Merhaba gümüş ağaç.
Bugün yine yapayalnızsın.
Kırılmış, incecik kalmış dalların.
Yine yok yanında
Hiçbir zaman göremediğin yaprakların.
Diğer ağaçların saçlarını okşayan
rüzgâr
..
Her ağaçta bir dal,
Her dalda bir yaprak,
Ve her yaprakta bir hayat varsa;
Hayatın her dalında,
Bir ağaç misali güçlü,
Ama yapraklar gibi özgürce yaşa…
..
Ağaç gölgesi,
Gün yaşanmışlığı,
Gece sessizligi,
İnsan sa....
'SEVEBİLDİGİ' kadar güzeldir....
..
Ayrılık
Yaş döküldüğünde gözlerinden
Yaprak döker yüreğim
Ayrı kalmak senden
Yaprakları dökülmüş ağaç gibi
Çırılçıplak olur yüreğim
..
Dolaştım dişlerime kenetli dizelerle,
Yıldızlar sığmadı ellerime...
Kuşlar uçtu gitti, koca ağaç devrilince içimde..
Süreklilik tutsağında delirdi çevreye saçılan hayallerim
Hayallerimi ellerime doladım...
..
Yine yalnızlık düşmüştü payına.kimi zaman suskun,kimi zaman da çaresizdi.karanlık gecelerde elinde çayıyla yıldızlara bakmayı,onlarla hayal dünyasına dalmayı çok severdi.yıldızlara bakarken kendini kalabalık bir aile gibi hissederdi.ama şimdi yapayalnızdı.zamanında ona huzur veren,hayal kurduran karanlık gece şimdi düşmanıydı.sevmiyordu artık karanlık geceleri ve tavşankanı çayı.
Çay; her yudumda boğazına düğümleniyor,boğulacakmış gibi oluyordu.artık acıydı da tadı.eskisi gibi demliyordu,eskisi kadar atıyordu şekerini,ama acıydı işte…zaten hayatta acı değil miydi onun için.sonbaharda çırılçıplak kalan bir ağaç gibiydi.kimsesiz, yapayalnız.
Bir sabah erken kalktı ve dışarı çıktı.bir şeylerden kaçar gibiydi.etrafında silik gölgesinden başka kimseler yoktu.bir insan ya da bir köpek değildi onu kovalayan,ama o kaçıyordu.o her düşmandan farklı olan yalnızlıktan kaçıyordu.koştu koştu ve sonra bir sahil kenarında durdu.’’kurtuldum’’ diyordu kendi kendine.uzandı kumsala uyuya kaldı.bir sesle uyandı.dalgaların sesiydi onu yorgun rüyadan uyandıran.bir sağa bir sola baktı.şaşkındı.gece çökmüştü ve anladı yalnızlıktan kurtulamamış olduğunu.sonra karnından gelen isyan seslerine kulak verdi.çantasına elini attı küçük bir termos, cam bir bardak ve iki şeker çıkardı.zaman geçirmeden bir bardak çay doldurdu.bir çaya bir gökyüzüne bir gökyüzüne bir çaya baktı sonra hıçkıra hıçkıra ağladı.bir süre sonra çayın sıcaklığını hissetti teninde.irkildi ne olduğunu anlayamadı.saniyeler sonra fark etti çayın üzerine döküldüğünü.bir çaya bir gökyüzüne bir gökyüzüne bir çaya baktı.ne kadar da birbirine benziyordu.çayda gökyüzü gibi karanlıktı.ikisinin de ışıltısı vardı.birininki şeker diğerininki yıldızlardı.
O gece bütün nesneleri,yaşanmakta olan bütün duyguları çaya benzetmekteydi.hiç bitmeyen yalnızlığı da çay gibiydi.acı ve koyu.bir an çay bitince yalnızlıkta biter diye düşündü.sonra etrafına baktı,üzerinde yalnızlık yazılı binlerce bardak ve yudumlanacak binlerce çay gördü.anladı ki yalnızlık, her sonun başlangıcıydı.
..
