zzzzzzzzal EN SON ÇIKAN ŞARKILAR, 25 K ...

Ünal Beşkese
1008

ŞİİR


61

TAKİPÇİ

zzzzzzzzal EN SON ÇIKAN ŞARKILAR, 25 KURUŞ

Bir İstanbul Nostaljisi: 'En Son Çıkan Şarkılar, 25 Kuruş'

Henüz, İstanbul'un, asfalta, betona ve arabesk kültüre esir düşmediği yıllardı. İstanbul sokaklarının, insana duygusuzca bakan, asfalt kaplı yüzleri yoktu. Eğri büğrü arnavut kaldırımıydı ama, kenarlarını dantel gibi süsleyen, yılların dostluğuyla kol kola girmiş ahşap evler, konaklar ve bahçe duvarlarından sarkan leylâklar, mor salkımlarla, daha şirin, daha sıcak, daha içten ve bizdendiler.

Sokak sakinleri, öylesine benimsemişlerdi ki sokaklarını, her sokakta 'Çöpçü' denen, elinde uzun saplı bir faraş ve çalı süpürgesiyle gün boyu sokağı temizleyen, üniformalı bir temizlik görevlisi bulunmasına rağmen, herkes, sokağın, kendi evinin bir parçası gibi gördüğü yakın bölümlerinin temizliğine itina gösterir, katkıda bulunurdu. Hattâ, hemen her evin bahçesi varken, çocuklar da, çoğunlukla, ortak bir bahçe gibi gördükleri sokakta, eğri büğrü taşlar üzerinde küçük bir lâstik topla, o da yoksa bazen bir çam kozalağıyla maçlar yapar, türlü oyunlar oynarlardı. Trafik veya kötü niyetli bir yabancı gibi tehditler de olmadığından, babaların iş dönüşü saatlerine kadar, sokak, çocuk cıvıltılarıyla dolar, daha bir şirinleşir, şenlenirdi.

Çocuklardan sonra, bu sokakların en sadık müdavimleri, seyyar satıcılardı. Küfelere yerleştirilmiş damacanaları at arabalarına doldurup, uzak membalardan evlere içme suyu getiren sucular, özellikle sıkça yaşanan su kesintilerinde hayrat çeşmelerinden doldurdukları tenekeleri ellerinde taşıyarak, büyük eziyet karşılığı küçük ücretlerle evlere dağıtan sakalar, yine elde taşıdıkları güğümlerle bebeklerin süt gereksinimi hiç aksatmadan karşılayan 'sütçü amca'lar, hakîki Silivri yoğurdu satan çıngıraklı yoğurtçular, torbalı eskiciler, kalaycılar, bileyiciler, bir merkebin sırtına maharetle yüklediği altı-yedi küfeye, yerli bir bostanın tüm tazeliklerini sığdıran zerzevatçılar, kış geceleri bozacılar, yaz günleri kar gibi temiz ve beyaz donanımları içinde, bugün hiç bir lüks pastanede bulamadığımız hakîki saleple yapılmış gerçek dövme dondurmalarıyla, dondurmacılar...

Çoğu taşralı olan bu satıcılar, seslerini ihtiyaç sahiplerine duyurabilmek için. bozuk şiveleriyle ve en yüksek sesleriyle haykırırlardı. Komşu ziyaretleri dışında, günlerini genelde evlerinde, ev işleriyle geçiren ev hanımları, şimdiki gibi adım başında marketlerin olmadığı o günlerde, evin günlük ihtiyaçlarını köşe bakkallarından ve çokça bu seyyar satıcılardan giderdiklerinden, onların bu feryatlarından pek de şikâyetçi olmasalar da, sabah uykusunu seven ve işle güçle de pek ilgisi olmayan bazıları, bu satıcıları, huzur bozucu gürültücüler olarak görürlerdi. Lâkin, hiç kimsenin sesinden şikâyetçi olmadığı bir satıcı daha vardı:

'Bu ne sevgi ah, bu ne ıstırap,
Zavallı gönlüm, ne kadar harap...'

