Yalansızlığım gibi yalansız olmalı Aşk...Bağlılığım kadar bağımlı...Ben kadar mert olmalı sevda dediğin...Hiç bir zorluk onu yıpratamamalı...İnanç eksik olmamalı sevmelerde...Umut etmeler,güvenmeler,sonuna kadar arkasında durulmalı bütün sözlerin...Adamlığım kadar adam gibi olmalı Aşk...Tutkunluğum kadar tutkulu...Sen...kadar güzel olmalı bütün yaşananlar içinde...Hiç bir kirli el ona dokunamamalı...Vefa olmalı bir de sevmelerde...Minnet duymalı sevenler içten içe.Karşılıksız sonsuz bir itikatla var olmalı sevda yüreklerinde...Tutunmalı eller kendi çizdikleri dünyanın ufkunda...Umut güneşi doğmalı her sabah üzerlerine...Baharlar geç kalmadan sokulmalı usul usul...Açmalı bütün düş çiçekleri topraklarında...Sevişen kelebekler kadar hür olmalı,ömürleri bir gün dahi olsa sevdaları...
Ben kadar sağlam durmalı Aşk...Sağlam ve toprağına sıkı sıkı tutunan koca bir çınar gibi...Gün gelip yaslanabileceğin,gün gelip saklanabileceğin hani...Yıllara meydan okuyan ve fırtınalara karşı inadına yükselen gökyüzüne...Yokluğunda bile var olmanın savaşında olmalı Aşk...Olmayışına inat büyümeli,kimsesizliğine inat yaşamalı yüreğimde...
Devam Edecek...
..
Şükredersen kendine,
İnanç bizim içindir,
Rab’bine küfür etme,
Onun azabı çetindir…
(1995)
..
Bu yanılgı, belli bir tür ahlakın, ilkten beri bir ahlakın varlığı ilkesinin, sürüp gelen değişmezlik algısıdır. Bilgisizlikle, cehaletin, yan yanalığıdır. İnsanları geçmişten günümüze hep bir aile içinde tasavur ederler. Halbuki bu günkü aile şöyle böyle 2000 yıldır var. İsa döneminin inançlarına bakılırsa daha babasız doğumların, yani kutsal evliliklerin toplumlarda bir aitleşme kurumsallaştırılması çaba ve gayreti içindeki geçmiş sürüşlerin kalıntısı, gibidir. Oysa bilmezliklerimiz şaşmaz bir direkte edilmiş, ahlaki tavır varmış gibi bir durumu bize sanılatırlar.
Ahlakı ilkten beri değişmezlikle var sanmanın ikinci bir handikap da, kendimiz için ister olduğumuzu, başkası içinde ister oluşumuzun, kısmi doğru oluş mantığının yanılsatması ve pranga oluşudur. Daha doğrusu, bir gerçeklik yansıtır olan her tutumsalın; genel geçer mutlak her durum ve zeminde doğruimiş gibi algılatılıp algılattırılmasıdır. Bu tür saltıkçı ahlaktan her hangi bir sapmayı, kişisel grupsal ve toplumsal belaların garkına gidişin cevazı olarak kişiler, değerler.
Kendim için istemediğimi bile istemeyeceğim; ama başksı için isteyeceğim o kadar çok şey var ki.. Bu kendi öznel ihtiyaçlılık belirleniminizi; ahlaki ölçü temeline oturtma ve saltıkçı olma kusurunuzdur. Bunu; Tanrı'sal buyruk gibi kurallamaksa, alabildiğine yanlıştır.
Halbuki insan oğlu yer yüzünde var olalıdan bu yana, milyonlarca sene ne ahlaklı ne ahlaksız oldular. Ne de ahlakı hiç bilmeden, tanımadan yaşadılar. Yani milonlarca sene ahlak yoktu. Eşdeyişle bu mantığa göre insanlar ahlaksızdı! Dünya: insan bilinci doğayı üretmeyi bilen bir olgunlukta olmadığı için, ahlakı ve ahlaki olgunluğu da üretmeyide, bilmiyordu. Yani Dünya ahlakı bilmiyordu. Dünya ahlakı, insanın toplum aşamasıyla bildi. Dünya ahlak kavramına insanın tolum aşaması ile geldi. Buda yaklaşık onbin yıllık bir sürece tekabül etmektedir.
