Dün akşam 50. yıl ormanının tepesinden İstanbul denilen memlekete bakınca, bu kentin ne kadar büyük ne kadar küçük olduğunu böylesi net bir gözleme ilk defa tanık oldum. Bulunduğum tepeden bakınca Yalova, küçücük bir yer kalıyor. Ardı sıra Çınarcık, adalar ve daha bir çok yer. Koskoca Marmara denizi adeta küçülmüş gibi. Bulunduğum noktada, Maltepe, Kartal, Pendik, Küçükyalı, Bostancı sanki öbek öbek dizilmiş küçücük yerler gibi. Daha ötelerde Bakırköy, Zeytinburnu ve daha sonra bu güzelim kentin katl-i vacipmiş gibi yükselen Maslak gökdelenleri, ki bu yüzden ufuk hattı kesilmekte ve Fatih ormanları görünmemekte. Daha sonra Ümraniye, Sultanbeyli taa Şile ormanlarına kadar uzanan büyük bir panoroma. Bu azamet karşısında insanın acizliği öylesine netleşmekte ki nasıl olur da bu yaratık, doğa denen güzelim tabiatı bu hale sokar. Bulunduğum yerden bakınca aşağıdaki herc-ü merc olduğu gibi gözlerimin içine yansımakta. Pendik'in ortasından yükselen çok katlı binalar, Kartal'ın geçmişinden intikam alırcasına yükselen yeni yeni gökdelenler, aşağıdan gelen korkunç uğultular, sanki bugünden bu kent insanlarının gelecekte, bu kentte yaşam alanlarını daralta daralta bu kentte yaşayamayacaklarının kanıtı gibi bir olguyu hissettiğimi hissettim. Doğa kendi içinde öylesine barışık ki bulunduğum tepenin üstünde biten binlerce tonda rengarenk çiçekler, sanki kendilerini yok etmeye yemin etmiş bu insanlara son gülücüklerini mi göndermeye çalışıyorlardı. Acaba bu yok ediş aşağıda küçük bir sürü halinde gezen bir kaç keçinin, inadına direnişini nasıl yok edecekti. Birinci Boğaz köprüsü yetmedi, ikincisi, şimdi de üçüncüsü. Birinci köprü, Çamlıca'yı, Kanlıca'yı nasıl yok ettiyse, ikinci köprü, Samandıra, Sultanbeyli, Ümraniye, Altınşehir, Başakşehir diye bilinen bir çok yeri yağmalayıp, gelişme ve medeniyet diye bizlere yutturuldu. Bu son katliamla, İstanbul'un ana caddelerinde yapılan reklamlara bakılırsa, başbakan kuzey marmara otoyolu ve üçüncü boğaz köprüsü ile, aslında İstanbul kentinin ipini çekmekte. Önümüzdeki 50 yıl içinde, İstanbul kentinde orman namına bir şey kalmayacağı gibi, hava sirkülasyonunun olmaması nedeniyle, canlı yaşam alanları da gittikçe daralacaktır. Bir zamanlar Moda sokaklarında serçelerden, kırlangıçlardan geçilmezken bugün serçe sesi duymak insanlar için adeta bir garip karşılanmakta. Bu nasıl bir yağma ki bir yandan milyonlarca ağaç yakılıp, yıkılıp, kesilmekteyken, iktidar güçleri ağaç dikmekle övünmekte. Katliam karasal alanda kalmayıp, sanki insanın yaşam alanı sonsuzmuşçasına denizler de doldurulmakta. Kadıköy'den Gebze'ye kadar olan sahil alanı acımasızca dolduruldu. Karşıyaka' da aynı hikaye. Öyle ki Atatürk'ün Florya'daki köşküne vatandaş girememekte. Denizden faydalanamamakta. Hemen yanıbaşını işgal eden İETT bu alanı da vatandaşa kapamış. Emperyalizm sade, kendi çıkar ve kârını maksimize etmez, içerde de kendine uygun emperyal yaratıklar ve fikirler yaratır. Aslında bu tepeden bakınca vahşiliği o kadar net görmek mümkün ki, bir zamanlar bağların, bahçelerin olduğu ekili tarlaların yerine nasıl olur da bu betonlar dökülür aklı olanın anlaması mümkün değil. İnsanlar bir bölgeye böylesine acımasızca nasıl sürgün edilebilir anlamak mümkün değil. Yakacık'ın altında bulunan, Soğanlık semti o kadar verimli topraklara sahipti ki buralardaki tarlalardan çıkan sebze ve meyve lezzet bakımından belki de hiç bir şeyle kıyas kabul etmezdi. Zaman su gibi akıyor. Emperyalizm dişlerini ülkemin değerlerine gittikçe daha acımasızca geçirmekte. Bu tepeden bu netliği gözlemlemek beni bir başka hüzünlendirdi.
