1.fırıldak ÖMER Şiiri - İbrahim Şahin 2

İbrahim Şahin 2
532

ŞİİR


24

TAKİPÇİ

1.fırıldak ÖMER

Fırıldak Ömer, Kervankonağı Köyü’nde yaşıyordu. Çevresini güldürmesiyle bilinirdi. Ağlarken bile güldüğü söylenir. Ne zaman ne yapacağı bilinmezdi. Hiç beklenmedik bir anda; bütün çevresini gülmekten kırar geçirirdi. Bu özellikleri nedeniyle; ‘’Fırıldak Ömer’’ lakabı takılmıştı. Ömer, kendisine; ‘’Fırıldak Ömer’’ denilmesine hiç de kızmazdı.
Fırıldak Ömer, köyden bir defa büyük şehre gitmişti. O da askerlik nedeniyle. Gittiği şehir: Ağrı. Fırıldak Ömer’in askerlik süresi boyunca zamanı askeri birlik sınırları içinde geçmişti. Çok az sayıda hafta sonu iznine çıkmıştı. Hafta sonu iznine çıktığı günler de uğrağı; birliğe en yakın çay ocağı idi. Orada çayını içiyor, nişanlısına mektup yazıyordu. Nişanlısından gelen mektupları deste deste cebinde taşıyordu. Önceden okumuş olsa da çay ocağında tekrar tekrar okuyordu. Ta ki çarşı izninin bitip nizamiyeden giriş yapana kadar…
Fırıldak Ömer, askerden gelir gelmez nişanlısı Fatime ile evlenmişti. Fatime güzeldi doğrusu… Güzel olmasına güzeldi de bir de dırdırı olmasa; Ömer’in keyfine diyecek yoktu. Her gün Ömer’in başının etini yiyordu; şehir de şehir. Ömer’in şehre gidip iş bulmasını, kendisini de köyden almasını istiyordu.
Fatime, her yaz şehirdeki kadınların köye gelişlerinde şehir muhabbetlerini dinliyor, dinledikçe içi gidiyordu. İçi gittikçe Ömer’e yalvarıyordu. Ömer aldırmadıkça:
- Bir Hüso kadar olamadın. Bizden sonra evlendi. Evlenir evlenmez Adana’ya gitti. Bir kapıcı işi buldu. Bir ay geçmeden gelip göçünü yükledi, hanımını koluna takıp gitti. Hanımı Gülloş, diyor ki: ‘’ Ev kirası vermiyoruz, elektrik, su parası vermiyoruz. Maaş bize kalıyor. Bunun yanında zenginler giydiği elbiseyi bir kez giyiyor, ikinciyi giymeden, ütüsü bozulmadan bize veriyor. Kat kat giyecek. Seç seç giy.’’ Köyde bile her gün değişik elbise giyiyor. Neymiş bir de köye gelirken saçına röfle yaptırmış. Manikür, pedikür yaptırmış. Bir de demez mi: ‘’ Siz ne anlarsınız; manikür pedikürden, tezek çok bile.’’ Saçını başını yolacaktım. El âleme rezil olmaktan korktum. Benim neyim eksik Gülloş’tan. Artık yeter! Bu köyde yaşamak istemiyoruuum! Şehre gidip iş bulacaksın. Sonra gelip beni alacaksın. Ben de etekler, pantolonlar giyeceğim. Saçımı açıp salına salına gezeceğim, alış veriş yapacağım. Bıktım şu şalvardan. Taze gelin miyim, yün çuvalı mı belli değil. Anladın mı Fırıldak Ömer. Bir yıla kadar iş buldun buldun, bulamadın ben sana fırıldak çevireceğim.
Fırıldak Ömer, düşünüyordu; şehir şehir… Hangi şehir… ’’ Şehre gittik diyelim; insan ne yer ne içer, nerede yatar? İnsanın şehirde kalacak bir yeri, bir tanıdığı olmalı. Ya organ mafyalarının eline düşersem…’’ Duymuştu; şehirde organ mafyaları var. İnsanları uyuşturup organlarını çalıp satıyorlar.
Yok yok, şehre gidemezdi. Fatime dırlar dırlar durur. Köyde en azından güvende.
Fatime, dırladıkça dırlıyor… Dırdırı susmak bilmiyor, günden güne artıyor…
Fırıldak Ömer’in uykularında, fırıldaklar dönmeye başlıyor. Rüyasında organ mafyaları, daha garajda otobüsten iner inmez peşine takılıyor. Fırıldak Ömer kaçtıkça kaçıyor, o sokak senin bu sokak benim. Kurtuluş yok, adamlar peşini bırakmıyor. Ne zaman ki uyandı kan ter içinde kalmaktan kurtuluyor.
Artık Fırıldak Ömer’e uykuda da rahat yok. Ne zaman kafasını yastığa koysa, uyumadan rüyaya görmeye başlıyor.
Rüyasında kendini bir masaya yatırmışlar, elini ayağını bağlamışlar. Boynunu motorlu li ağaç kesme testeresi ile kesmeye başlıyorlar. Fırıldak Ömer yalvarıyor: ‘’Ne olur beni kesmeyin, benden bırakın keresteyi, odun bile olmaz, söz beni kesmeseniz, ben size bol bol odun bulurum.’’ Kesenler kesmeyi bırakıp gülüyorlar: ‘’ Bu tam kereste, bize sorun yaratmaz, izimizi bulup peşimize takılacak değil. Şimdilik böbreğini alıp gidelim, müşteri buldukça gelir gelir orasını burasını keser gideriz.’’ Bu defa ellerine baltayı aldılar, balta havaya kalktı; Fırıldak Ömer’in karın bölgesine değdi değecek… Fırıldak Ömer ‘’imdat çığlıkları’’ ile uyandı. Etrafına bakındı, kimseler yok. Tüm organlarını yokladı tek tek, göremediklerini dokunamadıklarını, ayna yardımı ile kontrol etti. Eksik yoktu. Demek ki gördükleri rüyaymış.
Artık Fırıldak Ömer’in bedenini geceleri organ mafyaları delik deşik ediyor, gündüzleri Fatime… Saçlar dökülüyor tel tel, yolunuyor tel tel… Fırıldak Ömer’e fırıldağı demeyi bırakıp ‘’ Kel Ömer’’ demeleri yakındır.
Fırıldak Ömer’in, sabahları yaptığı ilk iş organlarını saymak. Organlarını tespit için aynadan yardım almak. Ayna taşımayı artık alışkanlık edinmişti. Olur olmaz yerde; yolda sokakta, kahvede aynayı çıkartıyor, orasına burasına tutuyordu. Kahvedekiler başlangıçta kendilerini güldürmek için yaptığını düşünerek:
- Ömer aynayı orana tut!
- Ömer aynayı burana tut!
Ömer’e, ora bura dedikçe Ömer’in aklına orasında burasında eksiklik takılıyordu. Aynayı hemen orasına, burasına tutuyordu. Ora, bura… Ora, bura… Aynanın geliş gidişleri araba sileceklerinden daha seri. Hepsine, Fırıldak Ömer’in fırıldak hünerleri sanılıp gülünüyordu. Kimse bilmiyordu içinde yanan ateşi. İçini kemiren kurdu. Kurt girmişti bir defa.
Ömer, akşam yemeğini yiyor, hemen aynasını alıp başlıyor orasına burasına bakmaya. Her baktıkça kendini aynada farklı görüyor; yüz rengi değişmiş, saçlar gitmiş, çene uzamış, burun sivrilmiş… Hanımı kapıyor aynayı eline:
- Aynaya bakacak güzelliğin mi var, burada aynaya bakacak biri varsa o da ben. Hoş böyle giderse bendeki güzellikte kalmayacak. Ahırdaki inekle farkım yok, o da tezek kokuyor ben de. Tezek kokmak istemiyorum, benim de süslenmeye, ihtiyacım var anla diyorum. İş buldun buldun, bulmadın anamın evine gideceğim. Anamın evinde de şalvar giydim, burada da, orda inek sağdım burada da. Bana farklı bir hayat mı yaşattın söyle!
Ömer’in kafasına, şehir iyice yer etti. Aynayı bırakıp yatağına çekildi. O da ne! Adamlar bu defa Fatime’yi yatırmışlar yere... Fatime’nin üzerinde elbise yok. Üzerine bir çarşaf atılmış, kalbi çıkartılıyor, kanlı kanlı.. Yoksa Fatime anasına gitmedi, şehre mi kaçtı? Şehre kaçıp mafyanın eline mi düştü. Kurtuluş yok bu defa şehre gidecek, organ mafyalarının elinden Fatime’yi kurtaracaktı. ‘’ Fatime seni kurtaracağım! Şehirli eşkıyalar görecek gününü. Fatime, Fatime seni seviyorum.’’
Ömer’in çığlıklarına Fatime uyandı. Öptü okşadı, Fırıldak Ömer’i. Kendi içinden: ‘’ Demek ki ısrar işe yarıyormuş.’’ dedi. Ömer uyanmış şaşkın şaşkın bakıyordu. Rüyasını anlattı Fatime’ye. Fatime: ‘’Boşuna sevinmişim, sabah bunun hesabını sorarım! dedi.
Sabah olmuş, Fırıldak Ömer, kahvaltısını yapıp Fatime’ye hesap sorma fırsatı vermeden kahvenin yolunu tutmuştu. Kahveye girer girmez, muhtar kendisine bir mektup uzatmıştı. Fırıldak Ömer kendisine şaka yapılmadığından emin olmak için mektubun dört cephesini inceledi. Mektup kapalı ve mühürlü idi. İstanbul PTT Rıhtım Şubesi mührü taşıyordu. Gönderen; askerlik arkadaşı Bahtiyar Bamteli. Alıcı; Ömer Bahtsız- Kervankonağı Köyü. Mektup kuşku yaratmıyordu yaratmamasına, alıcı Fırıldak Ömer olunca yaratıyordu. Kahvedekiler:
- Fırıldak ne o İstanbul’dan film teklifi mi aldın? Oku da dinleyelim.
Fırıldak Ömer:
- Mektup herkese okunmaz, ben okuyum; size söylerim.
- Oku o zaman da bize söyle.
Fırıldak Ömer Kahvenin en dip köşesine gitti. Mektubu açtı, başladı okumaya:
- Değerli Arkadaşım Ömer,
Herkes sivil hayatı özlerken ben askerdeki günleri nasıl özledim bilemezsin hele senin o bitmek tükenmek bilmeyen gülüşlerin, bizleri güldürmen… Gülmeyi çoktan unuttum biliyor musun?
Değerli Arkadaşım, asker dönüşünün altıncı ayında sizlere ömür babamı kaybettim. Babamın ölümü ile babamın işleri bana kaldı. Düşünebiliyor musun babamı mezara koyar koymaz iş yerinin başına geçtim. İşçilerle uğraşmak öyle zor ki anlatamam. Arkanı dönsen başlıyorlar muhabbete. İş aksıyor. Kâr zarar, borç bilmezler. Maaşlarını aldıkları gün başlıyorlar ikinci maaşı alacakları günü saymaya. Bense paraları sayıyorum. O nu ora, ver bunu bura ver, ver ver. Yetirebilirsem ne mutlu bana. Yetirebilmek için iş yerinin üretim yapması, üretimin düşmesi gerekiyor. Paraları uç uca getirebilmek için gözü dört açmak zorunda kalıyorum. Sabahın köründe işçiden önce geleceksin, sekiz saat her işçiyi tek tek gözleyeceksin, işçiden sonra çıkacaksın. Eksik malzemeleri alacaksın. Siparişleri gününde teslim edeceksin. Hepsi beni bekliyor. İnanır mısın tuvalete gidecek vakit bile bulamıyorum. İşçilerin başına bir sorumlu bulabilsem rahatlayacağım. Bulmak kolay da güvenilir birini bulmak zor.
Cumartesi günü askerlik fotoğraflarının olduğu albüme göz atıyordum, bir den gözüme seninle koğuşta çektirdiğimiz fotoğraf akıldı. Dalıp kaldım. Fotoğrafında da gülüyordun, unuttuğum gülmeler aklıma düştü. Dudaklarım gülmeye zorladı, olmadı. Gülmeyi gerçekten unutmuşum. Senin fotoğrafa baktıkça kendi kendime: ‘’ Güvenilir adam… Bulacağın adam Ömer’den güvenilir mi olacak. Güvenilir adam Ömer neden olmasın…’’ dedim. Kararımı verdim, kabul edersen seni atölyeye işçilerin kontrolü için işe almak istiyorum. Tek işin onlar çalışırken gözlemen, çalışmayanı uyarman, hepsi bu. Sana yatacağın bir de oda ayarlarım. Küçük bir tüp, bir tencere, çaydanlık… Yemeğini de orada kendin yapar kendin yersin, ev kirası yok, elektrik su parası, yol parası yok. Bir yıl maaşını biriktirir, kendine uygun bir ev tutarsın, hanımını da getirirsin.
Değerli Arkadaşım Ömer, cevap yazarsan çok sevineceğim. Eğer teklifimi kabul eder gelecek olursan, geleceğin günü yazman yeterli. Seni garajdan aldırtırım.
Selamlar, gülücük dolu günler dileğimle…
Bahtiyar BAMTELİ

Fırıldak Ömer, mektubu tekrar tekrar okudu: ’’ Küçük bir tüp, bir tencere, çaydanlık… Yemeğini de orada kendin yapar kendin yersin, ev kirası yok, elektrik su parası, yol parası yok. Bir yıl maaşını biriktirir, kendine uygun bir ev tutarsın, hanımını da getirirsin.’’ Fatime, ne demişti: ‘’ Hüso, ev kirası, su, elektrik pası vermiyormuş, maaşları kendilerine kalıyormuş. Hüso kadar olamadın.’’ Görsün Fatime, Hüso kadar nasıl olunurmuş…
Ne diyordu mektupta: ‘’Eğer teklifimi kabul eder gelecek olursan, geleceğin günü yazman yeterli. Seni garajdan aldırtırım.’’ Fırıldak Ömer’e kalsan yarın yola çıkacaktı. Önce mektupta bildireceksin. Mektup İstanbul’a kaç günde varır acaba? Kahvedekilere sordu. Kahvedekilerden biri; bir diyor, biri; üç, biri; beş, biri; bir hafta. Fırıldak Ömer’in kafası iyice karıştı. En doğru cevabı muhtar verdi. Mektubu aldı eline:
-Mektup İstanbul Rıhtım Şubesi’den ayın 17’sinde verilmiş. 18’i cumartesi, 19’ Pazar, bugün Çarşamba. Bugünü, verildiği günü saymazsak, cumartesi ve pazarı da saymazsak; mektup iki günde gelmiş. Demek ki araya cumartesi Pazar da girse bir mektup en geç bir haftada varıyor. Fırıldak Ömer, senin mektubu postaya verip bir hafta sonra otobüse binmen en doğru olanı.
Fırıldak Ömer, muhtarın anlattıklarına inandı. Muhtarın dediği gibi yapacak. Önce koşarak gidip bunları Fatime’ye anlatacak.
Koşarak vardı eve, soluk soluğa… Kapıda Fatime:
- Yine peşimde organ mafyası var deme, bu defa karnını bağırsağını ben deşerim.
Ömer:
- Yok Fatime, yok. İş buldum, iş.
Fatime:
- köyde ne işi, ben şehirde iş bul dedim sana, şehirde.
Ömer:
- Şehirde buldum işi, al oku şu mektubu.
Fatime, aldı mektubu eline, bir çırpıda okudu. Gözü: ‘’ Küçük bir tüp, bir tencere, çaydanlık… Yemeğini de orada kendin yapar kendin yersin, ev kirası yok, elektrik su yok parası, yol parası yok. Bir yıl maaşını biriktirir, kendine uygun bir ev tutarsın, hanımını da getirirsin.’’ Bölümüne takıldı. İçinden:’’ Bir yıl… Bir yıl sonra hanımını getirirsin. Olsun ömür boyu köyde yaşamaksa bir yıl dişimi sıkarım.’’ dedi. Ömer’e:
- Bak burada hanımını bir yıl sonra getirirsin diyor. Gider bir yıl sonra geri gelmezsen, hele bir de şehirli kadın bulursan, kalkar gelirim İstanbul’a, hani o organ mafyaları var ya onların yapamadığını ben sana yaparım. Ben organlarını satmam, köpeklere veririm anladın mı?
Fırıldak Ömer:
- Öyle yapmayacağımı biliyorsun. Ben şehre seni köyden kurtarmak için gideceğim, bana kalsan ben köyde mutluyum. Şimdi söyle mektup yazıp İstanbul’a gideceğim günü belirtiyim mi, belirtmeyeyim mi?
FATİME:
- Yaz, yaz, elini çabuk tut. Yerine birini bulursa fırsatı kaçırmış oluruz.
Fırıldak Ömer:
- Muhtar dedi ki:’’ Mektubu yaz bir hafta sonra geleceğini bildir, ne olur ne olmaz. Mektuptan önce varırsan İstanbul’da şaşarsın.’’
Fatime:
- Muhtar doğru söylemiş. Organ mafyasının eline düşersen ben sensiz ne ederim…
Fırıldak Ömer:
- Bak korkutma beni! Gitmekten vaz geçerim.
Fatime:
- Şaka yaptım Ömerim. Şakadan da anlamıyorsun.
Fırıldak Ömer:
- Tamam, o zaman. Getir kâğıt kalem mektubu birlikte yazalım.
Kâğıt kalem hazırdı, yerini Fatime biliyordu. Ömer askerde iken mektup yazmak için aldığı kâğıtların artanını, kalemi saklamıştı. Kim bilir Ömer’e İstanbul’a da mektup yazacak. Bir koşu kâğıt kalemi getirdi: ‘’ Al sana kâğıt kalem.’’ Ömer aldı eline kalemi başladı düşünmeye… Kendi kendine: ‘’ Bugün günlerden Çarşamba.’’ Parmakları ile günleri saydı. ‘’ Bir hafta sonra salı, ben salı buradan çıkayım, çarşamba İstanbul’da olurum.’’ Başladı mektubu yazmaya:
Değerli Arkadaşım Bahtiyar,
Mektubunu aldım. Babanı kaybetmene üzüldüm. Öncelikle başın sağ olsun.
Babanın işlerinin sana kalması seni üzmemeli. İşsiz kalsaydın daha mı iyi? Ben köyde işsizim. Her gün hanım beynimin etini yiyor. Bana iş vereceğini duyunca benden çok o sevindi. İstanbul’a gelmeye karar verdim. Salı günü Püskülce’den otobüse biniyorum. Çarşamba günü beni Otogardan aldırtırsın. Geldiğim zaman konuşmaya bolca vaktimiz olacaktır. O nedenle mektubumu kısa kesiyorum.
Buluşmak, görüşmek ümidiyle…
Ömer Bahtsız
Ertesi gün, Fatime, Ömer’in valizini hazırlamaya başladı. Bir de ilk günden şehrin hayalini kurmaya... Aynanın karşısına geçiyor; saçını açıyor, saçını dalgalandırıyor… Yanaklarını, dudaklarını süzüyor. Yanaklarını, dudaklarını rujlu görüyor. Ruj sürüyor ruj siliyor…
Ömer, aynayı bırakmış. Ömer kahveye gitmiyor. Ömer köyün deresini tepesini dolaşıyor. Taşını toprağını öpüyor. Kendi kendine: ‘’ Şehre gidip, dönmemek var. Köyün taşına toprağına hasret kalmak var.’’ diyordu. Gurbetin ne demek olduğunu askerde tatmıştı. Aç kalmaktan, uykusuz kalmaktan daha kötü… Fatime, gurbet nedir tatmamıştı. Duymuştu bir şehir. Tutturmuştu şehir de şehir. Ömer diyordu ki: ‘’ Tut ki şehirdesin, tutku ki bir haftalık izne gelmişsin. Bir haftalık iznin tadını çıkar doya doya. Öp köyünün taşını, toprağını doya doya.’’ diyordu.
Gülen, güldüren Fırıldak Ömer gitmiş, yerine dağ bayır gezen Ömer gelmişti. Köylü anlam veremedi Ömer’in dağ bayır gezmesine, taş toprak öpmesine. Ömer bir hafta daha köyde kalsa ‘’Deli Ömer’’ demeleri kaçınılmaz olacaktı.
……………….
Gül kokulu anam
Haber salmış
Ekinler gögerdi
Havar vakti geldi geçti
Gel gayrı diyor
Gurbet yollarımı bağladı
Gelemem anam, gelemem!
Şairin dediği gibi gurbetin yolları bağlama korkusu yüreğine yer etmişti.
Cebinden mendilini çıkarttı; güllerin yaprağından bir tane, derenin çakılından bir tane, toprağından yarım avuç koydu, sıkıca bağladı, cebine koydu. İstanbul’a götürecekti. Köyünü özledikçe koklayacaktı. Eve gelişte Fatime’nin saçının ucundan kesip koymayı da unutmadı.

