iki günü müsavi olanın
heybesinde yalnızlık
kahrında tezat
ellerinde mütereddid kaygılar
solukluyor zamanı
bin yıl çiçekleri
Üç kuzen var
Musa, İsa, Muhammed
Ağzımda urfa türküsünü tütsüleyerek
damdan düşer gibi girdiğim
bir antakya kilisesinde, avludayız
I.
Siyah zülüflerine sihri kim öğretti
Ya gözlerin hangi derin kuyudur
Bir kalpte iki sevgi olur mu Zühre
İki kalbe bir sevgi çok mudur?
“Seni sevmek, son baharı sevmek
Mutluluktan mutlu olmamak gibi bir şey
Nedenini düşünmeden
Belaya müşteri olmak,
Mütevazı bir gurur kuşanmak
Seni sevmek…”
Gökyüzünün uzağına düştüm. Hantal ve yorgun sabır uçlarımda kümelendi sorular: Bade’l mevt
Söylemesi zor: Fesleğen ekilmiş toprak kadar olamadım, ellerini saçlarında dolaştıran anneler ayrılık gibi kokardı çünkü ayrılık ölüm gibi kokardı mütemadiyen.
Ölümün de kokusu vardı.
Billur kanatlı insan yavruları gördüm, toprakları henüz kazılmıştı, nemli ve karanlık. Her insan kendi mezarının bir avuç toprağından karılırdı, başlangıçta. Her insan kendi mezarının toprağıydı:
Âlem-i ervah, mâ ü tin içre…
Al bu rûyayı gözlerimden
Sendekiler sende kalsın
Sen yine kendin olmalısın
Hükümsüz gel, bir akşam üstü
Bulutlarla, kuşlarla ve umutlarla
Sayfanızda gezindim. Şiirlerinizi okumaktan ve sizi tanımaktan onur duydum. Çok güzel bir tarzınız var ve bence usta bir şairsiniz. Selam ve saygıyla.