Takılıp kaldım yapraktaki çiy tanesine. Yağmuları sevmek varken, ben birazla yetindim. Biraz sıcaklık yetti bana karlı havalarda. Birazcık sevgi istedim yürekten konuşanlardan. Biraz ışık yeter dedim, zindandan hayatımda. Azıcık mutlu olmak istedim. Bu dünyada çoktan vazgeçtim; ama azı da bulamadım. Biraz şeker istedim, sevgilinin tatlı dilinden. Dilinden ya biber aktı ya da tuz. Ben böyle bir sevgi istemedim ki. Nereden çıktı hacmi büyük içi boş sevgiler. Koca tencerelerin içinde taşları kaynattım da azıcık tadı olsun istedim hayatımın. Kocaman elbiseler içinde küçük sevgililer çıktı karşıma. Elbiselerinin içine dünyayı sığdırdı da beni sığdıramadı. Bir ben oldum elbisesinde unutulan iğne. Bir ben çok geldim azlığına. Koskocaman ayakkabılar içinde küçücük ayaklar gördüm. Bu yüzden bana gelmeye çalışanların ayaklarına taş battı. Bir bana gelmek isteyenlerin ayakları küçük kaldı. Uzun ince parmaklara yüzük taktım da, o parmaklardan bir ben düştüm. Bir türlü bir sevgiliyle el ele tutuşamadım. Şöyle beni iyice kucaklayacak bir sevgili bulamadım. Bütün kollar bana kısa geldi. Bu yüzden tüm sevgilerim kısa zamanda bitti. Tanrı büyük dağların yanında ya uçsuz bucaksız ova yarattı ya da sıradağlar... Gelgör ki benim yanımda tüm yürekler dağ gibi kabardı da bana o yüreklerden kirli kanlar aktı. Bana hep çamurlu şelaleler altında yıkanmak kaldı. Dünyada belki büyük ağaçların yaprakları küçük olur; beni de mi Tanrı o ağaçlara benzetti. Göğü gördüm belki; ama tohumlarımı yere düşürdüm. Hiç mi bereketli ve cömert toprakta kök salmadım. Neden kendime ayar ve benzer kimseyi bulamadım. Hep bedene ve güzelliğe tutuldum; ama hiçbirinde bir ruh göremedim. Bu nedenle pencerelerime kısa geldi perdeler. Neden boyuma kadar uzanmadı boyuna postuna güvenenler? Neden ağlamadı arkamdan bir çift göz. Belki o zaman bastığım yerlerde bir umut yeşerirdi. Belki coğrafyamda bana benzer bir ağaç biterdi. Bir orman olmanın coşkunu taşımazsa ağaç, kendi gölgesini dost edinirdi. Neden sırtımdan inmedi gölgem? Hep karanlıkta kaldı bir yanım. Tam ışığı yakalayamadım. Tam mutlu olamadım. Hep azıcık sevgi ve mutluluk istedim bu yüzden. Bir çiy tanesine takıldım. O da düştü benimle. Birazcık olsa da yüreğime su serpemedim. Bir ağaç oldum belki, meyvelerim ateştendi, yapraklarım közden. Bu yüzden yanıma kimse yaklaşmadı. Sevgili dediklerim ya ağaçtan ürktü ya da ateşten korktu. Oysa yanan bendim. Birazcık beni sevselerdi, onlara yaprağımın her birinden güneşler indirecektim oysa.
..