Bahtiyar, mektubu almıştı. Mektupta Ömer, Salı günü Püskülce’den otobüse bineceğini yazıyordu. Hemen otagarı telefonla arayarak Püskülce Otobüsü’nün kaçta İstanbul’a olduğunu sordu. Püskülce otobüsünün saat 8.30’da geldiği cevabını aldı. Şoförünü çağırdı:
- Yarın Püskülce otobüsü ile saat 8.30’da otogara Ömer Bahtsız adlı bir yolcumuz gelecek. Otogarda bekliyorsun, alıp geliyorsun.
Şoförü anladığını, sat sekizde otogara giderek otobüsü bekleyeceğini söyledi.
Pazertesi günü gelmişti. Fatime, Ömer’e neler hazırladığını tek tek anlatıyordu:
- Bak Ömer’im, bu kendi ellerimle ördüğüm çorap; kışın giyersin. Bu kendi ördüğüm kazak giydikçe beni hatırlarsın. Bu düğünümüzden kalan mendil, cebinde taşı. Bunlar iç çamaşırın. Bunlar gömleklerin, pantolonların… Ütüleyecek ütü bulamazsan; akşam yatarken düzgünce yatağının altına ser, sabah ütülenmiş gibi olur. Yıkadığın zaman fazla sıkmazsan kırışmaz. Artık şehirli olacaksın. Giyimine dikkat etmelisin. Bu kesedekiler tıraş takımın, bu da aynan. Tıraş olmayı ihmal etme.
Bu çuvala, patates, soğan, bulgur, tarhana koydum. Şu keseye de kuru elma, erik kakı koydum. Arada bir ye, arada bir haşla, biraz şeker at hoşaf olur. Şu çıkına da yufka koydum, bitene kadar yersin, bittiği zaman fırın ekmeği alırsın.
Ömer, bir yandan dinliyor, bir yandan kendini şehirde hissediyordu. Daha köyden ayrılmadan gurbet duygusu yüreğine yerleşmişti. Pencereden görebildiği ağaçlara, ağaçtaki kuşlara son kez bakıyordu. Sanki ağaçtaki şakıyan kuşlar: ‘’ Gitme Ömer, gitme! ’’ diyordu. Her işittiği sesi, kendine söylenmiş olarak duyuyor, her gördüğünü kendisine bakıyormuş gibi görüyordu. Kuşlarla konuşuyor, yapraklarla bakışıyordu.
Ömer, son kez köyünü dolaşmaya başladı. Uğradığı her pınardan su içiyor, tekrar tekrar su içiyor… Her ağaca sarılıyor, yaprağını kokluyor, yaprağını okşuyor, yaprağı koparıp öpüyor… Karşılaştığı her canlıyı, börtü böceği, kuş, köpeği selamlıyor: ‘’Hoşça kalın, gidip de gelmemek, gelip de görmemek var.’’ diyordu.
Akşam olmuş, Ömer yemeğini yer yemez yatmıştı. Yatmıştı ama gözüne uyku girmiyordu. Yolculuğunu düşündü, İstanbul’u hayal etti. Köyde yaşadığı günleri bir bir anımsadı.
Uykuya öyle dalmıştı ki bir yandan horozun sesi bir yandan Fatime’nin sesi: ‘’ Ömer uyan! Minibüsü kaçırtırsın.’’ Ömer: ‘’ Ne zaman sabah oldu anlayamadım, ben daha yeni uyumaya başlamıştım.’’ Fatime:
- Otobüste uyursun. Otobüste uyumazsan İstanbul yolu bitmez.
Ömer:
- Öyle bir biter ki otobüse bindin mi, İstanbul’dasın demek. Artık köy yok, Fatimem’in çorbası yok. Horoz sesi yok… Köyün havası yok. Egzoz dumanı var, araba gürültüsü var… Huzursuzluk adına ne ararsan var.
Fatime:
- Organ mafyaları da mı?
Ömer:
- Hatırlatma, gitmekten vaz geçerim şimdi.
Fatime:
- Sen vaz geçmeyi bırak da sofraya otur. Çorban soğuyacak. Minibüse de geç kalacaksın.
Ömer, sofraya geçti. Çorbanın tadı ilk kaşıkta değişik geldi. Sanki ilk defa Fatime’nin pişirdiği çorbayı içiyordu. Çorbayı kaşıkladıkça iştahı açılıyordu. Bir tabağı bitirdi. İkinci tabağı doldurttu. İçinden: ‘’Bu çorbayı İstanbul’da çok özleyeceksin.’’ diyordu. Ömer’in iştahını gören Fatime:
- Ye, Ömerim ye. Yolda acıkırsın. Karnını öyle bir doyur ki acıkmadan İstanbul’a varasın.
Ömer, sofradan kalktı, kapıdan dışarı bir baktı. İnsanlar uyanmış, köyün meydanına doğru gidiyordu. Anlaşılan veda vakti gelmişti. Valizini, çuvalını, kapının ağzına koydu, döndü. Fadimesi’ne sarıldı, öptü. Döndü tekrar tekrar sarıldı. Köy yeri idi. Minibüse binerken sarılamazdı, öpemezdi. Fatimesi’ne bir yandan sarılıyor, bir yandan:
- Fatimem, seni çok özleyeceğim. Olur ya gelemezsem, sen İstanbul’a gelemezsen hakkını helal et.
Son cümleyi söylerken Ömer, evlendikten sonra ilk kez ağlamıştı. Ömer’in ağlaması Fatime’yi de ağlatmıştı. Bir yandan ağlıyorlar, bir yandan bir birlerine sarılıyorlardı. Fatime, kendini toparladı. Gözyaşlarını sildi. Ömerim, Allah hakkımızda hayırlısını versin. Sen kötü düşünme, sağ selamet git, hayırlı haberlerini bildir.
Çuvalı, Ömer, valizi Fatime aldı, çıktılar evden, köyün meydanına vardılar. Minibüs durakta yerini almıştı. Minibüsün şoförü her gelenin bagaj eşyasını alıyor, bagaja yerleştiriyordu. Ömer’in çuvalını, valizini de yerleştirdi.
Ömer, durakta kimler varsa tek tek vedalaştı. Hepsinden helallik istedi. Vedalaşan tek yolcu Ömer’di. Aynı zamanda tek İstanbul yolcusu. Minibüse son bagaj eşyası yerleştirilmiş, son yolcu yerini almıştı. Minibüsün hareketinde, Fatime’in el sallamasına Ömer bu defa ağladığını belli etmeden el salladı. Fatime, minibüsün ardından destide getirdiği suyu döktü. Döndü evine. Kapadı kapısını. Fatime de ağladı kendi kendine… Fatime’nin ağlayışını Ömer göremedi.
Ömer, Püskülce’de minibüsten iner inmez İstanbul için biletini aldı. Otobüsün kalkmasına yarım saat vardı. Yarım saati çuvalını, valizini beklemekle geçirdi.
Hareket saati yaklaştığında Ömer, valizini çuvalını muavine verdi, bagaj fişini aldı. Otobüse geçerek oturacağı yeri aradı. Koltuk numarası 27 idi, önden başlayarak numaraları tek tek kontrol etti, arkaya doğru ilerleyerek 27 numarayı buldu. 27 numara cam kenarı idi. Yerine oturdu, otobüs çevresindeki insanları izlemeye başladı. Yanına takım elbiseli, kravatlı, fötr şapkalı biri geldi, önce elindeki çantayı üst bagaja yerleştirdi, sonra Ömer’in yan koltuğuna oturdu. Ömer’e selam verdi. Ömer selama karşılık verdikten sonra adamı kendine yakın hissetti; kendini tanıttı. İstanbul’a ilk gidişi olduğunu söyledi. Askerlik arkadaşını, iş teklifini, garajdan nasıl gideceğini anlatacaktı. Olur ya garajda kendini bekleyeni bulamazsa belki adam Bahtiyarı tanıyordur; kendisine yardımcı olabilir. Baktı ki adam gazetesini eline almış okuyor. Ömer, konuşmasından koltuk arkadaşının hoşnut kalmadığını düşünerek konuşmasını kesti. Bu arada otobüs hareket etmiş, Püskülce’yi çıkıyordu. Ömer, dışarıyı izlemeye başladı. Ağaçlar da Ömer gibi değişikliğe hazırlanıyordu. Yapraklar sararmaya başlamış, bir kısmı dalda tutunamamış düşmüş, bir kısmı rüzgârda uçuşuyordu… Ömer, kendi kendine: ‘’Merak etmeyin, Ömer de uçuyor sizin gibi. Siz bahara tekrar yeşerirken Ömer oradan oraya uçacak mı, yoksa yer edinebilecek mi belli değil.’’diyordu.
Otobüs il sınırına geldiğinde, il sınır tabelasını gören Ömer, sılasından koptuğunu tüm ağırlığı ile hissetti. Tüyleri diken diken, gözler doluk doluğa, dokunsan ağlayacak… Başını camdan çevirdi, koltuğa yasladı. İç dünyasını dinledi. İç dünyasında yalnızlık duygusu hâkim. Aynı duyguları askere giderken yaşamıştı. Nedense otobüse binmek hüzün veriyordu. Başka zaman, başka sebeple otobüse binme şansı yakalayamamıştı.
Otobüs, yeşillin sürgüne uğradığı çorak ovalardan geçiyordu. Ömer, Kervankonağı’na benzer hiçbir benzerlik kuramadı.
Otobüs bu defa dağların yükseldiği, yeşilliklerin mavi bulutlarla öpüştüğü yerde mola verdi. Yolcular konaklama tesisinde yemeğini yer, çayını içerken Ömer sadece çevreyi izlemekle yetindi. Yine Kervankonağı ile benzerlik kuramadı. Konaklama tesissinin sadece tuvalet hizmetinden yararlandı. Otobüsün hareketinden önce sadece tuvalete uğradı. Çıkışta yüzünü yıkadı. Yüzünü yıkamak biraz olsun kendine gelmesini sağlamıştı.
Otobüs, yeşilliklerin mavi bulutlardan yere indiği yerleri geçtikten sonra; evler, fabrikalar yol boyu dizilmeye başladı. Git git yol bitmiyor, evler, fabrikalar aralıksız… Acaba İstanbul bu evlerin neresinde? Tabela İstanbul İl sınırını gösteriyor; evler fabrikalar, bir o kadar otomobil... Otobüs gitmeye devam ediyor. Şehir gözüktü mü şehrin içine girildi mi o şehre gelindi demektir. Tabela İstanbul’u göstereli saatler oldu, otobüs gitmeye devam ediyor. Otobüsün her duruşunda Ömer, inişe hazırlanıyor, muavin: ‘’Daha garaja var acele etme bunlar …….. yolcusu.’’diyor.
Ömer, yolculuk boyunca, yeşilin sürgüne uğradığı çorak ovalardan geçmiş, dağlardan, vadilerden geçmiş; bir gece boyu uykusuz kalmış, bu kadar sıkılmamıştı. Sanki yolun en uzun mesafesi İstanbul il sınırları içi idi. Püskülce’den İstanbul’a gitmek… İstanbul’a gelmek ‘’Otogar’’a varamamak…
Bahtiyarın Fabrikasından Atılgan otagara gelmiş, Püskülce Otobüs yazıhanesine uğrayarak; Ömer adlı bir yolcuyu beklediğini, yolcuyu tanımadığını bildirmişti. Yazıhane görevlisi:’’ Otobüsümüz gelmek üzere, gelsin yardımcı oluruz.’’ demişti. Bunun Üzerine Atılgan, her gelen otobüse bakıyor, Püskülce yazısını görmek istiyordu.
Otobüs, yavaşladı, sağı solu, önü ardı otobüs… santimetrik hareketlerle ilerliyor… İlerliyor… Otobüsün durması ile muavin:
- Yirmi iki saatlik yolculuğumuz kazasız belasız bitmiştir. Hepinize bizleri tercih ettiğiniz için teşekkür eder, bir daha ki yolculuğunuzda beraber olmak umudu ile iyi günler dileriz. İnerken bagaj eşyalarınızı unutmayınız.
Muavinin konuşmasının ardından kapı açıldı, beyaz gömlekli biri içeri girdi:
- Püskülce’den otobüse binen Ömer Bahtsız kim?
Ömer yerinden fırladı:
- Benim.
- Aşağıda bekleyenin var.
Ömer, bir anda yolculuk boyunca çektiği bütün sıkıntılardan sıyrılmış, yüzüne bir gülümseme, içine bir sevinç yansımıştı.
Ömer, sabırsızlıkla önünde inen yolcuların inmesini bekledi. Sıra kendine geldiğinde otobüsün kapısından inerken kendisini soran beyaz gömlekli ile birlikte duran biri ile göz göze geldi. Demek ki kendisini bekleyen o kişi. Bekleyenler Ömer’e, Ömer onlara doğru adım attı. İlk sözü Ömer söyledi:
- Püskülceli Ömer benim.
Atılgan, ‘’Hoş geldin.’’ dedi. Kendisini tanıttı. Bahtiyar Bey’in fabrikada olduğunu, almak için kendisinin geldiğini söyledi. Bagajdan valiz ve çuvalı aldılar. Atılgan:
- Otogara taksi girişine izin vermezler. Taksi karşı köşede, ora kadar yürüyeceğiz.
- Ömer, ora kadar yürümek ne ki, biz köyde görünmez dağları yürüyerek aşarız.
Valiz ve çuval taksinin bagajına konuldu. Atılgan, sağdan Ömer’i bindirip sağ kapıyı kapadı. Soldan direksiyona geçti. Taksi, adına trafik denilen kalabalığın arasına karıştı. 100m.’de bir duruyor. Yürüyen insandan daha yavaş ilerlemelerle ilerliyor. Ömer kendi kendine: ‘’ Ben gideceğim yeri bilsem bu taksiden önce varırdım.’’ diyor. Taksi gidiyor. Arada bir hızlanıyor. Duruyor, kalkıyor… Sağa dönüyor, sola dönüyor. Ömer Atılgan’ı askerlik arkadaşı Bahtiyar’ın göndermiş olduğunu bilmese; organ mafyalarının eline düştüğünü sanarak çoktan basmıştı imdat çığlıklarını. Araba hızdı, araba çabukluktu. Yürümek, eşeğe binerek gitmek yavaşlıktı. Nerdeyse Ömer Püskülce yolculuğu kadar yol gittiğini sandı, sanacak. Her defasında Atılgan: ‘’ Az kaldı.’’ diyor. Sonuç değişmiyor. Taksi duruyor, kalkıyor, sağa dönüyor, sola dönüyor... Trafik yoğunluğu aynı…
Taksi yoğun trafikten çıkıyor; bir ara sokağa giriyor. Sokakta ilerliyor; önce sola, sonra sağa dönüyor, biraz ilerledikten sonra boş bir alan, alanın bitiminde duvarlarla çevrili koca bir alan. Duvarların ön cephesinde büyükçe bir demir kapı, kapının üzerinde dev bir levha: ‘’Bamteli A.Ş’’ Kapı açılıyor, taksi içeri giriyor. Ömer bakıyor çevresine; yüklenen tırlar, yük indiren tırlar… Makina sesleri. Sağında atölyeler, solunda atölyeler, ilerisinde atölyeler, gerisinde atölyeler... Mehmet kendi kendine: ‘’ Bura fabrika mı, fabrikalar mı? Fabrikalar olsa tek kapı olmazdı. Bahtiyar çok zengin olmalı. ‘’Ömer, şaşırmakta haklı idi. Nerde ise gördüğü alan köyünün yarısı.
Atılgan, taksisini park alanına bırakıyor, Ömer’i patronu Bahtiyarın yanına götürüyor. Atölyelerin arasında tek bir bölüm binada iş makinaları yoktu. Odalar; odalarda masalar, her masada bir çalışan. Ömer kapısı açık her odaya Bahtiyar için bakıyor. Birinci kat odalarda Bahtiyar yok. Bahtiyar’ın odası ikinci katta idi. Meşin kaplama bir kapı; kapıda:’’ Genel Müdür’’ yazılı. Kapının önünde bir masa; masada bir görevi bayan. Atılgan bayana: ‘’Arkadaşımız Bahtiyar Bey’in misafiri, kendisinin haberi var.’’dedi. Bayanın ‘’ Anlaşıldı.’’ demesinden sonra kapıyı çaldı ve açtı. Kapı açılır açılmaz Ömer’le Bahtiyar göz göze geldi. Sanki Ömer askerlik arkadaşını değil, alay komutanını görmüş gibi donakaldı. Askerde arkadaşı ile aralarında fark yoktu. Bu masada oturan Bahtiyar’ın masada oturuşu, kıyafetleri, bakış şekli çok çok farklı idi. Sorgulayan, hesap soran bakışlar. Atılgan girişte ceketini düğmelemiş hazır olda duruyordu. Ömer, ortama uydu. Ceketinin birleştirip eli ile tutmaya başladı. Farkında olmadan ezik bir duruşla soru hâkimi karşısında suçlu görünümü sergiledi. Bahtiyar, yerinden kalkmadan oturmalarını söyledi. Atılgan oturmadı, müsaade istedi ve çıktı. Ömer masaya yakın oturdu. Bahtiyar elini uzatarak: ‘’Hoş geldin tertibim. Yolculuğun nasıl geçti, anlat bakalım.’’ dedi.
Ömer:
- Püskülce’den otobüse bindim geldim. Yol İstanbul yazısını gördükten sonra uzadı da uzadı. Otogardan bura gelene kadar da öyle…
Bahtiyar:
- Eee, olacak o kadar. Burası Ağrı değil, İstanbul. İstanbul’da araçla bir yerden bir yere gitmek nerdeyse insanın bir gününü alır.
Bahtiyar telefonu kaldırdı: ‘’Odama iki çay.’’ dedi.
Çaylar geldi. Ömer bir yandan çayını içiyor, bir yandan Bahtiyar’ı dinliyordu. Muhabbetin belli bir aşamasından sonra bahtiyar telefonla birini çağırıyor, gelene: ‘’ Arkadaşı yemekhaneye götürüyorsun, güzel bir kahvaltı yaptırıp tekrar yanıma getiriyorsun:’’ dedi.
Yemekhane girişin bir alt katı idi. Ömer yemekhaneye giderken küçük bir mutfak hayal ediyordu. Kapıdan girerken şaşkınlığını gizleyemedi. Kendi kendine içinden: ‘’ Neredeyse askerdeki yemekhaneden büyük, burası fabrika yemekhanesi mi halka açık lokanta mı? ’’ diyordu. Ömer’in yanındaki yemekhane görevlisine yaklaşarak: ‘’ Arkadaş Bahtiyar Bey’in özel misafiri, özel bir menü hazırlayalım.’’ dedi ve en yakın masaya oturdular. Masaya oturdukları an masa donatılmaya başladı; börek çeşitleri, sucuk, salam, sosis, bal, tereyağı, haşlanmış yumurta, zeytin, peynir… Ömer:
- Varsa ben bir çorba alabilir miyim?
Görevli:
- Var efendim hemen getireyim.
Çorba geldi. Ömer, çorbasını içerken diğerlerinin de tadına sırayla baktı, bir yandan da: ‘’Bunlarla ben değil, bir ev halkı doyar.’’.diyordu. Ömer, çayı en son içti. Çay soğumuştu. Bir çay daha istedi, içti; bir çay daha, bir çay daha içti.
Görevli tabakları toplarken: ‘’Başka bir arzunuz var mı efendim! ’’ dedi. Ömer: ‘’Başka bir arzum yok, teşekkür ederim.’’ dedi.
Ömer ve rehberi yemekhaneden çıkıp tekrar Bahtiyar Bey’in odasına çıktılar. Rehber: ‘’Arkadaşımız kahvaltısını yaptı efendim.’’ dedi. Bahtiyar:
- Şimdi o zaman Ömer’e fabrikanın bütün bölümlerini gösteriyorsun, her bölüm hakkında bilgi veriyorsun, sonra tekrar yanıma getiriyorsun.’’ dedi.
Rehber:
- Anlaşıldı efendim.
Rehber Ömer ile birlikte Genel Müdür odasından çıktılar. Rehber tanıtıma Genel Müdür odasının bulunduğu kattan başladı:
- Burası genel Müdür odası. Sağdaki oda; İnsan Kaynakları ve Halkla İlişkiler Müdürü Odası. Soldaki oda; Satın Alım ve Satış Müdürlüğü. Koridordaki kabin Sekreterlik. Bu kattaki görüşmeleri gerçekleştirir. Şimdi bir üst kata çıkıyoruz.
Üs kata çıktılar. Üst katta üç kapı vardı.
Rehber:
- Burası Personel İşleri Müdürlüğü. Sağdaki kapı Seminer ve Toplantı Salonu. Seminerler bu salonda verilir, toplantılar bu salonda yapılır. Solumuzdaki kapı tuvalet kapısı. Her katta tuvalet mevcut. Tuvaletler içerde bay ve bayan bölümlerine ayrılır.
Bir alt kata inildiğinde:
Rehber:
- Bu oda; santral. Telefon bağlantıları bu odadan gerçekleştirilir. Soldaki oda; Muhasebe, şirketin bütün gelir gider hesapları burada tutulur. Karşımız; Çay ocağı. İdari birimlerin çay ihtiyacı buradan giderilir. Koridorun sonundaki oda; Teknik Arıza Şefliği. Fabrikanın, elektrik, makina bakım ve onarımından sorumludur. Bir alt katta yemekhane var, orasını gördün tekrar görmeye gerek yok. Şimdi buradan çıkıp diğer bölümleri gezeceğiz.
Binadan çıktılar. Sağda bir bina. Makina ekipmanları, makina sesleri… Rehber:
Burası üretim atölyeleri. Bir kısmı elektrik- elektronik malzemeler üretir, bir kısmı demir ürünleri döküm atölyeleri.
Üretim Atölyeleri binası çıkışı solda bir bina. Bu binada Üretim atölyelerindeki makina sesleri yok; masa başı çalışan insanların sesleri hâkim. Rehber:
- Burası montaj bölümü. Üretim atölyesinde üretilen ürünler buraya gelir; burada paketlenir, barkotlaması yapılır, satış için çıkış deposuna nakledilir.
Gezmeye devam ediyorlar. Paketleme bölümünün ilerisinde bir bina; ne ses ne çalışan var. Rehber:
- Burası ‘’Çıkışa Hazır Ürünler Deposu’’. Paketleme Bölümü’nden gelen ürünler burada stoklanır. Oluşan talebe göre buradan çıkışı yapılır. Bitişikteki depo; ‘’Ham Madde Deposu ‘’. Üretim için gerekli tüm ham maddeler orada depolanır.
Depoların ilerisinde bağımsız bir bina. Binanın önüne varıldığında rehber anlatıyor:
- Burası; inşaat ürünleri üretim bölümü. Bir bölüm demir inşat ürünleri üretir, bir bölüm beton ürünleri.
İnşat ürünleri üretim bölümü bitişiğinde kapalı bir alan. Rehber anlatıyor:
Burası inşaat ürünleri deposu. İnşaat bölümünün ürettiği ürünler burada depolanır.
İnşaat Ürünleri bitişinde iki küçük boş oda. Rehber anlatıyor:
Bu odalar geçici yedek depolar. İhtiyaç duyulursa kullanılır.
Fabrika girişi. Sağda danışma, solda güvenlik. Danışman anlatıyor:
- Sağdaki bölüm; ‘’Danışma’’, soldaki bölüm; güvenlik. Giriş ve çıkış kontrolü güvenlik tarafından yapılır. Fabrikaya ilk giren danışma tarafından karşılanır. Geliş nedeni anlaşılınca ilgili birime yönlendirilir.
Fabrika tanıma gezisi bitti. Rehber Ömer’i Genel Müdür Bahtiyar Bamtelinin huzuruna çıkarttı ve Genel Müdüre:
- Ömer arkadaşımıza fabrikanın tüm bölümlerini gezdirerek gerekli tanıtımı yaptım efendim.
Genel Müdür Bahtiyar saatine baktı; saat yemek saatini gösteriyordu. Rehbere:
Ömer’i yemekhaneye indir. Öğle yemeğinizi yiyin, çayınızı için, saat 13.30’da tekrar gelin.
Rehber ile Ömer yemekhaneye indiler. Yemekhanede bir kısım insan masalarda oturmuş yemek yiyor, bir kısmı yemek almak için sıraya girmişti. Ömer bir yandan rehberini takip ediyor, bir yandan yemekhaneyi göz taramasına tabi tutuyordu. Yemekhanedeki insan sayısı Ömer’in köy nüfusuna yakındı. Ömer: ‘’ Bu kadar insan günlük bir köyün yiyeceğini yerse, aylık- yıllık bin ordunun yiyeceğini yer.’’
Rehber, bir tabldot hazırladı Ömer’e verdi. Ömer’e: ‘’Sıra ile askerdeki gibi yiyecekleri alacaksın.’’ dedi. Sıra Ömer’e geldi. Tabldota önce bir kepçe çorba konuldu. Sonra bir kepçe pilav, sonra bir but kızarmış tavuk, ardından salata. Sonra masaya oturdular. Ömer, bir yandan yiyor, bir yandan çevresini izliyor. Yemeğini yiyen tabldotlarını, yemek servisinin önüne bırakıyor çıkıyor. Tabldot bırakma sırası Ömer’le arkadaşına geldi. Tabldotlarını bırakıp çıktılar dışarı. Sigara ikram eden Ömer oldu, arkadaşı kabul etmeyerek sigarayı kendisi ikram etti. Sigaralar içildi. Yemekhaneye tekrar girdiler. Yemekhanenin girişinde bu defa çay kuyruğu. Sıraya girdiler. Sıra kendilerine gelince çaylarını aldılar, ilk boş buldukları masaya oturdular. Çaylar içildi. Tekrar dışarı, yeni bir sigara daha ateşlendi. Bir sigara, bir sigara derken saat yaklaştı 13.30’a. Genel Müdürün odasına doğru yola koyuldular. Yol bitti. Rehber kapıyı çaldı: ‘’ Geldik efendim.’’ dedi.
Genel Müdür Bahtiyar:
- Ömer’e yedek depolardan birini kalacağı yer olarak hazırlıyorsunuz. Bir ranza ayarlayın, bir masa bir sandalye. Yemekhaneden, tabak, çatal, bir çaydanlık ayarlayın. Bir küçük tüp ayarlayın. Birlikte çarşıya çıkın; bir döşek, yastık, battaniye alın. Muhasebeye uğra gerekli parayı al. Alışverişlerin makbuzunu getirir muhasebeye verirsin.
Rehber:
- Anlaşıldı efendim.
Ömer ile rehber önce depoya uğradılar; bir ranza, bir sandalye, bir masa aldılar. Yedek depoya, ranza ve masayı yerleştirdiler. Sıra; mutfak eşyaları… Yemekhaneye vardılar. İhtiyaçlarını yemekhane görevlisine söylediler. Yemekhane görevlisi; küçük bir tencere, bir tabak, bir çatal, bir kaşık, bir su bardağı, bir çay bardağı, tuzluk, şekerlik bir çakı hazırlayıp hepsini bir koliye yerleştirdi. Mutfak malzemelerini de yerleştirdikten sonra muhasebeye uğrayarak ihtiyaç olan parayı aldılar. Servis şoförü çağrılarak çarşı alış verişine çıktılar. Bir mağazaya uğrayarak, döşek, yastık battaniye aldılar, parasını ödeyip faturasını aldılar. Tüpçüden bir küçük tüp aldılar. Servis arabasına yerleştirdiler ve Fabrikaya döndüler. Çarşıdan alınan eşyalar yerleştirildi. Ömer’in danışmaya bıraktığı, valizi, çuvalı getirildi. Tek eksik bir perde kalmıştı. Bir masa örtüsü bulundu. Ölçüldü; pencereye denk geliyor. İki köşesine bir ip bağlandı, köşelere iki çivi; oldu bir perde. Çöp için plastik bölümünden bir kova getirdiler. Süpürge yerine; bir süpürge fırça… Yedek depo, depoluktan çıkmış bir misafirhane odası görünümüne bürünmüş oldu.
Rehber ve Ömer, Genel Müdür Bahtiyar’a deponun konaklamak için hazırlandığını söyledi.
Genel Müdür Bahtiyar, Ömer’e:
- Bugünlük bu kadar. Gidip dinlenebilirsin, gezebilirsin. Bugün dinlen yarın: saat 9.00’da odamda ol. Genel Müdür Bahtiyar, Ömer’e rehberlik yapan Salih’e teşekkür etti: ‘’İşine dönebilirsin.’’ dedi.
Ömer ile Salih Genel müdürün odasından birlikte çıktılar. Salih:
Ben; Halkla ilişkiler Kaleminde çalışıyorum. Adım Salih Şenyurt. Ne zaman ihtiyaç duyarsan hiç çekinmeden gelebilirsin, şimdi ben odama çıkıyorum. Sana iyi dinlenmeler…
Ömer:
- Sizi yordum, bağışlayın. Her şey için teşekkür ederim. Size iyi çalışmalar, iyi günler. Ben de gidip uyuyacağım. Malum yoldan geldim.
Ömer, konukhanesine geldi. Yatağı görür görmez yorgunluğu, uykusuzluğu aklına geldi. Nerde ise yatağa erişmeden uyuyacaktı. Pijamasını almak için valizini açtı; gördüklerine şaşırdı. Valize neler koyduğunu, Fatime tek tek göstermişti. Valizin en üstünde kâğıtlara Fatime’nin resmi ile birlikte takılı bir kalem… Bunları göstermemişti Fatime. Demek ki mektup yazmasını istiyordu tıpkı askerdeki gibi…
Ömer, resme uzun uzun baktı; öptü yatağının karşısına astı. Resim sanki Ömer’e bakıyor, Ömer’le konuşuyordu. Ömer’e: ‘’Hadi durma mektup yaz, kâğıdı kalemi sana mektup yazman için verdim.’’ diyordu. Ömer, yorgunluğu, uykusuzluğu unuttu; kâğıdı kalemi aldı eline, oturdu masaya. Fatime’nin resmini aldı duvardan; masada karşısına bardağı koydu, resmi bardağa yasladı. ‘’Fatimem’’ dedi, başladı yazmaya. Her yazdığı sözcüğü sesli söylüyor, söylüyor yazıyor, yazıyor, söylüyor:
3 EKİM…….
Fatimem, Püskülce’den otobüse bindim; İstanbul’u düşünmeye başladım. İstanbul’a geldim; fabrikayı... Fabrikaya geldim; seni düşünmeye başladım.
Fatimem, Otobüs Püskülce’den çıktı. Ben camdan dışarıyı izlemeye başladım sakin sakin… Ne zaman ki otobüs il sınırından çıktı; yüreğimden bir parça koptu. Kendimi sürgüne gönderilmiş mahkûm gibi hissettim. Senden ayrıldığım, köyümün toprağının kokusundan ayrıldığım hissi, koca dağlar gibi çöktü üstüme. Utanmasam hıçkıra hıçkıra ağlayacaktım. Ben sustum, yüreğim ağladı.
Otobüs, ovalardan geçti. Ovalar git git bitmez… Dağlardan geçti. Ormanlardan geçti, nere baksan orman, git babam git… Sonra bir evler sıralanmaya başladı; ucu bucağı yok, otobüs gidiyor da gidiyor. Ben diyorum; İstanbul’a ha geldik ha geleceğiz, ne gezer; İstanbul yok ortada. Sabaha karşı İstanbul levhasını gördüm. Nihayet geldik dedim. Otobüsün her duruşunda inmeye fırlıyorum, muavin: ’’ Acele etme otogara daha çok var.’’ diyor. Ben diyeyim elli, sen de yüz defa ayağa kaldım. Muavin her defasında oturttu. Her defasında muavin aynı sözü söyledi. Muavin: ‘’ Burası otogar’’ dediğinde şaşırdım. Otogarda Bahtiyar’ın gönderdiği kişi beni taksisine aldı. O muavinden beter; durmadan: ‘’Fabrikaya az kadı.’’ diyor, ortada fabrika yok, bizim köydeki koyun sürüsünün binlerce katı araba, gidiyor mu duruyor mu belli değil. Dur kalk, dur kalk derken fabrikaya geldik. Fabrika ben diyeyim bizim köyün yarısı kadar, sen de köy kadar. Önce bahtiyar’ın odasına çıktık, sonra yemek yedik. Yemekten sonra fabrikayı gezdirdiler. Fabrikanın her yerini bir günde öğrendim. Öğlen oldu tekrar yemek yedik. Öğleden sonra bana kalacağım odayı ayarladılar. Çarşıya çıktık yatak aldık. Tencere tava, Fabrikadan verdiler. Çarşıdan bir de tüp aldık, hepsinin parasını Bahtiyar verdi. Bahtiyar bana:’’ Sen bugün dinlen, yarın işe başlarsın.’’ dedi, yapacağım işi demedi, işimi öğreneyim yazarım.
Seni çok özleyeceğim Fatimem, kendine iyi bak.
Ömer, mektubu katladı, döşeğinin altına koydu. Fotoğrafı aldı eline: ‘’ Fatimem, sana mektup yazdım, daha çok mektup yazacağım, şimdi uykum geldi, seni öpüp uyuyorum.’’ dedi. Fotoğrafı öptü, geçti yatağına. Yastığa kafasını koyar koymaz uyumaya başlayan Ömer, bu defa da uyumaya, uyur uyumaz da rüyaya başladı:
Fatime, mektubu almış; okuyor, göğsüne basıyordu. Son cümleyi; ‘’Fatimem, seni çok özleyeceğim’’ tekrar tekrar okuyordu. ‘’Ben de seni çok özleyeceğim Ömerim! ’’ diyordu.
Rüyanın biri bitiyor biri başlıyordu:
Sabah olmuş Ömer Genel Müdürün odasında… Genel müdür deste deste paralar veriyordu…
Çalışma süresinden bir ay geçmiş, Üretim Atölye Şefi olmuş; bütün çalışanları toplamış talimatlar veriyordu…
Bir yıl geçmiş, Ömer ev tutmuş, Fatime’sini getirmişti. Fatime, mutluluğunu dönüp dönüp kendisini öpmekle ifade ediyordu...
Ömer, sabah uyandığında şaşkın şaşkın etrafına baktı; odası tuttuğu eve hiç benzemiyordu. Etrafına bakınd, Fatime yok. Gördüklerinin rüya olduğunu anlayabildi.
Ömer, Çuvalından Fatime’sinin hazırladığı çıkını açtı. Fatime, kek, katmerli yapmış çıkına koymuştu, bir hafta yiyecek yufka ekmek, haşlanmış yumurta, patates... Ömer, bir yumurta soydu, bir katmerli ile yedi. Saatine baktı, sat: 7.30. Tıraşını oldu, giyindi. Çay ocağına gidip ilk çayını içti. Bir çay, bir çay daha… Saatin dokuz olmasını çay ocağında bekledi.
Saat dokuz oldu, Ömer Genel Müdürünün odasını çalıp girdi, selamını verdi. Genel müdür oturmasını söyledi. Telefonla birine: ‘’ Odama gel.’’ dedi. Gelen Salih’ti. Genel Müdür Salih’e:
- Salih, Ömer belirli bir süre benim konuğum. Yedek depoda yatacak, yemekhaneden yemeğini yiyecek, bütün birimlere de girip çıkabilecek. Bu konuda tüm birimlere bilgi ver.
Salih:
- Anlaşıldı efendim. Ben tüm birimlere bilgi vereceğim.
Genel Müdür Bahtiyar:
- Ömer, sen konuğum değilsin, çalışanımsın. Sana fabrikada herkesten farklı bir görev vereceğim. Çalışanları denetim görevi. Hiç kimsenin kuşku duymaması için seni konuğum bilsin istedim. Yapacağın iş, tüm birimleri ara ara dolaşacaksın, işini aksatan, fabrikaya zarar veren, benim hakkımda kötü söz söyleyen birini tespit ettiğin zaman bana bilgi vereceksin. Bu telefon sende kalacak, acil durumlarda hemen arayacaksın suçüstü yapacağım. Telefonu da gizli açacaksın, kimseye göstermeden, konuşmaları kimseye duyurmadan. Benim telefonum 1 numarada kayıtlı, 1’e bastığın zaman direk ben çıkarım. Şimdi bir deneme yapalım; ara beni.
Ömer, Telefonda 1’e bastı, Genel Müdürün telefonu çaldı.
Genel Müdür Bahtiyar:
- Aynen bu şekilde. Telefon işini hallettik şimdi gelelim servislere giriş çıkışlara.
Bu iş elbisesi; bazen bunu giyersin; servislerden çöp almaya girersim. Bu takım elbise; bazen bunu giyersin servisleri gezmeye çıkarsın. Bir serviste kalman gereken bir durum mu oldu, birine gereksiz sorular sor: ‘’ Bu nedir, bunu nasıl yaparsın? ’’ gibi, bazen al eline bir ürünü incelermiş gibi yap. Eline bir gazete al, boş bulduğun bir köşeye çekil okumuş gibi yap. Bu konuk kartı, yakana takarsan kimse senden kuşku duymaz.
Ömer, kartı aldı eline inceledi. Kartta: ‘’ Konuk: Ömer Bahtsız, imza Genel Müdür Bahtiyar Bamteli’’ yazıyor.
Genel Müdür Bahtiyar:
- Hiç kimseyle samimi olamayacaksın, kim sorarsa sorsun: ‘’ Bahtiyar Bey’in konuğuyum.’’ diyeceksin.
İlk maaşını da peşin veriyorum, elbiseler benden. Şimdi soracağın varsa sor.
Ömer, parayı aldı saymadan cebine koydu. Genel Müdürüne:
- Soracağım yok, anlattıklarınızı anlamışım. Size ne kadar teşekkür etsem az gelir.
Genel Müdür Bahtiyar:
- Soracağın yoksa, anlattıklarımı da anladıysan, elbiselerini al, odana yerleştir, önce iş elbisesini giy göreve başla.
Ömer:
- Elbiseleri odama yerleştirip hemen göreve başlıyorum. Size İyi günler Bahtiyar.
Genel Müdür Bahtiyar:
- Bundan sonra bana da Bahtiyar değil, Genel Müdürüm diyeceksin. Dostluk başka, iş başka bunu unutma.
Ömer:
- Anlaşıldı Genel Müdürüm. Size bundan böyle Genel Müdürüm diyeceğim.
Ömer, askerde komutana karşı nasıl davranılırsa, demek ki genel müdüre de aynı davranılıyor. Bundan böyle, Bahtiyar ne derse: ‘’ Emredersin Genel Müdürüm.’’ diyeceğim anlaşılan. İlk tekmilini verdi:
- Başka bir emriniz yoksa izninizi isteyeceğim Genel Müdürüm!
Genel Müdür Bahtiyar:
- Bak bu konuşman hoşuma gitti. Bundan böyle hep böyle olacaksın.
Ömer:
- Bundan böyle hep böyle diyeceğim Genel Müdürüm!
Genel Müdür Bahtiyar:

