbul?
Nerede, tarih ve güzellikler...?
Şimdi yalnız,
Şiirin var sadece bilinen, görünen;
Gelme İstanbul’a bir daha,
Görme İstanbul’u böyle, ey Yahya Kemal...!
Ne seferden gelen Fatihler, Yavuzlar var,
Ne de Barbaros Hayrettin ve donanmalar...
Ne minarelerde eski ezanlar kaldı,
Ne de eskisi kadar sıcak ve muhteşem geçiyor,
Süleymaniye’de bayramlar.
Şimdi, sisler, dumanlar kaplar ufkumuzu,
Ve kapkara dumanlar sarar İstanbul’umuzu...
Ne parklar kaldı gezip, görebileceğimiz,
Ne çay içebileceğimiz kahvehaneler ve bahçeler...
Ne dibinde aşıkların buluştuğu manolyalar var artık,
Ne sokakları süsleyen erguvanlar, ortancalar...
Ağla, ey Orhan Veli;
Ne laleler kaldı ortada;
Al, kızıl, mor, siyah, beyaz...
Ne Laleli, ne de Lalelide gezen güzel kızlar...
Ne ciğer kaldı yenecek, ne ciğercinin kedisi,
Ne sokaklarda kemik avlayan köpekler,
Ne de çöp artıklarını karıştıran kediler...
Bilinmez, kimler, nasıl ve ne için yaptı bunu;
Ancak, Nazım bile özlemezdi eğer,
Görseydi bu İstanbul’u,
Çünkü, yok artık Yeni Caminin önünde güvercinler
Ve balık ekmek satan tekneciler...
Ey İstanbul, ey “Aziz İstanbul! ”
Elbette, nice güzellikler de gizlidir bağrında senin.
Ama görünmeyen, bilinmeyenler bizim değil.
Ve biz, sadece seninle olmaktan,
Sende olmaktan mutluyuz.
Ve şimdi olmasa bile,
Gelecekten daha çok umutluyuz.
Sen, “Kendi Gök Kubbemiz”in altında,
Hala bizimsin ve bizimlesin.
Kayıt Tarihi : 23.4.2005 02:13:00
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
![Arif Arslan](https://www.antoloji.com/i/siir/2005/04/23/ah-istanbul-18.jpg)
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!