Biz edebiyat kitabında yer alan matematik probklemi gibiyiz. Kim anlar problemimizden sevgili. Daha çarpım tablosunu bile ezberleyemeyenler mi? Yoksa iki kelimeyi bile bir araya getiremeyenler mi? Boşver sevgili... Biz güzel bir yüzden dökülen yaşlar gibiyiz. Ne güzel ağlıyor diyenler mi bize mutluluk yüzü gösterecek sevgili. Biz sokak çatışmasındaki yanan lastikleriz. Hangi taraf yangınımıza bir son verecek sevgili. Tüm eller yumruk gibi havaya kalkarken, biz mutluluk şarkılarında gezen parmaklar mı olacağız. Kör kuyularda bizi görecek bir çift göz beklerken, bize mezar açan ellerden mi insanlık göreceğiz. Yok yok sevgili unut gitsin. Bu mutluluk şarkısı dudaklarımızda bir şarkı olsun. Notalara vuralım öpüşlerimizi. Öpüşe öpüşe anlatalım birbirimize dertlerimizi. Biz duvarlara yazılmış militarist yazılarız. Sokak köpekleri gelip dibimize küçük tuvaletini yaparken, kim okuyacak ruhumuzu sevgili. Sen bir karanfilsin ben ise seni sımsıkı tutan bir el. Seni böyle sımsıkı ve sımsıcak severken, bana uzanan elleri geri çeviririm sevgili. Kimse bundan sakın alınmasın. Seni bırakırsam eğer, ellerimden utanırım. Bizi kim anlar sevgili. Hayatında bir defa olsun adam olup da adam kalmayanlar mı? Bizi kim anlar söyle kim anlar. Hayatında bir defa olsun ter içinde kalmayanlar mı? Dünya bir sağanak yağmurdur bizim için. Ne kaçarız ıslanmaktan ne korkarız şimşeklerin parlamasından. Yeter ki biz birbirimizi anlayalım sevgili. Senin ellerin avuç içlerime karanfil şiirleri yazsın. Benim bakışlarım senin göz bebeklerini okşasın. Senin bir çeşme ol yüreğimdeki kuruyan damarlara ak. Ben bir deniz olayım, ayaklarına mavi renkli halılar sereyim. Birbirime öyle sarılalım ki kökü aynı bir çift ağaç gibi yükselelim göklere. Toprak altımızda çiçek desenli kilim olsun. Bunu gören ağaç altında sevişen sevgililer kudursun. Ben bir kurt olayım dolunayda uluyan. Sen bir asena ol yüreğimdeki karanlığa hükmeden. Sonra dağlar yuvamız olsun. Ben senin yanındayken, çoban yıldızının altında kuzu masalları anlatayım. Dünyaya ve insanlara bakıp kuyruğumu sallayayım.
..
Evimin her köşesini senin zevklinle donattım. Tıpkı bir şarkı bestelemek gibi dudaklarım ve yüreğim heyecanla doldu. Kimseler görmedi seni bu kadar sevdiğimi. Bir bardağa su doldurup içmek gibiydi içimi senin sevginle doldurmak. Suyun duruluğunda sen vardın. Karanlık kördü ve ben ışığı yaktım. Evim senin ışıltınla doldu. Ayla yıldızın yan yana gelmesi gibiydi seni evimde hissetmem. Gece yüzünün aksi vururdu duvarlara. Ben duvarları okşardım. Bu kadar seni içselleştirmiştim. Seni şimdi yüreğimden çıkarmak o kadar zor ki. Tıpkı damarlarımdan tek tek iğneleri çıkarmak gibi zor seni yüreğimden söküp atmak.
Mecnun Leyla’nın evini seyreder bacadan tüten dumana iç çekerek bakardı. Hayatım boyunca kimsenin dumanını seyretmedim ama seni soba borusundan kıskandım. Sen bir gece evime gelmiştin. Üşüyordun, titriyordun. Yanan sobanın borusuna dokunmuştun. O an ellerini kıskandım. O an ellerine düşmek istedim. Sonra beni koyup koyup gittin. Utanmadan sıkılmadan yalnız başıma evimin salonuna geçip o sobanın önünde iki göz iki çeşme ağlarken yazı yazdım. O yazılar eline hiç geçmedi. Çünkü sen başka sevgililerle el ele tutuştun. Çok meşguldün. Sen halının üzerinde yürürken, evim bir ödül törenine ev sahipliği yapar gibiydi. Ve elbette en kötü hediye olarak bir daha seni asla görememek oldu. Beni koyup koyup gittin. Bir daha kapımı çalmadın. Evim bana bıraktığın hapishanem oldu. Çocukken ağaçtan düşerdim. Bu yüzden hep yükseklerden korktum. Ve ben daha çok yükselmeyi değil, düşmeyi öğrendim. Kanadı kırık bir kuş bile olamadım çocukluğumda. Ağaç diplerinde dizlerim kanayarak acıya kök saldım. Anam koşardı yanıma canım derdi benim canım yanardı. Babam