HZ. ZEYNEP BİNTİ CAHŞ (r.anha)
Zeynep binti Cahş r.ah.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimizin
diğer bir hanımı... Efendimizin hala kızı...
ibadete düşkün oluşu ve cömertliğiyle meşhur...
dikiş, nakış ve el işi yaparak kazandığı paraları
fakirlere infak eden sehâvet sahibi bir mücâhide...
Nikâhını Allah Teâlâ’nın kıydığı bir bahtiyar...
Fahr-i Kâinat (s.a) Efendimizin ahirete göç
eylemesinden sonra kendisine ilk kavuşan annemiz...
O, Mekke’de doğdu. İlk iman edenlerden oldu.
Asıl adı Berre idi.
Resûl-i Ekrem (s.a) onu Zeynep olarak değiştirdi.
O, ilk hicret edenler arasında yer alarak
Mekke’den Medine’ye hicret etti. İlk muhacirlerden oldu.
Bekârdı.
Fahr-i Kâinat (s.a) Efendimiz onu evlâtlığı
Zeyd İbni Hârise (r.a) ile evlendirmeyi düşündü.
Cahiliye devrinin yanlış âdetlerinden birisini daha,
yıkmak istedi.
Kölelerin aşağılanmasını ortadan kaldırmak
ve islâmiyetin insanları eşit saydığını göstermek üzere
Zeyneb’e dünürcü olarak gitti.
Zeynep ve kardeşleri bu işi uygun görmediler.
Hür bir kadının,
azâtlı biriyle evlenmesi o günki örfe göre
imkân dahilinde değildi. Bunu içlerine sindiremediler.
Hatta Zeynep tavrını şu ifadeleriyle ortaya koydu:
"Ya Rasûlallah!
Ben senin halanın kızıyım. Ona varmaya râzı değilim.
Ben Kureyşliyim." dedi.
Bunun üzerine
Allah Teâlâ C.C.
Ahzab sûresinden 36. âyet-i kerîmeyi nâzil buyurdu.
"Allah ve Resûlü bir işe hüküm verdiği zaman,
inanmış bir erkek ve kadına o işi kendi isteklerine göre
seçme hakkı yoktur. Her kim Allah ve Resûlüne karşı
gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur."
Zeynep binti Cahş (r.anhâ) tekrar
Rasûlullah (s.a) ’a sordu:
"Ya Rasûlallah sen, Zeyd ile evlenmemi istiyor musun? "
dedi.
Efendimiz de:
"Evet! " buyurdu. Bunun üzerine o:
"Rasûlullah’a âsî olamam" dedi ve kabul etti.
Fakat Hz. Zeyd ile Hz. Zeynep arasında samimi
bir sevgi ve sıcak bir anlayış hâkim olamadı.
Evlilik onlara rahat getirmedi. Geçimsizlikleri arttı.
Bu beraberliğin uzun ömürlü olamıyacağını sezen
Zeyd İbni Hârise (r.a) durumu Fahr-i Kâinat (s.a) ’e
açma zarûretini duydu ve Efendimize gelerek:
"Ya Rasûlallah!
Ben ailemden ayrılmak istiyorum." dedi.
İki Cihan Güneşi Efendimiz bu söze üzüldü.
Kendisinin sebeb olduğu bir ailenin dağılmasına
gönlü râzı olmadı. Fahr-i Kâinat (s.a) Efendimiz ona:
"Eşini tut, boşama. Allah’tan kork! .." buyurdu.
İki Cihan Güneşi Efendimiz bu âilenin devam etmesi için gayret ediyordu. Fakat gönüller bir defa soğumuştu. Ülfet edebilmek, tahammül gösterebilmek bir hayli zorlaşmıştı. Buna rağmen âile olarak beraberlikleri bir sene devam etti. Geçimsizlikleri son haddine vardı. Bu birlikteliğe tahammülü kalmayan Zeyd (r.a) nikah akdini bozmak zorunda kaldı. Zeynep (r.anhâ) ’yı boşadı.
Resûl-i Ekrem (s.a) bu hadiseye çok üzüldü.
Ancak cahiliye âdetleri toplumu kara bulutlar gibi sarmıştı.
Bir kimse evlâtlığının hanımı ile evlenemezdi.
Allah Teâlâ bu yanlış anlayışların,
bâtıl âdetlerin kalkmasını murad etti. Çok geçmeden
vahyini indirdi. Ahzab sûresinin; 4 ve 5. âyetleriyle
bu konuyu açıklığa kavuşturdu. Şöyle ki: Meâlen:
"... Evlâtlıklarınızı öz oğullarınız gibi tanımadı.
