Zehra…
Aya karanlık gölgeler akardı… Çöl yangınları ciğerleri yakardı… Gözler, “Yağmur, yağmur! ” diye yağar, yağardı! Beklenen ışık, ne zaman doğardı? Gözlerin bana hep bunları sorar, sorardı, Zehra!
Zehra…
Yalnızlık anlarımda ne düşündüğümü çoğu zaman bilemezdim de doğuverecek bir ışık, bir an hayalim içimde doğar da sevinç duyardım… Bugün ufukları ta dibinden karıp yardım… Rabbime canı gönülden yalvardım… Bilmediğim incecik bir yoldan şimdi son menzile vardım… İnci serpiştiren dalgaların o erişilmez rengine bir de gül rengini koyar, koyardım! Ben olsam hepsini bembeyaz renge boyardım… Şimdi geceye artık huzur içinde akları giyinip kayardım, kayardım! Tespihimle küfre inat duaları sayar, sayardım… Sorulmasın, kızıl güneş önümde niçin bağrımı açıp, tam kalbimden yardım… Ne yazık ki buz tuttu ardım! Şimdi bile buna şaşar, şaşardım… Medine sokaklarında seni boşuna mı aradım! Sen, bana Zehra’sın, Zehra! Uzun yürüyüşlerim kısalmadı; adımladım; yılmadan adımladım… İlk defa günahımla karardığımı, senin yanında anladım… Gözlerimle ilk defa kanayıp, sepken yağdım… Söylemek istemedim ama günahlarıma ağladım! Rabbime bitmedi, bitmez yâdım… Utandım! Öyle ki utandım! Ya, ezelde verdiğim andım! Anladım ki yangınlarda kalan bir candım!
Zehra…
Her an dört yanımdan ilkbaharın mis kokuları geldiğinde… Aya gül yüzün düştüğünde… Sevenler, sevgileri; dostlar, sevinçleri bölüştüğünde… Günahlarım döküldüğünde… Ayça bakışlarınla Zehra’sın! Önce, her yerde seni aradım, arardım… Yavrunun kanlı gözyaşları elime düştüğünde, korkudan elleri büzüştüğünde… Üşüyen çakıl taşlarını neden bağrıma sarıp koyardım? Her açlığımda senin gibi susar, susardım… Biliyorum senin tokluğun sevgi nurundu! Senin kalbin Peygamber eliyle yundu! İşte bunun için, sen, hayalimdeki Zehra’sın!
Zehra…
Saati mi şaşırdı bu hıyar?
Gerçi hiç saati olmadı ama
En azından birine sorar.
Cebimde bir lira desen yok,