oğlum derdi yüreği ellerinde olurdu ve saçlarımı okşardı. Sonra saçlarıma kar taneleri yayıldı. Annem ve babam öldü. Yok oldu fotoğraftaki aile. Bu yüzden seninle bir aile olmak istedim. Ağaçtan düşsem tekrar, tekrar kanasa dizlerim, olmaz mı, yapamaz mıydım? Belki annem ve babam yine yanımda olurdu. Artık kanayan kalbimdi. Bu daha çok acıtıyordu. Ve yapayalnızdım. Beni koyup koyup gittin. Beni hem annesiz hem babasız hem de sensiz bıraktın. Ve yine elime kağıdı kalemi aldım. Şunları yazacaktım. Ne haldeyim, hala evlenmedim, evlenmeyi bırak düzgün bir sevgilim bile yok. Sonra vazgeçtim. Tıpkı senin benden vazgeçtiğin gibi. Sonra ellerimle kırdım bütün ağaç dallarını. Artık ne düşüyordum ne de dizlerim kanıyordu. Yüreğim ise bir sobaydı ve ihaneti tutuşturuyordu ve o sabanın borusuna artık başka eller dokunuyordu. Senin için aldığım albümde ben bir başkasıyla gülüyordum. Dağlarda koşan atlarla bıçak gibi keskin rüzgarlara meydan okuyordum. Kanatlarım yoktu ve eskiden ağaçlardan düşerdim. Şimdi atlar gibi uçarcasına koşmayı öğreniyordum. Nihayet büyümüştüm.
..
Su desem yağmur olur. Toprak desem heyelan olur. Buna rağmen gözyaşlarımla dolarım da bir türlü ağlayamam. Ah sevgili bir ağlasam, bulutlar kupkuru kalır. Ah sevgili bir ağlasam, yüreğimden sellerle sürüklenirsin, heyelanlarımın altında kalırsın. Gel gör ki, bir türlü ağlayamam. Bir çiy olurum da yaprakta, takılır kalırım üzerinde. Şöyle bir toprağa düşsem, yer çimenlerle dolar, toprak çiçeklerle fokur fokur kaynar. Nedense, boşlukta asılıp kalan bir elma gibiyim. Ne tutunacağım bir dalım olur ne de bana sahip çıkacak bir ağaç bulunur. Boşlukta öylece aslıp kalırım. Boşluk yer bitirir beni. Rüzgarlar dolar içime, bir üşümedir başlar böğrümde. Ah sevgili bir ağlayabilsem, hiçbir değerin kalmaz gözümde. Öyle düşersin ki gözümden, toza karışır beraklığın. Ya çamur olur kaderin ya girersin mazgallardan içeri. Fareler bile geçer gider yanından. Karışırsın dünyanın kirli kanına. Temiz bir yüreğe rastlayamazsın. Bir daha geri dönemezsin. Dönsen de bir daha bulamazsın ki beni. Ah sevgili bir ağlayabilsem, atlar koşar yaylalarda. Dağlar, nal sesleriyle titrer de, büyüklüğünü vururlar sırtlarına. At dağ olur, dağ at olur. Bir ağlasam bir daha ne sen ben olabilirsin ne de ben sana dörtnala gelebilirim. Ah sevgili, o kadar severken seni, gözlerimde beni ağlatacak bir gözyaşıya dönüşememen çıldırmaktadır beni. Seni dağlar kadar severken, bir damla gözyaşıya benzeyememen un ufak eder beni. Ah sevgili bir ağlasam, yumurtadan yeni çıkmış bir civciv kadar özgür olurum; hatta her sabah güneşin yükseldiği saatlerde gagamla gün ışıklarını yutarım. Senin saraylarında yaşamaktansa, kendi çöplüğümde horoz olurum. Öyle bir mutlu olurum ki, sen güneş, insanlar ayçiçeği olurken, ben gölgede bir çimen olurum. Senin ışıklı dünyanda yaşamaktansa, kendi karanlığımda yıldız olurum. O bile yeter bana. Senin yanında dik durmaktansa, sensiz ve gölgede bir çimen gibi boynu bükük durmayı tercih ederim. Hiç olmazsa yalınlığımla, sadeliğimle yaşarım. Bir ağlasam gözyaşlarıma katarım seni, bir ağaç gövdesi olursun, bir kütük olarak yazarım seni ormanın kitabına. Ondan sonra kuşlar yormaz beni, yollar yormaz beni, koşmak yormaz beni. Sevmekten yorulmam bir daha. Denize doğru uzanan bir kara parçası gibi, hem mavilere ayaklarımı sokarım hem de senden uzak olmanın keyfiyle ufka doğru bakarım. Nedir sanki seni bu kadar önemli kılan. Sen olmazsan da bu yürek yine sever. Ah bir yüreğimden atabilsem seni. Öyle yerleşmissin ki yüreğime, bereketli bir tarlanın ortasındaki kaya gibisin. Ne oynatabilmekteyim seni ne de söküp atabilmekteyim seni. Her şey değişecek bilmekteyim. Ah bir ağlabilsem, sellerime katarım seni ve sonra söküp atarım seni.
