Ahşap masalardan birinin ucunda oturuyordu. Simsiyah kıvırcık saçlarının altında gözleri ışıl ışıldı. Sönmeye yüz tutmuşken tekrar alevlenen iki kömür parçası gibi... Yaşamın tekdüzeliğine baş kaldırarak, derinlerden her an fışkırmaya hazırlanan lavlar gibi...
Kalabalıkların boşalttığı meydanlar kadar sessiz düşüncelerini içten içe sıralarken, yavaş yavaş şarabını yudumluyordu. Aynı masada oturanların gevezeliklerini, şakalarını kendini vererek dinlemiyordu ki her lafın sonunu duyuyor, anlatılanları tekrarlatıyor, olmadık sorular soruyor, kahkahaları bir türlü zamanında atamıyordu. Sanki benliğinde hızla akıp giden deli dolu nehirden kurtulup kıyıdakilere ulaşmaya çabalıyor ama ne yapsa erişemiyordu.
Başını arada bir denize döndürüyordu. Kim bilir; belki orada geçmişi ve o sonsuz zaman dilimine dağılmış, bazıları taştan da ağır yaşanmışlıklarını görüyor; tutunabileceği bir dal, kendini anlayabilecek ruh ikizini hayal ediyordu.
Aniden ortalığı buzukinin yanık sesi kapladı. Boynu dikleşti; gözleri, yüreğinin sınırlarını zorlayarak yukarıya tırmanan önlenemez bir mutluluk dalgasıyla parladı. Dudakları yaşamı boyunca bu anı bekliyormuş da nihayet kavuşmuş gibi hafifçe kıvrıldı.
Adettendir,seven vurulur
Sevilenindir gurur
Sevgi dolu dizgin
Sevgi içten
Sevgi savunmasız