Göz uçlarında hüznün çiçekleri büyüdü
Ve saçların çürüyüp durdu ağaç gölgelerinde
Tren garlarında ve limanlarda unuttun uykularını
Çocukluğun gölgendi
Gitme isteğinin peşi sıra
Eskiyip durdu arkanda
..
Ağaç bile kendinin farkında değil
Belkide ben ağacın.
Yaz ortasında yaprak döküyorsa
olsa olsa yapmadır.
Eğer birinin can yanıyorsa bir hata var demektir.
.................canım acıyor çıplak dolaşmaktan.
..
Belkide güneş doğdu senin şehrinde.
imkansız değil ki bu, sen herkes olabilecek kadar hiçkimsemken.
aynı yıllar dışında ne var paylaştığım seninle......
..
En zor anılarımı yaşadığım bu şehirde
Bana yoldaş oldun dudaklarımda
Mehtaplı gecelerimde buğulu camlarımda
Ağaç gövdelerini kazırken gözyaşlarımda
..
Şair Cevat Çapan'ın 'Dünya Şiir Günü 'Bildirisi
“ Kimileri parklarda, kimileri toplantı salonlarında, kimileri de sevdikleriyle kendi aralarında şiir okuyarak, şiir üstüne söyleşerek, şiir konusunda düşünerek kutlayacaklar bugünü Şiirin insan acısını, sevincini, öfkesini ve akla gelmeyen daha nice duygularını nasıl dile getirdiğini yeniden hatırlayacaklar. Kimileri Boğaz’ın iki yakasını donatan erguvanlara bakarak yapacak bunu, kimileri nerdeyse yanı başımızda patlayan bombaların eşliğinde, çığlıklar arasında, barut kokusu içinde Bir yandan ezenleri, ezilenleri, öbür yandan geceleri, yıldızları, kokuları, tepeden tırnağa çiçek açmış ağaçlarıyla insanı deli eden bu dünyayı düşünerek katılacak bu kutlamaya.Şiirin yaşanan her şeyi beş duyumuzu canlandırarak (görerek, işiterek, koklayarak, tadarak, dokunarak) algılamamızı sağlayan bir duyarlık kaynağı olduğunu, şiirin bize duygularımızla düşünmeyi, düşüncelerimizle duymayı öğrettiğini hatırlatacak bize Dünya Şiir Günü kutlamaları.Özgürlük ve dayanışma özlemi içinde, “bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine” yaşamaya bir çağrı olduğunu düşünecekler şiirin. Yalnızca Edirne’den Ardahan’a kadar değil, Çin’den Peru’ya kadar uzayan bir umutla”
. Cevat Çapan
..
Zorluklar var yıldıran, bıktıran, isyan ettiren. Sahip olduğum değerler var; yalın, çıplak, küskün. Sahipsizliğime en çok ağladığım yerden hızla uzaklaşmak istiyor sürgün ruhum. Süslü kelimelerle sevinç katsam da her cümleme, dudağımın kenarındaki hüzün varlığını sürdürdükçe; kederimi saklayan tek şey kifayetsizlikle suçlanan kelimelerim olacak. Kalbimdeki bu boşlukla kaç zaman yaşarım bilmiyorum ama doldurmaya çalıştıkça yaslı zamanlar içinde büyüyor gözlerimdeki kafiye… Koşarken sağa sola fırlattığım her kötü hatıra geriye dönüşlerimde en acımasız haliyle karşıma çıkıyor. Kaçtıkça büyüyüp derinleşiyor. Ve her şeye rağmen zaman hızla geçiyor. Koşup yakalasam mı yoksa oturup ağlasam mı bilemiyorum..ve gözlerimi kapatıyorum yıl 1864…mayıs ayı…havada kan kokusu… Bayram telaşlısı çocuk gözlerimi buluyorum gözlerimde. Ve kopan kolumu yerde yatan cansız babama uzatıyorum. Soruyorum ona 10 yaşındaki çocuğun kolu neden kopar, neden cevap vermez veremez babası? ..