..
Bir gözün hep arkasında kaldım. Göremedi garipliğimi bana sırtını dönenler. Oysa ben onların saçlarını gördüm. Saçları bakışları olsaydı keşke. Bir uzun bakış düşürseydi yoluma. Yollarım bir merdiven oldu bir rampa. Her adım atışımda şehrin bütün ayakkabılarımın bağlarını çözdüğünü gördüm. Ben bu şehre, bu yüzden hiç bağlanamadım. Aşk önce ayaklarımı terk etti ve sonra tüm şehri terk etti. Bu nedenle bu şehirde mutluluk içinde yürüyemedim. Herkes beni bırakıp gitti de, ayaklarıma terk etmeyi öğretemedim. Bu şehirde ayaklarım nasır tuttu ve ayakkabılarım yırtıldı da sevgiliye koşmayı başaramadım. Ya şehrin caddelerinde bir heykel gibi kalakaldım ya da dizlerimin üstüne çöktüm. Ben bu şehirde harabe olarak tek kendimi gördüm. Mutluluğum yıkık duvarlarımda açan çiçekler oldu bu şehirde. Bu yüzden tüm yıkık duvarlarıma devrik cümleler yazdım. Ben bu şehrin gazetelerinde ya kesik bir cümle ya da devrik cümle oldum. Oysa bir ezan sesi kadardı haykırışlarım; ama bir türlü dik duramadım minare gibi. Eğdi ve büktü beni bütün inançlar. Ya el öptüm ya secdeye kapandım. Kulakları buz tutmuştu insanların. Sesimi kimseye duyuramadım. İnsanlar sağırdı onlara ölmek üzere olduğumu anlatamadım. Sevgilinin ellerine düştüm. Parmak uçlarında piyano oldum da, tüm tuşlarımı yerinden oynattı da sevgili benli bir şarkı besteleyemedi yine de. Bütün şarkılarda yalnız notaları oynadım. İstedim ki, bir yalnızlık şarkısı olayım sevgilinin parmaklarında. Yine de beni anlayamadı. Barmak uçlarıyla çekip gitti hayatımdan. Hayatım, ölmüş bir bestecinin piyanosu oldu. Beyaz örtülür örttüler üzerime. Daha şarkılara yeni başlamıştım oysa. Tüm arınmalarıma ve yıkanmalarıma rağmen yine insan koktum. Eskiye döndüm böylece. Yine insanlığıma vurdum yalnızlığımı. İnsan, bir dağın yamacında görkemli bir ağaç olur da, ayılar ve kuşlar bilirdi kıymetini. Toprak saklardı köklerini. Ve ağaçların en çirkin yeri kökleriydi. Yine de çirkinliğinden beslenirdi, tıpkı benim gibi. Bir korkunun yamacındaydım. Bir ağaç kadar diktim aynı zamanda. Çirkinliğimden beslendim ama güzelliğimden aldım nefesimi. Yaprak yaprak havayı soludum. Ben en rahat nefesi temiz havada aldım. Lütfen, nefesizle kirletmeyin soluğumu. Güzel bir söz yoksa dudaklarınızda, bari nefesiniz değsin neyin yanık sesine. Belki, bir kamışın göl kenarındaki huzuru akar kulaklarıma. Sesiniz sağır etmez kulaklarımı. Duymadım daha, en güzel şarkıları. Yalnız notaları oynadım bu zamana kadar, şarkılar hep aşklardan bahsederken.
..