..
6-]Hem de avara (rölantide-askıda-yavaşlatılmış) enerji sarf edişi ile de sistem kararlı bir dalga salınımlar. Bu sistemin, kendi üzerine olan girişmesi ve dışa olan girişmesidir. Algılama ve algılanıştır. Bu sistemin kendiliğidir. Yani dalgalı sürekli devinen bir yapıdır. Esasen bu her şey için böyledir.
Sisteme (beyne) el, göz, kulak gibi dış ve durumsal duyumlardan gelen uyarılar gibi iç durumsal uyarı ve etkiye dek olan algıları da rezerve eder. Bu rezerve edişler sistemin kendi dalgalanması üzerine, artan ya da eksilen dalga olarak eklemlenir. Sistemin kararlılığı bozulur. Sisteme in put edilen algılar, sistem içinde de salınım büyümesi, ya da salınım küçülmesi göstertir. Sistemdeki olağan rölanti dalga kararlılık durumun ile sisteme eklenen dış girdiler girişmesi arasındaki dalga farkı, düşüncedir.
Uyurken de, sistemin depo ettiği veriler; yani çevreye ait algısal verilerle, vücudun kendi kendisine ait olan durumsal veri dalgaları harekete geçer. Sisteme değin olan depo enerji dalgalanmaları; sistemle olan sürtünmesi vardır. Bu muhakemedir. Uyku da tam bir muhakeme kontrolü olmadığından ötürü, fantastik yansıma olan rüyalar belirmektedir. Kısmen de hayali düşünceler ortaya çıkartmaktadır
Bu nedenle düşünce her halükarda kaçınılmazlaşan bir zorunluluk olmaktadır. Halk kendi toplumunun üretimine, hem düşünce olacakla tam katılamayan; hem de nitelikli emek olacakla katılım saktı, dâhil olamazdır. Bu bağlamlarla halk kısmen topluma göre atıl bir yandır. Ama toplumda bireyin, toplumsal edim ve düşünmeden (üretimden) çıktıktan sonraki birey yaşantı aşmasını veremez. Bu yüzdendir ki bireyler, zorunlu olaraktan halk aşacaktır.
..
İçinde bulunduğu yapının süreçleri onu buraya kadar taşımıştı. Toplumsal yapı, yeni bir süreçleşme ile üretim, tüketim, paylaşımı yapılacak bir üst aşamanın dönüşme sinyallerini zorlamaktadır. Bu yapı daha çok otomatiktir ve toplumsal bilgi bağımlılıklıdır ama evrensel oluşuma katılımlı, pahalı ve tükenen kaynak transferlerine dayalı olacak, geleceği bambaşka şekillenmeye aday bir evrimsel devrim olacaktır. Halk hala üretemediği için, yapının egemeni değildir. Aksine yapının inayetinde, bir merhamet ve sadakalık unsuru mesabesinde gibidir!
İnançların temel handikabı, yani açmazları, yazı dizilerimde belirttiğim gibi; inançların süreç içinde ve süreç boyunca kolayca değişip gelişir olamamalarıdır. Eş deyişle ve teknik deyişle kendisini güncelleyememesidir. Kendini formatlamaya, kapalı tutmalarıdır. Bunun handikabı ise; kendisini tek doğru bilmesidir. Kendini hak bir inanç sayıp, ilahi vasıflı olduğu iddiasıyla, halkı kendisini içine kapalı yapılandırmalarıdır. Bu da, dışarıdan enformasyon almaz olmanın, kaçınılmaz sonudur. Öyle ya, elinizde apaçık kutsal olanın kitabı varken başkaya ne hacetti?
İnançlar bu haliyle çok büyük yaptırım gücüyle karşı gelinmezlik elde ederler. Ama aynı hal, halkın tutumlaşdıkları zamanın, toplumlara göre; toplumun çok çok gerisinde kalan bir tutum dirençleşmesini de ortaya koyarlar. İnanç sistemlerinin kendisini, tek doğru ve tek gerçeklik olduğu vehimleşesi ile dıştaki enformasyona kapalı olması demek, aslında o inancın işinin bitikliğidir.