..
Bahçemde bir ağaç var, salkım salkım leylak ağacı.
Yükselir büklüm büklüm buruk ruhumda hep bir acı.
Her gelen baharla coşarım, ben de yapraklanırım.
Çiçek açamadan giderim bir gün topraklanırım.
Zaman süzülür hep ruhumda, eksilir sarkaç sarkaç.
..
Başıma değince
Ağacın dalı
Farkettim o'nu
Elinde olsa
Hemen toprağa düşecek
Kopardım
Daldaki yaşantısının geldi sonu
..
ne güzel şey kimbilir dağda bir ağaç olmak!
bulut kadar uzakta,yüksekte gökler kadar!
gelincik tarlasının ortasına kurulmak,
ve varolmak ezelden ta ki mahşere kadar...
ağaç olmak isterdim hırçın bir dağ başında!
öldükten sonra yine bu alemde kalsaydım.
..
Mutluluğun Şartı Nedir?
Dünyamızda her yıl 1 milyon insan, intihar etmektedir. Günümüzde bu intihar sorununun asıl kaynağı, mutsuzluktan ve bunu takip eden depresyondan kaynaklanmaktadır.
Ormanda bir ağaç düşünün. Bu ağaç, bir marangoz tarafından işlendiğinde; marangoz, o zaman bu ağacı bir mobilya, bir masa veyahut bir dolap haline getirebilir ve bundan diğer insanlar faydalanabilirler. Fakat düşünün, ortada marangoz yok... O zaman bu ağaç, bir baltacının eline düşer, kesilir ve ateşe atılarak yakılır.
İnsan da aynı şekildedir. Şayet çevresinde onu yetiştirebilen, eğitebilen, ona bir şeyler öğretebilen anne, baba veyahut devlete sahip ise; o zaman o insan, mutlak bir surette meyve verir ve o meyvelerden diğer insanlar faydalanırlar. Fakat onu yetiştirebilecek, ona hedef gösterebilecek birileri yoksa; o insan, kurumuş bir ağaç misali ortada kalır ve dünyadaki 'baltacılar'ın elinden kurtulamaz.
..
Bir ağaç olsam,
Kupkuru.
Ne meyvem olsun,
Ne yaprağım yemyeşil.
Ne de bir dalım.
Bir agaç olayım,
Ateşte yanacak,
..
Evimin her köşesini senin zevklinle donattım. Tıpkı bir şarkı bestelemek gibi dudaklarım ve yüreğim heyecanla doldu. Kimseler görmedi seni bu kadar sevdiğimi. Bir bardağa su doldurup içmek gibiydi içimi senin sevginle doldurmak. Suyun duruluğunda sen vardın. Karanlık kördü ve ben ışığı yaktım. Evim senin ışıltınla doldu. Ayla yıldızın yan yana gelmesi gibiydi seni evimde hissetmem. Gece yüzünün aksi vururdu duvarlara. Ben duvarları okşardım. Bu kadar seni içselleştirmiştim. Seni şimdi yüreğimden çıkarmak o kadar zor ki. Tıpkı damarlarımdan tek tek iğneleri çıkarmak gibi zor seni yüreğimden söküp atmak.