Yer kabuğu... Ağaç kabuğu...Elma kabuğu... Ceviz kabuğu... Kaplumbağa kabuğu... Tüm acılar kabuk bağlamış. Yine de kaplumbağa kabuğuyla yürür. Ağaç kabuğuyla büyür. Elma kabuğuyla şekillenir, ceviz kabuğundan çıkıp filizlenir. Sen de kır kabuğunu ya da durma yerinde. Ya çık göklere ya yürü ümitlere. Hangi acı aynı dozda kalır, hangi acı mutluluğu kapatır? Aç pencereleri, kapıları, bacaları. Duman gibi dol gökyüzüne, ışık gibi dol yeryüzüne. Acılara yol ver. Hangi yolcu ebediyen kalır istasyonda? Herkes biletine göre alır yol. Sen de acılara salla kol. Hangi değirmen tanır, unu ve darıyı? Öğütür durur ve doldurur sonunda ambarı. Her günden karlı çık. Doldur yüreğini sevgiyle, neşeyle. Başın dönse de değirmen taşı gibi acıları un ufak et. Doy hayata. Felek değirmen taşı gibi dönse de senin şansın da bir gün döner.
Dik duruşun, direncin, neşen düşmanlara kapak olsun. Biraz da onlar tencerenin içinde kavrulsun. Kitap kapağından tanınır, yara kabuğundan. Bırak acıların kabuk bağlasın. Yaşa kabuğunla, büyü ağaç gibi, yürü kaplumbağa gibi. Adaletin terazisi bir patatesle, bir domatesle seni mahkum eder. Ve sen bir ömür boyu aç kalırsın. Bırak karpuz kabuğunu denize. Yaslan vicdanına, güven kendine. Bak ufukta ne çok renk var. Yaşamını renklendir. Yeni bir çerçeveden bak dünyaya. Ağlama boşu boşuna.
Koca dağlar utanmazken kurdun kaptığı kuzudan. Sen niye insanları dağ diye büyütmektesin? Neden neşeni taşa, ete, kemiğe çevirmektesin?
Gülüşün yağız delikanlılardan ve nazlı yardan güzel olsun. Gözlerindeki bir damla yaş tüm yürek ateşini söndürsün.
Sandal tahtalara çakılan çividir. Ve sen de çivi gibi çakıl hayata. Bak denizler batmış gemilerle doludur. Sandallar da bir o kadar hayata tutunmaya çalışanlarla doludur. Yüreğine batsa da hayat, sen sandallarını denize çıkar.
Bardağın son damlası son mektup gibidir. Ya yüreği taşırır ya yüreği sakinleştirir. Son ver cafcaflı sözlere. Noktayı koy seni bırakıp gidenlere.
Kabuk acıları kapatır. Açılan her kabuk yarayı yeniden kanatır. Buna hangi yürek dayanır? Yürekli ol. Sana gelen yaralarına basmasın. Giden yaralarını açmasın. Bırak artık biraz da onlar ağlasın.
Kiraz kirazın halinden anlamaz. Kuşlar ise kirazın sadece tadından anlar. Yine de anlayanlar çoğalsın diye çoğalan anlayışsızlara inat, kirazın tohumu düşer toprağa. Boy verir, filiz verir kiraz. Tanrı daha ne yapsın bunca merhametini dökmüşken toprağa ve yine de yetinmez Tanrı: Kirazın odunundan saz çıkarır, insan boynunu büksün diye. Güzel duygularla beslensin diye kirazdan sadece meyve çıkarmaz Tanrı, keman da çıkarır ve insan yine de kulaklarını tıkar söze, müziğe. Sadece kendi egosunu dinleyenlere bülbül sesi, su sesi, yağmur sesi, keman sesi ne yapsın. Tanrı da bunca seslenişinin ardından başka ne desin.
Ah acıların artık dinsin!
..
Bir delinin rüyası gibi çatlak şarkılar var bende. Marazi bir su boşalır testilerimden. Yürürüm yürürüm susarım. Ellerimde bir damla su, ayaklarımda derman kalmaz. Bütün çabalarımın sonucunda, ellerimdeki testiler gibi kırılırım. Sokağa dökülürüm. yine de bir damla su çıkmaz bedenimden. Çünkü kurutulmuş bir gül gibiyim hayat kitabının içinde. mutluluğun güneşi her sabah doğarken penceremde, bir baktım sen kızıl bir renk olmuşsun perdelerimde. Ne kadar güzelsin derken, bir deniz dalgası, bir martı sesi oluverdin beynimde. Seni düşünmek denizler kadar engin, mavilikler kadar serin, güneşin doğması kadar kızıl bir düşünce olur bende. Ne olur beni hiç terk etme. Çünkü o vakit med cezir olur hayatım.