Halk bir yanı ile toplumsaldır. Bir yanı ile ve kendi var oluşuyla, haklı olarak, toplumsal yanı pek temsil edemez. Halk, toplumun çeşitli nedenlerle üretemeyen yanıyla; topluma devamlı emek gücü sağlayacak bireylerin, ham kaynak oluş yanlarının da toplamıdır. Ayrıca halk, toplumdaki bireylerin, toplumsal üretimleri dışında kalan zamanlarını geçirdiği yerdir de. Halk, birey ve kişilerinin; sıkça ittifaklarla dönüşen yapılarının, sembolik bayramlaştırmasını ve refahını yaşadığı, eğlencelerini tükettiği, kişi ve bireylerin stres atmasını ve tinsel doyum meditasyonunun sağladığı yerlerdir de.
..
İnanmamayı düşün, inanmayı da düşün,
Kârlar, zararlar diye, tam hesapla bütün gün…
İnanç uygun gelecek, insanın doğasına,
Ruhun tabiatına, mantığın vicdanına…
(1996)
..
ÇANAKKALE ZAFERİ KUTLU OLSUN
18 Mart Çanakkale Zaferi kutlu olsun. Anadolu halkı Çanakkalede yedi düvele karşı amansız bir mücadele vermiştir. En kanlı ve çetin bir savaşdan gururla çıkmıştır.. Bugün dostlarımız görünen o gün can düşmanlarımız Çanakkale geçilmez sözünü söylemek zorunda kalmıştır.
Eşit şartlar taşımıyan bu savaşta. Türk askeri yetersiz araç gereç, silah mühimmat, yetişkin olmayan askeri ile harikalar yaratmıştır. Mustafa Kemal savaşın seyrini değiştiren eşsiz komutan bu savaşta gazi olmuştur. Binlerce vatan evladı da şehit. Bu kadar güçlü ordular karşısında başarılı olmanın formülü; İnanç, iman, vatan- millet, bayrak sevgisidir. Biz buna ÇANAKKALE RUHU DİYORUZ.
..
Bu tutum çok tabi ve doğru idi. Hayat nesnelik ve nesnel oluşun enerji, zaman, devinim alanları ile çatışıp, oluşta beliriyordu. Bu insanın enerji alanının nesnel alanı ile bir şarj ve deşarj beliriş biçimi idi. Ve bir Yüce Ruh duyuşu ile bu hal çekeyleniyordu. Ve kişi bunu öznelinde aracısız yaşamak zorunda idi. Birincil temellerin giderilmesinden sonradır ki, bu ikincil ve birincile atbaşı olurluk enerji transferi, kişiye tarifsiz duyuluşlarla yaşama hazını ve yaşama gayesini veriyordu.
Bu insanın insan olurluğunda, enerji alanları boyutunda ürettiği ikinci yanı idi. Tek zaafı, çelişkisi, İnanç alanını, kurallaşıp, kendini bu kurallarla çatıştırarak, en evrensel ilke olan, geliştirip olgunlaştırma, ilkelerini, henüz bilemiyor olmasıdır. Bu yüzden de, gelişemiyor ve her türlü istismara, çok çabuk ve kolay kapılanıyordu. Bunu bilen ben içinci tutumlar, hemen durumun istismarını en öne getirdiler. Kimi kez daha iyi olacak diye kandırdılar. Kimi kez de sömürme nedeniyle sömürülenlerin ahret inancı duygularını okşadılar. Bu ulvi kanaatli insanları madden ve manen mutsuz, ezilmiş tavırlı, güvensiz kullanılmışlık hisli, insan psikolojisini, insanlığa armağan ettiler.
İnanç, insanın insanlığını üretirken toplumsallığını taşıyacak motivasyon bazlı, faz taşıyıcı zarf olacakken, aksine karşı duran sürtüştüren önü alınmaz bir yapıya girdirilmiştir. İnanç toplum içinde, bireyliğin her şeyi bilemez oluşunun verdiği yok oluşu ve yorumladıkları mantık oluşturma hayranlıklarını, tamamlayacak esnek, öznel yanı olmalı idi. Bu da insanın felsefe bilirliği ortaklaşması ile olacaktır. Bu taşıyıcı zarf (modüle edilen) , asıl modüle eden frekansı, Ya da genliği (Toplumu) , hiçbir şekilde etkilemez gibidir. Ruhsal sağlığı kararlı kişiler; kullanılabilir yan yana kuvvetler alanı gibi düşünülüp geliştirilmeli. İnsanın hayal sararlığı ile nesnel görüşünün yan yana, aynı zaman ve mekânda var oluşunun yok edilemezliği gibi bir şey bu. Hayalle gerçeği nasıl ilişkileme ve ilişkileyememe somutunu yaşıyorsak, bu da böyle yaşayıp gideceğimiz, hep kendi kulvarlarında olacak, ancak öznelliğin tadacağı alanlardır. Bu, belki de insanın boyutlar arası uzam duyum taşır iliş kinliği, yönü olabilecektir.
