40 gün önceydi... Son demlerinde ömrün.Ve bunu sen dahil, kimse bilmiyor. Bir adam, sessizce yaşamdan çekiliyor. Bir adam... Tanıdığım en hesapsız, en zamansız, en hoyrat, en deli! 40 gün önceydi, bir mum yandı damarlarımdan alıp fitilini.E n ince yerine düştü parafin, yüreğimin. Cız diye bir ses geldi önce, sonra bir öksürük ve hayra yorulan bir telefon sesi... Ama hayr gelmedi...!
Bir adam düşünün ki; deli diye lâkabı olacak ve lâkabının hakkını sonuna kadar verecek. Herşeyin en iyisi olacak. Hatta mükemmeli... Mükemmel bir ağabey, mükemmel bir kardeş, mükemmel bir amca, mükemmel bir dayı, mükemmel bir evlat, yeğen, kuzen, arkadaş, dost, sırdaş, işçi, işveren ve sevgili... Bunca mükemmellikte unutulan eşler ve çocuklar... Sonunu düşünmeden atılan binlerce adım. Ve kısacık, 62 yıllık bir ömür...! Yazıların anlatmaya çalıştığı ama kelimelerin dinlenmeye çekildiği bir dönem bu. Duygular kayıp, düşünceler kaçak... Binlerce kalabalığın içinde duyulan ses! Ve 40 gün önce bu saatte verilen son NEFES....! Oysa, yüzlerce kez ölüme 'Merhaba' demiştin. Sonra da arkasından nanik yapıp, hızla geri gelmiştin. Her geri dönüş, daha hoyrat bir yaşamın habercisi olmuştu. Daha da sıkı dalga geçmeye başlamıştın hayatla. 32 yıl önce kucaklarken beni, ne sen ne de ben bilmiyorduk ne demek olduğunu, en büyük öfkenin. Büyümeden baba olmaktan mıdır bilinmez, tuhaf bir zaaf, hoyrat bir aşk başladı bana karşı sende. Belki, hayatındaki pek çok ilkin habercisiydim, belki de beslendiğin kavganın tek mayası. En hoyrat babalıklarını bende yaşadın, en tutkulu aşkını da. En büyük vicdan hesaplaşman da ben oldum, en büyük kavgan da. Bende büyüdün sen baba, ben ise sensizlikte....! Öyle yalnız, öyle ıslaktı ki çocukluk günlerim, hâlâ bende olan tarçın rengi kazağına sorsan, ilmek ilmek ağlar. Kokusu hâlâ taze, hâlâ burnumda babasız geçen yıllarımın. Ve hâlâ içimde bir yerlerde, küçük bir kız çocuğu ağlar salıncakta baba sesini duyunca... 40 gün önce bir mum alevi yanığı oldu soluğumda. Hâlâ anlamlandıramadığım, soluğumu kızıl topraklar altında bıraktığım...! Ne tuhaf bir duygu şu, toprak altına duygularını gömmek. Ve insan, tüm duyguları olduğunda tam. Biri eksilse, karşılığının boynu bükük, gözü yolda, bavul toplanmış kapıda. Sevinçlerim yarım şimdi, coşkularım eksik. Kavgam da toprakta, öfkem de. Önce kavgam gitti, buzul yangınlarının alevinde, 6'sında Mart'ın... Ardından, 14'ünde Nisan'ın, sen benden çocukluğumdan beri büyüttüğüm öfkemi aldın...! Onca aldıkların yetmedi mi baba! Önce en masum bakışlı yıllarımı aldın gözyaşlarımla, sonra huzuru götürdün ilk gençlik yıllarımda. Öfkem vardı, o zamanlardan büyüttüğim, onu da aldın. Olmadı be baba. Bu son yaptığın hiç olmadı.