Bu, sizin ağızlarınızdaki lâfınızdır. Allah, hakkı söyler ve
O, doğru, yolu gösterir. Onları babalarına nisbetle çağırın.
Bu Allah katında daha doğrudur. Eğer babalarının
kim olduğunu bilmiyorsanız, bu takdirde onları
din kardeşleriniz ve görüp gözettiğiniz kimseler olarak
kabul edin. Yanılarak yaptıklarınızda size vebal yoktur.
Fakat kalblerinizin bile bile yöneldiğinde günah vardır.
Allah bağışlayandır, esirgeyendir."
Bu âyetler nâzil olunca,
azâd edilmiş köleler ve evlâtlıklar, öz babalarının adıyla,
anılmaya başlandı. Öz babası bilinmeyenler de
eski efendilerinin dostu ve din kardeşi oldular.
Aradan bir zaman geçti.
Daha sonra da ayet, bu konudaki endişeleri izale eden
hükmü bildirdi.
Allah Teâlâ Ahzab suresi: 37-40. âyetlerini inzal buyurdu.
"Resûlüm! Hani Allah’ın nimet verdiği, senin de kendisine
iyilik ettiğin kimseye: Eşini yanında tut,
Allah’tan kork! diyordun. Allah’ın açığa vuracağı şeyi
insanlardan çekinerek içinde gizliyordun.
Oysa asıl korkmana lâyık olan Allah’tır. Zeyd, o kadından
ilişiğini kesince biz onu sana nikâhladık ki evlâtlıkları
karılarıyla ilişkilerini kestiklerinde
(o kadınlarla evlenmek isterlerse) müminlere bir güçlük olmasın.
Allah’ın emri yerine getirilmiştir."
"Muhammed, sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası değildir.
Fakat o, Allah’ın Resûlü ve peygamberlerin sonuncusudur.
Allah her şeyi hakkıyla bilendir."
Hz. Âişe (r.anhâ) annemiz bu âyetleri duyduğu zaman:
"İşlerin en büyüğü en faziletlisi ona nasib olmuş
ve Allah onu gökte Resûlüne nikâhlamıştır.
Zeynep, bize karşı bununla iftihar edecek, öğünecektir." dedi.
Zeynep binti Cahş ile iki Cihan Güneşi Efendimiz,
hicretin beşinci senesinde evlendi. O sırada,
Zeynep (r.anhâ) annemiz 35 yaşlarında idi.
Mükellef bir düğün ziyafeti verildi.
Enes İbni Mâlik (r.a) ’in annesi Ümmü Süleym (r.anhâ)
o gün Medine hurmasını yağ ile karıştırarak,
özel bir yemek yaptı. "Hays" adı verilen bu yemeği
Enes ile birlikte Efendimize gönderdi.
Yemek iki kişiye zor yeterdi.
Ama Allah dilerse bir orduya yetirirdi.
Enes o zamana kadar hiç görmediği
bir manzara ile karşılaştı. İki Cihan Güneşi Efendimiz ona:
"Ebû Bekir, Ömer, Osman ve Ali’yi çağır" dedi.
O hayretler içerisinde gitti çağırdı.
Efendimiz tekrar Enes’e: "Mescidde kim varsa,
yolda kimi görürsen davet et! " buyurdu.
Enes büsbütün şaşırdı. Bu kadar yemek kime yetecek,
diye kendi kendine alıp verdi? Ama emre uyarak dışarı çıktı.
Kimi gördü ise düğün yemeğine çağırdı.
Ulaşılabilen ashabın hepsi grup grup gelmeye başladı.
Habib-i Kibriya (s.a) efendimiz yemek kabını ortaya koydu.
Bereketlenmesi için duâ etti ve:
"Onar onar sofraya otursunlar ve herkes önünden yesin."
buyurdular.
Çağırılan herkes o yemekten doyasıya yedi.
Enes (r.a) diyor ki:
"Yedikçe kaptaki yemek çoğalıyordu.
Adetâ alttan kaynıyordu. Davetlilerin hepsi yedi ve doydu.
Getirdiğim yemek aynen ortada idi.
" Resûl-i Ekrem (s.a) bana:
"Yâ Enes! tabağı kaldır." buyurdu.
Tabağı zevcesinin yanına koydum ve
annemin yanına döndüm. Gördüklerimi hayretler içerisinde
anneme anlattım. Annem bana
"Hayret etme. Cenâb-ı Hak o yemekten
bütün Medinelilerin yemesini dilemiş olsaydı,
hepsi de yer ve doyardı."
diyerek bunun bir mûcize olduğunu söyledi.
.Zeynep (r.anhâ) annemizin düğün ziyafeti,
tesettür ayetlerinin nüzûlüne de vesile oldu.
