/çorba suyu gene buharsız ve katıksızdı bu kış, ateşi ölü kör sobanın üstünde
açlık ve soğuk bin sancılı dağ gibi doğuyordu, tarifsiz bir öfke olup gözlerinde/
*
. bir adam
adam buz beyazı göl üstünde koşarken, birden yüzükoyun yere serildi
hareketsiz ve sessiz kalakaldı öylece, ayakları ve çırılçıplak bedeni
. ve bir balık
yüzgeçleri yüzmekten yorgun alabalık, gümüş parlağından daha parlak
dayadı ağzını üstündeki buz örtüsüne, bir nefes hava için çırpınarak
..
güneşin doğuşu ol,
kimseler uyanmadan
ağaç dalları arasından
ilk önce ben göreyim yüzünü.
zaman kadranında akan damarlarımdan.
tik tak, tik tak, tik tak
sonra yorganıma daha sıkı sarılarak ….
güneşin batışı ol,
kimseler anlamadan
..
zaman hiçbir şeyin unutulacağı zaman değildi şimdi.
gölgesiz ve tanrısız birer ölüm gibi yapışmıştım asfalta.
her şey ne kadar da farklı gelişiyordu umduğumdan.
aklımın köşesinden bile geçmedi ayakkabılarımı giymek.
ayaklarımın toprakla sevişmesini seyrettim sadece,
isterik ve susuzluktan gözbebekleri kurumuş gözlerimle.
gizli ve tanımadık seslerden fırlayıp gelen o oratoryoyu,
yüksek ağaç dallarında bestelenmiş duygumun en yoksulu,
..
iki ağaç olalım, yan yana duralım
yapraklarımızın rengi benzemesin
ama birbirlerini sevmesini bilsin
bir çocuk geçsin tam önümüzden
dudağında annesinden kalma bir türkü
gözlerinde o günlerin ağır hüznü.
çocuğa, dallarımızda salıncak kuralım.
“şimdi elimize bir beyaz kağıt alalım”
..