Yaşlanmış ağaçların altında oturmazlar
Gölgelik yaprağı yok,olanlarsa sararmış...
Kuşlar bile kuruyan dalda yuva kurmazlar,
Karıncaya yurt olmak ki kaderinde varmış...
Genç ağaçken dalları dolar dolar taşardı,
Rüzgârlar yapraklarla oynaşırdı her zaman...
..
Çorum Buğdüz Köyü’nde 1924 de doğan Mustafa Yandım Hocaefendi,iki kardeşden büyük olanıydı. Babasının adı Osman, annesinin adı Nazire idi. Aslen Çorum’un yerlisi olan bir aileye mensuptu. Çorum’un Büğdüz Köyü’nden 1942 yılında Kadiriye Hanımla evlendi. 5 çocuğu dünyaya geldi. Askerliğini Eskişehir’de 4 yıl olarak tamamladı. Çocuklarının hepsi de yüksek tahsil yapmış olup babalarının sağlığında yuva kurdular.
Alaca’ya 1950 yılında gelen Mustafa Yandım Hocaefendi 11 yaşında hafız,12 yaşında imam oldu ve uzun yıllar Çorum Sarışeyh, Kayı ve Mühürler köyleri ile Alaca’nın Hışır Köyü’nde imamlık yaptı. Emir Hafız, Binali Hafız, Recep Hafız ve Nurullah Hafız da dahil olmak üzere çok hafız yetiştirdi.
Alaca’da 1950 yılında ilk olarak Özhan Camiinde müezzin olarak göreve başladı. Özhan Camiinde görev yaptığı dönemde sırtında su taşıyarak hiç ağaç bitmez denilen bir yerde ağaç yetiştirmiş ve çeşmeden eve su taşırken her dönümde bir cüz Kur’an okuyarak Kur’an’ı hatmetmiş olduğu ve görev yaptığı camilerde öğrenci yetiştirmekten,onlara Kur’an-I Kerim öğretmekten son derece zevk aldığı bilinmektedir.
Alacanın Özhan Camiinde müezzin olarak görevini başarıyla tamamlayan Hocaefendi daha sonra birkaç camide çalıştıktan sonra kendi adıyla anılan Yandım Camiinde imam olarak göreve başlamış ve bu görevini büyük bir başarıyla yaklaşık 15 yıl kadar sürdürmüş ve oradan 1987 yılında da emekli olmuştur.Çalıştığı cami cemaatı tarafından o kadar sevilmiştir ki zamanla caminin esas adı unutulmuş “Yandım Hoca Camii” olarak söylenir olmuştur.Cemaatten gerçek adını bile bilenler çok azdı. Herkes onu “Yandım Hoca” diye anar,arar ve anlatırlardı.
..
Yer kabuğu... Ağaç kabuğu...Elma kabuğu... Ceviz kabuğu... Kaplumbağa kabuğu... Tüm acılar kabuk bağlamış. Yine de kaplumbağa kabuğuyla yürür. Ağaç kabuğuyla büyür. Elma kabuğuyla şekillenir, ceviz kabuğundan çıkıp filizlenir. Sen de kır kabuğunu ya da durma yerinde. Ya çık göklere ya yürü ümitlere. Hangi acı aynı dozda kalır, hangi acı mutluluğu kapatır? Aç pencereleri, kapıları, bacaları. Duman gibi dol gökyüzüne, ışık gibi dol yeryüzüne. Acılara yol ver. Hangi yolcu ebediyen kalır istasyonda? Herkes biletine göre alır yol. Sen de acılara salla kol. Hangi değirmen tanır, unu ve darıyı? Öğütür durur ve doldurur sonunda ambarı. Her günden karlı çık. Doldur yüreğini sevgiyle, neşeyle. Başın dönse de değirmen taşı gibi acıları un ufak et. Doy hayata. Felek değirmen taşı gibi dönse de senin şansın da bir gün döner.
Dik duruşun, direncin, neşen düşmanlara kapak olsun. Biraz da onlar tencerenin içinde kavrulsun. Kitap kapağından tanınır, yara kabuğundan. Bırak acıların kabuk bağlasın. Yaşa kabuğunla, büyü ağaç gibi, yürü kaplumbağa gibi. Adaletin terazisi bir patatesle, bir domatesle seni mahkum eder. Ve sen bir ömür boyu aç kalırsın. Bırak karpuz kabuğunu denize. Yaslan vicdanına, güven kendine. Bak ufukta ne çok renk var. Yaşamını renklendir. Yeni bir çerçeveden bak dünyaya. Ağlama boşu boşuna.