Hapsettiğim nefes alan nefreti sakladığım paslı kilitleri kırıp attım, dehlizlerde parçaladım.. Kopan kolumu gömdüğüm yere gömdüm babamı da.. Soğuk toprakla tanışan sıcak bedeninden akan irinler ne kadar doyurursa ağaç köklerini, o kadar nefes alacak kurşunların onda açtığı yaralar. Ve şimdi acıyan yerlerime acıyarak nasıl geçer bu kan kokan savaş. Yaralarımı derinlerime gömüp kaybolmak isterken yeni bir ben nasıl doğurabilirim en sessiz çığlıkla en gürültülü uykulara? ..ve vatan hasreti rüzgarlar kadar hoyrat yağmurlar kadar toprak üzerimi örtmeye. Yeşertmeye mi yoksa çürütmeye mi geldiğini anlamadan açıyorum gözlerimi.Gözlerimden süzülen her damlayla adım katre olurken, ruhumun en yaralı yerinde başlıyor sızı. Sızı büyüdükçe yaram büyüyor. Ağlıyor yüreğim, ağlıyor sevdam, ağlıyor vatanım, ağlıyor ‘kafe’m
ŞUĞUŞE TUBA
..
Yaprakları dökülmüş çıplak bir ağaç gibi,
Ruhum bile yalnızlığına ağlıyor.
Bir kez daha öğrendim ki;
Yalnızlığı yağmur bile yıkıyamıyor...
12.12.2000/ İstanbul
..
Kuş sesleri ovalara yayılırken,
İnsanlar buna hayran olurlardı.
Bal yapan arılar çiçeklere uçuşurken,
Kuzular çimenlikte otlanırken melerdi.
Yeşillenen ağaç yapraklarında kuşlar öterken,
Topraklar amber gibi mis kokardı.
..
Bugün sana tapınmanın çoşkusuyla savrulsun yüreğim. Yaprağın kıvrımsız düşüşü gibi sessizce ellerimi ruhuma dokundurarak sonsuzluğuna teslim olmalıyım. Eğilmeliyim azametine karşı. Ruhumu kirleten yalnızlığımın sonsuzluk çizgisinde geriye dönerek ilerlemeliyim. Sana ulaşamamanın acısını yaşıyorum. Güneşin kızılımsı sıcaklığında sararan buğday taneleri gibi başım eğik. İğreniyorum içimi karartan ölümcül duygulardan. Bugün, bu ben değilim ne hafıza benim neden yorgun beden. Titrek ışığın altında soluğumla varlığımı sorgulayan benim. Varlığını soluğuna bağlayan asi rüzgarım. Utangaçlık içindeyim. Unutulmak istiyorum. Ama her ne yaptıysam seni görüyorum. Gözlerimde rimel çizgisi. Boğuluyorum. düğümlendi boğazım,kalp atışlarım vakitsiz,fokurdayan dalgalar alıp götürüyor ruhumu denizin ortasına. Korkularım ölümcül yalnızlık korkularım. Senden başkasına yer yok gizler dolu dünyamda. Cehennemi solusam da bugün yarın cenneti soluyacam. Bu gemi batmamalı bir günü cehennem olsa bile. Bilinçsizce bozulmasın bu düzen. Bir güne onca yıllar kurban edilmemeli. Zevk ve şehvet kurbanı bugünüm. Kurban edilen ne bugun nede başka bir gün asıl kurban benim. Kesilen baş benim. Ayrılan gövde benim kurumuş ağaç gövdem kollarım bacaklarım. Yağmur ah yağum yağdır üstüme ya Rab paklansın bugünün kokuşmuş iğrençliği. Kabaran denizin dalgalarında bir sağa bir sola batıp çıkan gemi kadar öfkeliyim. Ah ölüm bugün olmaz yarın gel. Bugün boğazıma kadar günahtayım. İsyanım, baş kaldırışım, direnişim kendime ruhuma. Böylesine erdemsiz bir benim. Mahvolmuşum tükenmişliğime son bir çaba son bir umut. Umutta sensin çabada. Saklı kalmalı bu mahfvolunmuşluk, perişanlık ve erdemsizlik. Bugün benim görünmeyen küfri ve tütsülü güdülerim var. Birbirinden koparak parçalara ayrılmış yüzlerim. Aynalar kan akıtmış bu beni arıyorlar.Her köşe başında Şeytanın tırnak izleri var ciğerlerimde.Damarlarımda zifiri karanlık günahın sarhoşluğuyla yitirilmişliği yaşıyorum. Ne kadar dayanır bilmem nehrin akıntısına. Yüreğim örselenmiş dalım kırık Düğümlere üflenmiş ruhum çözülmeyecek kadar girift. Derin bir kuyuya atılmış geçmişim kederli ne yol geçer nede kervan. Korkuyorum tanrım şeytani fısıltılardan derin uçurumlardan boğulacak oluyorum mide kazıntıları ağız salyaları. Günahın kavrukluğu gözlerime sinmiş Gözlerim dik yamaçlardan bulutlara uzanmış esin kaynağında. Beni de al yanına ey kurtuluş gemisi Bugün olmazsa yarın hiç olmaz.
