Dün gece, sabaha yakın bir zamanda, bu evden bir adam çıktı...Şuursuz adımlarla, âdeta koşarak ve sallanarak deniz kıyısına doğru gitti, sırt üstü atıverdi kendini kumların üzerine...
Uzun süre öyle kaldı, sabaha yaklaşan gökyüzünü seyrederek...
Ay ve yıldızlar, sabah yaklaştıkça parlaklıklarını kaybetmişlerdi.Ayın ışıkları, ona kadar ulaşamıyor gibiydi sanki...
Uzun süre karmakarışık duygular içinde öylece düşündü durdu.
Sonra, birden fırladı yattığı yerden, bir ışık hızıyla dolanıp tüm dünyayı, ne kadar boynu bükük çiçek varsa topladı hepsini. Ardından sıçradı gökyüzüne ve sönmeye yüz tutmuş bütün yıldızları topladı. Bu çiçekleri, yüreğindeki sevgiyle sararak muhteşem bir buket yaptı. Üzerine, o yıldızları serpti. Sonra bir kâğıt aradı, üzerine seni seviyorum yazmak için, bulamadı.Çıkardı, yüreğini iliştirdi kâğıt yerine ve getirdi, yatağının baş ucuna bıraktı.
Ağarmaya başlayan günün gecemavisi ışığı vurmuştu güzel yüzüne. Kızıl saçların bu ışıkta, daha bir masalsı güzellikteydi. Ve seni uyandırmaktan çekinerek, küçücük bir öpücük bırakıp saçlarına sessizce süzüldü çıktı odadan...
Düşünmüştü ki, o uyandığında, o buketi alıp göğsüne bastırırsa bütün çiçeklerin renkleri tekrar coşacak, bütün yıldızlar yeniden parlayacaktı ellerinde. Kâğıda da gerek yoktu, çünki baktığında, o yüreğin üzerinde nasıl olsa o sözleri görebilecekti.
Dünya var olalı beri çirkin ve soğuk,
Erken içeceğimiz bir ilaç gibi.
Tadı dudaklarımızda acımsı, buruk.
Bu saatte gözyaşları, yeminler,
Boş bir tesellidir inandığımız.