- Tamam, şimdi gidebilirsin.
Ömer, Genel müdür odasından çıktı. İşinin birinci günü işe başlama sevincini tatmadan ilk hayal kırıklığını yaşadı. Bir an askerdeki Bahtiyar canlandı gözünün önünde… Köyde okuduğu mektubu anımsadı… Mektupta: ‘’Gülmeyi, senin gülüşlerini özledim.’’ diyordu. Bugün karşılaştığı Genel Müdür Bahtiyar’ın gülmek gibi bir arayışı yoktu. Mektupta kendisi için: ‘’Güvenilir adam’’ diyordu. Bugünkü Genel Müdür Bahtiyar ilk tanışmış gibi emirli cümleler sıralıyordu. Güvenden bahsediyordu. Konuşmaları güven sergilemiyordu, Salih’e farklı konuşuyor, Ömer’e farklı konuşuyordu. Ömer’in tek anladığı Bahtiyar; ‘’Genel Müdür’’ kendisi vasfı belli olmayan bir çalışan. Vasfı belli olmayan, geleceği belli olmayan çalışan… Ömer, Fatime’ye: ‘’ İşim belli olsun yazacağım.’’ diyordu, bunları nasıl yazardı. Kendi kendine: ‘’ Şimdi bunları düşünmenin sırası değil, akşama düşünürsün, Genel Müdür ne dedi, İşinin başında ol’’ İş elbisesini giydi, çıktı dışarı; nere gidecekti, ne yapacaktı? Genel Müdüre her şeyi anladığını söyleyen Ömer, şaşkın ördek gibi bakınıyordu çevresine.
Ömer, her servisin kapısından kafasını gösterdi çıktı. Hiçbir servisin kapısından içeri adım atmadı. Baktı ki insanlar yemeğe gidiyor, takıldı peşlerine, o da yemeğe gitti. Yemek kuyruğuna girdi, yemeğini aldı, insanlarla göz göze gelmeyecek bir masa aradı: arkada direk ardı boş bir masa görebildi, o masaya yöneldi, vardı oturdu. Yemekte bulgur pilavı, patates yemeği vardı; köyden aşina olduğu yemekler, tek fark; iki tane tulumba tatlısı vardı.
Ömer, yemeğini yedi, herkes gibi tabldotunu çöpe temizledi; çöpte bir şey dikkatini çekti: ‘’Çöp poşeti’’ ‘’Tamam! ’’’ dedi. Herkesin gitmesini bekleyecek; yemekhane görevlisinden poşet isteyecekti. Öğleden sonra poşetle servislerden çöp toplayacaktı. Öyle yaptı; herkesin çıkmasını bekledi ve iki poşet istedi.
Elinde poşet, ilk üretim atölyesine gitti; çöp yok. Depolara gitti; çöp yok. Nihayet idari birimlerde çöp bulabildi. Girdiği her büro güler yüzle karşıladı. İçinden: ‘’ Keşke çöpçü olsaydım, işim belli olsaydı.’’ dedi.
Ömer, İdari Bölüm Binasından çıktığında, poşetteki yırtılmamış gazeteleri ayırdı, ayırdığı gazeteleri koltuğunun altına koydu, diğer çöpleri çöp konteynırına attı. Gazeteler koltuğunun altında çay ocağına çıktı, bir çay içti. Tekrar servis turuna çıktı. Bu defa servisleri, poşetsiz dolaştı, servislerin içerisine girebildi, sağına soluna bakabildi.
Ömer, ikinci gün ayni şekilde sabah çöp poşeti ile servisleri dolaştı. Öğleden sonra vesikalık resim çektirir gibi servis kapılarından başını gösterdi geri çekti, üçüncü gün aynı şekil…
Dördüncü gün Genel Müdür Bahtiyar odasına çağırdı:
- Ömer üç gün oldu varlık gösteremedin. Bir haftada varlık gösteremezsen, Püskülce’ye bileti ben alacağım, seni Püskülce’ye geri yollayacağım. Bundan sonra akşamları da gece vardiyasına kalanları saat başı kontrol edeceksin, gördüklerini rapor edeceksin, ertesi gün sabah ilk iş raporları bana sunacaksın.
- Anlaşıldı Genel Müdürüm, İstediğiniz gibi yapacağım. İzninizle görevime başlıyorum.
Ömer haftayı tamamlamadan ikinci hayal kırıklığını yaşadı. İçinden: ‘’Keşke o mektubu yazmasaydın, mektubu yazdın, keşke postanede kaybolsaydı.’’ dedi.
Ömer, poşetini aldı, ilk uğrağı ‘’İnsan Kaynakları’’ Bir masa başında dört- beş kişi toplanmış konuşuyorlar:
- Vallahi ben Nalkoparan’ı banko yazdım
İkinci Kişi:
- Benim Bankom Rüzgâr Gülü
Üçüncü Kişi:
- Dördüncü Ayağa bir at söyleyin.
Ömer, kendini kapı girişi gizledi. Dinlemesini sürdürdü. İçerde at yarışı oynadıklarından emin olunca hemen katın tuvaletine girdi ve telefonun ‘’ 1’’ tuşuna bastı:
- Genel Müdürüm, ‘’İnsan Kaynakları Servisi’nde at yarışı oynuyorlar.
Genel Müdür:
- Sen oradan kaybol kuşkulanmasınlar.
Genel Müdür, hemen odasından çıktı, salondaki sekretere ‘’sus’’ işareti yaptı. Duvar dibinden adımlarını sürükleyerek servisin kapısına yaklaştı. Kulağını duvara dayadı, dinlemeye başladı:

- Altıncı ayağa bir at.
Genel Müdür, bir çırpıda içeri girdi. Masa ve çevresindeki yüzler siyah beyaz resim çerçevesi gibi dondu kaldı. Genel Müdür tek tek hepsinin gözünün içine baktı… Masadakilerden çıt yok. İçlerinden: ‘’Bir an önce cezamızı verse de gitse.’’ diyorlar. Genel Müdür, onlara, onlar Genel Müdüre bakıyor. Bakışlar farklı; masadaki gözler kurbanlık koyungözleri, Genel Müdürün gözleri ejderha gözleri…
Genel Müdür:
- Bakıyorum da burayı ‘’Ganyan Bayisi’’ ne çevirmişsiniz. Burası iş yeri mi, kumarhane mi belli değil. İkinci bir kez, benzer bir durumla karşılaşırsam hepiniz kendinize yeni iş arayın. Ayrıca işyerinde kumar oynadığınızı; tarih saat yazarak imzalıyorsunuz, imza atmak istemeyen olursa kapı burada.
Genel Müdür, Servisten çıkar çıkmaz, poz kurbanları derin bir nefes aldılar, yaşadıklarını hissettiler. Yaptıkları ilk iş kuponları yırtmak oldu. İkinci iş; Genel müdürün istediği tutanağı imzalamak oldu.
Genel Müdür, Ömer’i telefonla arayarak odasına istedi. Ömer, anında geldi.
Genel Müdür:
- Şimdi gözüme girdin. Al şu parayı kendine bir sigara al. Bundan sonra hep böyle olacaksın. Burası İstanbul, gözünü dört açacaksın. Söyle bakayım iki kere iki kaç eder?
Ömer:
- İki kere iki; dört eder Genel Müdürüm.
Genel Müdür:
- İki kere ikinin şaşmaz kuralı dörtse, uyanık olan kazanır, bu da; ‘’Uyanık olma’’nın şaşmaz kuralıdır. Bu kulağına küpe olsun.
Durmak yok göreve devam.
Ömer,
- Emredersin Genel Müdürüm.
Aradan bir on beş dakika geçmişti Ömer telefonda:
- Genel Müdürüm, Muhasebe bölümü bilgisayardan ev fiyatları araştırıyor.
Genel Müdür:
- Gözükmeden kaybol.
Genel Müdür yine koridordaki sekreterlere sus işareti yaparak muhasebe kapısına kadar ilerledi, içerden sesler geliyordu:
- Ev fiyatları bir ayda % 30 fırlamış.
Genel Müdür içeri girdi:
- Azmi Bey, bakıyorum da emlakçılığa soyunmuşsun.
- Yok, efendim ev fiyatlarına şöyle bir baktım.
Genel Müdür:
- Azmi Bey, bu ne pişkinlik? ‘’ Ev fiyatlarına şöyle bir baktım.’’ Bakmayacaksın. B u bilgisayarda ancak şirketin işleri yapılacak, bu gün ev fiyatlarına bakarsın yarın bilmem ne programlarına… Bu son olsun Azmi Bey, ikinci kez yakalarsam affetmem bilesin.
Genel Müdür, yine Ömer’i odasına çağırdı. Ömer odasına geldiğinde ilk sorusu:
- İki kere iki kaç eder?
Ömer:
- İki kere iki; dört eder Genel Müdürüm.
Genel Müdür:
- Güzel, söyle bakayım uyanık olan kazanır mı?
Ömer:
- Kazanır genel Müdürüm.
Genel Müdür:
- Bugünlük bu kadar yeterli. Bugün izinlisin, çarşıya çıkıp gezebilirsin. Akşama da senden baskın bekliyorum. Şimdi söyle bakayım iki kere iki kaç eder?
- İki kere iki; dört eder Genel Müdürüm.
Genel Müdür:
- Sen bu işi kavradın Ömer, hadi bakıyım gözünü dört aç. Şimdi gidebilirsin.
Ömer Şaşkınlık içinde; ‘’ Gözünü Dört Açmak’’, ‘’Uyanık olmak’’… Yaptığı uyanıklık mı? Emin değildi. Genel Müdürü, çarşı izni vermişti. Ömer yatıp dinlenmeyi çarşı gezmeye tercih etti. Akşam da görevi vardı; doğru olanı dinlenmekti.
Akşam olmuş, gece vardiyası işe başlamıştı. Gece vardiyası sadece üretim Atölyeleri Bölümünde mevcuttu. Görevin zor olan kısmı saat başı kontrol etmek, uykusuz kalmak kısmıydı. Ömer, ilk raporunu tuttu:
Saat: 21.00
Sekiz iş makinasında 16 kişi çalışıyor. Makinalar arızasız, çalışanlar düzenli.
Saat: 22.00
Sekiz iş makinasında 16 kişi çalışıyor. Makinalar arızasız, çalışanlar düzenli.
Saat: 23.00
Sekiz iş makinasında 16 kişi çalışıyor. Makinalar arızasız, çalışanlar düzenli.
Saat: 24.00
Sekiz iş makinasında 16 kişi çalışıyor. Makinalar arızasız, çalışanlar düzenli.
Saat: 01.00
Çalışan İş makinası: 7, Çalışan personel: 14
Sat: 02.00
Çalışan İş makinası: 6, Çalışan personel: 12
Sat: 03.00
Çalışan İş makinası: 3, Çalışan personel: 6
Sat: 04.00
Çalışan İş makinası: 1, Çalışan personel: 2
Sat: 05.00
Çalışan İş makinası: 1, Çalışan personel: 2
Sat: 06.00
Çalışan İş makinası: 1, Çalışan personel: 2
Sat: 07.00
Çalışan İş makinası: 1, Çalışan personel: 2
Sat: 08.00
Çalışan İş makinası: 8, Çalışan personel: 16