Mecnun Leyla’nın evini seyreder bacadan tüten dumana iç çekerek bakardı. Hayatım boyunca kimsenin dumanını seyretmedim ama seni soba borusundan kıskandım. Sen bir gece evime gelmiştin. Üşüyordun, titriyordun. Yanan sobanın borusuna dokunmuştun. O an ellerini kıskandım. O an ellerine düşmek istedim. Sonra beni koyup koyup gittin. Utanmadan sıkılmadan yalnız başıma evimin salonuna geçip o sobanın önünde iki göz iki çeşme ağlarken yazı yazdım. O yazılar eline hiç geçmedi. Çünkü sen başka sevgililerle el ele tutuştun. Çok meşguldün. Sen halının üzerinde yürürken, evim bir ödül törenine ev sahipliği yapar gibiydi. Ve elbette en kötü hediye olarak bir daha seni asla görememek oldu. Beni koyup koyup gittin. Bir daha kapımı çalmadın. Evim bana bıraktığın hapishanem oldu. Çocukken ağaçtan düşerdim. Bu yüzden hep yükseklerden korktum. Ve ben daha çok yükselmeyi değil, düşmeyi öğrendim. Kanadı kırık bir kuş bile olamadım çocukluğumda. Ağaç diplerinde dizlerim kanayarak acıya kök saldım. Anam koşardı yanıma canım derdi benim canım yanardı. Babam oğlum derdi yüreği ellerinde olurdu ve saçlarımı okşardı. Sonra saçlarıma kar taneleri yayıldı. Annem ve babam öldü. Yok oldu fotoğraftaki aile. Bu yüzden seninle bir aile olmak istedim. Ağaçtan düşsem tekrar, tekrar kanasa dizlerim, olmaz mı, yapamaz mıydım? Belki annem ve babam yine yanımda olurdu. Artık kanayan kalbimdi. Bu daha çok acıtıyordu. Ve yapayalnızdım. Beni koyup koyup gittin. Beni hem annesiz hem babasız hem de sensiz bıraktın. Ve yine elime kağıdı kalemi aldım. Şunları yazacaktım. Ne haldeyim, hala evlenmedim, evlenmeyi bırak düzgün bir sevgilim bile yok. Sonra vazgeçtim. Tıpkı senin benden vazgeçtiğin gibi. Sonra ellerimle kırdım bütün ağaç dallarını. Artık ne düşüyordum ne de dizlerim kanıyordu. Yüreğim ise bir sobaydı ve ihaneti tutuşturuyordu ve o sabanın borusuna artık başka eller dokunuyordu. Senin için aldığım albümde ben bir başkasıyla gülüyordum. Dağlarda koşan atlarla bıçak gibi keskin rüzgarlara meydan okuyordum. Kanatlarım yoktu ve eskiden ağaçlardan düşerdim. Şimdi atlar gibi uçarcasına koşmayı öğreniyordum. Nihayet büyümüştüm.
..
şiiri ararım... şiir ormanında.
her yer cambaz ışık
varlıklar, nesneler albenili
gözlerimi alamam, aceleci.
yollar sonsuz uzun
..
Nene ağaç Dertli
Güzel bir bahar günü
Bahçemizde yaşlı ağaç
Bir nene ağaç
Arıyor kaybolan günlerini
Derdi dağ
..
Su desem yağmur olur. Toprak desem heyelan olur. Buna rağmen gözyaşlarımla dolarım da bir türlü ağlayamam. Ah sevgili bir ağlasam, bulutlar kupkuru kalır. Ah sevgili bir ağlasam, yüreğimden sellerle sürüklenirsin, heyelanlarımın altında kalırsın. Gel gör ki, bir türlü ağlayamam. Bir çiy olurum da yaprakta, takılır kalırım üzerinde. Şöyle bir toprağa düşsem, yer çimenlerle dolar, toprak çiçeklerle fokur fokur kaynar. Nedense, boşlukta asılıp kalan bir elma gibiyim. Ne tutunacağım bir dalım olur ne de bana sahip çıkacak bir ağaç bulunur. Boşlukta öylece aslıp kalırım. Boşluk yer bitirir beni. Rüzgarlar dolar içime, bir üşümedir başlar böğrümde. Ah sevgili bir ağlayabilsem, hiçbir değerin kalmaz gözümde. Öyle düşersin ki gözümden, toza karışır beraklığın. Ya çamur olur kaderin ya girersin mazgallardan içeri. Fareler bile geçer gider yanından. Karışırsın dünyanın kirli kanına. Temiz bir yüreğe rastlayamazsın. Bir daha geri dönemezsin. Dönsen de bir daha bulamazsın ki beni. Ah sevgili bir ağlayabilsem, atlar koşar yaylalarda. Dağlar, nal sesleriyle titrer de, büyüklüğünü vururlar sırtlarına. At dağ olur, dağ at olur. Bir ağlasam bir daha ne sen ben