Koca dağlar utanmazken kurdun kaptığı kuzudan. Sen niye insanları dağ diye büyütmektesin? Neden neşeni taşa, ete, kemiğe çevirmektesin?
Gülüşün yağız delikanlılardan ve nazlı yardan güzel olsun. Gözlerindeki bir damla yaş tüm yürek ateşini söndürsün.
Sandal tahtalara çakılan çividir. Ve sen de çivi gibi çakıl hayata. Bak denizler batmış gemilerle doludur. Sandallar da bir o kadar hayata tutunmaya çalışanlarla doludur. Yüreğine batsa da hayat, sen sandallarını denize çıkar.
Bardağın son damlası son mektup gibidir. Ya yüreği taşırır ya yüreği sakinleştirir. Son ver cafcaflı sözlere. Noktayı koy seni bırakıp gidenlere.
Kabuk acıları kapatır. Açılan her kabuk yarayı yeniden kanatır. Buna hangi yürek dayanır? Yürekli ol. Sana gelen yaralarına basmasın. Giden yaralarını açmasın. Bırak artık biraz da onlar ağlasın.
..
Gelin Ağaç dikelim, yeşille dolsun her yer,
Yeşili gördüğünde, canlansın bütün gözler,
Nasıl relaks olmasın, tüm ruhlar dinlenirler,
Yeşili korumalı,nefes alan her bir fert,
Yeşili kaybedersek, üstümüze gelir dert,
..
BİR KIZ
Ağaç ellerime gömülüverdi
Özü tırmandı kollarıma doğru
Ağaç göğsümde büyümeye durdu
Aşağı doğru
..
Neden Zaman tekin değil
Zaman tekin değil
Neden zaman tekin değil Allahım
Göz yaşlarımı akıttım toprağına su diye
Çölde bir ağaç inlese su su diye
..
Neden Zaman tekin değil
Zaman tekin değil
Neden zaman tekin değilsin gönlüme
Göz yaşlarımı akıttım toprağına su diye
Çölde bir ağaç inlese su su diye
..
Olacaksan
Bir nehir ol
Ama nehir gibi nehir ol...
Olacaksan
Bir ağaç ol
Ama ağaç gibi ağaç ol...
..
Oturma odamdaki koltuktan, otururken de görebildiğim iki ağaç var: Biri orta yaşlı bir yenidünya ağacı. Mevsimi gelince meyvesini esirgemeyen, yağlı yaprakları soğuğa, kışa epey kafa tutan bir ağaç. Hemen yanında bulunan diğeri ise, güngörmüş bir cennet meyvesi ağacı. Üç-dört hafta olmuştur; sanki okul kırmış gibi şakrak bir serçe topluluğu, kalan üç-beş meyveyi şamatayla üleştiler.
Bu iki ağacın ikisi de İstanbul’a yakışan ağaçlardır. İstanbul’un iklimine de, florasına da yakışırlar. Dahası, tıpkı İstanbul’un Anadolu için egzotik olması gibi, bu iki meyve de Anadolu ölçeğinde egzotik meyveler sayılır. Eski Anadolu, meyve niyetine kurtlu alma ile, etsiz alıçla, yaban armuduyla idare ederken, bu renkli, afili, esanslı iki meyve, eh egzotik sayılmalılar.
Ama bu ağaçlardan artık İstanbul’da pek kalmamış, eskiden daha bi çokmuş. Eski konaklarda, ellili yıllardan kalma apartımanların bahçelerinde varsa, o da tek tük.
Bizim bu komşuları muhafaza edip bu günlere getiren, Üsküdar’daki (belki de bütün İstanbul’daki) en orijinal, el değmemiş, restore edilmemiş, ağaç işçiliği göz alan, üç katlı alayişli bir konağın avlusu. Hadi, diyelim ki ben pek anlamıyorum konaktan monaktan ama iflah olmaz bir Üsküdarlı olan rahmetli Ahmet Yüksel Özemre de böyle demişti bu konak için.
Konağın sahibesi yakınlarda vefat etti. Birinci kattaki kiracıyı saymazsanız, koca konakta yalnız yaşayan, elinde poşetlerle filan yata yuvarlana yürümeye çalışan, iki büklüm olmuş bedenini dertle gezdiren bir teyzecikti. (Seksen yaşında var mıydı?) O, ikinci katın penceresinden dışarıyı izliyorsa ve siz de yanlışlıkla oradan filan geçiyorsanız, bir fırsat bulur, sizinle iki lafın belini kırardı. Öyle yalnızdı yani.