..
Sanatçı kendisini koyar eserlerine
-herkes kendine hayrandır biraz-
sanırım bundandır
insanların kardan adam yapması kar yağınca,
tanrınınsa kardan ağaç
..
Ağaç bol alırsa suyu,
Uzar amma,sonu hızar.
Bozulursa nefsin huyu,
Azar amma,sonu mezar.
12.12.200-Merzifon
..
Bir Çiğtanesinin Güncesi...
Birinci gün, ya da günün biri, ve yahut ne farkeder?
bir su damlasi vardi aklimda hep. herhangi bir deniz kenarindaki, herhangi bir agacin yapraginin uzerine cesitli sebeplerin getirdigi, arkasinda pek cok sey birakmisti. yasadigi hersey yalan olup gitmisti. yasadiklarindan geriye kalanlarla zaman zaman boburlense de artik onlarin kendisi icin bir ayak bagindan baska bisi olmadiginin farkina varmisti. kendisini oraya getiren aklina mutesekkirdi ama onun da gorevi sona ermisti. bilmekten, bilmeye calismaktan yorulmustu. tam o anda 'çöl ona fisildadi'. akli onun icin bir pusulaydi, duyulari ise kirik dokuk koltuk degnekleri. oyle bir noktaya gelmisti ki artik pusulanin ibresi cildirmis ve goren gozleri nereye bastigini bile goremez olmustu. bunu tum benligiyle duyumsuyordu damlacik. artik bir secim yapmak zorundaydi. ya onune geldigi kapidan iceri girecek ve dönüşecek ya da sahip olduğu ya da sahip oludugunu zannettigi yanilsamalarin oyuncagi olmaya devam edecekti. korkuyordu damlacik. hersey donup kalmisti. simdiye kadar ki gecirdigi surec ona pek fazla bir alternatif sunmuyordu. dugumlenip kalmisti tum muhtemel acilimlar, zerresinin pek coklarini sarhos ettigi seyler onun yarasina merhem olmak bir yana, o seylerin koca okyanusu bile onda sadece otelere duydugu susuzlugu kamciliyordu sadece. sistem surekli hata veriyordu. bunu gormezden gelemezdi. urkek gozlerini kapayip yureginin gozlerini acti ve direnmeyi birakti, kendini saliverdi. kimseciklerin haberi yoktu neler olup bittiginden. gece hukum suren firtinadan korunmak icin herkes kendine farkli bir liman secmisti. sabah olup da herkes biraktigi yerden baslarken, çiğ tanesinin yerinde yeller esiyordu. boyundan buyuk islere kalkismisti kucuk damlacik. bir sure onun evsahibi olan agaç gulec bir ic titremesiyle yolcu etmisti onu. ve cig tanesi benliginden vazgectigi an deniz olmustu. keske bende o cig tanesi kadar yurekli olabilsem....
..
70' lerinde bir ağaç diktim
Zeytin ağacı.
Niçin?
Ölüme inanmadığım için.
Ne yapayım abiciğim,
Haklı değilmiyim?
..
Hayat güzel değil sen olmayınca,
Irmak özgür değil sel olmayınca,
Ağaç yorgun değil yel olmayınca,
Sevda gerçek değil yar olmayınca,
Bülbül kuş değil gül olmayınca,
İnsan değeri bilinmez ölüm olmayınca..
..