olabilirsin ne de ben sana dörtnala gelebilirim. Ah sevgili, o kadar severken seni, gözlerimde beni ağlatacak bir gözyaşıya dönüşememen çıldırmaktadır beni. Seni dağlar kadar severken, bir damla gözyaşıya benzeyememen un ufak eder beni. Ah sevgili bir ağlasam, yumurtadan yeni çıkmış bir civciv kadar özgür olurum; hatta her sabah güneşin yükseldiği saatlerde gagamla gün ışıklarını yutarım. Senin saraylarında yaşamaktansa, kendi çöplüğümde horoz olurum. Öyle bir mutlu olurum ki, sen güneş, insanlar ayçiçeği olurken, ben gölgede bir çimen olurum. Senin ışıklı dünyanda yaşamaktansa, kendi karanlığımda yıldız olurum. O bile yeter bana. Senin yanında dik durmaktansa, sensiz ve gölgede bir çimen gibi boynu bükük durmayı tercih ederim. Hiç olmazsa yalınlığımla, sadeliğimle yaşarım. Bir ağlasam gözyaşlarıma katarım seni, bir ağaç gövdesi olursun, bir kütük olarak yazarım seni ormanın kitabına. Ondan sonra kuşlar yormaz beni, yollar yormaz beni, koşmak yormaz beni. Sevmekten yorulmam bir daha. Denize doğru uzanan bir kara parçası gibi, hem mavilere ayaklarımı sokarım hem de senden uzak olmanın keyfiyle ufka doğru bakarım. Nedir sanki seni bu kadar önemli kılan. Sen olmazsan da bu yürek yine sever. Ah bir yüreğimden atabilsem seni. Öyle yerleşmissin ki yüreğime, bereketli bir tarlanın ortasındaki kaya gibisin. Ne oynatabilmekteyim seni ne de söküp atabilmekteyim seni. Her şey değişecek bilmekteyim. Ah bir ağlabilsem, sellerime katarım seni ve sonra söküp atarım seni.
..
Allah dinb,iliminde yağmur ağaç anlamı
Ağaç a harfi afatsızlık g harfi gaz a harfi aş ç harfi çare
Yağmur y harfi yağış a harfi ayaz g harfi göl m harfi mahsül u harfi uğurluksuzluk r harfi rahmet
Gök g harfi gaz ö harfi örtü k harfi kuşak(gökkuşağı)
..
Sarmaşık çicekleri, öyle mutlu, öyle güzel bir hayat sürüyorlamışki, dille tabir edilmez. Anne sarmaşık, bukle bukle sevgi dağıtırken, baba; ümitleri yarinlerle avuturken, çocukların keyfine diyecek yokmuş. Öyleki, Sümbül dahi, o güzelim kokusundan vazgeçip, sarmaşık olmaya, lale imrenerek,hasetinden yanmaya başlamış...Mutluluğun ömrüde sarmaşıklarki gibi uzun olmamış. Anne sarmaşık, aniden bir hastalığa yakalanır ve ateşlerde yanmaktadır. Lokman hekim, hastalığı kardelen çiceklerinin, kıştan kalma tohumlarındaki, enzimlerde olduğunu söyler. Karların içindeki kardelenlere yetişmek, oldukca zordur. Hatta imkansızdır.Eşinin ölüm acılarını görmektense, açiz açiz gülmektense, ulu dağ yolunda ölmeyi tercih eder.Gidiş o gidiştir, birdah da dönemez. Anne iyi leşmiştir, ama buruk bir seviç yaşanmaktadır ailede. Babalarının gelecegine inanan aile fertleri, uzaklara, daha uzaklara, baka bilmek için, bir yarıştır başlar. O günden sonra buldukları ağaç köklerine, yoldukları, bitki saplarına ve ulaştıkları bina kapılarına, sarılarak yüksekler yükseklere daha yükseklere çıkmaya çalışmışlardır.Babalarını görmek için.
BABA ACISI AĞAÇ YARASI GİBİDİR, NE SOYULUR, NE OYULUR.. Babalar gününüz kutlu olsun
Gaziantep'ten hepinize selam olsun
Yıldırım Öğretmen
M. Yıldırım Katrancı (Anadolu evsaneleri isimli çalışmamdan bir kesittir)
..
Ağaç dallarına bağladım umudumu
Her mevsimin rüzgarında uçup gittiler
Adına yar dediğin yüreklerle
Kimisine gönüllü gitti hayallerim
Kimisinin arkasından ah etti yüreğim
Ağaç dallarına bağladım umudumu
..
Çok kızıyordu köpeğe
Parktaki yaşlı ağaç
“dibine işiyor” diye…
Günlerce bekledi de gelmedi arkadaşı
öfkesi dudağında kaldı
iyi ki duymadı yaşlı ağaç
..
Yapraksız Ağaç
Köyüm yapraksız ağaç gibisin
Tabut tabut gönderdin
Gitti sevilenler
Bitti sevilenler
..