Sen çekilip giderken, sahilimde ne ayak izin ne de endamından bir iz kalır. Tüm kumsal dolar ciğerlerime. boğulurum sensizlikte. Kalbim yuvasından yere düşmüş bir kuş yavrusu. Gözlerim yuvalarından fırlayacak gibi. Gözlerim uçamamakta. Bakışlarım ağacın altında, soğuktan nemlenmekte. Ağladığımı sanmayın sakın, gözyaşları beni hiç ilgilendirmemekte. Bir ağaç, duygusal bağ kurmadığı meyvelerini kuşlara kaptırmakta. Ne nefret ne sevgi var içinde. Ben ağaç altında çırpınmaktayım. Ağaçta bir kıpırtı yok. Gölgesi karanlığı resmetmekte. Çiçeklerinde beyaz kelebekler gezmekte. Bugün ne kulağım ne gözüm. Yüzsüzlük böyle bir şey herhalde. Yüzümde bir gram ifade yok. Tartılsam, hafif gelir bana acılar: Acılar kefelerimde ölçüsüz. Bırakın beni ne olur. Sanmayın acılar beni borçlu bırakır. Öderim her kuruşuna kadar acıların bedelini.
Bana terazinin aklından söz etmeyin. Terazi duygularımın ve düşüncelerimin ağırlığını ölçemez. Bütün adalet sistemi nesnel olarak hep yanlış işler. Vardır bir kusur, matematikte. Matematik beni hep bir alt sayıya ve üst sayıya yuvarlar. Matematik bu yüzden küsüratlarımı görmek istemez. Bütün bilim dallarında çiçek açmak isterken, laboratuvarlarda hep kuru bir dal olurum. Kuru bir dal diye küçük görür beni insanlar oysa: Dalın hiç aklı yoktur; ama bir dahi ressamdan daha güzel çiçekler çıkartır ortaya. Bu sebepten ne dahilerle işim olur ne de bilim insanlarıyla. Kendi aptallıklarım yeter bana. Onlarla el ele verip halay mı çekeyim? Düğün dernek kurup, bütün dutları önüne dökmesine rağmen, bir bülbüle sevdiğini kaçıran damat gibi yeteneksizliğimle yatıp yeteneksizliğimle mi kalkayım? Öyle olmaktansa, bir kütük olurum. Kütükten yontarım kendimi. Bir kalem olurum. Yazarım, boşluğa kendimi. Yüreği boş olanlar o zaman anlarlar beni. Bir çift oluruz, bir çift söz oluruz seni seviyorum gibi beni anlayanla. Açarız beraber kiraz çiçekleri gibi ağaçlarda. Kuş yuvası olur evimiz. Yavrularımıza ve birbirimize duygusal bağlarla bağlanırız. Düşmeyiz bir daha yerlere. Bizi görenler dut yemiş bülbül gibi olur. Eski aşklar, altımızda dut çürükleri olur. Bizim değil başkalarının ayakları altında ezilir. Biz de kuş bakışıyla bakarız olanlara. Hakkında konuşmayız kimselerin. Çünkü dut ağacından iyi keman çıkar. Yontarım yine kendimi. Bir keman olurum. Özgür atların kuyruklarından yay için kıl alırız. Sonra ben çalarım, sen söylersin. Bir senfonik mutluluk yaşarız. Şarkılarda koşar, şarkılarda coşarız. Ey sevgili kibrit kutusuyla toprağa gömülen kelebek gibiyim. Öyle çaresizim ki ne bir ateş yakabilmekteyim karanlıktan kurtulmak için ne de bu cehennemden kurtulabilmekteyim. Kibrit kutusuyla toprağa gömülen kelebek gibiyim. Ne ateş gülleri çıkmakta benden ne de pervane gibi ateşler içinde yanmaktayım. Ah bakışları cehennem gülüşleri cennet olanım. Sakın gülüşlerime aldanma. Ey sevgili eğer ateşimde yanmak istersen beni öperken gözlerime bak ve sakın korkma.