O yıllarda, rahmetli Abdullah Yüce'nin Küçük Çiftlik Gazinosunda, yarım yumurta topuklu sivri burunlu ayakkabısı ve kendine özgü delikanlı tavrıyla, ayaklı mikrofonla sarmaş dolaş nefis üslubuyla her gece söylediği bu şarkı, tüm İstanbulluların dilindeydi. Ve alıştığımız her günkü satıcılardan farklı bir satıcı gelirdi mahalleye, sekiz- on günde bir. Önce sokağın başından, genç ve eğitimsiz bir ses yükselirdi: 'Bu ne sevgi aaah...' diye. Yakışıklı bir delikanlı, becerebildiğince söyleyerek bu şarkıyı ilerlerdi sokağın içinde... Ve şarkıyı bitirdiğinde haykırırdı: 'EN SON ÇIKAN ŞARKILAAAAR, YİRMİ BEŞ KURUUUŞ' diye...
Onun sesinin duyulmasıyla beraber, evlerin sokağa bakan pencerelerinde de, başlar belirirdi.
Konakların cumbalarında 'büyük hanım'lar, parmaklarıyla pencerenin ahşap kasasına tıklayıp bir 'Mâşallah' çekerken, bu gün 'yardımcı' tabir edilen genç yetiştirmeler de, hanıma gözükmeyen bir yerden hayranlıkla izlerlerdi bu yakışıklı satıcıyı.
Satılan şey, ortalama bir dergi eb'adında, ikiye katlanmış bir kâğıttan oluşan, iki yaprak, önlü arkalı dört sayfalık bir 'Şarkı Sözleri' broşürüydü.
Ön sayfada genellikle, genç kızların sevgilisi, rahmetli Ahmet Üstün'ün bir fotoğrafı ve altında onunla özdeşleşmiş ' Şu göğsüm yırtılıp baksam, dikenler aynı güldendir' şarkısının sözleri ve diğer üç sayfada da o günlerin sevilen başka şarkılarının güfteleri yer alırdı. Bunların en sadık müşterileri ise, çocukluktan henüz çıkma yaşındaki kızlar ile, konaklardaki yetiştirmelerdi. Belki Ahmet Üstün'ün resmi, belki şarkı sözlerindeki aşk ifadeleri, belki de yakışıklı satıcı cezbederdi onları, ne güzel hayâller kurarlardı, kim bilir....

Yıllar sonra, bu nostaljik satıcıların yerini, tekerlekli arabalarla, bir yandan sesi sonuna kadar açılmış teypleriyle 'Küçük İbo'ların, 'Küçük Ceylan' ların arabesk kasetlerini satan gürültü üreticileri almıştı, şükür ki onlar da tükendi artık...

Şimdilerde, yüzleri asfaltla kaplanmış duygusuz sokakların kenarlarında
ne o görkemli konaklar, ne cumbalarda oturan büyük hanımlar, ne de üzerlerine o şarkıların sindiği kaldırım taşları var... Zaten ne kalmış ki günümüze, o bahçe duvarlarından taşan leylâkların, mor salkımların
rengi ve kokusu sinmiş bir kaç anıdan başka...

Ünal Beşkese

Ünal Beşkese
Kayıt Tarihi : 24.4.2015 15:31:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Hikayesi:


Kimden: 38 savunma Kime: old Tarih: 03.05.2015 14:06 (GMT +2:00) Eski İstanbul'dan esintiler bulmak artık okadar zor ki bir nebze bulmak bile insanı mutlu ediyor ____________________________________ =

Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.
  • Filiz Kalkışım Çolak
    Filiz Kalkışım Çolak

    nereden nereye sayın hocam...insan nasıl özlüyor o nostaljiyi o güzelim sokakları...o duvarlarından mor salkımlar sarkan duvarları...tokmaklı bahçe kapıların...aşklar insanlar şarkılar hepsi bi başkaydı...şimdi ise aşklar çıkarlar üzerine sevgiler satlığa çıkmış...o canım evler sokaklar...artık koca beton yığınlarıyla...artık lüks arabalarda asık suratlı insanlar...daha neler neler...çok güzel özetlediniz emeğinize yüreğinize sağlık sayın hocam...