40 gün önce, bir mum alevinde kaybettik seni. Herkes şaşkın, herkes tuhaf, herkes anlamlandıramamakta bu gidişi. Onca yıllık eksiklikleri tamamlamak üzereyken, neden bu gidiş? Ve niye şimdi? ! ? ! Neden, en sancılı ameliyatlarda ya da çok daha uzun yıllar sonra değil de, ŞİMDİ! Hep zamansız, hep hesapsızdı yaşamın ama gidişin biraz zamanlı olsaydı ya da en azından biraz daha sönseydi babaANNEMİN ateşi de öyle olsaydı, olmaz mıydı? Bana kızma sakın. Niye bu soruları sorduğumu, sorma. Çünkü, bilmiyorum...! Tuhaf bir his, isimlendiremiyorum. Çocukluğum çınlıyor beynimde. Bolca gözyaşı, biraz kahkahayla. Sonra sen...Beliriveriyorsun kulaklarımda. Özlüyor muyum? Bilmiyorum...Üzülüyor muyum? Bilmiyorum. Peşisıra kaybettim ben kavgamı ve öfkemi. Önce en büyük kavgam, aynadaki suretim gitti, 38 gün sonra en büyük öfkem, ilk aşk yaram.... Sen ilk aşık olduğum, ilk yara aldığım adam.... Babam...! İlk düş kırıklıklarım, ilk öfke tohumum, ilk acıdığım, ilk açlığım....! Sen gittiğinden beri, bir kaç saat sonra 40. kez doğacak güneş. Ve 40 mumum 39 sönecek, her eriyen damlası binlerce oyuk bırakarak yüreğimde. Ama diğeri...! 38 gün önce yanan 40. mumun yanında, sarı sıcak bir alevle, ığıl bir esintiyle yanacak. Yani, öyle diyorlar. İnsan, yakınlarını kaybedince 40 mum yanarmış içinde. Hergün, bir tanesi sönmeye başlarmış ama kırkıncı gün sadece biri kalır ve yanması ömür alırmış. İçinde ne var dersen eğer, oralarda bir yerlerde; Boşluk, diyebilirim sana. Tuhaf, saçma sapan, anlamsız, anlamlanmaya niyetsiz bir boşluk var içimde. Duyguları eksilince, hissizleşiyor demekki insan!
Sen, dünyaya onca hastalığa rağmen meydan okuyan. Sen, yanında çalışanları adam edip, yeşil karta muhtaç kalan. Sen, zamansızlığı, hesapsızlığına rağmen her tanıştığında, her tartıştığına iz bırakan. Sen, sabahları kahve arkadaşım. Sen, uğradığım en büyük haksızlığın kelime anlamı. Sen, 14.Nisan.2013 saat:02.30'da, sessizce dünyadan çekilen. Sen, 40 gün önce, kendinle birlikte duygularımı da toprağa gömen. Sen, ilk aşkım, ilk terkedilişim, ilk aşk yaram, en büyük öfkem... Sen, 40 gün önce hafızamda silinmelere neden olan, hislerimi çalan... Sen, giderken hoşçakal diyemediğim, gidişini hatırlayamadığım, sesini kulaklarımda, elimi telefonda bırakan adam... Babam......................................
Susar adım konuşmalı insan
Bakar adım görmemeli
Gider adım durmalı
Sonra en sondan başlamalı
Önce hoşçakal demeli bazen
Ve yavaşça ilk merhabaya gelmeli
Sebepsiz yazmalar basladi bu aralar bende
Nedeni yok, sadece yaziyorum
Çogu zaman kalemim, kelimelerim karisiyor birbirine
Sanirim bu ara büyük bir ask var hayatimda
Kelimelerim ve kalemim bir araya gelmeden duramiyorlar
Ask yasiyorlar büyük bir ask
Baska tene bulasmıs kirli sabahlari var sevdamin
Gözyaslarim nafile gelir yikamaya
Ilk leke degil bu bulasan
Ilk yikanmasi degil sevdamin
Kim bilir kaçincidir
Bu kez büyük bir leke bu
Gittin...!
Kim bilir sensiz kaç sabaha açildi gözlerim
Kaç yildiz parladi sensiz gözbebeklerimde saymadim
Akrep yelkovanla kaç kez öpüstü bakmadim
Hep kiskandim onlari! ! ! ! ! ! ! ! !