Davetliler yemekten sonra kalkıp gitmişti. Üç kişi vardi ki,
onlar oturmuş çene çalıyorlardı.
İki Cihan Güneşi Efendimiz onların kalkıp gitmesi için
odaya girip çıkıyordu.
Fakat onlar bu hareketten anlamıyorlardı.
Efendimiz (s.a) annelerimizin odalarını ayrı ayrı dolaştı
geldi yine onlar konuşuyordu. Can sıkıcı bu hadise üzerine
Allah Teâlâ Ahzab Sûresi: 53. ayet-i celileyi nâzil buyurdu.
"Ey iman edenler!
Peygamberin evlerine yemeğe dâvet olunmadan
vaktine de bakmadan girmeyin.
Ancak davet edildiğiniz zaman girin.
Yemeği yediğinizde hemen dağılın, sohbete dalmayın.
Çünkü bu hareketiniz Peygamberi üzmekte,
fakat o (size bunu söylemekten) utanmaktadır.
Ama, Allah hakkı söylemekten çekinmez.
Peygamberin hanımlarından birşey istediğiniz zaman
perde arkasından isteyin.
Bu, hem sizin kalpleriniz hem de onların
kalpleri için daha temiz bir davranıştır.
Sizin Allah’ın Resûlünü üzmeniz ve kendisinden sonra
onun hanımlarını nikâhlamanız aslâ câiz olamaz.
Çünkü bu, Allah katında büyük bir günahtır."
O günden itibaren Resûl-i Ekrem (s.a) Efendimizin âileleri,
mü’minlerin anneleri, perde arkasına çekildiler.
Kıyamete kadar gelecek islâm hanımefendilerine
örnek teşkil ettiler. İnsanlık haysiyet ve şerefini
böyle muhafaza ettiler. İffet timsâli nezih bir hayat sürdüler.
Gözler ve gönüller islam’ın bu güzellikleriyle
huzur ve sükûn buldu. İnsanlık bu ölçülerle mutlu oldu.
Zeynep binti Cahş (r.anhâ) annemiz ibâdete düşkün,
takva sahibiydi. Çokça nâfile namaz kılar,
nâfile oruç tutardı.
Resûl-i Ekrem (s.a) Efendimiz bir gün mescitte
iki direk arasında bağlı bir ip gördü.
"Bu ip nedir? " diye sordu.
Ashâb-ı Kiram da: "Zeynep annemizin" dediler.
Namazda ayakta durmaktan yorulunca
bu ipe tutunur diye ilâve ettiler.
Efendimiz bu hareketten pek hoşlanmadı.
Bunun üzerine: "ibadette böyle güçlüğe girilmez.
Bu ipi çözünüz. Sizler zinde oldukça ayakta kılın."
buyurdular.
O, vefâkâr bir hanımefendiydi.
Hakkı teslim ederdi. Dürüştlükten ayrılmazdı. Birgün,
münâfıklar Hz. Aişe annemize iftira atmışlardı.
İki Cihan Güneşi Efendimiz bu konuda Hz. Ömer,
Hz. Osman, Hz. Ali (r.anhüm) ’ün fikirlerini sordu.
Bu arada Zeynep (r.anhâ) annemizin de görüşünü
almak istedi. Bunun üzerine Zeynep annemiz bütün
insanlığa örnek olacak şu cevabı verdi:
"Ya Rasûlallah!
Ben işitmediğimi işittim demekten, görmediğimi
gördüm demekten kendimi korurum. Onun hakkında
vallahi hayırdan başka bir şey bilmiyorum." dedi.
Bu cevap hem Habib-i Ekrem (s.a) Efendimizi
hem de Hz. Âişe (r.anhâ) annemizi çok sevindirdi.
Kanaat ve cömertlik büyük bir hazine idi.
Fakiri, yoksulu sevindirmek iki Cihan Seâdetini elde etmekti.
Vermek, infak etmek dağıtmak onun en büyük zevkiydi.
Bu yüce hasletlerinden dolayı o,
Efendimize vefatından sonra ilk kavuşan annemiz oldu.
"Bana en önce kavuşacak olanınız kolu uzun olanınızdır."
hikmetli sözünün muhatabı olarak anıldı. Kolu uzun olmak
cömertlikten kinaye olarak söylenmişti.
Zeynep binti Cahş (r.anhâ) vâlidemiz hicrî 20 yılında
53 yaşında iken Medine’de vefat etti. Cenâze namazını,
Hz. Ömer (r.a) kıldırdı. Cennetü’l-Bakî kabristanlığına defnedildi.
Cenâb-ı Hak şefaatlerine nail eylesin.
Amin.
Kayıt Tarihi : 13.4.2013 17:29:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!