Saat: 9.00 Ömer Tutanağı Genel Müdüre verdi. Genel Müdür okuduklarına inanamadı. Tekrar tekrar sordu:
- Ömer bu saatler, bu sayılar doğru mu?
Ömer:
- Doğru Genel Müdürüm.
Genel Müdür:
- Öyleye kadar izinlisin, yat dinlen, kahvaltı yapmadıysan söyleyeyim yemekhanede hazırlasınlar.
Ömer:
- Kahvaltı yapmaya fırsatım olmadı Genel Müdürüm.
Genel Müdür:
- Tamam, o zaman sen yemekhaneye in, ben telefon açar söylerim onlara. Güzel bir kahvaltı yap, sonra güzel bir uyku çek, öğleden sonra iş başı, gitmeden söyle bakıyım iki kere iki kaç eder?
Ömer:
- İki kere iki; dört eder Genel Müdürüm.
Genel Müdür:
- Aferin sana, haydi afiyet olsun
Ömer, yemekhaneye inmeden kahvaltısı hazırlanmıştı. Görevli masada bekliyor, Ömer’e buyur ediyor, hürmet ediyordu.
Ömer, kahvaltısını yaptı, üzerine içebildiği kadar çay içti sonra odasına gidip uyuya daldı. Ömer, yatar yatmaz uyudu. Bu uykuda rüya görmedi; gördü ise de yoğun geçen gecenin yorgunluğundan farkına varmadı.
Öğleden sonara teftişe; paketleme bölümünden başladı. Paketleme bölümü bir yandan paketleme yapıyor bir yandan konuşuyor; 2 Numara’da görevli beyaz gölekli, bir kapı kolunu gazeteye sardı:
- Benim salon kapısının kolu çalışmıyor, bunu ceketin cebine koyayım; akşam eve varınca değiştiririm.
Ömer notunu aldı: ‘’Paketleme bölümü 2. Numarada görevli beyaz gömlekli ceketinin cebine bir kapı kolu sakladı.’’
Ömer, Notunu Genel Müdür Bahtiyara verdi. Genel müdür Personel işlerinden paketleme bölümü çalışanların isim listesi ve fotoğraflarını istedi. İstenen isim listesi ve fotoğraflar geldi. Fotoğrafları Ömer’e tek tek göstererek suçluyu tespit etmesini istedi. Dördüncü fotoğrafta Ömer: ‘’Bu kişi.’’dedi.
Genel Müdür:
- Bugünkü görevin bu kadar yeter. Dinlen, akşam görevine hazırlan.
Ömer Genel Müdür odasından çıktı. Genel Müdür, güvenliği telefonla aradı:
- Paketleme Bölümünden Cengiz Çevik’in çıkışta üzerini arayacaksın.
Güvenlik:
- Anlaşıldı Genel Müdürüm, Cengiz Çevik’in üzerini arayacağım.
Çıkış saati gelmiş çalışanlar tek tek çıkıyor. Her çıkan güvenliğe: ‘’ İyi akşamlar.’’diyor. Cengiz de:’’İyi akşamlar.’’ dedi. Güvenlik: ‘’Cengiz Bey, iki dakika içeri gelir misiniz? ’’ dedi. Cengiz hiç kuşku duymadan içeri girdi. Güvenlik: ‘’ Özür dilerim Cengiz Bey, üzerinizi arayacağım.’’ Cengiz:’’ Buyurun.’’ dedi. Güvenlik ilk hareketinde Cengiz’in cebindeki kapı kolunu bulup çıkarttı. Genel Müdürü telefonla aradı:
- Sayın Genel Müdürüm, Cengiz Çevik’in üzerinde Fabrika ürünlerimizden bir adet kapı kolu bulundu.
Genel Müdür tutanak tutup imzalatmasını istedi.
Güvenlik tutanağı hazırladı:
7 Ekim…….

İş çıkış saati:17.35’te Cengiz Çevik’in üst aramasında fabrika ürünlerinden bir adet kapı kolu bulunmuştur.
İmza: İmza:
Cengiz ÇEVİK Güvenlik Memuru
Dursun DURALİ

Cengiz, ilk defa böyle bir durumla karşı karşıya kalmıştı; tutanağı imzaladı. Çıkışta soran arkadaşlarına cevap veremedi. Soruları geçiştirdi. Soruları ne zamana kadar geçiştirebilecekti; tutanak tutulmuştu. Tutanak, tutanak… O gece Cengiz’in uykularını kaçırdı tutanak…
Gece olmuş Ömer tutanağını tutmaya devam ediyordu. Tuttuğu tutanağın bir öncekinden farkı yoktu. Saat üç olmuş çalışan sayısı ikiye düşmüştü. Ömer, tutanağını tuttu, odasına çekildi. Odasına girdiğinde telefonu çaldı; arayan Genel Müdürüydü. Çalışanların durumunu soruyor, Ömer; değişiklik olmadığını söylüyordu. Genel Müdür, Ömer’e: ‘’ Sen odandan çıkma, ben fabrikaya geliyorum, kimse senden kuşkulanmasın.
Saat 3.30 olmuş Genel Müdür yanında muhasebecisi ile birlikte güvenlikten güvenlik memurunu da alarak Üretim Atölyesine girdi. Çalışan iki kişi kendilerini çalışmaya vermişler giren çıkanlardan haberleri yok… Muhasebeci içerisinin fotoğraflarını çekti, Muhasebe odasına çıktılar. Muhasebeci tutanağı hazırladı:

GECE VARDİYASI DENETİM RAPORU
7 Ekim…….
Gece vardiyası 7Ekim sat 03.30’ da yapılan denetim sonucu çalışan 16 görevliden 14’ünün işleri başında olmadığı, iki kişinin iş başında olduğu tespit edildi.
Görevi başında olmayanlar:
1……………..
2-…………..
……………………………….

Görev başında olmayanların, görev başında olmamaları fotoğraflarla belgelenip tanıklar tarafından imza altına alınmıştır.
İmza: İmza: İmza
Güvenlik Görevlisi Muhasebe Müdürü Genel Müdür
Dursun DURALİ Azmi SERTOĞLU Bahtiyar BAMTELİ

Tutanak imzalandı. Genel Müdür, Muhasebe Müdürüne: ‘’ Yarın gündüz vardiyasına söylüyorsun, yarım sat geç çıkacaklar. Akşam vardiyasındaki bu 14 kişiyi Seminer salonunda topluyorsun ifadelerini alacağız. Sen önceden bu fotoğrafları çıkart, savunma tutanaklarını kişiye özgü hazırla.
Bu tutanak da Cengiz Çelik’e ait. Buna da uygun bir para cezası yaz, getir imzalıyım; tebliğ et.
*
8 Ekim:
Muhasebe müdürü, fabrikaya gelir gelmez yaptığı ilk iş gece vardiyasında çektiği resimleri çıkartmak oldu. İkinci iş: Cengiz Çelik’e ceza bildirimi yazmak oldu:
SAYI: …./
Tarih: 8 Ekim/….
Konu: Ceza bildirimi
Sayın Cengiz Çelik 7 Ekim Tarihi’nde Fabrika ürünlerinden bir adet kolu izinsiz ve hiç kimseye haber vermeden alıp zimmetinize geçirdiğiniz, ‘’Güvenlik Görevlisi’’nin tuttuğu tutanakla tespit edilmiştir. İşlemiş olduğunuz bu suç karşılığı Maşınızdan bir günlük ücret kesimi yapılacaktır.
Benzer bir suçu ikinci kez işlediğiniz tespit edilirse iş sözleşmeniz sona erdirilecektir.
Bilginize rica ederim.
Genel Müdür
Bahtiyar BAMTELİ
Muhasebe Müdürünün yaptığı üçüncü iş: 14 adet savunma belgesini hazırlamak oldu:

Sayın:……………………. 7Ekim /…., saat3.30’da yapılan denetimde iş yerini terk ettiğiniz, işinizin başında olmadığınız tespit edilmiştir. Savunmanızı üç iş günü içerisinde yazılı olarak vermenizi rica ederim.

Genel Müdür
Bahtiyar BAMTELİ
Muhasebe Müdürü, hazırlamış olduğu belgelerle genel müdürün odasına çıktı. Genel Müdür belgeleri tek tek inceledi, hazırlanan belgelerin istediği nitelikte olduğunu söyleyerek imzaladı. Muhasebe Müdürüne:
- Hemen Cezayı Cengiz’e tebliğ et. Üç gün sonra da aynı şekilde 14 kişiye bir ceza; onların cezası daha ağır olacak tabi ki… Bak gör sen ondan sonra keyfi hareket edebilecekler mi? ..
Ömer, servisleri dolaşıyor, okunmuş gazeteleri alıyor; satır satır okuyor. Her an her alanda var olan Ömer.. Artık konuşulanları duyabiliyor, konuşmaları telefona kayıt edebiliyor; ilk ses kayıdını yaptı bile:
- Genel Müdür öldü de kurtulduk. O olsa günlük paketlemeye kaç ürün girer, kaçı paketlendi, kaçı paketlenmedi bilirdi. Ola ki biri paketlenmedi; anında sorgulardı. Burada bir ay paketleme yapmayalım bunun ruhu duymaz. Dün ben bir telefon götürdüm bebeye verdim oyuncak diye oynar.
Ömer, ilk kaydını Genel Müdürüne dinletti. Genel Müdür duyduklarına inanamadı: ‘’ Demek ki öğrenecek daha çok şey varmış.’’dedi.
İlk yazısını yazdı:
Üretim Atölyesi Şefliğine
Günlük üretilen ürünlerin listesi, paketleme bölümüne verilen ürünlerin listesi; günlük rapor olarak tutulacak, mesai bitimi Genel Müdürlüğe teslim edilecek.
Gereğini rica ederim.

Paketleme Bölümü Şefliğine
Günlük üretim bölümünden teslim alınan ürün listesi, bu ürünlerden paketlenen ürün listesi, paketlenemeyen ürünün paketleneme nedeni belirtilerek listelenecek, her gün günlük raporlar mesai bitişi Genel Müdürlüğe teslim edilecek.
Genel Müdür, İnsan Kaynakları Bölümü’nü arayarak Paketleme Bölümü çalışanlarını seminer salonuna toplamasını istedi. Kendisi ses kaydını CD’ ye aktardı. İnsan Kaynakları Halkla İlişkiler Müdürünün: Salon Hazır Genel Müdürüm.’’demesi ile CD’yi alarak seminer salonuna girdi. Salonda İnsan Kaynakları Müdürüne CD’yi bilgisayara yerleştirip CD’yi açmasını istedi.
CD’deki konuşmayı duyan kafasını öne eğiyor, Genel Müdürle göz göze gelmemeye çalışıyordu. Duyduklarına İnsan Kaynakları Müdürü de çok şaşırdı.
Genel Müdür:
- ‘’Bahtiyar Bamteli’nin ruhu duymaz….’’ Öyle mi? Duymaz da bu ne? Cengiz Çelik, Kalk ayağa, ceza bildirimini aldın mı?
Cengiz:
- Aldım Sayın Müdürüm, şeytana uydum, özür dilerim, size söz, bir daha şeytana uymayacağım.
Genel Müdür:
- Bir iş yerinde şeytana değil, iş yerinin kurallarına uymayı, bunca yıl öğrenemediysen suçlu Bahtiyar Bamteli mi?
Rahmetli babam öldü, bir süre kendimi toplayamadım. Sizin anlayacağınız işe kendimi vermedim, veremedim. Kendimi toparladım; bir süre sizi izlemeyi, sizin kendinize ve işinize olan saygınızı test etmek istedim. Doğru olan bu idi; sizlere göre tavır belirleyecektim. İlk gün sizin karşınıza kendi kurallarımla çıksam, sizleri tanıyamayacaktım; şimdi her birinizi en ince detayı ile tanımış oldum. Sizler ruhumun duymadığını sandınız, gece vardiyası sabaha kadar uyudu; aybaşı maaş aldı. Sizlerin her biri akşama kadar işte kaytardığı yetmezmiş gibi akşam evine giderken çantasına, cebine bir şeyler koydu. Nelerin sizler tarafından götürüldüğü tek tek kayıt altında. Ben önemsemedim. Ben onları size bağışlayarak sizleri tanıma fırsatı buldum. ‘’Bamteli’’min atacağı günü, saati bekledim, ‘’ Bamteli’’m çoktan attı; hiç birinizin özür dilemesi, yalvarması ‘’Bamteli’’mi geri getiremez. İlk uygulamaya Gece vardiyasından başladım; her birine bir maaş kesim cezası vereceğim. Size gelince size vereceğim ceza sırada, bugün vermeyeceğim. Şimdilik şunu bilin Bahtiyar Bamteli’nin ‘’Bamteli’’ attı, bundan sonra elim omzunuzda, gözüm üstünüzde, attığınız her adımda, aldığınız her nefeste karşınızda olacağım. Aklı başına gelmeyen kendini kapı dışında bulacak, o zaman rahmetli babamı arayacaksınız. Şimdi dersinizi almışsanız işiniz başına. Şunu unutmayın bu ilk ve son ders. İkinci ders yok. İkinci derse ihtiyacı olan dersi başka kapılarda alacak.
Çıkışta herkes bir birinden habersiz kendi kendine aynı cümleyi tekrarlıyordu: ‘’ ‘’İkinci derse ihtiyacı olan, dersi başka kapılarda alacak.’’ Bu krizde işten atılırsam yandım anam! ’’ ‘’ Ya götürdüğüm…….. ürünü bahane eder işten atarsa? ... En iyisi suçu itiraf etmek.’’
Ertesi Gün, genel Müdüre 10 adet dilekçe sunulmuştu:
Sayın Müdürüm, şeytana uydum.
Sayın Müdürüm, kaynanama uydum.
Sayın Müdürüm, hanıma uydum.
Sayın Müdürüm, çocukların yalvarmasına dayanamadım. Şeklinde uzayıp giden mazeretler… Mazeretlerden sonra:
Sayın Müdürüm, habersiz aldığım bir adet, iki adet, üç adet… ….. … ürünün ücreti; ilk maaşımdan kesilsin.
Size, bir daha şirketinize zarar verici hiçbir tebessümde bulunmayacağım sözünü veriyorum.
Bağışlamanızı arz ederim.
İsim:
İmza
*
11 EKİM
Gece vardiyasının tüm savunmaları geldi. Genel Müdür, Savunmaları tek okudu. Savunmalarda kimi saat tam 3.30’da tuvalette olduğunu yazıyor, kimi:’’Uykum geldi uykumu dağıtma adına saat:3.30’da 10 dakikalığına hava almak için dışarı çıktım.’’ yazmış. Çok azı suçunu itiraf etmiş. Genel Müdür, Personel İşleri Müdürünü çağırdı ve nasıl bir ceza verebileceklerini sordu. Personel İşleri Müdürü, aylık kesmenin suçu ispatlanamadığı için şikâyet durumunda suçlu duruma düşeceklerini, en doğru cezanın bir günlük ücret kesmek olduğunu belirtti. Genel müdür sekreterini çağırdı ve 14 kişiye özgü: ‘’Savunmanız yetersiz bulunarak bir günlük ücret kesim cezası aldınız, benzer suçun tekrarı durumunda iş sözleşmeniz tek taraflı sona erdirilecektir şeklinde yaz getir.’’ dedi.
Sekreter, Genel müdürün istemiş olduğu ceza bildirim belgelerini hazırladı getirdi, Genel Müdür imzaladı. Personel işleri Müdürüne: ‘’ Bu cezaları tebliğ et.’’ dedi.
Personel işleri Müdürü akşam mesai bitimine kadar cezaları tek tek tebliğ etti. Ceza bildirimini alıp okuyanların hiç biri aldıkları bir günlük ücret kesim cezasına üzülmüyordu. Yüreklerine korku serpen son cümle idi:’’ ‘’Benzer suçun tekrarı durumunda iş sözleşmeniz tek taraflı sona erdirilecektir.’’
Ertesi gün, fabrikanın bütün birimlerinde cezalar konuşulmaya başladı. Herkes kendi gölgesinden korkuyor; servise her gireni Genel Müdüre benzetiyor. İşittiği her sesi Genel Müdürün sesi olarak algılıyor. Biri, birine bir el şakası yapsa, eli ensesinde hisseden: ‘’Emredin Genel Müdürüm! ’’ diyor. Ne demişti Genel Müdür:’’Elim ensenizde.’’
Her sabah, her çalışan Genel Müdürden: ‘’Azar işitir miyim, ceza alır mıyım? ’’ korkusu ile işe başlıyor. Akşam mesai itimi derin bir ‘’ Oh’’ çekiyor: ‘’Şükür kazasız belasız bir gün daha atlattım.’’diyor.
Servislerde kimse birbiri ile konuşmuyor, kimse kimseye güvenmiyor; herkes birbirinden kuşkulu. Nefes alış verişler bile kontrol altında. Tüm dikkatler çalışmaya yoğunlaşmış… Tek ortak özellik; birbirinden habersiz tekrarlanan sayıklamalar: ‘’Ya, işten atılırsam…’’

Ömer, her servisin konuşmalarını, korkularını tek tek yazıyor; rapora dönüştürüp genel müdürüne sunuyor. ‘’Sayın Genel Müdürüm, bütün birimler işten atılmak korkusuna kapıldı. Nefes bile almadan kendilerini işe verdiler.
Genel Müdür:
- Daha dur, bu ilk korkuları, daha onlara ne korkular yaşatacağım. ‘’ Genel Müdürün ruhu duymaz’’ mış, onların ruhuna okuyacağım. Ne demiştik Ömer:’’ Uyanık olan her zaman kazanır. Söyle bakayım iki kere iki kaç eder?
- Ömer:
İki kere iki dört eder Genel Müdürüm.
Genel Müdür:
- Aferin Ömer, sende büyük gelişme var, sendeki bu gelişmeyi bir bilgisayarla ödüllendiriyorum. Yarın uğra bilgisayarını benden al.
Ömer:
- Bendeki gelişme sayenizde oldu Genel Müdürüm, bilgisayar için teşekkür ederim.

Ömer çıkışta bilgisayar sayıklıyordu: ‘’Bilgisayar, bilgisayar… Ben bilgisayarı nasıl kullanacağım? ’’ Hemen aklına ilk gün geldiğinde kendisine fabrikayı tanıtan Salih geldi. Salih dememiş miydi: ‘’ Ne sıkıntın olursa hiç çekinmeden gel, her konuda yardımcı olurum.’’ Artık Ömer, izinli olduğu günlerde, saatlerde uyumayacak, bilgisayar öğrenecek. Fatimesi’ne mektubu bilgisayarda yazacak, raporları bilgisayarda tutacak. Gazete kurdu olan Ömer, bilgisayar kurdu da olacak. Gelsin bilgisayarlı günler…

Ömer, ertesi gün bilgisayarını alır almaz, Salih’in odasına gitti. Salih, Birinci gün bilgisayarı açmayı kapatmayı, word sayfası açma, word sayfasında yazı yazmayı öğretti. Ömer’e:’’ Yazdıklarını kaydedersin. Burada yazıcıdan çıktısını ben alır, sana veririm.’’ dedi.