İnançların en önemli kabul ettirirlik, özellik, yanlarından biri de, zamanlar üstü sayılırlığıdır.
..
İnançlar hem daha üretilmeyen bir malın dağıtılmışlığını, söyleyerek aklı perdeliyor. Yani siz buğdayı, traktörü üretmemişken, daha üretim gücü ve nesnesi olarak, emek verirlik olarak, bunların esamisi okunmaz iken, sizi traktörlü, traktörsüz kılıp, dağıtımını yaptırıyor!
Hem insanlar toplum olmadan, toplumsal emek ortaya çıkmadan, bir rızık dağıtımı yapılıyor. Yani Traktör ancak bir toplumsal emekle ortaya konacak bir üretimdir. Ortada toplum dahi yoktur. Size sanki toplumun önceden beri, ilkten beri böyle oluşu anlaması, yutturulur. Sanki bunlar zaten varmış da, üretilmiş de, siz dahi bunların eşitsiz dağıtıldığını kutsallıkla öğreniyorsunuz.
Bu konu diğer anlamalara detay olsun diye biraz daha açayım. İnsanın yeryüzünde daha esamisi yok iken, insanın rızık denilen varlıklar, insana rızık olarak verilmiştir denerek algıladığı özdekler, insandan önce de vardı. Sebze ve meyveler bitkiler endam edip, hayvanlar üç milyar yıldır, Dünya'da cirit atar bir gerçekliktir. Yani 3 milyar yıldır, boşu boşuna bir rızıktılar! Bir aslan ceylana, “”bu benim rızkım”” demez. Ceylan da, ben aslanın rızkıyım diye gelip ona teslim olmaz. Ortaya bir çaba, bir emek korlar. İnsan avlanırken ki emekli somut davranışını doğada sürdürüp gitmiştir.
Toplum içinde, çok sonraları, toplumsal tedirginlikleri ile çevreyi, olup biteni anlama girişimleri vardı. Huzursuzluklarına kafa patlatmak isterken; sonradan deforme etti. Ben içinci düşünceleri bir yandan hızla biz içine evirilirken, diğer yandan da, hâkim sınıfın görüşüne göre düşüncelerini, birleşmeli uygunlukta anlatmıştır. Rızık kavramını inanç temelinde alarak, aslında; insanın sosyal yapıdaki huzura ait bozukluğu, evrendeki fantezi yansımaların algısı ile birleştirilerek ifadelemesidir.
..
Bunun bir saçmalık oluşu (ne doğru, ne yanlış olmayan durumlar, felsefede saçma olarak bilinir) da, “”efendim herkes bir değildir! ”” denmesindeki takiyye oluştur. Şu unutulmamalı; “”efendim herkes bir değildir”” deme zannı ile sübjektifliği ile nasılsa herkes hırsızlık yapmaz! Nasılsa herkes cinayet işlemez! Mantığı ile ceza yasası, yapılmamalık edilir mi Allah aşkına? Bir iyi kural, elbet diğer yüzünü de, beraberinde zorunlu olarak belirtecektir. Bu, zorunluluğun bize göre, bir beliriş biçimi olduğu yukarıda işlendi. Olamların gerçek olması başka, sizin olamların somut olasılığına karşı tedbir almanız başkadır.
Böyle soyutçu mantık: “”efendim herkes bir değildir! ”” mantığını kullanacağı gibi aşağıda olduğu gibi de tam tersi mantıkla da tutumlaşır. Amaç için bunlara her yol mubahtır.