..
Sağanak halindeki yağmurlar gibi bırakmaktasın beni. Kanımı akıtmaktasın sokaklara ve ızgaralara. Silip süpürmektesin sana olan çığlıklarımı. Bağırmaktayım bağırmaktayım ağlamaktayım. Sonra bir şemsiye gibi kenarda bırakılmaktayım. Yapayalnız ve ıpıslak bir köşeye atmaktasın beni. Mahvetmektesin beni. Ey sevgili bir bilsen kadehinde şarap, masanda gül, gecende mum ışığı olurum. Sen aşk şarkıları söylersin muhabbetle şevkle. Ardından eteklerini toplarsın, saçlarını tarayıp gidersin. Beni dağınık bir masa gibi bırakırsın ulu orta yerde. Ey sevgili güllerim sokaklara atılır, kadehlerim kırılır, mumlarım söner; ama sana olan aşkım hiç sönmez. Boş masa ve sandalyeler kadar yalnızım. Gel bu masa cilalansın ve yine yanında dört köşe olsun. Gel sevgili bu masa yanında yine kurulsun ve mutlu olsun. Ey sevgili mutsuzum. Sarmaşıklarla kuşatılmış, her yanı asalak bitkilerle kapatılmış bir ağaç gibiyim. Gövdem yüreğim kadar kayıp. Bilsem ki gövdeme bir yıldırım gibi düşeceksin, tüm bedenimi açarım sana. Ey sevgili yık beni yak beni derim. Yeter ki kaybolmuşluğumdan kurtar beni. Dal budak halinde kendimi yaşat bana. Ondan sonra ne yaparsan yap bana. Bir yıldırım gibi çarp, parçala beni. Ameliyat masasında unutulan ceset gibiyim. Cenazeme makaslar, neşterler sahip çıkarken, bir doktorun eldivenleri gibi ellerin bana sopsoğuktur. Ellerin başkalarına dokunurken, parmakların paraları sayan bir tetikçininkinden farksızdır. Ey sevgili ellerin bir başkasıyla tutuşurken beni öldürür. Ne olur ellerinle gel bu masayı kur donat. Sana ihtiyacım var her zamankinden fazla. İstemem başka eller kadehlerime ve güllerime dokunsun. Ellerindir nar çiçeği parmaklarına vazo olan. Ellerindir beni bir ince kalem şekline sokan. Bırak başka ellerdeki taze gül dallarını. Bir ağacım bak karşında. Bir yıldırım gibi düş gövdeme. Gövdeme kazırken ateşinle ismini, dumanın göklerde güvercin olsun. Haber salsın kurda kuşa. Desin ki aşk ormanında tutuşan bir ağaç var. Meyvesi kordur, tadı kavurucur bunun adı aşktır. Onun tadına varan külden kendini yeniden yaratır. Aşk en güzel yüreği yanana yakışır. Ey sevgili ellerini uzat bana. Eğer dayanabilirsen acıma. Dudaklarında ateş renginde gül açar. Ey sevgili dudaklarına yakışan bir şarkının en vurgulu yerindeyim. Seni öpen dizelerin dizlerinin dibindeyim. Ey sevgili dudaklarına yatır beni. Ey sevgili öpüşlerinle uyut beni. Dudakların sımsıcak yatak gibi beni beklesin. Kardan, kıştan üşüyerek koşayım dudaklarına. Sımsıcak gülüşlerini ört üstüme. Seni seviyorum sonra de bana. Ne olur beni bırakma. Ey sevgili hep şu şiir olsun dudaklarımda:
yıldızlar alabildiğine çoğalır gökyüzünde.
bir yaşama sevinci halinde dolarsın içime.
seni düşünürüm bütün gece neşe içinde
bir yakamoz halinde düşersin düşünceme.
..
Nerdesin? Bir iz bırakmadan ağaç diplerinden
Hangi sabra tat vermeye gitti ayak diremelerin.
Kök saldığından beridir edebiyat topraklarıma
Şiir meyveye durdu; olgunlaşıp gölgene düştü.