O hayattayken, konağın bazı lambaları ara sıra yanardı. Arada bir ahşap panjurlar açılır, içerisi havalandırılırdı. Kiracısı tavuk, horoz filan beslediği için sabahları horoz sesiyle uyanırdık (Yemin edeyim mi?) . Yorgun bir konaktı, ama ayaktaydı, oradaydı.
Bazı uzak akrabaları varmış, derlerdi. Bu inatçı kadının ölmesini beklerlermiş. Ölsün ki bu yorgun ahşap konak, bir şey olsun, bir apartman, bir iş merkezi, para getiren bir şey: Şöyle camlı, çelikli, led ışıklı bir bina. Ama o asla buna izin vermedi. Kim bilir kaç yıllık bu konağı korudu, yaşattı, bir yolunu buldu onu ayakta tuttu.
..
A/:
O ağaç
Yol üstünde
'Şipşirin görüneyim.' Diye
Her gelene, her geçene
Eğilir ve selam verir...
B/:
..
Ağaçlar topraktaki yeşil yıldızlar Bana
Seni bilmeme
Severim yaradılanı yaradandan ötürü
Ağaçlar topraktaki yeşil yıldızlar bana
Sevinirim ağaçlarla
..
Çocuğun beşiği,
Çorbaların kaşığı,
Bahçemin yakışığı,
Ağaçtır ağaç.
Ağacı çok sev, koru.
Temiz havayı solu.
..
Bilki seni çok bekledim, neden sen bana gelmedin,
Bana gelmediğin gibi, söyle bana gel mi dedin,
Sana geleyim dedikçe, sen de bana gelme dedin,
Beklemekten ağaç oldum, gelmedin neden gelmedin,
Ağaç olsaydım meyveler, verirdim seni beklerken,
..
Yerle göy arasında körpü ağac,
Yer üzüne menki senden kecdim geldim,
Meni doğan, anam ağac, Tük oğlunam
Göy üzünden tanrı nurun icdim, geldim.
Ucalığı senden aldım-
başım göyde,
..
Yağmurda yürüyen bir ağaç var,
hızla geçiyor yanımızdan, kayboluyor yoğun grilikte.
İşleri var yetiştirmesi gereken. Yağmurdan hayat
devşiriyor, karatavuklar gibi meyve bahçesinde.
Yağmur durduğunda ağaç da duruyor.
Orada, tertemiz gecenin içinde
..
Hey! Ağaç sen eli kolu bağlı kaçamaz felçli bir konumda
Ben ise kör duymaz kaçamaz konuşamaz tam lalında
Ve sen lazım olduğunda döker elbiseyi çıplak göğüs gerer kış soğuğuna zemheriye
Ve üstüne üstlük yine bir şey yapamazsın gelip üstüne pisleyen serseriye
Meyveni yer meçhuller, yetiştirenler yemez sen trene bakar gibi bakarsın acılarla yazın
..
Söylediklerim biten bir anmış
Yazdıklarım ise bir meçhul zanmış
Girmiş tünemiş kurt bir ağaç içine
Bindiği dalı kesen cahile fark salmış
Emmiş yavaş yavaş ağacın özünü
Söndü sanmış bitmez ecel közünü
..
Engin kıraç topraklar…üstünde üç beş ağaç…..bozkıra sevdalıyız biz….orada yetişecek bir çiçek için…yüzlerce damla vermek….asıl mesele bu……
..
Simgedir ağaç palmiye
Sıra sıralıdır yollar boyunca
Oksijen sağlar toprağa koyunca
İlk akla gelen odur Mersin'de...
Dizilmiş yeşil bakar
Akdeniz boyunca uzanır
..
Her bahar daha güzeline gebe yapraklar, çiçekler
Giden uğurlanırken hüzünle daha da sevdalı beklenir yeni gelen
Bilinir ki gidenin devamıdır gelenler ve sevda daha da büyür büyür
Küçük ağacın yüreğine kaybetme korkusu düştüğü sıra
Kaçma sırası gelmiştir o yeşil yaprakların ve rengarenk çiçeklerin
Ve küçük ağaç derki giden gitsin yaşadıklarımdır beni büyüten var eden
Gidenlerde gelenlerde benimdir.....
..