Zaten, bu tür soyut sübjektiflik alışların, bir sonrası toplu kıtale çok rahat dönüşür. Tarihte, öznelliğe, subjektif ve kâhinliğe inanan firavun mantığın, cinayet işlemek için gerekçesi de budur. Burada takiyye tersten çalışır. Tevrat'ın beyanına göre,”” Mısır'da doğacak Yahudi bir erkek çocuğun, firavunu öldüreceği”” kehaneti ile tüm doğacak Yahudi erkek bebeler kendi subjektif mantığı ile potansiyel suçlu görülüp; varsanımla katletme mantığıdır.
Yakup da, göçerliği esnasında, Şekem kızı Dina'nın yol Beyinin oğlu tarafından uğranan tecavüzüne karşılık, tüm ahaliyi (sanki suçlu halkmış gibi) kılıçtan geçirmiştir. Barış için tüm erkeklerin sünnet olması şart koşulur. Teklif Hamar oğullarınca kabul edilir. Sünnetin acısı ile hareket edemeyen Hamar savaşçılarının ve tüm erkeklerinin, bu kandırılma ile katle uğramaları gerekli olmuştur. Bu hal, herkesi suçlu sayma soyutçu anlayışın, aslında kendi görmezliğinin akıl perdelenmesidir. Ama o sana der: “”efendim herkes bir değildir! ””.
..
Bu yeme içme gibi, Rab için gerekiyor,
Yüreğinde hiç yoksa eksiklik gelişiyor…
…
İnanç, mutlak ihtiyaç moral kaynağımız,
İnsan özelliğimiz, Rab’be muhatabımız…
(2012)
..
İnanç ki maneviyat sonramıza da gerek,
Sonramızsa ahiret, mutlaka gidilecek…
Derken sorgu ve sual hesabı yapılacak,
Bu mutlak gerekli kul boş bırakılmayacak…
(2012)
..
Mekke'nin tesliminden sonra, kervan vurma dönemi kapanmış oluyordu. Göçebe enerjisi artık dışarıya yöneltilecekti. Bu enerji ile başka toprakların fethine yönelimdi. Artık islam Müslüman kabileleri, birbirine saldırmıyor, savaş gücü yabancı düşmana karşı, arzuyla yöneltiliyordu.
Ancak bu yönetimin tam anlamıyla bir devlet olduğunu söylemek mümkün değildir. Silahlı güç dışında, devletin en önemli kurumları oluşmamıştı. Bir devletin oluşmasında en önemli etken, silahlı güçtür. Çünkü devlet silahlı güç kullanma tekelidir. Ama bir devlet sadece bu güçten oluşamaz. İktidarın uzun bir süre sadece bu güce dayanarak korunması, istikrar kazanması düşünülemez. Devletin diğer organlarının oluşması gerekir. İşleri yürüten bir bürokrasi, devletin işleyişini belirleyen kurallar, gelenekler vb. gerekir.
Oluşan devlet, bu geleneklerin gelişmesi için gerekli zamanı bulmuşsa, bunlar o ülkede de oluşabilir. Ama oluşum hızlı ise, gelişmeler süratliyse, geleneklerin dışarıdan alınması gerekli ve zorunludur. Geleneklerin dışarıdan alınması da tesadüfe bağlı olarak olmaz. Temasta olunan bir toplumdan ihtiyaca göre, gerekli uyarlamalar yapılarak alınır.
Sınıflaşma süreci daha tamamlanmamıştı. Kabile şeflerinin otoritesi henüz hissediliyordu. Tek bir hükümdarın, mutlak yönetimi, tam anlamıyla yerleşmemişti. Ama zamanla, fetihler ve elde edilen toprakların zenginlikleri, servetin eski adetlere göre, yönetilemeyecek kadar birikmesine neden oldu. Toplumsal farklılaşma ileri boyutlara vardı. O nedenle artık yeni yasalar, yeni kurallar gerekiyordu.
..
Geliş sebebimiz ki Rab’bi inkâr etmemek,
İbadetle, zikirle daima tebliğ etmek…
Tevhit doğruluk demek, özünde Rab birliği,
İnanç için yeterli, dışlar gereksizliği…
(2012)
..
Bir inanç ki işlenmiş genlerimize kadar,
İstersen kabullenme edersin büyük zarar…
ALLÂH(c.c.) tek Rab’bimizdir, dışına çıkılamaz,
ALLÂH(c.c.) habibimizdir bunu aklına tam yaz…
(2012)
..