Ömer, odasına geldi. İlk mektubu yazmaya başladı:
Fatimem,
Çalışmalarım her gün Genel Müdürün hoşuna gidiyor. Bana ödüller veriyor. Bugün bir bilgisayar hediye etti. Artık bundan böyle sana mektupları bilgisayardan yazacağım.
Fatimem, çalışmalarım yorucu değil, servislerin denetimini yapıyorum. Günlük iki saat ya çalışırım ya çalışmam. Bir de gece nöbetlerim oluyor, oda saat başı.. Onun harici bol bol gazete okuyorum. Bugünden sonra bilgisayar öğrenmekle meşgul olacağım. Fabrikada bir arkadaş:’’bir haftada sana bilgisayarın her şeyini öğretirim.’’ dedi.

Fatimem, bilgisayarı öğreneyim sana daha çok yazacağım, şimdilik hoşça kal. Seni çok seviyorum. Çok da özledim.

Ömer bir taraftan gazete okuyor, bir taraftan bilgisayar öğreniyor… Gazetelerde ev kiralarına bakıyor, bilgisayarda kiralık ev ilanlarına bakıyor. Baktığı evlerin bir kısmının kirasına aldığı maaşı verse 50Tl kalıyor; bir kısım evlere kira olarak maşının üzerine 50Tl, 100Tl daha eklerse kira bedelini karşılıyor hatta bir kısım evlerin kirası için iki maaşını birleştirmesi gerekiyor.
Ömer, İstanbul’a niçin gelmişti? .. İş bulmak… İşi bulmuştu. Bir yıl çalışmak sonra Fatime’yi İstanbul’a getirmek. Fatime’ye İstanbul’da arzu ettiği hayatı yaşatmak. Bu şartta değil Fatime’ye arzu ettiği hayatı yaşatmak köydeki hayatı bile yaşatamazdı. Bütün bunları Fatime’ye yazdı. Bunların yanında Fatime’yi üzmeme adına. ‘’ Fatimececiğim, inan bana bir çaresini bulup seni İstanbul’a getireceğim. Çare arıyorum, çare… Çareyi nasıl bulurum bilmem ama tek bildiğim bu şartta seni İstanbul’a getirmek seni yaşatmak değil öldürmek olur.’’
Ömer, iş yerinde sadece iki kişi ile arkadaş olabilmişti. Birincisi: Salih. Salih’ten bilgisayar öğreniyor, yazdıklarını yazıcıdan çıkarttırıyor. İkinci arkadaşı: yemekhane görevlisi. İstediği saat yemekhaneden yemek yiyebiliyor, çay içe biliyor. Yediği yemekler; özel yemekler. Kurulan masalar Genel Müdüre hazırlanan masalara eşdeğer…
Bir gün yemekhane görevlisi Ömer’den bir ricada bulundu:
- Ömerciğim, bizim mahallede bir yoksul kadın var; beyi kanserden öldü, altı çocukla çaresiz kaldı, ben bu kadına her gün burada artan yemekleri götürüp dualarını alırım. Bugün çıkışta hastaneye gideceğim. Bizim bir akraba ameliyat oldu, ona geçmiş olsuna gideceğim, senin anlayacağın yemekleri götüremeyeceğim. Sana adres versem yemekleri sen götürebilir misin?
Ömer:
- ‘’Götürebilir misin? ’’ ne demek Sayın Abim, emrin olur, seve seve götürürüm.
Yemekhane görevlisi sefer taslarına yerleştirdiği yemekleri ve adresi Ömer’e verdi.
Yemekleri ve adresi alan Ömer, yola koyuldu. Önce mahalleyi buldu, sonra sokak… Sokağın sonuna kadar yürüdü. Sokakta evler bitti. Sokağın sonunda bir kulübe, ev demeye bin şahit ister. Ömer’in aradığı ev burası idi. Ömer kapıyı çaldı, kapının açılması ile; aynı anda kapı aralığında dışarıya çıkmaya hazır altı çocuk kafası gözüktü. Ömer önce kafalara baktı, sora ayaklara. Ayakların hiç birinde çorap yok, bir kısmında pantolon … Yüzler paspastan biraz daha kirlice… Burunlarda sümük; bir karış. Kafalarda tek ortak benzerlik ışılayan gözler. Gözler; Ömer’in elinde yemekleri görünce 500watlık ampul gibi parladı. Çocukların ardından utangaç tavırlarla anneleri belirdi. Ömer, geliş nedenini belirterek getirdiği yemekleri verdi.
Ömer, dönüşte: ‘’İstanbul’da hayat..’’ hayat diyordu. ‘’ İstanbul’a Fatime’yi getirsem bu duruma düşer miyim? ’’ düşüncesine kaptırdı kendini; gördüğü manzara çok etkilemişti.
Ömer, gördüğü manzaradan o kadar etkilenmiş ki manzara rüyasına girdi:
Rüyasında, kulübede gördüğü kadın; Fatimsi’y’di. Çocuklar; çocukları, ‘’baba’’ diyorlardı kendine. Her yemek getirişte boynuna sarılıp öpüyorlardı.
Ömer, sabah kalktığında ev kiralarından Fatime’yi İstanbul’a getirme korkusuna bir yenisini daha ekledi; rüyasında gördüğü korku…
Ömer:’’Çare, çare…’’ diyordu. Çare bulmak için uyanık olacaksın. Ne demişti Genel Müdür: ‘’Uyanık olacaksın. Ömer: ‘’ Gözü dört açmak yetmiyor, gözü sekiz açmak gerekir.’’ diyordu.
Artık Ömer, gazetelerden kiralık ev ilanları okumuyor, bilgisayarda, kiralık ev ilanlarına bakmıyor. Ömer ekonomi haberleri okuyor, Ömer, şirket haberleri okuyor… Ömer, dolandırma haberleri, köşe dönmece haberleri okuyor:
Şansın böylesi ! Süper Loto talihlisi kuponunu makinaya oynatmış !

Süper Lotonun en büyük ikramiyesinin iki ortağından biri olarak 24 milyon 908 bin 903 lira kazanan Bursalı talihlinin, kuponu makinaya oynattığı ortaya çıktı.

Borsa petrol krızi ile sert bir düşüş yaşarken bir çok hisse senedi daha fazla değer kaybetti.
*
İrlandanın en zengini iflas etti
İrlanda’nın bir önceki en zengin adamı Sean Quinn’in, servetinin büyük bir kısmını batmakta olan bir bankaya yatırmasının ardından iflas ettiği açıklandı
Cep virüsü ile 2 milyon lira çaldılar
İnternet üzerinden cep telefonlarına gönderdikleri özel bir virüsle elde ettikleri bilgileri kullanarak banka müşterilerinin hesaplarını boşalttılar.
Böyle dolandırıcılık görülmedi
İstanbulun göbeğinde, kendilerini Hızır Aleyhisselam ve Turabi Hazretleri diye tanıtan dolandırıcılara inanan genç, şahıslara bir miktar parasını kaptırdı.

Ömer, bütün ekonomi terimlerini öğrenmişti. Çek, senet, naylon fatura, karşılıksız çek, protesto senetleri, iflas, kayyum, kayıt dışı ekonomi, kıdem tazminatı, pirim akla ne gelirse …

Geçen beş ay sürede Ömer, Fabrikayı; fabrika girdi çıktısını öğrendiği gibi nerdeyse dünya ekonomisini yorumlayacak bilgiye sahip olmuştu.

Geçen beş ayın sonunda, sendika seminer salonunda bilgilendirme semineri veriyordu. Sendika yetkilisi:
- Değerli emekçi dostlar, yaşadığımız süreçte işverenler krizi bahane ederek sürekli emekçilerin lehinde arayışlar içerisine girdi. İşçi çıkartmak için fırsat kolluyorlar.
Emekçi Dostlar, yaşadığımız süreçte düne göre daha uyanık olmak, düne göre daha dayanışma içerisinde olmak zorundayız. Çalıştığınız kurumda işvereniniz iş yoğunluğunun düşmesi nedeni ile belirli bir süre işe gelmemenizi, izinli olduğunu söyleyebilir.’’ Ücretinizi alacaksınız.’’ diyebilir. Ücret sevdasına kapılarak işe gelmemeniz durumunda mazeretsiz işe gelmediğiniz tutanağını tutar ve sizin çıkışınızı verir. Bu durumda tazminat talep etme hakkınız ortadan kalkar. İzin, işten atılma, ödül, ceza aklınıza her ne gelirse; iş verenizin size vermeyi taahhüt ettiği her şeye karşılık yazılı belge isteyeceksiniz, belge vermediği hiçbir uygulamasını kabul etmediğinizi bildireceksiniz.

Emekçi Dostlar, her ay sigorta primlerinizin yatıp yatmadığını kontrol edeceksiniz. İşverenler arasında altı ayda bir işçilerin giriş çıkışını yapmak moda haline geldi. Siz yılınızı tamamlayıp kıdem tazminatı aldığınızı düşünürken içerde ödenen pirim miktarının düşük olduğunu iş işten geçtikten sonra öğreniyorsunuz. Olası bir durumda işten ayrılmanız durumunda alacağınız tazminatlar sizler için bir güvencedir. Güvencenizi işverenin rızasına bırakmayın.

Ömer, anlatılanların hepsini anlıyordu. Anlamasına anlıyordu da anlatılanların hiç birine uymuyordu durumu. Daha doğrusu anlatılan tehlikelerin hepsi Ömer’de mevcuttu. Ömer, sigortasız kayıt dışı çalıştığının farkındaydı. Herkes maaşını bordrodan takip edebiliyordu. Bordroda Ömer’in adı yoktu. Bu demekti ki Ömer kayıt dışı. Bırakın sigorta primini, Ömer’in maaş aldığını belgeleyen tek bir belge yoktu; Ömer Bütün maaşlarını Genel Müdürden elden almıştı.

Ömer, için artık Genel Müdür, askerlik arkadaşı değildi. İşvereniydi. İşvereni gibi değil, askerlik arkadaşı gibi davransaydı, kendisinin yasal haklarını elinden almazdı. Ömer, işverenden hak hangi yollarla alınıyorsa hepsini deneyecekti.
Ömer’i düşündüren haklı olduğunu ispatlayamamak. İş yerinde kimse Ömer adına tanıklık yapmazdı. Ömer yine de biliyordu ki ispatlamanın bir yolu olmalı. O yolu bulacaktı Ömer.

Ömer köyden ilk geldiği saflıkla fabrika görevini yürütüyor. Hitapta kusur işlemiyor:’’Emredersin Sayın Genel Müdürüm.’’ diyor. ‘’İki kere iki dört eder.’’derken de ‘’İki kere ikinin hesabını vereceksin Uyanık bahtiyar.’’ diyordu içinden.

Ekonomi haberleri okuyan Ömer’in dikkatini, işten atılma haberleri çekmeye başladı. İşten atılanların, iş bulamayanların; köprüden atma gösterileri, benzin döküp kendini yakma girişimleri, kendini zincirlemeleri, inşaatın çatısından atma girişimleri… Hepsinin ardında bir basın ordusu vardı. Çare arayan susuyor, basın konuşuyordu. Ömer de susup basını konuşturabilir miydi? .. Ömer geceli gündüzlü senaryolar yazmaya başladı.

Ömer; Fabrikadaki işine her gün daha fazla sarılıyordu. Genel Müdür’e göstermediği iltifatları sergiliyor, beklemediği başarıları sergiliyordu. Ödül üstüne ödül de alıyordu. Genel Müdür’ün güvenini tam olarak kazanacak… Genel Müdürün en güvendiği bir görevi yerine getirmeyerek Genel Müdürün tepkisini çekecekti.

Kendini işe, Genel Müdüre adayan Ömer için, zaman su gibi akıyordu. Ayın biri bitiyor, biri başlıyor…

Yıl bitmiş, iş yerinde açık kovalayan Ömer, Genel Müdür’ün tepkisini çekeceği anı kovalamaya devam ediyordu.

Bir sabah, Genel Müdür, telefonla Ömer’i odasına çağırdı. Ömer’e bir takım elbise sunarak giyinip gelmesini istedi. Ömer, elbiseyi aldı, odasına giderek giyindi. Genel Müdürün odasına girmeden önce tuvalete gitti, aynada kendisine tekrar tekrar baktı. Elbise ömründe ilk giydiği türden bir elbise. Ömer’i olduğundan çok farklı gösteren bir elbise…

Ömer, Genel müdürün odasına girdi, teşekkür etti. Genel Müdür:
- Ömerciğim, bugün izinlisin. Yarın bizim için çok önemli bir gün olacak. Bir şirketin üst düzey yetkilileri iş görüşmesine gelecek, gelenleri saat 10’da fabrikanın girişinde sen karşılayacaksın. Arabaları durur durmaz kapılarını açacaksın, hoş geldiniz diyeceksin, güvenliğe arabalarını parka almalarını söyleyeceksin, misafirlerimizi alıp odama getireceksin. Arabalarını gördüğün anda benim telefonu da bir çaldır. Şu parayı da al güzel bir saç sakal tıraşı ol.
- Ömer Anlaşıldı Genel Müdürüm. İsteğinizi harfiyen yerine getireceğim.
Genel Müdür:
- Ömerciğim, bir kez daha söyleyeyim gelenler bizim için önemli, sakın ola bir yanlışlık yapma. Yanlışlık yaparsan hesabını sorarım.
Ömer:
- Meraklanmayın Genel müdürüm. İzninizle hazırlığıma başlayayım.

Ömer’in çıkışta beyninin içinde: ‘’ Hesabını sorarım.’’ Cümlesi tekrarlanıyordu. Ömer: ‘’Beklediğim gün geldi, hesabımı sor uyanık Bahtiyar.’’diyordu.

Ömer, akşamdan iki boş varili alarak fabrika sokak girişine, duvar dibine sakladı, birkaç da küçük, ağzı açık, diplerinde boya olan boya kutusu koydu.

Sabah, mesai başlamadan Ömer, fabrikanın köpeğini aldı, çıkışta güvenliğe:’’Saat 10’a kadar izinli olduğunu, köpeği gezmeye çıkarttığını’’ söyledi.

Ömer, Köpekle saat 9.30’a kadar dolaştı. Sat 9’.30’da sokağın köşesinde nöbete geçti. Saat ona on kala varilleri yola; trafiği kesecek şekilde yerleştirdi, varillerin dibine boya kutularını.

Ömer sokaktan geçecek araç olduğu zaman yolu açıyor, araçlara yol veriyor. Araç geçtikten sonra tekrar yerleştiriyor.

Beklenen an geldi. Beklediği misafirlerin aracı geldi. Araç durdu, biri indi, önce boya kutusunu alıp fırlatırken boya kolundan aşağı, gömlek pantolon, ayakkabı döküldü gitti. Varilleri kaldırarak yolu trafiğe açtı. Arabaya bineceği anda Ömer, önüne geçti: ‘’Bahtiyar Bey geçişinizi engellemem için beni görevlendirdi, geri dönmezseniz köpeği üzerinize salarım. ‘’ Köpeğin ipini uzattı, köpeğin fırlaması ile misafirin arabaya binmesi bir oldu. Ömer, köpekle yolun ortasında, taksinin önünde barikat kurdu. Çaresiz kalan misafirler geri geri giderek dönüşlerini yaptı ve sokağı terk etti. Arkalarından; Ömer, bir taş attı, köpek havladı…

Ömer, Genel Müdürün odasına çıktı:
- Genel Müdürüm beklediğimiz misafirler gelmedi.
.
Genel Müdür, beklediği misafirlerinin gelmeme nedenini anlamak için telefon etti. Bir yandan telefonla konuşuyor, bir yandan bakışları ile Ömer’i yiyip bitiriyordu. Ter; buram buram… Telefonda: ‘’Benden öyle bir davranış nasıl beklersiniz, inanın haberim yok, o kişinin canına okuyacağım, ne olur geri dönün.’’ diyordu. ‘’İzin verin ben size geleyim.’’ Telefonu kapatışından yalvarmalarının işe yaramadığı anlaşılıyordu. Ömer’e dönerek:
- Yediğin halttan utanmıyor, bir de yalan söylemeye cesaret edersin bu ne cüret?
Ömer:
-Sayın Genel Müdürüm her gün ödül almaktan sıkıldım, bir ceza da ben alayım dedim.
Ömer’in konuşması ile birlikte Genel Müdür kontrolünü tamamen yitirdi. Yerinden kalktı:’’Ceza almak istersin ha, al sana ceza.’’ demesi ile yumruğunu fırlattı, Ömer’in sağ gözü yumruktan hızlı hareket ederek yumruğu yakaladı. Yumruk geri gitti; gözün üstünde bir yumruk resmi. Ömer: ‘’Yumruk vuran elleriniz dert görmesin genel Müdürüm, ne olur bir yumruk daha.’’Genel Müdür iyice çılgına döndü; ’’Al sana bir yumruk daha.’’ Sol yanakta bir yumruk resmi daha… Genel Müdür, olan bitene almam veremedi: ‘’Ben böyle bir salak, ömrümde görmedim.’’ diyerek yerine oturdu. Sinirleri yatışmadı. Ömer’e baktıkça deli oluyordu. ‘’Ömer’e defol karşımdan, beni çileden çıkartma! ’’ dedi.

