Adın; hâlâ İstanbul'sa,
Beni de al
zamanı ninnilendiren
şefkatli kollarına.
Tonlarca
demir filizi,
milyonlarca
sıva yüzü görmemiş tuğla;
gölge düşürüyor olsa da
tarihi dokuna,
sen sokul usulca
nazlı bir gelin gibi süzüldüğün
düşümdeki tabloya.
Gençliğimin;
artık yok olmuş
mor salkımlı bahçelerini
saklarken koynunda,
boynu bükük, küskün durma.
Bunca çığırtkan,
bunca gürültü arasında
çağları devirmiş olgunluğunla
susabiliyorsun ya,
İşte bu sessizliğin;
zulmediyor usuma.
Adın hâlâ İstanbul'sa;
ara sıra,
Ses vermeyi unutma
Aşiyan yollarında.
Farkında değil misin?
sulara düşen gölgen
sanki;
altın oymalı, yakut kakmalı
muhteşem bir kadırga.
Yaşanmış ve yaşanacak
tüm zamanlar ise;
sana, sadece forsa
Sen;
gelmiş geçmiş
bütün akşamlarda
nasılsan;
şimdi de gözlerinde
aynı şimşek çakıyor
ve esiyor tepelerinde
aynı fırtına.
Sarayın
uyurken hıyabanda,
göğsündeki sabır taşı
altın kafesinden fırlamada.
Git gide biterdi eskiden
Arnavut kaldırımların değil mi?
Oysa artık;
uzadıkça uzuyorsun asfaltlarda.
Kısacası;
göz kamaştıran bir ihtişamla
büyüyorsun gözbebeğim.
Dönüşüm eylemin
kıvranıyor sancılarda.
Bilirsin işte;
sararırken acı çeker başaklar.
Tam da bu yaşadığın;
öyle bir fasıla.
Hiç boşuna değil iç geçirişi alemin.
sadece sen bil / sır olsun aramızda
ki; her bir şeyin nazarda.
Bu günden, yarına;
seni yerleştirdim dualarıma.
“İsmin; hep İstanbul kalsın.
Ve hep selam dursun
Constantin İstanbul’a.”
Mine Özdemirtaş 18/04/2005
Mine ÖzdemirtaşKayıt Tarihi : 29.4.2005 14:46:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.

Selam durmayan varsa
Sen benim kulağıma fısılda.
TÜM YORUMLAR (3)