Kutsal Vaat Sorgulanmadıkça Vaat Savaşları Bitmez
Vaat ve övgüler, sorgulanmalı! Yoksa kutsal vaat, sorgulanmadıkça vaat savaşları, bitmez!
Filistin, “Vaat edilmiş topraklar” olduğundan savaş bitmiyor! İstanbul'un fethi övülmüş olduğundan, fethedilene kadar defalarca kuşatılmış! Fethedilmeseydi bu kuşatmalar devam ediyor olacaktı! Fatihten önce de İstanbul defalarca işgal için kuşatılmış. Yani Vaat varken barış olmaz! İstanbul’u fetheden komutanın övüldüğü söylendiği için bu macera devam eder! Vaat ve övgüler, sorgulanmalı! Yani birileri yeterince güçlenince, övgüye layık olmak adına maceraya girebilir! İstanbul, şimdilik rahat görünüyor ama bu ileride birilerinin övgüye layık olmak için harekete geçmeyeceği anlamına gelmiyor!
Roma, direnebilse bile Fatih, barış yapmazdı. Vaat var, fetih için. Bu ayrıntı, önemli! Filistin için de Musa vaadi var! Yani Museviler vaat edilen yerler için mücadele vermeyi ister!
..
İneceksin derinlere,arayacaksın istenileni.
Bir inanç meselesi bu doğruyu bulmak.
Kader deyip bırakılamaz inançsızlık bu.
Kim bilir nasip nere de asılı,nereye sokulu?
..
Başlangıçta, toplum ve halkın iç içe yaşamı sürerken; tabiri caizse çekirdek olan toplum, kendini bellileştirecek seçici zarın, halk ve toplum alanlarını öyle keskin bir ayrım değil ama kendisini hissettiren bir var oluş, zorunluluklar alanı, belli belirsiz çekirdeğin (toplumun) çevrelenmesi, gereği kendisini duyurtuyordu. Ama toplumu halk tanımından ayıran bilinçli anlama ve soyutlaması daha yapılamıyordu henüz.
Fakat bu ikili yapı, zaman zaman; yönetimde halkın küçümsenmesine varan anlama anlatımlarla kendini duyurtan bir zorunluluk olmaktan da her dönem kurtulamıyordu. Bu yüzden hala bu ayırdımı bilmeyen; ikili gözetim ve değeri oluşturup, geliştirip, ilişkiselliği içinde tutamayan kafalar, bu küçümsemeyi halk dalkavukluğu biçim yansıması ile ortaya konmasına sapıyorlar, bu abartı ve genelleme yanlışlığına, bilerek yada bilmeyerek sapıyorlardı. Bu; “”halkı sürü görme”” cahillik anlayışı tüm dinlerde, görüleceği gibi, en sonda Padişah Vahdettin'in, huzurundakilere açık açık çıkışıp bağırdığı hatırlanmalı.
1-Başlangıcın bu yapısında ilk gelişmenin bu belisizlik geçişenliğinde; önce erdemlerimiz (inanç ve ahlaklarımız) vardı. Sonra erdemlerimizin (inançlarımızın, ahlakımızın) izin verdiği müddetçe bilimimiz vardı. Bilim, zaten sihir Ya da büyü karışımıyla yol alıyordu. Bilim bu anlamda ahlakın içinde idi! Sonraki doğumlar, bu yarı uyku, yarı uyanıklık geçişmesindeki ayrımı yapacaktı. Bu öznellik bilim açısından bilimin konumu yerine, inançlar; başın önüne alınmış, yerli yerinde olmayan bir terslikti. Yani objektiflik (nesnellik) yerine, sübjektiflik (öznellik) kısırlığı, ağır aksaklığı; rol model taklidi olmuştu!
Erdemler halk ve toplumla elbette vardırlar. Ama toplumsal gidişi okuyamayan genel seyir, kopyaları da, asıl olanın suretlerini de, ters okuyup, çalıyı baştan sürüyecekti. Gelişme kendi genişliğince, oturtulmuş tabanı üstündeki esneklikle değil de, ağır aksak, ama yinede gerçekle çatışarak zorlama çalışacaktı. Bu ara, erdemler kendi tabanı üstünde iken, olması gereken halk üzerindeki egemenliği, topluma da yaygın edilmişti. Toplumda da vardı. Örneğin; başkasının haklarına riayet etmek gibi.