Ömer, tuvalete girdi önce içerisini kontrol etti; tuvaletin boş olduğundan emin olunca kabinin birine geçti, kapısını kapadı. Hemen polisi aradı, Polise işvereni tarafından saldırıya uğradığını kan kaybından gitmek üzere olduğunu söyledi. Geçti aynanın karşısına. Resimde eksiklikler vardı. Kafasına, yüzüne vurabildiği kadar vurdu, şişirebildiği kadar şişirdi… Resme yine baktı; resmin boyası eksikti. Cebinden jileti çıkarttı, kafasına, yüzüne kaşına çizikler attı. Resme tekrar baktı. Bu defa boya fazla kaçmıştı, ortada kaş göz, burun hatları belirsiz… Her taraf kan içinde…

Ömer, kanlar içinde tekrar Genel Müdürün odasına girdi.’’ Sayın Genel Müdürüm, ecza dolabı bulamadım. Kanı durdurmak için ne olur bir pansuman yapalım.’’ Genel Müdür telefonun tuşlarına basarken iki polis içeri girdi. Dışarıda bir ambulans. Genel Müdür şaşkın. Koluna kelepçe vuruldu. Ömer, Ambulansa, Genel Müdür Polis otosuna.

Ömer; hastaneye kaldırıldı, dikişler atıldı, pansuman yapıldı, sonra hastane polisi tarafından ifadesi alındı. Ömer ifadesinde 12 aydır çalıştığını ve maaşını alamadığını, maaşını istemek için Genel müdürüne gittiğini, gittiği zaman Genel Müdürü tarafından fiziksel şiddete uğradığını ve işten kovulduğunu söyledi. Savunmasının dışında bir de polisten odada bulunan eşyalarının alınmasını istedi. Ömer, sorgusun ardından adli tıpa yollandı.

Polis, Bahtiyar’ın ifadesini aldı. Bahtiyar, dövdüğünü itiraf etti, mazeret olarak da sinirlerine hâkim olamadığını belirtti.

Polis, Ömer’den gelen şikâyetin doğruluğunu anlamak için o gece Fabrikada gece vardiyasında çalışanların tanıklığına başvurdu. Tanıkların hepsi, Ömer’i Genel Müdür’ün konuğu olarak tanıttığını, Ömer’in bir yıldır geceli gündüzlü fabrikada olduğunu, bütün birimlere girip çıktığını söyledi.

Ertesi gün gazeteler Ömer’i manşetten verdi:

Bir yıldır Maaşını alamayan Ömer Bahtsız, maaşını istemek için gittiği işvereni tarafından bu hale sokuldu. Altta resim.

Haberin detayında gazetelerin birinde Ömer’deki dikiş sayıs:ı üç, birinde; dokuz, birinde; on iki…

Ertesi gün polis, Fabrikanın tüm personelin ifadesini aldı.

Polis tarafından sorgusu tamamlanan Bahtiyar, nöbetçi savcıya çıkartıldı. Savcı fabrikanın bir yıllık maaş bordrosu ve SSK pirim poliçelerine el koydu. Bahtiyar’ın tutuksuz yargılanmasına karar verdi, hastane polisi tarafından gelen dosya ile polis karakolundan gelen dosyaları, adli tıptan gelen raporu birleştirdi; hazırlamış olduğu dava dosyasını mahkemeye sev ketti.

Polis tarafından, Ömer’in eşyaları getirilerek Ömer’e teslim edildi. Polis, Ömer’e bir mektup göstererek özelikle saklamasını, mahkemede delil olarak kullanabileceğini söyledi. Polis: ‘’Mahkeme gününü beklemeden bir fotokopisini savcılığa teslim ederek dosyana ekletebilirsin de.’’ dedi.

Mektup; Ömer’in Fabrikaya ilk geldiği gün Fatimesi’ne yazdığı mektuptu. İlk gün, çarşıyı, PTT’yi bilmeyen Ömer, sonra gönderirim diye mektubu yatağının altına koymuş, sonra da unutmuştu.

Hastaneden çıkan Ömer’in yaptığı ilk iş; mektubu dava dosyasına ekletmek oldu. İkinci iş; kendisine kalabilecek geçici bir mekân bulmak oldu. Ömer, geçici barınma mekânı olarak; yemek getirdiği çaresiz kadının arka sokağında benzer bir kulübe buldu.

Ömer, konutuna yerleştikten sonra gazetedeki kendisi ile ilgili haberi tekrar tekrar okudu. Gazeteye çıkmak beklentisinden kolay olmuştu, şimdi sıra haberin devamını getirmek; bir yandan gazeteler, bir yandan TV’ler… Gazeteler Ömer’i mağdur gösteriyordu. Yapacak tek iş mağduriyeti arttırmak. Yemek götürdüğü Çaresiz durumdaki kadını ikna edebilirse mağduriyet rolü eksiz demekti.

Ömer, küçük bir hediye paketi hazırlayarak kapıyı çaldı. Pakette çocuklara; bisküviler gofretler, şekerler, balonlar vardı. Paket daha Ömer kapıda iken paylaşıldı. Ömer, kapıda kala kaldı. Evin kadını, Ömer’in gitmesini bekliyor; Ömer, kadının buyur etmesini. Bir süre bakıştılar... Kadın bakışlarını gizliyor, arada bir dönüp bakıyor. Bakıyor ki Ömer kapıda bekliyor… Buyur edemiyor, kapı dışı edemiyor, içinden; ‘’Ne zor bela, dul kadın olmak.’’ diyor. Ömer dayanamıyor başlıyor konuşmaya: ‘’Sizi rahatsız ettiğimin farkındayım, eğer içeri girmeme izin verirseniz, sizin iyiliğiniz için beş dakika sizinle konuşmak istiyorum.’’ Kadın ağzını açmadan başını çevirip eli ile içeri buyur etti. Kapıyı kapadı, pencere dibine oturdu, bir yandan Ömer’i dinliyor, bir yandan perdeyi aralayıp dışarıdan gelen giden var mı diye dışarıyı kontrol ediyor. İçinde bir kuşku: ‘’Ya bir şey diyen olursa, elin ağzı torba değil ki büzesin.’’
Ömer, cebinde sakladığı gazeteyi çıkartıp gösteriyor ardından konuşmaya başlıyor:
- Bütün gazeteler peşimde. Şimdi ne edip edip bir yardım kampanyası başlatma çaresi yaratmak gerekiyor. Şu çocukların yoksulluğu bir defa TV’lerde yayınlansın yardımlar çığ gibi büyüyecek. Ben düşündüm ki sizinle evli gözüksek TV’lerin burada çekim yapmasına bir defa izin versek yeterli olacak. Evli gözükmek için üç beş konu komşu çağırsak, bir imam; bir imam nikâhı kıydırsak olay kendiliğinden gelişecek.
Kadının şaşkınlığını gören Ömer yalvarmaya başlıyor:
- Bacım, inanın amacım evlilik değil. İstedim ki şu çocukların yüzü biraz olsun gülsün. Size söz, ben evde hiç kalmayacağım. Size bir telefon veririm; ola ki TV, gazeteci geldi beni sordu, siz alo deyin ben gelirim. TV yapımcılarının üç beş sorusuna cevap verip giderim, sonra gelen yardımları siz alırsınız.
Kadın sustukça susuyor, Ömer yalvardıkça yalvarıyor… Çocuklar yalvarıyor: ‘’Anne, ne olur kabul et.’’
Ömer, kadının çocukları susturmadığını, göz göze bakıştığını görünce cesaretini topluyor:
- Ben yarına bir imam ayarlayıp getiriyorum, siz de komşularınızı toplayın bu işi resmiyete dökelim.
Çocuklar: ‘’Yaşasın! ’’diye bağırıyor, anneleri utancını ve sessizliğini sürdürüyor.

Ömer, Kadının çocuklara tepkisiz kaldığını da görünce içinden: ‘’Bu iş tamam’’dedi. Yerinden kalktı:
Ben şimdi gidiyorum, yarın imamla kaçta geleceğimizi bildiririm, siz de komşularınızı ona göre çağırırsınız.
Kadın, bunca süre sonra tek bir sözcük söyleyebildi:’’ Siz nasıl uygun görürseniz.’’

Ömer, bir yandan gazeteye çıkışını, bir yandan kadınla görüşmesini düşündü. Hepsi beklentisinden daha kolay, daha hızlı gerçekleşti. İçinden: ‘’Allah yürü kulum derse, bütün kapılar kendiliğinden açılır. Yürü oğlum Ömer, yürüyebildiğin kadar…’’

Ömer, aynı gün mahallenin imamını buldu, nikâh kıydırma talebini bildirdi. İmamdan Öğle namazı sonrasına söz aldı. Nikâh saatini; nikâhlısı adayına bildirdi. Nikâhlısının adını öğrendi. Nikâhlısının adı: Vesile Teslimiyet. Vesile de Ömer’in adını öğrendi.

Ertesi Gün Ömer, öğle namazını mahallenin camisinde en ön safta kıldı. Çıkışta imamdan mahalleye yeni taşındığını kimseyi tanımadığını, nikâh şahidi olarak birilerini bulmasını istedi. İmam şahitleri ayarladı. Ömer, imam ve şahitler Vesile Hanım’ın evine doğru yola çıktılar. Ev kapı aralığına kadar dolu… Bir kısmı dışarı çıkarak, erkekler içeri alındı. Nikâh kıyıldı. Nikâhla birlikte senaryonun birinci ayağı tamamlandı.

Ömer, önce İmam ve şahitleri uğurladı. Eve geri dönerek çocuklara bir şeyler almak için markete kadar gidip geleceğini söyledi. Bu bir sinyaldi; ‘’Komşu kadınlara evi boşaltın.’’ Çocuklar da senaryonun kahramanları, marketten alacakları kahramanların ödülleri…

Ömer, markette çocukların seveceği yiyecek içeceklerle, oyuncaklarla bir koli hazırladı. Ev için de çay şeker, tuz makarna.. Bir koli hazırladı. Ömer, senaryonun yazarı, yönetmeni, baş aktörü… Yanlışa, eksikliğe fırsat veremezdi.

Ömer, eve döndüğünde ev boşalmıştı. İçeri girdi, önce aldığı hediyelerini vererek çocukların sevgisini aldı, sonra Vesile Hanım için aldıklarını verdi. Konuşmasına başladı:
- Vesile Hanım, söz verdiğim gibi ben evde kalmayacağım. Bugün, TV geldiği zaman nasıl davranacağınızı anlatmak için geldim. TV geldiği zaman çocukların bir kısmı ağlayacak, bir kısmı: ‘’Baba, bana oyuncak ne zaman alacaksın? Baba, ben acım; baba, ben üşüdüm…’’ diye bağıra bildiği kadar bağıracak. Senin bir şey demene gerek yok, boynunu bükmen yeterli. Bu da beni araman için telefon. Benim numaram burada. Telefonu göstererek: ‘’Bura bastığın zaman, benim numaram çıkar, sonra şurasına basıp konuşacaksın’’ Şimdi bir deneme yapalım.
Telefon denemesi başarılı geçti. Ömer: ‘’Şimdi yapacak bir şey kalmadığına göre ben kalkayım, yapacak işlerim var.’’ Kalktı, bir baba gibi çocukları tek tek öptü. Çocuklardan ilk ‘’baba’’ sesini işitti. İşlerin olumlu gitme sevinci çocukların oyuncak alma sevincine eşdeğer… Mutluluk içerisinde evden ayrıldı.

Evden çıkar çıkmaz Ömer’in yaptığı ilk iş; teşekkür etme adına gazeteyi aramak oldu. Gazete röportaj için adres istedi. Ömer adresi verdi.
Ömer, o geceyi iple çekti. Sabah uyandı, giyinip cadde başındaki çorbacıya kadar yürüdü, çorbasını içti. Sokağın girişini gözetlemeye başladı. Ne zaman sokağa bir araç dönse Ömer, pür dikkat kesiliyor. Kaçıncı araç olduğunu sayamadığı bir araç çevresine bakınarak geliyordu. Ömer, araç içinde kamerayı görür görmez olanca gücü ile eve koştu. Araçtan önce eve vardı. Soluk soluğa: ‘’Birazdan gazeteciler geliyor, rolünüzü iyi yapın.’’ dedi. Taksinin evin önünde durduğunu görür görmez hepsi dışarı fırladı. Gazeteciler:’’Ömer Bahtsız ile röportaj yapmaya geldik, adresinin burası olduğunu tespit ettik.’’dedikleri an Ömer, çocukların ardından öne çıktı. Ömer Bahtsız benim, hoş geldiniz buyurun dedi.
Kameraman resim çekiyor, gazeteci soru yağmuruna tutuyor:
- Ömer Bey, bu evde mi oturuyorsunuz?
Ömer:
- Bu evde oturuyoruz.
- Ömer Bey 12 ay maaş almadınız mı?
- Almadım efendim.
- Nasıl geçindiniz?
- Arada işverenim küçük küçük harçlıklar veriyordu, onunla sadece ekmek aldık, onun dışında ufak tefek komşu yardımı.
Evli olduğumuzu kimse bilmiyordu. Tek hayalim, iş bulup maaş aldığımda bir ev tutup uygun bir eve taşınmaktı. Hep bekledik olmadı. Vesile Hanım, kocası öldükten sonra beni kocalığa kabul etti. Ben maaşı alamadığım için bu güne kadar hayallerimizi gerçekleştiremedik.. Beni yıkan işten atılma değil, şu çocukların yüzüne bakamama. Bu çocuklara baba olmaya söz vermiştim. Sözümü tutamadım.
Ömer, gözyaşlarına boğuldu. Çocuklar feryat feryat: ‘’Ağlama, babacığım, bizi de ağlattın.

Gazeteciler bir yandan soru yağmuruna tutuyor, bir yandan çocuklara çikolata vererek susturmaya çalışıyordu.

Gazeteciler, çocukların, evin, çevrenin tek tek resmini çektikten sonra ayrıldılar.

Ertesi gün Manşet Haber:

İşveren tarafın dövülerek işten atılan Ömer Bu evde yaşıyor! ....
Altı çocuk aylarca ekmek yüzü görmedi. Hepsi çıplak. Ömer’i yıkan işten atılma değil. Çocukların çaresizliği, çocuklara babalık yapamaması. Bu manzaraya insan olanın yüreği dayanmaz. Ben gazeteciliğim süresince böyle bir manzara ile karşılaşmadım.

Gazeteyi okuyan Ömer: ’’ TV’lerin eli kulağında. TV’lerden önce Fadime’yi de role hazırlamak gerekir.’’ diyordu.
Fatime’ye kısa bir mektup yazdı:

Fatimeciğim, gazetelere çıkmayı başardım. TV’ye az kaldı. TV’de görürsen inanma, hepsi rol, hepsi seni İstanbul’a getirmek için. Amacım bir yardım toplamak; toplayacağım para ile bir ev almak, seni İstanbul’a getirmek. Bu oyunun son sahnesi. Seni İstanbul’a getirmeme az kaldı. Senden tek isteğim, bana inanman ve sessiz kalman.

Şimdilik hoşça kal Fatimem.

İlk TV geldi. Çekim öncesi Ömer’e bir miktar para verdiler. Çekim yapıldı. Akşam haberlerinde haber spikeri, haberi yorumladıkça yorumlad:.
- Sıradaki haber mizansen değil gerçek, İstanbul’un göbeğinde. Gördüklerinize inanamayacaksınız. Ömer Bahtsız 12 ay işvereni tarafından maaş ödemeden çalıştırıldı, maaş istediğinde dövülerek hastanelik edildi, işten atıldı. 12 ay bu çocuklar aç ve çıplak kaldı. Bütün bunları yaşatanlar, göz yumanlar insanlığın öldüğünü ortaya koyuyor. Biz insanlığın ölmediğini ispatlama adına bir yardım kampanyası başlattık. Evin acil ihtiyaçlarını karşılamakla işe başlayacağız. Ömer adına bir hesap açtırdık. Para yardımı yapacaklar…………………….bu hesaba. Gıda yardımı yapacak olanlar TV’miz aracılığı ile yapabilir.

Ertesi gün, ilk yardımlar geldi. Yiyecekler koli koli… Çocuklara giyecekler oyuncaklar… Akşam haberleri için Ömer’e senaryo verildi. Artık Ömer, senaryo yazmıyor, çare aramıyor, sadece televizyon yapımcılarının verdiği direktifleri yerine getiriyor. Ömer’in ne söyleyeceği, nerde duracağı en ince ayrıntısına kadar yazılarak veriliyor, Ömer’e sadece yazılanları ezberlemek kalıyor.

Ömer, akşam haberlerine çıktı. Ömer’den önce Ömer’in ev çekimleri ekrana yansıtıldı. Ömer, bu evde yaşam mücadelesi verdiğini anlattı. İşvereni tarafından acımasızca dövülerek işten atıldığını anlattı. Yardım gönderen, gönderecek olanlara teşekkür etti.

Ömer’in ardından haber spikeri Ömer’in acıklı hayat hikâyesini biraz daha acı katarak dramatize etti. Yardımlar için hesap numaralarını tekrarladı.

Her gün haberlerde Ömer için yapılan yardımlar duyuruluyor; ‘’Ömer’in bir yıllık ev kirasını A Firması karşılama sözü verdi. Bir yıllık gıda giderini B Firması, bir yıllık yakıt giderini C Firması, çocukların okul ihtiyaçlarını D firması, Çocuklara ücretsiz dershane, tedavi yardımı ve tedavi gideri E firması tarafından karşılanacak. Ömer için bankada açılan hesaba para yatırmalar devam ediyor.

Ömer’e bir ev tutuldu; eve baştan aşağı döşendi. Ömer ve sözde ailesi yeni eve taşındı. Yeni eve taşınmayı TV haberlerin başında yayınladı.

Yeni eve taşınma haberi Ömer’in TV’de son haberi oldu. Yardımların ardı kesildi. Ömer, bankadaki hesabı kontrol etti, hesapta; hatırı sayılır bir para. Ömer, paradan bir kısmını çekti.

Ömer’in yardım parası ile yaptığı ilk iş estetik ameliyat.. Ömer’in kaş göz hatları değişti, çene uzadı… Ömer, bir de saçını boyattı; geçti aynanın karşısına… Kendini Ömer bile tanıyamamışsa başkasının tanıması imkânsız.