Bir gözün hep arkasında kaldım. Göremedi garipliğimi bana sırtını dönenler. Oysa ben onların saçlarını gördüm. Saçları bakışları olsaydı keşke. Bir uzun bakış düşürseydi yoluma. Yollarım bir merdiven oldu bir rampa. Her adım atışımda şehrin bütün ayakkabılarımın bağlarını çözdüğünü gördüm. Ben bu şehre, bu yüzden hiç bağlanamadım. Aşk önce ayaklarımı terk etti ve sonra tüm şehri terk etti. Bu nedenle bu şehirde mutluluk içinde yürüyemedim. Herkes beni bırakıp gitti de, ayaklarıma terk etmeyi öğretemedim. Bu şehirde ayaklarım nasır tuttu ve ayakkabılarım yırtıldı da sevgiliye koşmayı başaramadım. Ya şehrin caddelerinde bir heykel gibi kalakaldım ya da dizlerimin üstüne çöktüm. Ben bu şehirde harabe olarak tek kendimi gördüm. Mutluluğum yıkık duvarlarımda açan çiçekler oldu bu şehirde. Bu yüzden tüm yıkık duvarlarıma devrik cümleler yazdım. Ben bu şehrin gazetelerinde ya kesik bir cümle ya da devrik cümle oldum. Oysa bir ezan sesi kadardı haykırışlarım; ama bir türlü dik duramadım minare gibi. Eğdi ve büktü beni bütün inançlar. Ya el öptüm ya secdeye kapandım. Kulakları buz tutmuştu insanların. Sesimi kimseye duyuramadım. İnsanlar sağırdı onlara ölmek üzere olduğumu anlatamadım. Sevgilinin ellerine düştüm. Parmak uçlarında piyano oldum da, tüm tuşlarımı yerinden oynattı da sevgili benli bir şarkı besteleyemedi yine de. Bütün şarkılarda yalnız notaları oynadım. İstedim ki, bir yalnızlık şarkısı olayım sevgilinin parmaklarında. Yine de beni anlayamadı. Barmak uçlarıyla çekip gitti hayatımdan. Hayatım, ölmüş bir bestecinin piyanosu oldu. Beyaz örtülür örttüler üzerime. Daha şarkılara yeni başlamıştım oysa. Tüm arınmalarıma ve yıkanmalarıma rağmen yine insan koktum. Eskiye döndüm böylece. Yine insanlığıma vurdum yalnızlığımı. İnsan, bir dağın yamacında görkemli bir ağaç olur da, ayılar ve kuşlar bilirdi kıymetini. Toprak saklardı köklerini. Ve ağaçların en çirkin yeri kökleriydi. Yine de çirkinliğinden beslenirdi, tıpkı benim gibi. Bir korkunun yamacındaydım. Bir ağaç kadar diktim aynı zamanda. Çirkinliğimden beslendim ama güzelliğimden aldım nefesimi. Yaprak yaprak havayı soludum. Ben en rahat nefesi temiz havada aldım. Lütfen, nefesizle kirletmeyin soluğumu. Güzel bir söz yoksa dudaklarınızda, bari nefesiniz değsin neyin yanık sesine. Belki, bir kamışın göl kenarındaki huzuru akar kulaklarıma. Sesiniz sağır etmez kulaklarımı. Duymadım daha, en güzel şarkıları. Yalnız notaları oynadım bu zamana kadar, şarkılar hep aşklardan bahsederken.
..
Yapraklar sallandı, ağaç dalında
Sallandı, sallandı estikçe rüzgar.
Düştü yere, mevsimin sonbaharında
Çırılçıplak soyundu, kalıverdi dallar.
Yapraklar güzellikti dalında onun
Neye yarar olmazsa koskoca ağaç.
..
Rüyamda firtinlar kopuyor cunku sen hic yoksun
Gözlerin ucurum oluyor cünkü sen hic yoksun
Adin bir yara oluyor cünkü sen hic yoksun
Yaram kanip duruyor cünkü sen hic yoksun
Acim sineme vuruyor cünkü yüregim yarali
Güller bir daha kuruyor cünkü sonbaharsin
..
Sevmiyen sana, çamur atar dostum
Her yerde, iğne olur batar dostum
Bal versen yüzü, sirke satar dostum
Meyve veren ağaç, taşlanır dostum
Aldırma düşmüşün, sözüne dostum
Ters düşme kendine, özüne dostum
..