    Cevap Yaz
  • Canan Ereren
    Canan Ereren

    Nerelerden nerelere,insan geçmişe dönüp bakmaya görsün,elde avuçta anılar ve fotoğraflar bizleri yaşatan.Yüreğinize sağlık efendim.Sonsuz saygımla...

    Cevap Yaz
  • Necdet Arslan
    Necdet Arslan


    Ne kalır geçmişten bize? Unutulması olanaksız olduğu için bellek kayıtlarımızda sıkıca koruduğumuz anılarımız ve kıyısı kenarı yırtılmış siyah/beyaz fotoğraflar...
    Çünkü yarım yüzyıldan da ötelerde bir geçmişe derin kazı yapılıyor.Kişi-kent ilişkisinde özel seçim var bu metinde. Usta'lığı tartışılmaz bir KALEM ve Koca Kent; İstanbul!

    Heyecanla okudum anekdotları.Bundan onbeş önceye gittim ben de.Sekiz yıl süreyle beni de denetimi altına aldı İstanbul.Çengelköy'de geçen minnacık zaman.Ama nice anılar...

    Zaman'ın o durdurlamayan akışı içinde ancak örgenlerimizle duyumsadıklarımızı böyle bir formatla okuruna ulaştıran Değerli Büyüğüm BEŞKESE'yi içtenlikle tebrikliyorum. Nice yıllara Efendim...İstanbul,adını korumaya çalışan koca bir metropol artık...

    Erdemle.

    Cevap Yaz
  • Halenur Kor
    Halenur Kor

    Bir çok şehirde olduğu gibi, İstanbul'un da kaybolan ve özlenen nostaljik güzelliklerini, akıcı ve o kadar güzel bir üslûpla anlatmışsınız ki, okumaya doyamadık efendim. Çocukluk günlerimden kulaklarımda hâlâ o sokak satıcılarının sesi çınlıyor. Bir gün okuldan dönerken bir adamın şarkı sözleri yerine sanırım kendinin ağıtlaştırdığı bir şeyi söylemesi o kadar içlendirip duygulandırmıştı ki beni, gözyaşları ile eve geldiğim zaman rahmetli annemin nasıl korkup heyecanlandığını hatırlıyorum.

    'Annem oturmuş, karnım yarar,
    Ciğerlerimi tepsiye dizer,
    Nazlı babam mezarım kazar,
    Anne nasıl kıydın tatlı canıma'...
    Aradan 55 yıl geçmesine rağmen unutmadım.

    Bu güzel yazınızın yorumuna limon sıkmış gibi oldu, özür dilerim...
    O eski günler artık bir hayâl... Her şey o kadar çok değişti ki, bunları yeni nesil asla anlayamaz... Gönülden kutluyorum efendim. O günleri gözlerimiz yaşararak andık... Yürek sesiniz hiç susmasın efendim.
    Sevgiler ve saygılar...

    Cevap Yaz
  • Mustafa Bay
    Mustafa Bay

    Değerli Ustam.....

    Değişim, olumsuzluğa tekabül ediyor, dünün güzel, asil, insanları mutlu eden, huzur veren neyi varsa silip; yerine 'değersiz, ucuz, rahatsız edici' olanları ikame ediyorsa, tıpkı yazınızdaki hüzün yansıyacaktır, dünü unutmayanlara...

    İnsanımızı teslim alan 'yabanlık ve doyumsuzluk' sırıtır olmuştur... Sokaklar, yollar, köşe başları, meydanlar ve caddeler 'asfalt yüzlülerle' doludur artık...

    Derinden sarsan yazınızı ve sizi kutlarım Ustam..

    Cevap Yaz

TÜM YORUMLAR (8)

Ünal Beşkese