Kitap hayat ağacını anlatır dal dal budak budak
Sayfalarda ayakta kalan ormanların kök hücresi.
Koca bir yalanı anlatır insana ait yazgısı yaprak.
Kalem göze sürünür bakarken adaletten kaçar.
..
Keşke bir kelebek olsaydım, rengarenk kanatlarımla her yere uçardım. Keşke bir çiçek olsaydım, mis gibi kokardım, herkes beni koklardı. Keşke bir kuş olsam her yere uçardım. Keşke bir güneş olsaydım, sımsıcak olup herkesi ısıtırdım. Keşke bir saat olsaydım, saatin kaç olduğuna bakardı insanlar. Keşke bir ağaç olsam çiçekler elmalar armutlar daha çok şeyler yapardım. Keşke bir su olsaydım, herkes beni içerdi. Keşke bir yatak olsaydım, herkes bana yatardı. Keşke bir ördek olsaydım, vak vak öterdim. Keşke bir balık olsaydım, herkes beni alırdı. Keşke bir tavşan olsaydım, hep havuç yerdim. Keşke bir kitap olsaydım, herkes beni okurdu. Keşke bir şarkı olsaydım, herkes beni söylerdi. Keşke arı olsaydım, bal yapardım. Keşke bahçıvan olsaydım çiçek toplayıp sepete koyup herkese dağıtırdım. Keşke bir elma olsaydım, sarı yeşil, kırmızı renklerde soyup yerdiler beni. Keşke bir süt olsaydım, herkes beni isim büyürdü.
..
Güneşin doğumunda yoktun. Yağmurlar ılgıt ılgıt yağarken sokaklara, parmaklarım ıslanırken sen yoktun ellerimde. Şiirlerimin duygusu sendin; fakat ezberimde yoktun. Acıların vardı, mutluluğun yoktu. Mum ışığı, şarap, masa örtüsünün dantelleri vardı. Sarhoşluğumda sen yoktun. Nemdin duvarlarımda, yıkıntılarımda ise yoktun. Gümüş tepsilerde, altın varaklarda senin güzelliği vardı; fakat muhabbetin yoktu. Aşkın bir bıçak keskinliğinde yanımdayken, damarlarımda sen yoktun. Ruhum gibi beni terk ettin ey sevgili. Oysa ilacım sensin dedim seni hap niyetine içtim. Nerden bilecektim ki aslında intiharımın altına senin ismini yazdığımı. Senin yanına yürek bavuluma en şık duylarımı alıp gelirken, nerden bilecektim beni çırılçıplak ve üşüyen bir yürekle ortada bırakacağını. Seni çiçekler dolusu bir ağaç gibi severken, nerden bilecektim köküme kibrit suyu döktüğünü. Seni sevdim, tıpkı ölümü seven bir militan gibi. Nerden bilecektim senin gülüşünle, çiçeklerle, saçlarınla, gözlerinle işbirliği yapıp aşkın daracağına göndermek istediğini beni. Sorma bana nasılsın diye şimdi. Seni kalbimde saklarken, bunu başkaları değil en iyisi sen bilmeliydin. Dün gece yüreğim acırken, sen uyudun mu yoksa? Seni bu kadar severken, senin için saçlarımı yolarken, senin kuş tüyü yastıklarından sıcak memleketlere bir kuş gibi uçup gideceğini ve bir başka omza konacağını ve ne rüyalarında ne de hayallerinde bana yer vermeyeceğini nerden bilecektim.Ey sevgili dünyamın en karanlık anında bile dopdulu seni yaşıyordum. Dolunay gibi beynimin içinde parlıyordun. Bir insan hiç güneş görmüyorsa, mum ışığını güneş sanırdı. Seni gördüğümden beni güneş bir kibrit alevi, ay mum ışığı gibi olmuştu. Senin yanında zanlar ve sanmalar içinde yaşamıyordum. Senin yanında kendim olmanın mutluluğunu, yanında olmanın huzurunu yaşıyordum. Yaşamlar içinde yaşamlar yaşıyordum, üstelik yine de gençlik heyecanımı yanında hiç yitirmiyordum. Nerden bilecektim beni bir kalemde silip atacağını. Nerden bilecektim her renkte sonbahar yaprakları gibi yollarına düşerken, beni ezip bir başkasına gideceğini.
..