O gece son kez çikarken bu kapidan emanet ettin beni bana
Yıllar önce sürgün edildim annemin kucağından. Bebektim ağlıyordum. Ağlamalarım konuşmalarımdı. Duymadılar sesimi. Anlamadılar ağlattılar. O zamanlar öğrenmiştim sürgünün acısını. Büyüdükçe büyümüştü sürgün de benimle beraber. Başka sürgünleri de peşine takarak. Yıllar olmuştu sürgüne çıkalı. Unutmuştum artık sıla neresi. Sürgün yürüyüşlerimden birinde neresi olduğunu bilmediğim bir yerdeydi bedenim. Uzun uzun baktım neresi olduğu bende meçhul yere. Sebepsiz susuşlara gebeydi dilim. Tanıdığım bir bakış karşıladı beni. Sesi yabancı, yüzü yarı aşina, sesi tanıdık bu kadın tuttu ellerimi. Unutulmuş bir şey vardı ellerinde bana teslim etmek istediği. İlk kez yanmıştı ellerim. Ama canımı acıtmıyordu bu yangın. Oysa yıllarca bana yanmak acı verir demişlerdi. Oysa ben şimdi acıdan çok adını hiç bilmediğim bir duyguya doğru yolculuktaydım. Öyle bir dalmıştım ki tanıdık bakışlara. Bir anda yer değiştirmiştim, neresiydi burası hiç bilmeyecektim. Dolaşmaya koyuldum avuçlarımdaki ısıyla. Hiç tanımadığım renklere ev sahipliği yapıyordu burası. Oysa ben sadece siyah ve bekli de arada bir gri olur hayat sanıyordum. Oysa ne çok yanılgıdaymışım. Ben her şeyi bilirdim ya. Peki, şimdi ne oluyordu da bildiklerimin aslında hiçbir şey bilmediğim olduğunu görüyordum. Sıcaklık bazen yakmazmış. Aksine ısıtırmış yüreği. Renk dediğin bir siyah bir gri değilmiş. Beyaz olurmuş, kırmızı bakar, pembe severmiş insan bazen
Tarih: 27.07.2009
Saat: 14:28
Baktim ardindan yitip giden zamanin
Sen topluyordun valizini
Ben seyre dalmistim yasananlari
Öylesine sessiz öylesine bir basina
Sen topluyordun valizini
Anlik bir tebessüm belirdi yüzümde
İçimden avaz avaz bağırmak geliyor adını… Kimdin ne idin bilmiyordum, giriverdin hayatıma… Başlarda beğeniden öteye gitmeyen duygulara ev sahibiydim… Zaman akıyor sen misafirlikten çok evin adamı gibi oluyordun… Zaman öylesine hızlı akmıştı ki 1 seneden fazladır yürek evimde sen vardın… Ne zamandır haykırmak isterdim seni bilmiyorum… Son günlerde başladı bu istek habersiz… Adını bile bilmediğim sevda gibiydi gözlerin… Muzur bir çocuk var yüzünde, hani her an bir yaramazlığa hazır gibi… Çıkıp içinden en sevdiğim vazoyu kıracak gibi, duvarlara kuru boyayla resimler yapacak, diş macunu ile ağzından köpükler çıkartacak gibi… Güzel bir yüz merhaba der bana gözlerimi her açtığımda… Yürek üstüne oturmuş gitmek ister de, gitmek istemezde gibi bir hallerde bakar yüzüme… Güzel bir surat bakar gece gözleriyle gözlerime… Özlemlere gebe sevdaya çalar başımı… Özlemişim yine seni, adını haykırmaktayım sessiz sesimle… İçime bağırıyorum avazım çıktığı kadar… İçime kapandım yine güzel yüzlüm… Seni ararım her yerde, baktığım her şeyde yüzün belirir arsız bir hırsız gibi… Ben kovdukça gelen, inatla beni benden çalmaya çalışan azılı ve arsız bir hırsız gibi yüzün… Ne güzelmiş yeniden gülmesi, gülen gözlerle kendine gelmesi… Ne kadar farkındasın bilmiyorum ama açıkçası farkında olup olmamanla da ilgilenmiyorum… Biraz egolu, biraz bencilce yaşıyorum sensiz, sen olmadan, seni… Bilsen ne yaparsın bilmiyorum, dedim ya açıkçası umurumda bile değil… Çok komik aslında konuşmalar… Benim seni kullanacağım sanılıyor hem senin hem de başkaları tarafından… Ama gerçekten ben seni kullanamam ama seni bilemem… Tuhaf ama bu bana acı verse de sana zararı dokunmaz… Ben içimde yaşamayı seviyorum sevda deneni… Tek kişilik yaşamak hoşuma gidiyor… Belki kabul görmez korkusu, belki de büyüsü gider endişesi… Ne dersen de… Güzel bir çocuk büyüyor sana dair içimde… Yürüyor, yürüyor, yürüyor… Yürümeyi yeni öğrenmenin hazzıyla… Koşmayı, düşmeyi ve belki de uçmayı öğrenmek istiyorum… Bağırmak istiyorum adını… Bağırmak istiyorum, susuyorum… Sevdalıyım bu gece… Sevdazan zamanlarım var, aşka yelken açan… Delice yürüyen, yürüdükçe susan, sustukça bağlanan ve kopmayan… Bir başkayım bu gece… Gece olasım var gündüzü örtercesine… Bu gece gidişlerim var dönüşü olmayan… Konuşmalarım var sesi olmayan… İçimden avazım çıktığı kadar bağırmak geliyor adının AŞK olduğunu, sana kadar duyuran…!
Tarih: 06.11.2009 Cuma
Saat: 17.30
Hayat bir tiyatro oyunu
Sen ve ben birer oyuncu
Ilk perdede birlesiyoruz
Etrafa gulucukler sacip
Hiç durmaksizin kosuyoruz
Adeta mutluluktan uçuyor
Simdi sen yoksun ya
Ben düsmanim bu sehire
Hadi gel artik uzak sevdam
Seslen yüregimin kösebasindan bana
Yine seviselim islak gecelerde
Ask düsmanlarina inat
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!