..
Demokrasinin bir anlamı da toplumun size tanıdığı hakların ödevlerin, Özgürlüklerin istem gerçekleştiriliş biçimindeki uygulamalardır. Uygulamalar bu gerçeklenmeleri sağlamada ne kadar uygunsa, sorunlarda çözümsel ise o kadar demokratik açılım var edersiniz. Diğer bir anlamı da, vatandaşların siyasi örgütlenmeler yaparak, yasal ölçüler içinde sivil toplum örgütleri eli ile istem, dilek, düşüncelerini etraflıca sisteme ilettirir olmasıdır. Sistemi bu örgütlülük aracılığı ile denetler olması tutum ve tavrı bunun uygulanışı, yani yasal olarak yönetime katılma usullerinizdir. Yani sistem yönetiminin bu alanlardaki cevazlı yapılanışıdır.
Çoğunlukçu ya da çoğulcu bir yönetim olabilmektedir. Çoğulcu yönetimde, azınlıkların hakkının gözetilmesi esaslılıktır. Fırsat eşitliği sağlayabilen sosyal adaletçi ve kamusal alanın yönetiminde olabildiğince halkın katılımını sağlayarak oluşturulan yönetim şeklidir. Toplum demokratik adımlarla halkla buluşur.
Danışma; meşveret kendi zamanına göre olgun bir davranış bütünüdür. Ancak günümüze göre çok hamdır. Fakat bugünkü olgunlaşmanın, geçmişte atılması gereken adımlarıdır.
Şimdi meşverete gelelim eğer toplanıp danışırlık demokratik tavırsa; firavunlar dönemine de, gitseniz; beri de gelseniz, bu dünyanın her yerinde bilinen yapılan bir uygulamadır. Firavunlar, krallar, peygamberler kendi çevresindeki mahiyete danışır, görüşür, fikir alırdı. En bilinenini hatırlatayım. Antik çağdan beri, islamdan çok çok önce, Roma'da senato ve konsül vardı ve seçilirdiler. Öyle mahiyetteki beş on kişilik oligarşi de değil. Bin kişilik bir heyet olabiliyordu. Örneğin dinimizde de vardır bu anlayış. Bu ne bizim dinin, islamın buluşudur, ne getirdiği bir yeniliktir. Kaldı ki peygamberin karşısındaki grup dahi, Kureyş büyükleri, toplanıp meşveret edip karar alırdı. Çok şiddetli tartışılırdı. Dahası bu danışma, şiir olarak da tartışılırdı. Kâbe duvarına; övgü veya yergi olarak asılırdı. Halkla paylaşılırdı. Meşveret islamdan önce ve karşı olduğu sistemin bir kuralıdır. Bunlar; demokrasi, halk iradesi, gibi kavramların temelini, nesnelliğini bilmeden, hayali, soyut, izafe anlamlar vererek, yakıştırma boş söz oyunudur. Ve bir inanma sistemlerini abartıcı yaklaşımlardır.
..
Bu gece: beraat gecesi,Rabbimin yokmu! af dileyen affadeyim,yokmu rızık isteyen vereyim,yokmu şunu isteyen dediği kullarının dualarını kabul edeceği gece...
Bu gece: Azrail a.s kimlerin canını alınacağın listesinin verildiği gece...
Bu gece: bir yıllık rızklarımızın dağıldığı gece,Rabbim helal rızıklar nasip eylesin,haramdan uzak,nefsimizin,kötülerin şerrinden,şeytanın vesvesesinden muhafaza eylesin,Rabbim bizleri Allah adına yani senin adına,iyi niyetimizi kullanarak kandıranları,dolandıranları, yüreğimizi yakanları,o büyük adaletiyle cazalandır,
Ya Rabbi herşeyin sahibi sensin,sen istemezsen,ol demezsen olmaz biliriz,sen kalplerdekini bilensin,senden başkada el açılacak yoktur sana el açtık,dualarımız kabul et Ya Rab...
Tüm gerçek iman ve inanç ile el açan kardeşlerimizim Beraat kandili mubarek olsun...
..