Yeni Ömer, yepyeni birev satın aldı; evi dayadı döşedi. Fatimesi’ni getirmek için çıktı yola.

Kapıyı çalan Ömer’ Fatime’nin şaşkınlığı ile karşılaştı; Fatime Ömer’i tanıyamadı, nerdeyse kapıdan kovacaktı, neyse ki sesinden tanıyabildi.

Ömer, görünüm değişikliğini uzun uzun anlattı. Uzun sözün özeti, Tv’lerin tanıttığı Ömer kimliğinden çıkarak İstanbul’da iş kurmak, Fatime’yi İstanbul’a götürmek... İşin içinde İstanbul’a gitmek olunca Fatime: ‘’ İyi etmişsin.’’ dedi.

Ertesi gün Fatime, ev eşyalarını topluyor, Ömer Kahveye gidiyor.

Ömer’de takım elbise yüz metreden parlıyor… İnce burun, yüksek topuk ayakkabı… Siyah cam gözlük, elde tespih… Omuzda kaşkol…

Ömer’in kahveye girmesi ile tüm kahvedekiler ayağa kalkıyor. Ömer, selamını veriyor; Ömer olduğunu belirterek oturmalarını söylüyor. Herkes şaşkın… Ömer söylemeden çayı geliyor. Herkes hoş geldin sırasına giriyor.

Ömer’e takılan kahve halkı tarih öncesinde kalmış, kimse soru soramıyor. Herkes pür dikkat Ömer’in ağzından çıkacak sözcüklere odaklı. Ömer, uzun uzun konuşmuyor; sadece Fatime’yi götürmeye geldiğini söylüyor. Cesaret edebilen birkaç kişi:’’Bizleri unutmazsın Ömer, bize de İstanbul’da iş bulursun.’’ diyebildi.

Ertesi gün Ömer, Püskülce’ye gitti. Eşyalarını taşıyacak bir kamyonet buldu, kamyonetle köye geldi. Kamyonete eşyalarını yükledi. Fatime ile kendisi de Kamyonete bindi. Püskülce’de sabah saatleri hariç İstanbul’a otobüs bulamazdı. İle kadar kamyonetle gidecek, ilden otobüse binecekti.

İlde mola verdiler. Birlikte lokantaya gidip yemek yediler. Ömer kendi telefonunu kamyonet şoförüne verdi, şoförün telefonunu aldı. Şoföre gideceği adresi de vererek iyi yolculuklar diledi.

Ömer, otobüs yazıhanelerden İstanbul için en ön sıradan bilet istediğini belirtti. Otobüs yazıhaneleri ön sıraların dolu olduğunu belirtti. Ömer Yazıhane yazıhane dolaşa dolaşa bir saat sonrası için istediği biletleri buldu; 1 ve 2 numara. Fatimesi’ne rahat bir yolculuk ettirecekti.

Otobüsün hareket saati geldi. Ömer ve Fatime yerlerine oturdu. Otobüs hareket etti. Fatime ilk defa otobüse biniyordu. İlk defa il dışına çıkıyordu. İlk defa İstanbul’a gidiyordu. Bir yandan Ömer’le konuşuyor bir yandan otobüsün geçtiği yerleri tek tek izliyordu.

Fatime, konuşuyor, otobüs gidiyor… Ömer arada bir saate bakıyor; ne de olsa İstanbul yolunu biliyordu. Kaç saat sonra varacağını biliyordu. Her saat geçişi:’’ Bir saat, bir saat azaldı.’’diyordu.
Fatime, konuşmaktan, Fatime çevreyi izlemekten yorgun düştü; başını Ömeri’nin omzuna koydu, uyumaya başladı.
Fatime, arada bir uyanıyor:’’Daha çok gidecek miyiz Ömerim? ’’ diyor. Ömer:’’Var daha.’’ diyor.

Ömer, Fatimesi’ni uyandırıyor:’’ Otobüs birazdan mola verecek.’’ dedi.

Otobüs dinlenme tesisine girdi. Ömer, Fatimesi’nin elini tuttu, otobüsten indiler. Ömer, lokantaya bakıyor, Fatime çevreye, çevre; dağlar, dağlar, yem yeşil ormanlar. Ömer Fatime’ye tuvaleti gösterdi, kendisi de girdi tuvalete.

Fatime, tuvalete şaşırdı, içinden:’’Köydeki evlerden güzel, güya tuvalet.’’ dedi.

Tuvaletten çıkan Fatime, bakınmaya devam ediyor:’’ Adı lokanta, lokanta değil çarşı; neler yok ki..’’

Ömer, Fatime’nin elinden tuttu, yemek reyonuna girdiler. Fatime sadece çorba aldı, Ömer, kahvaltılık; bal tereyağı, peynir, yumurta, oturdular masaya. Fatime çorbasını işti, Ömer kahvaktısını yaptı, üstüne Ömer iki çay, Fatime bir çay içti.
Otobüsün hareketi anons edildi. Ömer, Fatime’nin elinden tuttu, otobüste yerlerine oturdular.

Fatime, konuşmuyordu artık, çevresine bakıyor içinden:’’ Nerde bu İstanbul? ’’ diyordu. Başını Ömeri’nin omzuna tekrar koyuyor, başlıyor uyumaya.

Ömer’, Fatimesi’nin uyumasını izliyor, saçını okşuyor, arada bir saate bakıyor: ‘’ ….. saat kaldı İstanbul’a varmamıza.’’.diyor.

Fatime, uyanıyor:
- Ömer, her taraf ev, her taraf araba…
Ömer:
-Bu ne ki sen evi, arabayı istanbul’da göreceksin.
. Fatime:
- İstanbul daha da mı büyük? ’’
Ömer:
- Büyük mü ne demek, ucu bucağı yok.

Fatime, edebilse evleri arabaları sayacaktı; saymak mümkün mü? ...

Evler, arabalar, evler arabalar derken yolculuk bitti. Ömer, otogardan bir taksi çağırdı; Fatimesi’ni bindirdi, evinin yoluna koyuldu.

Fatime, takside giderken evi merak ediyordu. Taksi durdu. Ömer: ‘’Evimiz burası.’’ dedi. ’’ Fatime baktı çevresine… Gördükleri ev değildi. Hepsi gökdelen. Fatime, şaşkın... Fatimen’nin şaşkınlığını gören Ömer: ‘’ Evimiz şu karşımızda 5. Kat.’’ dedi.

Asansöre bindiler; kapı açıldı, Ömer, anahtarla evin kapısını açıyor, Fatime soruyor: ’’ Hani evimiz 5. Kattı? Ömer:
- Burası 5. Kat. Asansörle geldiğimiz için sen fark edemedin.

Ömer, kapıyı açtı, içeri girdiler. Fatime bakıyor; koltuklar dizilerde izlediği türden. Televizyon; dizilerde gördüğü türden. Avizeler… Vitrin… Hiç biri hayal edemediği, beklemediği türden, sarılıyor Ömer’i öpüyor. Fatime Ömer’e: ‘’Sana Hüso kadar olamadın demiştim, Hüso, senin tırnağın olamaz, Gülloş da benim saçımın teli. Bura nere, kapıcı dairesi nere? ..’’ dedi. Fatime, yorgunluğunu unuttu. Yeni evinde ilk çayını demledi. Baş başa çay içiyorlar. Fatime Ömer’i izliyor; Ömer eski tanıdığı Ömer değil, ev yaşadığı ev değil, hayal ettiği ev değil. Fatime, yerinde duramıyor. Dönüp dönüp evin her yanını geziyor. Fatime, pencereden dışarıyı izliyor; deniz manzarası… Dönüyor Ömer’e sarılıp öpüyor, sarılıp öpüyor:’’Ömerim! ’’diyor.

Ömer’in yükünü taşıyan kamyonet geldi. Ömer, Fatimesi’ne kıyamadı. Eşyaları tek tek kendisi taşıdı, Fatime yerleştirdi. O gün Fatime ve Ömer yol yorgunluğunun sonucu deliksiz bir uyku uyudu. Sabah ilk kahvaltılarını yaptılar. Kahvaltıdan sonra ver elini Nişantaşı…

Ömer, Nişantaşı’ında; Fatimesi’ni önce kuaföre götürdü. Fatime saçını kestirdi. Saçına röfleler, permalar… Pedikür, manikür…..Çıkışta Ömer; ‘’Şimdi güzel bir de kıyafet giydin mi gör kendini…’’ dedi.

Ömer ve Fatime,Nişantaşı’nın o mağaza senin, bu mağaza benim hesabına mağazanın birinden çıkıyorlar birine giriyorlar.Fadime, adını bile bilmediği elbiselerin birini giyiyor, birini çıkarıyor; geçiyor aynanın karşısına…. Her giydiğini beğeniyor.
Fatime, her mağazadan bir elbise; döpiyesler, etekler, kürklü mantolar, taytlar, tranboleler, Jartiyerler alıyor. Ömer de almıyor değil. Arada bir alıyor… Fatime’yle yarışmıyor.

Fatime, alış veriş sevinci ile geçen zamanın, oluşan yorgunluğun farkında değil. Geçen zamanı güneşin batması ile anladı, yorgunluğunu akşam eve gelişte... Yemek yemeye bile vakit ayırmadan uykuya teslim oldu.

Ömer, Fatmesi’ni bir gün Boğaz’da yemeğe götürüyor, bir gün balık ekmek yemeye… Bir gün Yeni Cami’de güvercinlere yem atmaya… Bir gün tiyatroya, bir gün sinemaya… Bir gün teknede boğaz turuna….

Fatimesi’ni gezmeye, Fatimesi’ni alışverişe, Fatimesi’ni yemeğe doyuran Ömer, kendi işine başlıyor.

Banka hesabında biriken tüm paraları çekiyor. Bir haftada bir şirket kuruyor. Şirket: ‘’BAHTLI DÂHİLİ HARİCİ İTHALAT İHRACAT LİMİTET ŞİRKETİ’’
Şirketin tüzüğünde yok yok… Elektrik, elektronik, gıda, eğitim, medikal, inşaat, turizm,….

Şirketin kuruluş işlemlerini tamamlayan Ömer, atlıyor köyüne. Köyünden, çevre köylerden işsizleri toplayıp getiriyor İstanbul’a. Buluyor bir gecekondu. Yerleştiriyor bir odaya on kişi. Veriyor her birine 50’şer, 100’er lira. Topluyor hepsinin kimliklerini. Hepsi adına değişik bankalara çek başvurusu yapıyor, yaptırıyor.

Kâğıt üzerinde bir şirket; bir şirket daha kuruyor, birinin üstüne, birilerinin üstüne...

Ömer, Teslime’yi de yabana atmadı. Teslime, Şirketin temizlikçisi, Teslime şirketin çaycısı. Teslime, Fatime’nin yardımcısı. Teslime, çocuklarını doyuracak kadar para da alıyor.

Ömer, alım satım ilanlarını kovalıyor. Birinden alıyor, birine satıyor. Birinden alıyor birine satıyor… Devamlı iş yapacağı kurumlara gerçek ödeme, karşılıklı çekler. İlk alış verişlerde noksansız ödemeler..

Sürekli iş yapmayacağı kurumlara, ikinci alımlarda karşılıksız çekler, aracı şirket üzeri alımlar. Önce kurduğu yan şirket aracılığı ile alıyor, kendisi aracı şirketten ödeme yaparak alıyor, ödemeyi geri alıyor.

Geçen süre içerisinde Ömer’in Fabrika davası ilk celsede sonuçlanıyor. Ömer’in çalışmaya başladığını Fatimesi’ne yazdığı mektup doğruluyor, çalıştığını iş yerinde kestirtmiş olduğu cezadelerin tanıklıkları. Sigorta primlerinin ödenmediğini SSK müfettişlerinin yapmış olduğu inceleme.

Mahkeme, işverenin 12 aylık çalışma ücretini ödediğini belgeleyemediği için 12 ay asgari ücret ödemesine, bir yıllık iş tazminatı ödemesine, 2x12 asgari ücret karşılığı SSK pirim cezası ödemesine kara veriyor.

Ömer, işverenden aldığı paraları da sermayesine ekliyor.

Ömer, ihaleleri kovalıyor, Ömer alım satım ilanlarını takip ediyor. Alıyor, satıyor. İlanlar harici görüşmeler yapıyor; alıyor, satıyor… Beş alıyor, bir ödüyor, on satıyor on alıyor…

Ömer, aracı şirket aracılığı ile Bahtiyar Bamteli şirketi ile alışverişe başlıyor. Küçük, küçük alışverişler, düzenli ödemeler… Alıyor, ödüyor, alıyor ödüyor.

Ömer, gecekondudaki ekibi ayda bir yeniliyor. Aldığı gibi köye bırakıyor. Çevre, çevre köylerden her ay yeni bir ekip, yeni kimlikler. Yeni çekler, yeni şirketler.

Ömer, aracı şirket aracılığı ile Bahtiyar Bamteli şirketinden alabildiğince ürün alıyor, kesebildiğince, kestirebildiğince çekler kestiriyor. Aldığı ürünlerin yeri önceden hazır; yapıyor devrini, alıyor çekini senedini.

Bahtiyar Bamteline ödeme günü yaklaştığında. Şirketler yok oluveriyor, çek sahipleri yok oluveriyor.

Bahtiyar Bamteli alışverişi kesiliyor.

Aylar geçtikten sonra bir ilan; Bahtiyar Bamteli şirketinin; % 49 hissesini satışa çıkartmış. Ömer, avukatını devreye sokuyor. Alım satım işlemi resmiyetleşiyor, Ömer çıkıyor devreye.
Bahtiyar Bamteli şaşkın…

Ömer:
- Uyanık olan kazanır. Şunu unutma gözü dört açmak kazanmak için yeterli değildir. Söyle bakayım, sekiz kere sekiz kaç eder? Bahtiyar’da cevap yok.

Artık Ömer, fabrikanın % 49 hissedarıdır. Fabrikaya istediği gibi girip çıkabiliyor, istediği saat girebiliyor. Bahtiyar Bamteli’nin kapısını çalmadan girebiliyor.
Ömer, Bahtiyar’la her karşılaşmada sorusunu tekrarlıyor:

- Söyle bakayım Bahtiyarcığım sekiz kere sekiz kaç eder?
Bahtiyar, Ömer’in; Sekiz kere sekiz sorularına, sekiz ay dayanamadı. Çareyi % 51 hisseyi satmakta buldu. Satış sonrası Bahtiyar Ömer’e: ‘’hayırlı olsun’’ dileğinde bulunurken Ömer son sorusunu sordu:
-Sekiz kere sekiz kaç eder?

İbrahim Şahin 2
Kayıt Tarihi : 26.10.2011 20:53:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.
  • Özcan Akkuş
    Özcan Akkuş

    Kaleminizi alkışlıyorum üstadım yüreğinize sağlık.....

    Cevap Yaz
  • Nazlı Nalçacı
    Nazlı Nalçacı

    Tam bir Türkiye'm klasiği ve gerçek, yalanmı ? Yalansa, yalan deyin..Kaç kişi bu fırıldaklıktan, dönmediki köşeyi ?
    Efendim harikasınız.

    Cevap Yaz
  • Talat Semiz
    Talat Semiz

    Sevgili İbrahim Şahin Bey,

    'Fırıldak Ömer'in' tamamını okudum. Küçük yazılım tekniklerinin düzene konulması, yeniden gözden geçirilmesi koşulutla gerek anlatım ve gerekse anlatımda ( bir çok yazarı şaşkına çeviren, yanıltan zaman kavramı tam olarak düzenli uygulanmış. Kişilerin, özellikle Ömerin ve Fatime'nin tasvirleri çok ince detaylrına kadar inilerek bir romancı tekniğiyle mükemmel belirtilmiş. Ancak çok önemli bir sorun var. Bu yazı öykü mü, yoksa roman olarak mı kaleme alınmış. Öykü ise kısaltılması, roman ise daha geniş kapsamlı olaylarla ana temanın işlenmesi gerekli. Bu ayrım tarafınızdan yapıldığı, yani sadeleştirme veta daha uzun detaylandırma yapıldığında, yoğun ve başarılı emeğinizin kesinlikle değer kazanacağını belirtmek istyerim. Sonsuz sevgiler ve başiarı dileklerimle....
    Tam puan veriyor, güçlü kaleminizin daha pozitif etkin nitelik kazanacağını düşünüyorum... Sevgilerimle selamlşarımı sunarım.

    Cevap Yaz
  • Talat Semiz
    Talat Semiz

    Sevgili İbrahim Şahin Bey,

    'Fırıldak Ömer'in' tamamını okudum. Küçük yazılım tekniklerinin düzene konulması, yeniden gözden geçirilmesi koşulutla gerek anlatım ve gerekse anlatımda ( bir çok yazarı şaşkına çeviren, yanıltan zaman kavramı tam olarak düzenli uygulanmış. Kişilerin, özellikle Ömerin ve Fatime'nin tasvirleri çok ince detaylrına kadar inilerek bir romancı tekniğiyle mükemmel belirtilmiş. Ancak çok önemli bir sorun var. Bu yazı öykü mü, yoksa roman olarak mı kaleme alınmış. Öykü ise kısaltılması, roman ise daha geniş kapsamlı olaylarla ana temanın işlenmesi gerekli. Bu ayrım tarafınızdan yapıldığı, yani sadeleştirme veta daha uzun detaylandırma yapıldığında, yoğun ve başarılı emeğinizin kesinlikle değer kazanacağını belirtmek istyerim. Sonsuz sevgiler ve başiarı dileklerimle....
    Tam puan veriyor, güçlü kaleminizin daha pozitif etkin nitelik kazanacağını düşünüyorum... Sevgilerimle selamlşarımı sunarım.

    Cevap Yaz
  • Şükrü Topallar
    Şükrü Topallar

    Dünya uyanıklar ve avanaklar dünyası.Biri varsa, öbürüde mutlaka vardır.Kutlarım

    Cevap Yaz

TÜM YORUMLAR (17)

İbrahim Şahin 2